6 Eylül 2023

Şairlerin Kaleminden: 81 Şehir, 81 Şiir


İnsanlar yaşadıklarını, gözlediklerini, düşündüklerini, düşlediklerini çeşitli yollarla dile getirir. Genellikle düşünceler yazı ile, duygular şiir ile işlenir. Biz bunu naçizane yazdıklarımızla yapıyoruz, yazarlar kitaplarıyla, şairler şiirleriyle... Yazılarımızda, sevdiğimiz şairlerin şiirlerini paylaşmaya çalışıyoruz.

“Şehirler medeniyetlerin şiiridir” diye bir söz vardır. Medeniyetler kendilerini şiirin efsunlu diliyle şehirlerde ifade ederler. Şehri yaşayan ve yaşatan bizler ise yüzlerce hatta binlerce yılda yazılmış olan şiiri, yani onun mekana yansımış şekli olan şehri yeniden yorumlama ve asrın idrakiyle seslendirme sorumluluğunu taşımaktayız.

81 şehir için yazılan 81 şiiri plakaya göre sıraladık. Bazı şehirlerde ünlü şairlerimizin, bazı şehirlerde yerel şairlerin şiirlerinden bahsettik. Siz de şehriniz için bildiğiniz, sizi daha çok etkileyen, kendi seçtiğiniz bir şiir varsa yorumlar kısmından bizimle paylaşabilirsiniz. Bir şair cenneti olan Türkiye’nin şairlerini ve yazdıkları şiirlerin en meşhurlarını sizler için derledik.

01. BAYRAK / ARİF NİHAT ASYA (ADANA)

5 Ocak Adana'nın kurtuluş günü, aynı zamanda Türk edebiyatına önemli bir milli eserin doğmasına da vesile olmuştur. Arif Nihat Asya "Bayrak" şiirini Adana'nın kurtuluş günü münasebetiyle yazmıştır. Bu şiirle Arif Nihat Asya "Bayrak Şairi" olarak anılacaktır.

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yeryüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!

02. YUNMUŞ ARINMIŞ AYNANOZ GÖLÜNDE / KARACAOĞLAN (ADIYAMAN)




Yunmuş arınmış Aynanoz gölünde
Işılaşır gider siyah telleri
Geyinmiş kuşanmış ne hub salınır
Kemer sıkdırmış ince belleri

Aşağından beri Tıdık deresi
Saklı durur bu sinenin yaresi
Türkmen kızı bizlen açtı arası
Yeşil ile dolu Sacur gölleri

Tığlaşmış gamzesi kar eden cana
Benim yarim benzer hörü gılmana
Şu Antep ilinde serv-i zamana
Orda eser bad-ı saba yelleri

Suboğaz köyünden ettik bir sökün
Arkan koca duttur sen seni sakın
Araban ilinden bir çiçek sokun
Çok olur onların gonca gülleri

Gel benim karşımda salın bir zaman
Bizi mecnun etti bir kaşı keman
Hısnımansur derler ol Adıyaman
Oradan şindik geçti güzelleri

Çit eyle çimende yaylanı yayla
Bizi yaradanın fermanı böyle
Seher vaktı kalkıp bir hoşça söyle
Anar m'ola Karac'oğlan dilleri

03. DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ / CEYHUN ATUF KANSU (AFYONKARAHİSAR)




Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri:
"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!"

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçekleri getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları,
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri,
Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini...

04. BU ÇAĞRI SANADIR / ABDURRAHİM KARAKOÇ (AĞRI)


Bir damla SU gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun.

Bir avuç TOPRAK gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun.

Bir dilim EKMEK gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim.

Bir demet ÇİÇEK gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihası, estetiği
semâvî olsun.

Bir tutam SEVDA gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun.

Bir RÜYA gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverayı seyredeyim.

Bir damla ALIN TERİ gönder bana
Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...

05. YEŞİLIRMAK / CEYHUN ATUF KANSU (AMASYA)



Hikayesi Kösedağ'dan başlar,
Yeşilırmağın macerası.
Ana sudan doğar, gelişir, büyür.
Çarşamba'ya doğru akar.

Hele ilkbahar selleri aman,
Dağ dağ açılır mı ovalara?
Sormaz toprakta ne var, ne ektiniz.
Kabarmış tarlaları ezdiği zaman.

Bu eski maceradır, bin yıl eski,
Hep ekmişler, o almış götürmüş.
Köyleri de basmış, kentleri de,
Ama bilmez ki, bilmez ki!...

06. ANKARA: BENİM ŞİİRİM



Ankara Ankara. Ey iyi kalpli üvey ana! Ankara güzide başkentimiz. Birçok tartışmaya da konu olur böyle konuşulunca. Güzellemesi yapılacak şehir mi der kimileri, kimileri de aşığıdır Ankara'nın. Doğup büyüdüğümüz şehir olan Ankara'nın aşığı olarak bir şair ve şiir ile geçmek istemedik burayı. Biraz Ankara'da yıllarını geçirmiş edebiyatçılardan, biraz Ankara'ya doğmuş olanlardan, biraz Ankara'da ölmüş olanlardan bahsedeceğiz. Bir de yazılan birkaç güzel satırdan.

"Bu şehri bu kadar yalın anlatan başka bir şey olamaz sanırım. Sorumluluklarını bilen, asla kötü davranmayan ama sonuçta bir üvey ana olan Ankara. Bu şehirde insanlar bekler. Emekliliği, askerliğin bitmesini, rüşvetin gelmesini, gönderdiğiniz evrakın cevaplanmasını, suskun devletin konuşmasını beklerler. Taşı çatlatacak bir sabırla bir şeyleri beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır. Belki denizi görselerdi beklemezlerdi. Denizi su sanırlar. Suyu görmek için göllerin kıyısına gidersiniz ama su ufka uzanmaz. Bir suyu deniz yapan ufuk yoktur Ankara'nın göllerinde. Oysa ne önemlidir suyun hiç bitmemesi ve uysal bir sevgili gibi gökyüzüyle birleşmesi. O vaatkar ufuk çizgisi, o nasıl güzeldir. Her zaman ötelerde bir şey olduğunu fısıldayan o şehvetli çizgi. İnsanlar Ankara'da beklerler, kim bilir bekledikleri hayattır."

Bu yazının sahibi Cemal Süreya üniversite yıllarında gelmiştir Ankara'ya, Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne. Sonrasında da yolu sıkça düşmüş. Uzun yıllar yaşamıştır Ankara'da. Bastığı sokaklarda hissettiklerini de kağıda dökmüştür. Bazısında Ankara'yı anarak.

"Biliyor musun başkentim nedense 
Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de, 
Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun 
Ben acılarıma yeterince."

Der Süreya "Oteller Hanlar Hamamlar için Sürekli Şiir" şiirinde. İnsan Ankara'da kendine, içine, insana bakar, ondan herhalde.

Cemal Süreya;
”Şair arkadaş
Bir derdin mi var,
Bir şeyler çıkarmak mı istiyorsun derdinden?
Ankara’ya gelmelisin”
der bir şiirinde. Çünkü yine kendi deyimiyle Ankara onun için iyi kalpli bir üvey anadır. Sert ve otoriter yüzüne rağmen merhametle sahiplenmeyi seçtiği için yapmıştır belki de bu yakıştırmayı.

"Bende tarçın sende ıhlamur kokusu 
Yürürüz başkentin sokaklarında"
Bir de ayazında. Ayazıyla da yargılarlar şehri, griliğiyle de. Ancak keşke herkes yürüse bir tarçın kokusuyla başkentin sokaklarında... Turgut Uyar, Cemal Süreya denince akla gelen isimlerden biri, şüphesiz. Turgut Uyar 4 Ağustos 1927 tarihinde Ankara'da doğdu. Hayatının farklı dönemlerinde de yolu tekrar Ankara'ya düştü, uzun yıllar yaşadı. Turgut Uyar, ”Sevgim Acıyor” dizelerini ithaf ettiği karısı Tomris Uyar’la Ankara’da tanışmıştır. Adına bir şiir yazmadı ya da bir şiirinde Ankara bahsi geçmedi belki ama birçok şiirini Ankara'da kaleme aldı Uyar.

"Ankara: Benim şiirim
İstanbul: Herkesin şiiri
İzmir: Bazılarının şiiri"
diyen Haydar Ergülen ise lise yıllarında geldi Ankara'ya. Ardından ODTÜ Sosyoloji Bölümü'nden mezun oldu. Gençliğinin hatıraları Ankara'nın sokaklarında bir de ODTÜ'nün kampüsünde kaldı.

Ankara, hep şu anki gibidir aslında. Tarif edilemeyen, nedeni belli olmayan bir burukluk verir. Kimse en güzel dizelerini Ankara’da yazmamıştır ya da en güzel dizelerini Ankara’ya yazmamıştır muhtemelen. Ankara realisttir, hiç kimseye böyle bir şey de vadetmez zaten. Ankara sadece sarılır, bağrına basar, korur kollar. Nurullah Genç'in Ankara Acıları şiirinden bir dörtlük:

"ah, bağrımda pütürlü bir bıçak kadar keskin
tabutumu bekliyor Ankara acıları
bu ne bir aşk masalı, nede heyula ve kin
dumanlı bir çöküşün en kara acıları"

Ankara’nın siyasiliğinin tek sebebi tüm devlet büyüklerini ağırlaması değildir. Bu şehre hepsinden öte büyük bir başkaldırı sinmiştir. Ankara her zaman en büyük tepkileri vermiş, en kararlı haliyle karşı koymuştur. Şiirde başkaldırı da kendini Ahmed Arif’te bulmuştur. Ahmed Arif Ankara ile arasındaki aşkı ve nefreti görebildiğimiz şairlerdendir. Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü'nde eğitim almış ve uzun yıllar Ankara'da yaşamıştır. 1991 senesinde ise Ankara'dan veda etmiştir hayata. Yüreğinde Ankara’nın varlığını hissetmiş ve Karanfil Sokağı’nı yazmıştır. Her Ankaralı bilir Karanfil Sokağını ama bir Ahmed Arif şiirine almıştır orayı. Kendi yöntemleriyle Ankara soğuğuna küfretmiştir belki. Ama yine de şehrini çok sevmiştir bir yandan. Uzun bir şiirdir Karanfil Sokağı, birkaç dizesine göz değdirelim yalnız:

”Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır...
...Duvarları katı sabır taşından 
Kar altındadır varoşlar, 
Hasretim nazlıdır Ankara. 
Dumanlı havayı kurt sevsin 
Asfalttan yürüsün Aralık, 
Sevmem, netameli aydır. 
Bir başka ama bilemem 
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat 
Kalbim, bu zulümlü sevda, 
Kar altındadır."

Metin Altıok da tıpkı Ahmed Arif gibi Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümü mezunu. Ve 1993 senesinde hayatını kaybetmiştir. ”Ölürsem senin toprağına gömülmek isterim Ankara” diyerek sevgisini açıkça söylemiştir şair. "Ankara" adlı uzun bir şiir/yazısı vardır "Şiirin İlk Atlası" kitabında. Ankara'ya dair birçok şeyden ve oraya olan sevgi, özleminden bahsettiği. Ufak bir kesit:

"Ankara, benim aziz kentim; sen kendini biraz fazla koyverdin, bense gençlik taslıyorum hala. Oysa sende hep bir Kuva-yi milliye ruhu olmuştur. Birinci yeni sende başladı, ikinci yeni de. Bakıyorum da şimdi herkes İstanbul'a göçüyor. Senin gözün yaşlı, benim kanadım kırık. Oysa bu böyle olmamalıydı. Çünkü şiirin gerçek başkenti sensin… Ölürsem senin toprağına gömülmek isterim. Varsın sende çürüsün bedenim…" Bir şehre hissedilen sevgi ancak bu kadar güzel dile getirilir.

Nazım Hikmet de şöyle der: "Anlatılması öyle zor (yahut öyle kolay) bir şey vardır ki rüzgarında bağrışılmaz, koşuşulmaz, yüksek sesle gülüşülmez Ankara Garı'nda. O kadar ki kalkacak trenlerini ses-büyütenlerle haykırdığı zaman boş bulunursa insan şaşırır, başka bir dünyadan sesleniyorlarmış gibi."

Ankara; Orhan Veli’yi, Cahit Sıtkı’yı, Melih Cevdet Anday’ı, Sabahattin Eyüboğlu’nu ve daha bir sürü şairi kucaklamış biridir. Orhan Veli’nin Ankara’daki İzleri vardır. Ankara’da yaşadı, Ankara’yı yaşadı. Ankara’da okudu, Ankara’da âşık oldu, Ankara’da çalıştı, Ankara’da yazdı en güzel şiirlerini, Ankara’da Evkaf’taki memuriyetten istifa etti güzel havalarda, Ankara’da düştü çukura. Ve bir sabah Konur Sokak ile Meşrutiyet Caddesi’nin köşesinde son kez el salladı Ankara’ya… Sonra da temelli çekti gitti buralardan… Ardında içi anılarla dolu bir Ankara bırakarak… Orhan Veli Ankara’da doğmadı, Ankara’da ölmedi ama Ankara’da yaşadı.

İlhan Berk, Kavaklıdere’de Kıbrıs Sokağı’nda uzun süre oturmuştur. O yıllar Ziraat Bankası’nın basın yayın bürosunda çevirmendir kendisi. Ankara sokaklarını karış karış gezmiş, bazen Çıkrıkçılar Yokuşu’nda evlerin zillerini çalıp ”Ünlü şair İlhan Berk burada mı oturuyor?” diye sormuştur mahalle sakinlerine.

Her veda gibi Ankara’ya veda da zordur. Ankara’ya veda etmenin de gayet zor olduğu, Ahmet Erhan’ın dizelerinde açık açık gösterir kendini. Bir daha yeni bir Ankara bulamazsın, bu gri ve soğuk yüz aslında sırtını yasladığın koca bir duvarmış ve o duvarı arkandan bir anda çekmişler gibi:

"ayak basılmamış toprağım, dürülmüş göğüm;
yüzü karanlık bir kalabalık,
parmak basma ve bastırma yetkim.
üstgeçitler kurup, altgeçitlerde titreyen devrimci ruhum.
devletimin gri yüzü, bu kadar…
bu kadarsa ayrılıklarla örülsün yünüm!
ankara, anakarası yaşamadım, diyebildiğim her şeyin
yine de hoşça kal şehrim, şehrim hoşça kal
sevgilin, oğlun, şairin…"

Ve bu şiirin her seferinde tamamlandığını söylerken biz, Ankara kendi satırlarına yeni dizeler yazmaya devam eder. Bu belki bir gök rengiyle, belki bir yağmurla gerçekleşir. Ankara umarsızdır, Ankara bodrum katından çıkan eski bir fotoğraf gibidir; yitirilen bütün insanlar, o fotoğrafta hala hayattadır. En güzel gülüşler o fotoğrafta sabitlenmiştir, herkes, kıymetli bir anının ortaklığındadır. Bundan sonra her şey, gelip Ankara’da durur.

“Ankara, ben sana göreyim, gitme başımdan.”

Bizi sarıp sarmaladığın için teşekkürler, Ankara.

07. GÜNEY HASTALIĞI / CEYHUN ATUF KANSU (ANTALYA)


Ben dostum vaktiyle bir güney şehrine gittim,
Yanımda – sevince öyledir! – dünyanın en güzel kızı vardı,
Ama neyleyim ki içimde yine o garip sızı vardı,
Sonunda, o güzel günlerimi berbat ettim.

Eylüldü dostum, aylar içinden Eylüldü,
Ateşi düşmüştü artık hummalı kalbimin,
İyileşmiştim dostum, sonra o akşam üstlerinin
Her saati bir altın yaprak olup döküldü.

Uzanmıştım boylu boyunca güney düşüncesine,
Bilirsin aşk havaları insanı sarhoş eder,
Bir şarkı tutturur insan, ezberler gider,
Gariptir, inanır böylece, vurulur kendi nağmesine.

Ben de akıp gidiyordum gökyüzü üstünden,
Bir Güney denizi, bir güney güneşi ki, bilemezsin,
Yalnız olamazsın elbette, orada yalnız olamazsın,
Biz de içiyorduk sarhoş oluyorduk aynı kadehten.

Hâlâ nasıl özlerim bilir misin, bir akşamı her akşam,
Antalya deyince bir portakal düşer,
Ah, bilemezsin hâlâ, o hatıra güneşler,
Yalnızlığının karlı vadisinde dinlenen adam...

08. EĞLEN ÇORUH DUR ÇORUH / BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR (ARTVİN)




Aşkın ile düştüğüm o yurda ben,
Bir hız ile ulaştım Bayburt'a ben.
Bana hiç tanıdık çıkmadın orda,
Doğrulup yüzüme bakmadın orda.

Yalvardım, yakardım, köpürdüm taştım
Bir gece rüyamda sana ulaştım.
Dedim: Çoruh! İnsafa gel, dine gel!
Demedin mi bana sen "Artvin'e gel! "

Uçtum hasretinle, döndüm kuşa ben,
Geldim "Yalnızçam"a, "Ardanus'a" ben
Hani vaatlerin? Nerdesin Çoruh!
Hala boynu bükük, yerdesin Çoruh!

Kalkın, şahlan, beni al da sonra in...
Halinizi seyre çıkmış da Artvin;
Çamlar sisten çıkmış sesini kısmış,
Evler ayağının ucuna basmış...

Birikmiş yamaca hepsi üst üste...
Hepsinin kulağı sendeki seste!
Senin hasretinle yandım yıllarca
Dur bir gönülüne seslen bir parça.

Bizim kaynağımız aynı dağlardır.
Beni anlayacak başka kim vardır?
Benden de içer bu avare güruh
Sen varsın derdimden anlayan, Çoruh!

Al benden gönlümü, ummana ersin!
Adım Çağlar diye belki gülersin:
Suyuma damlayan bir gözyaşın yok,
Mecranda inci yok, sabır taşım yok.

Yaydığım çakıldır, götürdüğüm kum,
İnsan kılığına girmiş Çoruh'um...
Kan içimde çağıl çağıl akmada,
Tarih geçip, beni boş bırakmada.

Kıyıdan ilk defa ok atan bende.
"Otlukbeli'nde" at oynatan bende;
Sende gölgesi var, bende eseri,
Birbirine düşen nice Türk eri,

Vicdan azabını çekerler bende;
Kalan er bendedir, kaçan er bende;
Bir gözüm yaşlıdır, bir gözüm kanlı.
Benim Akkoyunlu, benim Osmanlı;

Sana dökülecek bir kederim var,
Selam yollayacak kimselerim var.
Ben gibi aşina seyrek bulunur,
Bana seslenmeden geçemezsin, dur!

09. BENDEN SELAM SÖYLEN AYDIN İLİNE / KARACAOĞLAN (AYDIN)


Benden selam söylen Aydın iline
Top kara zülüflü mayalarına
Bizim ilde çakır doğan olamaz
Yavru şahin konar sarp kayalarına

Yaz gününün suyu böyle mi çağlar
Eşinden ayrılan ah çeker ağlar
Katar katar olmuş yüzünde benler
Dizilmiş kaşının aralarına

Karac'oğlan der ki ben de ben olsam
Güzeller üstüne serdar ben olsam
Mevla destur verse bir top gül olsam
Sokulsam zülfünün aralarına

10. BALIKESİR / MEHMET AKİF ERSOY (BALIKESİR)




O yeşil toprağın ey yüzler ağartan Karesi,
Şimdi binlerce şehîdin kanayan makberesi.
Sana hasret kalan evlâdın için dünyâda
Varsa kahrolmadan ârâm edecek yer neresi?
Hani gökkubbenin altında görülmüş mü eşin?
Dağların bağ, hele vâdîlerin altın deresi!
Ey benim her taşı bir ma’bed-i îman yurdum,
Seni er geç bana mutlak verecek Ma’bûd’um!

11. SÜRGÜN / CEMAL SÜREYA (BİLECİK)


“Bizi kamyona doldurdular, Tüfekli iki erin nezaretinde” diyen ünlü şair Cemal Süreya, ailesiyle Dersim arşivlerindeki sürgünde yer alıyor. Tunceli’nin Pülümür İlçesi’nden 181 aile ve 866 nüfusla Bilecik’e gönderiliyor. İşte Cemal Süreya’nın o sürgünü anlatan şiiri:

Bir yük vagonunda açtım gözlerimi,
Bizi kamyona doldurdular,
Tüfekli iki erin nezaretinde,
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar,
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki.
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.

12. BİNGÖL ÇOBANLARI / KEMALETTİN KAMU (BİNGÖL)




Kemalettim Kamu "Gurbet şairi" olarak bilinir. Toplumcu gerçekçi bir şair olarak kırsal bölgelerde yaşayan insanları şiirlerine konu edinmiştir. Şiirin konusu doğa-köy hayatı gibi pastoral temalardır. İşte Bingöl Çobanları şiirinin sözleri:

Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.
Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurur destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;
Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:

Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam.

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin, başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!
Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!

13. BİTLİS / ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI (BİTLİS)




Hudanın Cennetidir şehr-i Bitlis,
Cihanın ziynetidir şehr-i Bitlis
Gönüller minnetidir şehr-i Bitlis
Ki dünya Cennetidir şehr-i Bitlis...

14. BENDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİNE / KÖROĞLU (BOLU)


Benden selam olsun Bolu Beyi'ne
Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır.
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir.

Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı.
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.

Köroğlu düşer mi yine sanından,
Ayırır çoğunu er meydanından,
Kırat köpüğünden, düşman kanından
Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır.

15. ANNEMLE İLGİLİ ŞEYLER / DİDEM MADAK (BURDUR)


Sevgili Anneciğim,
Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda
Kocaman bir dağ lalesi gibi
Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.

Şimdi mucizevi bir yerdeyim
Muc’ın ucuz evinde
Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem
Duvarlara hep senin resmini çiziyor
di’li geçmiş zamanda birçok resim,
Hep gülümsüyorsun
Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi
Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında
Durmadan soluyormuş gibi

Hatırlar mısın?
Mavi saçlı bir tanrı gibi severdim Burdur Gölü’nü
O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü.
Vişne bahçeleriyle dolu,
Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin.
Bazen ölmek istiyorum
Beni yeniden doğurman için
İri, ekşi bir vişne tanesi gibi...

16. BURSA'DA ZAMAN / AHMET HAMDİ TANPINAR (BURSA)

Bilal Kemikli'nin dediği gibi "Bursa, şiir şehridir. Tophane'den başlayarak, Ulucami'ye, oradan Hüdavendigar'a, sonra Yıldırım'a ve nihayet Muradiye'ye değin hep o şiiri okuruz. Bursa'nın fethi derde derman olmuştur." Şiir şehrini en iyi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Bursa'da Zaman dizeleri anlatır:

Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman...

17. ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE / MEHMET AKİF ERSOY (ÇANAKKALE)


Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i...
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

18. MERHABA / İBRAHİM SADRİ (ÇANKIRI)




Merhaba kardeşim, arkadaşım, gönüldaşım merhaba
Merhaba sırdaşım, amuzdaşım, kaderdaşım merhaba
İçtiğim su, aldığım hava, yediğim ekmek uyuduğum döşek
Gördüğüm rüya, beklediğim umut yaşadığım toprak merhaba

Merhaba
Ormanda ağaç, ağaçta dal, dalda yaprak, yaprakta tırtıl merhaba
Merhaba ovada çimen, denizde dalga, yaylada kar, dağda bulut merhaba
Harran, Çukurova, Yedigöller, Çorlu, Isparta, Çaykara merhaba
Çankırı...

19. MERHABA / İBRAHİM SADRİ (ÇORUM)


...Çorum, Adana, Niksar, Mudurnu, Bandırma
Midyat, İdil, Tarsus, Kemah, Yüksekova merhaba
Ula Zeki istanbul neki Erzurum yayla
Yayla ulan Erzurum sana da olsun merhaba

Merhaba memleketim, mahallede bakkalım, pamuk tarlasında ırgatım
Vergi dairesinde memurum, dağda çobanım, yürekte sızım, duvarda sazım
Hasatta yazım, gelinim alyazmalım nazım merhaba

Merhaba şose yolum, dağ patikam, geçit vermez Kaçkarım
Adam yutan gavur dağım, İstanbul İzmit otobanım merhaba
Merhaba Kızılırmak türkülerim, Fırat ağıtlarım
Dicleye yaktıklarım, Yeşilırmak bozlaklarım merhaba

Merhaba ağaçlarım, selvilerim, çınarlarım,
Rizede çayım, Anamur'da portakalım
Önde yürüyenim, arkada düşünim
Seferberliğim, süpürge tohumu yiyenim
Dedem, edem cennetim cehennemim
Ey benim memleketim merhaba

20. COŞAR KOÇ YİĞİTLER / AŞIK İSMAİL DAİMİ (DENİZLİ)


Coşar koç yiğitler coşar
Taştan taşa ceylan koşar
Bu diyarda aslan yaşar

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

Edirne'yi Ardahan'ı
Kars'ı Erzurum'u Van'ı
Tokat Sivas Erzincan'ı

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

Karadeniz'in uşağı
Efeler bağlar kuşağı
Konya'nın altın başağı

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

Adana'nın güzel yolu
Yeşiller içinde bolu
Baştan başa Anadolu

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

Urfa Mardin Diyarbakır
Maraş'ın bülbülü şakır
Isparta'm var güller dokur

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

Denizli'de Pamukkale
Antalya'da gür şelale
Dumlupınar'da meşale...

21. DİYARBEKİR KALESİNDEN NOTLAR / AHMED ARİF (DİYARBAKIR)




Kültürel potansiyeli çok zengin olan Diyarbakır'da birçok müze var. Bu müzeler arasında; birçok şair, yazar, fikir ve bilim adamı yetiştiren Diyarbakır'ın edebiyat müzeleri önemli bir yer tutuyor. Bunlardan biri, edebiyat dünyamızın önemli isimlerinden "Hasretinden Prangalar Eskittim" şiiri ile tanınan Ahmet Arif’in doğduğu ev olan ve şu anda müze olarak hizmet veren Ahmet Arif Edebiyat Müzesi. İçinde şairin eşyaları, aile fotoğrafları, el yazısı ile yazılmış mektupları ve şiirleri yer alıyor. "Söz taştan daha sağlam ve kalıcıdır." diyen Ahmed Arif'in sade bir üslupla yazdığı birçok şiiri var.

"Açar, 
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı..."

Ahmed Arif'in hemen yanında Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi var. Edebiyat dünyamızın önemli isimlerinden "Otuz Beş Yaş" şiiri ile tanınan Cahit Sıtkı Tarancı'nın doğduğu ev, 1973 yılında şairin anısını yaşatmak için müzeye çevrilmiş. Cahit Sıtkı, şiirlerinde, öykülerinde Diyarbakır'dan pek söz etmez ama mektuplarında Diyarbakır'a ve bu şehirde yaşayan ailesine sevgisi açık seçik görülür. Diyarbakır doğumlu Cahit Sıtkı Tarancı'nın (1910-1956) gerçek adı Hüseyin Cahit Tarancı. 35 yaşı yolun yarısı olarak nitelendirmesine rağmen 1956'da, daha 46 yaşındayken vefat eden Cahit Sıtkı Tarancı, Türk edebiyatına bıraktığı şiirleriyle edebiyat dünyasına adını altın harflerle yazdırmış bir şair. Cahit Sıtkı Tarancı, "Otuz Beş Yaş" ve "Memleket İsterim" gibi birçok kesim tarafından bilinen eserlerinin yanı sıra, bıraktığı diğer şiirleriyle de Türk edebiyatının en önemli şairlerinden... Cahit Sıtkı Tarancı'nın sade bir üslupla yazdığı birçok şiiri var ve bu şiirlerden bazıları bestelenmiş. Güftesi kendisine ait olan bestelenmiş eserleri ise şunlar; "Bu tatsız akşam saatinde (Hatıralar)", "Buldum yıllardır kaybettiğim aynayı (Kış gecesi rüyası)", "Ne doğan güne hükmüm geçer (Gün eksilmesin penceremden)", "Dünya gözüyle görsek murada ermek (Felekten bir gece)", "Gitti gelmez bahar yeli (Sanatkarın ölümü)"...

22. EDİRNE KASİDESİ / ARİF NİHAT ASYA (EDİRNE)


Edirne, Arif Nihat Asya'nın şiirinin konusu olan güzel şehir. Sultan Selim'in şehri. Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye Camisinin şehri. Arif Nihat Asya, ecdadımız için önemli olan ve mazimizin şekillenmesinde payları bulunan şehirlere özellikle eğilmiş, onlardaki ihtişamı gözler önüne sermeye çalışmıştır. Onun şiirlerinde Edirne’nin ayrı bir yeri vardır. Osmanlı'ya payitahtlık eden bu serhat şehri, Arif Nihat’ın şiirlerinde İstanbul ve Konya’dan sonra ismi en çok geçen 3. şehirdir. Asya’nın, mahzun şehir diye nitelediği Edirne...

“Selimiye” derler, “Edirne” derler;
Tatlı bir gariplik duygusu gelir.
Kemerler, çeşmeler, minarelerle
Bir eski eserler kamusu gelir. 
Minarelerden en tatlı ezanlar,
Dallardan güvercin hu-hu’su gelir.
Ayşekadın’a gül ve Yıldırım’a
Üçşerefeli’nin kumrusu gelir.
Şu Selimiye’dir, şu Muradiye…
Çinilerden sümbül kokusu gelir.
Karşısına ya iki sedef çekmece,
Ya iki mücevher kutusu gelir.
Vezirlerin iki tuğlusu gider,
Arkasından, yedi tuğlusu gelir.
Şurda abdest alır Hüdavendigâr;
Yerden suyu, gökten havlusu gelir...

23. FIRAT / ARİF NİHAT ASYA (ELAZIĞ)


Şu mavi dağların uzaklarında
Bir akar suyun adıdır 'Fırat'
Ve sevdiğim çocuğun dudaklarında
Sevdiğim bir türkünün adı...
Türkünün tadına karışır
Söyliyen dudakların tadı.

Ey beyaz çocuk, sarışın çocuk,
Dilinde her şey güzelleşen
Cana yakın çocuk...
Kızım, kardeşim...

Günler, geceler ötesi,
Gelirse beklediğim
Masal gecesi;
Şu fani dünyada her murad olsun
Ve senden doğacak kızımın
Adı 'Fırat' olsun!

24. SAM DEĞMİŞ / AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU (ERZİNCAN)


Sam değmiş de bağlar dökmüş gazeli
Hanı harap olmuş Keşan Erzincan
Nice yiğitleri nice güzeli
Feleğin toruna düşen Erzincan

Kimi ana vermiş kimisi baba
Nice yavru vermiş gelmez hesaba
Felek kor insanı ne kaptan kaba
Tarihli felaket nişan Erzincan

Bahar gelir güller açmaz bağında
Kainat uykuda hep yatağında
Bir seher vaktinde uyku çağında
Feryadı dağlardan aşan Erzincan

Susmuş bülbülleri güller perişan
Garkolmuş toprağa kalmamış nişan
Kükredikçe dalgalara karışan
Hani Fırat ile coşan Erzincan

Dokuz kırk altıda uğradım gördüm
Veysel der içimden ağladım durdum
Bu ulu Tanrı'dan isteyin yardım
Gayret kuşağını kuşan Erzincan

25. ÇİFTE MİNARELER / İSMET BARLIOĞLU (ERZURUM)

Göklere direklenir Çifte Minareler,
Erzurum‘daki Tebriz Kapısı‘nda,
Arkasında Hatuniye Medresesi
Ve Hundi Hatun‘un türbesi olan kümbet,
Doğan güneşleri kucaklayıp basar bağrına,
Batan güneşleri yolcu eder minelerle, menevişlerle,
Güneş bir başka doğar Çifte Minareler‘e,
Bir başka batar, onu selamlayarak,
Çinilerin her biri bir başka ışıkla kucaklaşır
Yanarak, yakılarak...

26. SİVRİHİSAR / ARİF NİHAT ASYA (ESKİŞEHİR)


Eskişehir'in en güzel ilçesi Sivrihisar'ın medar-ı iftiharı olan Türk halk mizahının büyük filozofu Nasreddin Hoca, 1208’de Sivrihisar’ın Hortu Köyü’nde doğmuş. Köyün adı 1999’da Nasreddin Hoca olarak değiştirilmiş. Hoca’nın evi hâlen burada varlığını sürdürüyor. Hortu Köyü Sivrihisar’dan 26 kilometre uzaklıkta. Mahallede, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bir de temsili Nasreddin Hoca evi yaptırılmış. Hoca’nın doğduğu evin Sivrihisar’da, türbesinin ise Akşehir’de bulunması iki ilçe arasında, Hoca’yı sahiplenme yönünde, sürekli bir tartışma ve gerginlik konusu olmuş. Şair Arif Nihat Asya şu dizeleri ile aradaki buzları eritmek istemiş sanki:

"Bir beşik kalmış Sivrihisar’da.
Akşehir’de bir mezar.
Sayesinde akraba olmuşlar Akşehir’le Sivrihisar."

27. GAZİANTEP DESTANI / AHMET AYAZ (GAZİANTEP)


Çok eski çağlardan kalan bir kale,
Ünlüler içinde birdir bu şehir.
İslam ülkesinde yanan meşale,
Ebedi sönmeyen nurdur bu şehir.

Sanayide, dokumada, kilimde,
Çalışmada, beceride, bilimde.
Geri kalmaz irfan ile ilimde,
Gönüllerde saklı sırdır bu şehir.

Sokaklarda şehitlerin izi var,
Her babadan öksüz kalan kuzu var.
Bayrak tutan oğulu var, kızı var,
Şehirler içinde pirdir bu şehir.

Bir çiçektir Ayşeleri, Nigarı,
Sevgi kokar, hasret kokar baharı.
Şehitlerin, gazilerin diyarı,
Ayaz’ına bir gururdur bu şehir.

28. MEMLEKETİMİ SEVİYORUM / NAZIM HİKMET RAN (GİRESUN)


...Memleketim:
develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler,
kavak, söğüt ve kırmızı toprak.

Memleketim.
Çam ormanlarını, en tatlı suları ve
dağ başı göllerini seven alabalık
ve onun yarım kiloluğu
pulsuz gümüş derisinde kızıltılarla
Bolu'nun Abant gölünde yüzer.

Memleketim:
Ankara ovasında keçiler:
kumral, ipekli, uzun kürklerin parıldaması.
Yağlı, ağır fındığı Giresun'un
Al yanakları mis gibi kokan Amasya Elması,
zeytin, incir, kavun ve renk renk salkım salkım üzümler
ve sonra kara saban
ve sonra kara sığır:
ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyi
hayran bir çocuk sevinci ile kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
yarı aç, yarı tok
yarı esir...

29. SİLAHLI DÖRT BESMELE / ATTİLA İLHAN (GÜMÜŞHANE)

Dört atlı Sarıgöl Boğazı'na devrildiler
Rüzgârı burunlarıyla biçip arkalarına dökerek
Kara sular gibi boşandı gecenin boşluklarından
Köpek havlamaları
Dört atlı Sarıgöl Boğazı'na devrildiler
Omuzlarında çapraz tüfek, kalpaklı ve siyah çizmeliler
Yıldız yıldız sıyrılıp akıyor
Padişah karanlığında mahmuzları
Hafız Ahmed'in değirmeninde ateşin başına oturdular
Önce bir soğan kırdılar
Dut pekmezi ve yoğurt sordular
Bıyıkları tekmil ayaktaydı
Müslüman ve hilâl biçiminde
Sonra erkekçe yatsıyı kıldılar
Çakal gözleri saattaydı, kulakları köpek seslerinde
Acı tütün içilip, sonra bir vakit konuşuldu
Cezveler sürülmüş ocaktaydı
Atının dizginlerine olduğu kadar
Her birisi kendi ölümüne sahip
Bir ordu gibi savaşmak kudretinde
Bir umutları Kemâl Paşa'daydı
Öbürü Ankara Hükümeti'nde
Hızlı solumalarla kımıldanıyordu karaağaçlar
Ahırda bir beygir aksırdı
Munzur Dağları'nın üstünü bir tamam tutmuş
Yıldızın neyin kalabalığı
Yukarılarda kar altındaki köylerde
İhtimal öfkeli kurtlar dolaşıyor
'-... Kemâl Paşa'dır çağırdı
Demirhan Oğlu gitmemiş olmaz
Sakarya toprağında erkekler sofrası kurulmuş
Ahkâmlı köşkemli savaşılıyor
Yazılmışsa biz dahi azrailin ekmeğinden tadacağız
Şehitlik mertebesini
Yaşamak cihetinde makbul tutacağız'
'Ankara Hükümeti ne demek
Maraş'ta üzümler parmaklarımızdan damlamıyor mu
Gümüşâne üzerinde elmalar Amasya'da...
Adam tarafımızdan yenilecek
Ayrıca zeytinin yağı ineğin yoğurdu
Anteb'in bulaması da
Adam
Hünkâr kullarının sabanına koşulmayacağız
Biz her nokta-i nazardan insan olmalıyız
Acılar gördük
Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadığımızdır
Fikrimiz zihniyetimiz medenî olacaktır
Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz
Medenî olacağız
Bununla iftihar edeceğiz
Gözleri iyice birbirinden ayrık
Kaşları düz kirpikleri insafsızca kalabalık
Kısa boyları ve yaylı ayaklarıyla adamakıllı Türk
Bakırcı Hasan, Demirhanoğlu Sadık, Paşoların Süleyman ve Hacı Yörük
Silahlı dört besmele halinde göğe baktılar
Sabahın ilk horozları çırpınıyordu
Besbelli sabahın ayazından ufarak yıldızlar tevatür kırılıyordu
Bir kuvayı milliye sabahının kapısını açtılar
Karadeniz'deki en son limanımız kadar
Rüzgârlı kızgın ve açıktılar
Sonu yoktu hiddetlerinin ve ümitlerinin
Bir millet olarak çıktılar Sarıgöl Boğazı'ndan
Kendinden ve hürriyetinden emin

30. DAĞCILIKLARIM / CAHİT ZARİFOĞLU (HAKKARİ)

...Cilo kar yalabı
Süphan halat aklı başında sağlam
Değişik gergin
Burulurken iklimin kar kırmaları
Her yükseklikte
Dağla yan yana durur bedenim

Cilo Cilo kar ağlarken
Buz kaymağı yanağın...

31. AYDINLIK / ABDURRAHİM KARAKOÇ (HATAY)




Gergin uykulardan, kör gecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.
Sonra düğüm düğüm bilmecelerden
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

Gökten yağmur yağmur yağacak renkler
Daha hoş kokacak otlar, çiçekler
Ardından bitmeyen mutlu gerçekler
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

Vurulup ömrünün ilkbaharında
Kanından çiçekler açar yarında
Cümle şehitlerin omuzlarında
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

Işıklar dal-budak, her kolu İslâm
Gönüller, yürekler dopdolu İslâm
Tek ölçüsü İslâm, tek yolu İslâm
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

İzmir’in sağından, Van’ın solundan
Erzurum, Edirne, Hatay yolundan
Kapı kapı tekmil Anadolu’mdan
Bir sabah gelecek kardan aydınlık.

32. DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ / CEYHUN ATUF KANSU (ISPARTA)

...Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin...

33. YURT ÜRÜNLERİ / AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU (MERSİN)


Bu dünyanın meyvesini
Yesem amma yesem amma
Arasam bulsam hasını
Yesem amma yesem amma

Amasya'nın elmasını
Zile pekmez çalmasını
Sivas'ın da kıymasını
Yesem amma yesem amma

Gezsem Tokad'ın bağını
Emlek'in taze yağını
Erzurum'un kaymağını
Yesem amma yesem amma

Konya'nın güzel buğdası
Sivas'ta Çorum'da hası
Ayıntab'ın çiğ köftesi
Yesem amma yesem amma

Güzel olur Türkmen kızı
Yanakları kıpkırmızı
Diyarbakır'ın karpuzu
Yesem amma yesem amma

Mersin Dörtyol portakalı
Maraş'tan da pirinç geli(r)
Malatya'da dut zerdali
Yesem amma yesem amma

Ah İzmir'in kuş üzümü
Pek severim boğazımı
Kazova'nın yaş üzümü
Yesem amma yesem amma

Kastamonu'nun kendiri
Bursa'nın ipek mendili
Edirne'nin hoş pendiri
Yesem amma yesem amma...

34. İSTANBUL: HERKESİN ŞİİRİ




Yüzyıllardır bu topraklarda yaşamış her şair, her ozan, İstanbul üzerine şiir yazmıştır.
Nazım Hikmet hasretini "Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü." dizesinde dile getirmiş. 
Yahya Kemal de "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!" dizeleriyle anlatmış. 
Daha nice şair ve yazara ilham vermiş yedi tepeli İstanbul...

"Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…" diye yazmış Necip Fazıl "Canım İstanbul" şiirinde:

"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.

İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım…
İstanbul,
İstanbul…

Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…"

Bedri Rahmi Eyüboğlu destan gibi bir şiir yazmış İstanbul için. Uzun bir şiirdir İstanbul Destanı, birkaç dizesine göz değdirelim yalnız:

"İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu’da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu’da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemal'le gider İstanbul’a
Gülcemal'le gelir

İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir..."

Nurullah Genç "Yürüyelim Seninle İstanbul'da" şiirinde tarihin soylu anası diye nitelediği İstanbul'a kırmızıyı yakıştırmış:

"...bir elimizde umut 
bir elimizde sevda 
yürüyelim seninle İstanbul'da 
musiki kesilsin, tükensin yazı 
çaresiz kalınca mızrap ve şiir 
ozan bir kenara bıraksın sazı 
ressam fırçasına neden mi kızgın 
tuvalde çizgiler, renkler kırmızı 
kırmızıyı sevdiğini bilince 
çekilir mi artık güllerin nazı 

Anadolukavağı'nda her akşam 
burcu burcu bir rüyadır hayalin 
karanlık, hüznünü düşürür dağa 
kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar 
endamın her sabah iner toprağa 

hasret, yalnızlığı çoğaltan deniz 
ayrılık acıyla süzülür kandan 
nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda 
dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler 
öylesine yorgun, mahzun ve candan 

İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda 
uykusundan uyanınca fırtına 
dalgalar türkümüze aşina olur 
yüzümüze bakınca deniz fenerleri 
sahibini arayan gemilerin 
çığlığıyla vurulur 

tarih heyelandır hainlerin ardında 
İstanbul tarihin soylu anası 
biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız 
sevdayı kız kulesi'nden 
yalıların burukluğu altında 
geçiyoruz sokaklardan delice..."

35. DENİZ SEVGİSİ / CEYHUN ATUF KANSU (İZMİR)




Vatan denizleri! Mavi, zengin kırlar,
Rüyamda büyük kadırgalar yüzen,
Akdeniz! Bayraklar, ünlü bahadırlar,
Bir çiçekli destan havasında gezen.

Bağ bozumu kokan, tatlı İzmir,
İlyada, Odisse! Güller açan bir çağ,
Şiirden, destandan örülmüş bir devir,
Hür bir sonsuzluktan yaşamaya veda.

Kadifekale'den hürriyete gülüş,
Hayatı bir salkım gibi öpebilmek,
Sepetine sanki dal dal ışık düşmüş,
En mutlu bir anda yeniden dilemek.

Dalgalı bir sevinç veriyorsun bana,
Ey mavi hatıra! Bütün duygularım,
Denizlerle dolu; beni de alsana!
Gönlüne dökülsün hür, deli suların.

Bir masal gölü mü, su mavi nakışlı,
Marmara! Gül, kiraz, ıhlamur bahçesi,
O büyülü, o saf, o temiz bakışlı,
O hür vatanların coşkun hayat seli.

Yağmurlu bahçeler, hüzün dolu şimal,
Yeşil bir mevsimde gülümseyen Samsun,
Küçük fındıklarla eylen altın dal,
Mavnalar, köpüklü yollar, yeşil yosun...

Denizlerde, engin, mavi denizlere,
Bir deniz sevgisi: Rüzgarlar, türküler,
Gemiler ardından açılan izlere,
Taze, hür aşkların çiçekleri düşer

36. BEN DOĞULUYUM / YAVUZ BÜLENT BAKİLER (KARS)


Ben doğuluyum!
Eteği dumanlı, başı dumanlı
Dağlarda doğmuşum
Dağ çocuğuyum!

Ben elleri toprak kokan bir babanın
Ve topraktan koparılmış canlı bir kaya gibi
Burcu burcu vatan kokan bir ananın oğluyum
Ben doğuluyum!

Sen buğday benizli mert delikanlım
Arslanım, ümidim, yiğidim, her şeyim
Gel alnından öpeyim.

Sen Erzurum'lusun, dadaşsın belli!
Duruşun çekilmiş bir hançer kadar güzel;
Sen bar başlayanda, davul vuranda
Zurnalar çalanda gel!

Sen Kars'lısın balam, sen sınır taşı...
Sen Türkmen çocuğu benim sağ elim;
Gel seninle Kars'tan ve Ardahan'dan
Türküler söyleyelim...

37. İKİ KANAT / İSMET ÖZEL (KASTAMONU)


Bizim ahşap evimizin kapısı Kastamonu'da
iki kanatlıydı. Biri
hep kapalı dururdu kanatların
ardında demir dayak.
Gece olur
karanlığın haşyetinden kapanırdı tek kanat.
Boyasızdı tahta kapı
bu yanıyla güvenirdim ona.
Yıl elli üç. Üçteyim. Dövüşmek üzereyken bir yaşıtımla
Malenkof! diye bağırmışım öfkeden patlayarak
zavallı arkadaşım
hiç bir şey anlaşılmayan bu telaffuz karşısında
şaşırıp kaçtı bağıra ağlaya.
Sonra kızlar geldi
bir kanadı açılmayan
boyasız kapının önündeki betonda
rond yaptılar ve raspa oynadılar:
Raspa raspa ras
Kore'ye mektup yas.

38. 29 EKİM / AHMET KUTSİ TECER (KAYSERİ)


Bu sabah içimde bir tazelik var,
Bu seher, bu camdan giren gündüz, ben!
Sokaktan yükselen şu şen naralar,
Bu camdan bakınan, bu gülen yüz ben!

Nerede o dünkü ateşli nabız,
Nerede yastıkta kıvranan başım?
Bu sabah içimde çelikten bir hız,
Bu sabah en mutlu, en şen yurttaşım.

Bu millet, bu insan, adı sanı Türk,
Bu toprak, bu vatan, güzel Türkeli,
Bu tarih, bu onur, bu sihirli yük,
Bu Bursa, bu Konya, bu usta eli.

Bu eşsiz İstanbul, bu tek Edirne,
Bu örnek Kayseri, Sivas, Erzurum,
Bu Fırat, Menderes, Çoruh, Ergene,
Bu İzmir, Adana, Urfa, bu Çorum...

39. KIRKLARELİ / ALAEDDİN İKİCAN (KIRKLARELİ)

Gülen gözlerin Istranca dağların,
Sarmış etrafını yeşil başlı ormanların,
Kenetlenmiş çiftçiyle toprak kokan ovaların,
Sen benimsin, Kırklareli.

Keşfedilen yeraltı cenneti Dupnissa ile,
Kakava festivalinde gönül gönüle,
Davul zurna olmadan coşar, kendi kendine,
Sen benimsin Kırklareli.

Aradığını her an bulursun burada,
Görmek istersen dostunu, olursan darda,
Sevgi, mutluluk, huzur aradığımda,
Sen benimsin, Kırklareli.

Benzerin yok arasam şehirleri tek tek,
İnsanların arı gibi çalışır, kovanında petek,
Seninle huzur içinde olurum kıyamete dek,
Sen benimsin, Kırklareli.

40. ŞİRİN KIRŞEHİR / NEŞET ERTAŞ (KIRŞEHİR)




Anavatanımsın baba yurdumsun
Ozanlar diyarı şirin Kırşehir
Uzak kaldım gurbet elde derdimsin
Hasretin bağrımda derin Kırşehir

Kimi engin kimi yüksek evlerininen
Kimi fakir kimi zengin beylerininen
Kazaların nahiyelerin köylerininen
Gönlümün içinde yerin Kırşehir

Feleğin yazdığı kara yazıynan
Çok yürüdüm bağrımdaki sızıynan
Kara kaşlarıynan kara gözünen
Aşık ettin beni birin Kırşehir
(Yaktı bu ağrımı birin Kırşehir)

Garibim engince gönüller alan
Aşkı feryadıynan sazını çalan
Ozanlar içinde pirimiz olan
Muharrem ustadır erin Kırşehir

41. KOCAELİ / VEDAT SADİOĞLU (KOCAELİ)

Kocaeli Marmara'nın incisi
Yeşili yeşil mavisi mavi
Denizi, havası, güneşi
Tarihin kesiştiği yer Kocaeli

Doğası, yürüyüş yerleri
Konakları, müzeleri, camileri
Görülmeye değer saat kulesi
Tarihin kesiştiği yer Kocaeli

Kartepe’de yapılır kayak
Sapanca Gölünde kayak
Seka Parkı, Darıca Kuş Cenneti
Tarihin kesiştiği yer Kocaeli

Pişmaniyesi, Hereke halısı
Sanayi kenti Kocaeli
Türkiye’nin dinamosu, lokomotifi
Hoşgörü kenti Kocaeli

42. KONYA DESTANI / AHMET KUTSİ TECER (KONYA)


Sabahtan vardım Konya'ya
Baktım cihana uyanık.
Kimi binek, kimi yaya,
Baktım meydana uyanık.

Şehirde herkes ayakta,
Kepenkler kaldırılmakta.
Asker, mektepli sokakta,
Baktım her yana uyanık.

Sabahtan akşama kadar,
Didinir, terler, çabalar.
Uyanık bütün babalar,
Oğul, kız, ana uyanık.

Konuşursan bir kelime,
Kavuşursun bin selama,
Lafında şive var ama,
Fikirde mana uyanık.

Karatay, İnceminare,
Dolaştım hep birer kere.
Her köşeye, her esere,
Bakındım rana uyanık.

Alaiddin Tepesi'ne,
Çıkdım tarihin sesine.
Selçukların türbesine,
Baktım, amenna, uyanık.

Baktım tarihe, zamana,
Baktım Alaiddin Han'a,
Baktım o büyük insana,
Kılıç Arslan'a uyanık.

Görünmez bir debdebede,
Gönüllerden bir türbede,
Yeşil üsküflü kubbede,
Uyur Mevlana, uyanık.

Tecerim bu nasıl hülya,
Uyanıkken gördüm rüya,
Eski Konya, Yeni Konya,
Göründü bana uyanık.

43. GÜZELLEME / AHMET KUTSİ TECER (KÜTAHYA)




Dün yine bir çini şehrini gezdim,
Bu geziş bir günden bile kısadır.
Her çini önünde bir ömür sezdim,
Bu seziş gönlümde bitmez tasadır.

Bir garip hulyaya nazım düşeli,
Gezdim yarı gamlı yarı neşeli,
Yerler gökler bütün çini döşeli,
Bu biraz Kütahya, biraz Bursa’dır...

44. KERNEK TÜRKÜSÜ (MALATYA)




Malatya, Malatya bulunmaz eşin,
Gönülleri coşturur ayla güneşin.
Anam, anam, anam Kernekli misin?
Kernek'e gelmeye de yeminli misin?

Malatya'yı baştan başa çiçek bürümüş,
Malatya'nın gençleri almış yürümüş.
Anam, anam, anam Kernekli misin?
Kernek'e gelmeye de yeminli misin?

45. KAPLU KAPLU BAĞALAR / KAYGUSUZ ABDAL (MANİSA)




Kaplu kaplu bağalar
Kanatlanmış uçmağa
Kertenkele derilmiş
Diler Kırım geçmeğe

Kelebek ok yay almış
Ava şikâra çıkmış
Donuzları korkudur
Ayuları kaçmağa

Ergene’nin köprüsü
Susuzluktan bunalmış
Edirne minaresi
Eğilmiş su içmeğe

Kazaza balta koydum
Çevirişin deremezim
Çuval çayırda gezer
Segirdüben kaçmağa

Allah’ımın dağında
Üç bin balık kışlamış
Susuzluktan bunalmış
Kanlı ister göçmeğe

Leylek koduk doğurmuş
Ovada zurna çalar
Balık kavağa çıkmış
Sögüt dalın biçmeğe

Kelebek buğday ekmiş
Manisa ovasına
Sivrisinek derilmiş
Irgat olup biçmeğe...

46. MARAŞ TÜRKÜSÜ / ORHAN ŞAİK GÖKYAY (KAHRAMANMARAŞ)

Uy Maraş sılaya nice varayım
Açılmaz kapılar çalıp durayım
Yarimi bulmadım kimden sorayım
Uy Maraş, Maraş da bu nasıl Maraş
Kara gözlerinde yaş, bağrında ataş...

47. MARDİN / CEMAL SÜREYA (MARDİN)




Kuşlarını salmıştır çatılar
Ve hasatçı bir gökyüzü ki
Eğilip üstüne düşecek kadar
Taştan ağzıyla öpmüştür seni
Kan revan içinde alnaçlar

Yazmak dostlara neye yarar
Elinde hançerden bir yelpaze
Uzakta genç ve lâcivert dağlar
Gözlerinin siyahı gitmiştir
Telgraf çiçekleri astımlı kamyonlar

Çiçeğe kesmiştir karabasan
Dönüşmüştür bir yurtsamaya
İşte gülgillerden armut
İşte baklagillerden akasya
Neye yarar yazmak dostlara

Ölümü doğrusu hiç düşünmedim
Ama düşündüm uzak kardeşlerimi
Hey bayan Erozyon budur dileğim
Bir gün parlatmak istersen beni
Göm beni ilkin bir güzel karart

Kılıç kalkan gürz ve at
Tâ çocukluğumdan beri
Ne buldumsa okudum
Sonunda anladım ki
Bir kitapta resim şart

48. ANADOLU AKŞAMI / HALİT FAHRİ OZANSOY (MUĞLA)


Bir mektup parçası
Sevgilim, ne kadar hüzünlü bilsen
Bu ölgün akşamın ölgün bestesi,
Uzak tepelerden, dağlardan esen
Aşina olduğum rüzgarın sesi.

Gölgeler içinde ağaçlar yorgun,
Her tarafta yetim bir tevekkül var.
Sanki fısıldıyor Anadolu'nun
Uyuyan ruhuna ninniler rüzgar.

Sürüler iniyor karşı bayırdan,
Günün son ışığı vurmuş dereye.
Bir Muğla türküsü yükseldi kırdan:
"Ayşem, aygın baygın Ayşem, nereye?"

49. YOKUŞ YOL'A / TURGUT UYAR (MUŞ)


...bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan
padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar

Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki
orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar

el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen
benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar

50. KAPADOKYA NEVŞEHİR / İSHAK PEKGÖZ (NEVŞEHİR)




Kızılırmak’ın akar güneyinde,
Hacı Bektaş Veli’nin yüreğinde,
Anadolu’nun tam göbeğinde,
Kurulmuşun, Kapadokya Nevşehir...

51. ÇIKTIM SEYREYLEDİM NİĞDE'Yİ BOR'U / KARACAOĞLAN (NİĞDE)


Çıktım seyreyledim Niğde'yi Bor'u
Acep gezsem mavi donlum var m'ola
Güzeller durağı Tokat, Engürü
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Hey geri de deli gönül hey geri
Adana, İlbeyli, Göksun, Tekir'i
Otuz iki sancak, Diyarbekir'i
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Heşiri de deli gönül heşiri
Deryada dönüyor kıral yesiri
Halep, Trablus, koca Mısır'ı
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Yeşil ördek yayılıyor çimende
Mehdi günü doğar ahir zamanda
Kürt'te, Hindistan'da, Çin'de, Yemen'de
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Yeşil ördek sulanıyor gölekte
Altın küpe şavk veriyor kulakta
Cennet-i alada, huri, melekte
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Mecliste içerler demi kanyadan
Guzel seven murad alır dünyadan
Kayseri'den, Karaman'dan, Konya'dan
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Hacı Bektaş Veli şeyhlerin piri
Konya'da yoklayın Molla Hünkar'ı
İçel'den, Antep'den, Gürün'den beri
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

Mardin'den de Karac'oğlan Mardin'den
Çeken bilir ayrılığın derdinden
Koçhisar'dan, Hasan Dağın ardından
Acep gezsem mavi donlum var m'ola

52. COŞAR KOÇ YİĞİTLER / AŞIK İSMAİL DAİMİ (ORDU)


......Daimi'nin güzel yurdu
Ankara'yı Atam kurdu
Samsun Rize güzel Ordu

Oh oh oh oh taze güller
Ne güzeldir bizim eller
Eser ince serin yeller

53. Bİ TANE DAHA / BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU (RİZE)


...Bir ilimiz var adı Rize
Durup dururken bir bardak çay sundu bize
Rize’de çayı kim yetiştirdi Rize’de
Misisipi’ye karışan çayları öğretirler bize
Rize’de çayı kim buldu Rize’de
Kimdi o sessiz sedasız kumral kumral demlenen mübarek adam
Adını öğretmediler bize
İşte o güzel adamdan bre şahin aman
Bir tane daha

Şu dağın başında bir top gül vardı
Eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı
Kırk bin köyde kırk bin umut
Kırk bin köyde kırk bin tomurcuk
Kırk bin adet meyveye vurmuş fidan
Köy okullarımıza nasıl kahbece kıydılar anlatamam
Hey gidi mangal yürekli Tonguç baba
Köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören
Adını kaç aydın duydu acaba
Mangal yürekli Tonguç baba
Sana Anadolumun her yanından
Kekik kokan keklik kokan Cevat Şakir işi
Kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba
Bir mangal yürekli Tonguç baba yetmedi bre şahin aman
Bir Tonguç baba daha

Pırıl pırıl bir Karacaoğlan
Bir Dadaloğlu bir Pir Sultan
Dilimize düşen ilk mübarek cemre
Bitip tükenmeyen Yunus Emre
Biz dünyadan gider olduk demiş kalanlara selam olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya canım Yunus topumuza haram olsun

Gözünün nurunu sevdiğim koca Sinan
On parmağı on ulu çınar misali her yandan yükselen
Dünya durdukça duracak olan
Gece kondular mı gelecekti arkandan
Bir koca Sinan yetmedi bre şahin aman
Bir Sinan daha

Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Gözyaşları yoncadan Eminem
Öfkeleri meşeden
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Dünyanın en güzel treni
Ağzına kadar memetcik yüklü
Lokomotif pala bıyıklı
Vagonlarda bir telaş bir kıyamet
Memetcik Memet Memetcik Memet
Bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan
Tren değil bu bir hışım
İlk Türkçe dersimi ondan almışım
Memetcik Memet
Türkçem kadar güzelsin diyen büyük usta
Nâzım Hikmet
Bir Nâzım yetmedi bre şahin aman
Bir Nâzım daha
Kırmızı gülün alı var

Kolay kolay gelir miydi bir Mustafa Kemal
Bir Mustafa Kemal yetmedi bre şahin aman
Bir Mustafa Kemal daha

Bir Anadolu var ya bu Anadolu
Bir misli menendi görülmemiş Cömert Ana
Bu her yanı meme bu her yanı dudak bu her yanı gül
Bu zırnık almadan veren habire veren yediveren gül
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu üç yosma denizde üç defa ıslanan
Gürbüz ırmaklar ortasında susuzluktan çatlayan
Bu Anadolu var ya bu Anadolu
Bu sapsarı sıtma bu masmavi gurur
Ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar
Bak daha neler doğurur.

54. SAKARYA TÜRKÜSÜ / NECİP FAZIL KISAKÜREK (SAKARYA)


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!...

55. SAMSUN GÜZELLEMESİ / BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR (SAMSUN)




Diner dertleri her gözü yaşlının,
Samsun’da teselli sunar dalgalar,
Şavkı vurmuş gibi “O gün başlı”nın,
Yanar pırıl pırıl, yanar dalgalar.

Rüzgar gibi gizli bir haber verse,
Kıyı yeşil giyip murada erse,
Ne gün kırık dökük bir gemi görse,
19 Mayıs’ı anar dalgalar.

Samsun göklerinde Türk’ün bayrağı,
Samsun tarlasının eşsiz toprağı,
Samsun tütününün altın yaprağı,
Uzakta bir gümüş pınar dalgalar.

Samsun suya doğru kaydıkça kayar,
Görenler yüzmeye niyetli sanar,
Su maviye, bahar yeşile boyar,
Cennete ulaştık sanır dalgalar...

56. DOĞUDA BİR KENT / HİLMİ YAVUZ (SİİRT)

siirt, ağaçsız gömütlük
çocukluğu doğal kireç
bir kent, orda her kuyu
bir ermiş kadar su bilir
hüzne kil, öfkeye kum
bir kent, orda duyguyu
doldurur boydan boya zakkum...

57. ALDIRMA GÖNÜL / SABAHATTİN ALİ (SİNOP)


Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma

Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma...

58. SİVAS HASRETİ / YAVUZ BÜLENT BAKİLER (SİVAS)




Ne güzel seni sevmek böyle uzaktan 
Ve seni düşünmek bir çocuk hevesiyle
Her sabah yeniden ezan sesiyle
Müslüman Müslüman uyanan şehir

Bir Selçuklu nakışında seni bulmak ne güzel
Ne güzel seni duymak bir ney sesinde
Şems-i Sivasi'nin mübarek türbesinde
Kandil kandil yanan şehir

Halayların, türkülerin çağırır beni uzaktan
Yüreğim hep Mısmıl ırmak gibi tertemiz
Nerde Çifte Minare'miz, Gök Medrese'miz
Ey sımsıcak dualarla maziyi anan şehir...

59. PARKTA RASTLADIĞIM ADAM / ATAOL BEHRAMOĞLU (TEKİRDAĞ)


   Parkta rastladığım adamın 
   Bir kolu kesikti bileğinden  
   Çiftçiymiş 
   Tekirdağ'ın köylüklerinden 
    
   Bir kızı veremden ölmüş 
   Bu şehri İstanbul'da 
   Karısı tutturmuş: 
   Kızımın mezarı nerde ben orda 

   Satmış savmış ihtiyarcık 
   Varını yoğunu 
   Feriköy'de bir evceğize 
   Sokmuşlar başcağızlarını 
    
   İkinci kız desen 
   Kibarca: Akıl hastası 
   Anaya babaya 
   Vermez bir rahat yüzü 

   Oğlanlardan büyüğü 
   Dört çocuklu bir şoför 
   Küçük oğlan 
   Bir tamirhanede ömür çürütür 

   Fayda yok anlayacağın 
   Ne oğlanlardan, ne kızlardan 
   Bir fabrikada iş bulmuş 
   Kaçak işçi çalıştıran 

   Kırk yılın köylüsü  
   Ne yapsın işçi olursa 
   Daha yılı dolmadan 
   Kaptırıvermiş elini çarka   

   Gerisi bilinen hikaye  
   Patrondan imdat görmez 
   Evde karı ağlar 
   Deli kız vermez rahat 

   Kendisine rastladığımda 
   Düşünüp duruyordu bir kanepede 
   Ben sordum o anlattı 
   Güzelim Tekirdağ şivesiyle...

60. TOKAT'A DOĞRU / CAHİT KÜLEBİ (TOKAT)




Mezarı Niksar'da bulunan Zileli şair Cahit Külebi'nin Tokat'a Doğru şiiri:

Çamlıbel'den Tokad'a doğru 
Tozlu yolların aktığı ırmak! 
Ben seni çoktan unuttum; 
Sen de unuttun mu, dön geri bak. 

Atların kuyruğu düğümlü, 
Bir yandan yağmur yağar, ıslak; 
Bir yandan hamutlar şak şak eder, 
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak. 

Orda, derenin içinde 
İki üç akçakavak, 
Tekerler döner, başım döner, 
Kavaklar yeşeriyor dön geri bak. 

Orda, derenin içinde 
İki üç çırılçıplak 
Alçacık damı düşündükçe 
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak. 

Irmaklar gibi uzaklaşır 
Bir türkü kadar uzak 
Tekerler iki çizgi bırakır, 
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.

61. MEMLEKETİMİ SEVİYORUM / NAZIM HİKMET RAN (TRABZON)




Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim:
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kursun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendimden bile gizleyerek
sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim
Memleketim ne kadar geniş:
dolaşmakla bitmez tükenmez gibi geliyor insana.
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum
ve güneye
pamuk işleyenlere gitmek için
Toroslardan bir kere olsun geçemedim diye
utanıyorum...

62. EYVAH EYVAH / AHMET SELÇUK İLKAN (TUNCELİ)

...Oysa matemler içindeydi bütün şehirler
Küskündü suskundu insanlığın dil,
Dersim Hakkari Van
Şemdinli Siirt Batman
Şırnak Tunceli
Kırılsın diyordu bu acıların
Kırılsın kanadı kolu eli...

Gazetelere sığmıyordu
Taptaze ölüm haberleri
Kırılsın artık
Görmeyen şairin
Yazmayan ozanın
Çizmeyen ressamın
Kırılsın artık kalemi eli

Neyse ki
Bir bozlak ağıt
Özetliyordu her şeyi
Yüreklerin çığlığına eş
Neşat Ertaş’dan dökülüyordu nihayet
Bir yanardağ misali
İçimize bir tutam ateş

“Kendim ettim kendim buldum
Eyvah eyvah eyvah

63. KÖPÜK / SEZAİ KARAKOÇ (ŞANLIURFA)




Ve gül Nemrud’un yaktığı ateşte açan
Koncalanan açılan gelişen İbrahim’in elinde
Tatlı bir su içe gerçekler saçan bir mağara
Urfa’da yıldızların yıldızdan ayın aydan
Günün günden fazla bir şey olduğu orada
Uzanan bir yarı ölü eli kirazdan kiraza
Kirazsa hep aynı ıraklığı bozmamakta korumakta
İçilemeyen bir su bardakta
Aklı düzeltmenin mümkünü kutsal balıklarda

Şanlıurfa ile ilgili birçok şiirin yer aldığı Şiir Şehir Urfa kitabını okuyabilirsiniz.

64. ARHAVELİ İSMAİL'İN HİKAYESİ / NAZIM HİKMET RAN (UŞAK)




Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
Akhisar, Karacabey,
Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 Ağustos'u:
Uşak düştü.
Yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.

Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık
dayanmaktayız...

65. SEHER YELİ / ERCİŞLİ EMRAH (VAN)


Erciş'li Emrah'ın bir türküsünün öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyoruz...

Van'ın şirin ilçesi Erciş'te doğup büyümüş olan Emrah, gönlünü, güzeller güzeli Selvi Han'a kaptırmıştır. Gözü, Selvi Han'dan özge bir şey görmez olur. Gelgelelim, o sıra, Şah Abbas Van'ı kuşatır. Kuşatmanın başladığı günlerde, Van Kalesi dışında bir bağ kurdurur. Yıllar geçer, Van'ı ele geçiremez. Bir gün, bir bilgesi Şah Abbas'a:

- Bu kentte Abdurrahman Gazi varken, sen bu kaleyi alamazsın, der. Şah Abbas:
- Kim ola ki bu Abdurrahman Gazi? diye sorar. Bilge:
- O, ermiş bir kişidir, der.

Şah Abbas; Abdurrahman Gazi'nin ermişliğini sınamaya kalkışır. Bir kuzu ve bir köpek kestirir; ikisinin de kızarttırıp Abdurrahman Gazi'ye armağan olarak yollar. Abdurrahman Gazi, kuzuyu alıkor ve ötekini Abbas'a geri götürmelerini söyler, Şah Abbas'ın adamları:

- Bu yaptığınız hem töreye aykırıdır, hem de Şahımız gücenir, diyecek olurlar. Bunun üzerine Şah Abbas, kuzu gibi kızartılmış köpeğe:
- Hoşt köpek, doğru sahibine! der,
Köpek canlanır ve koşa koşa Şah Abbas'ın otağına gider. Bunun üzerine Şah Abbas:
- Ko desinler Şah Abbas'ın bağı var, diyerek kuşatmayı kaldırır. Ancak Erciş'li Emrah'ın sevdiceği Selvi Han'ı da, kendi rızası olmaksızın İran'a götürür.

O günden öte, Emrah'a aşıklık görünür; elde saz, yol görünür. Emrah dolaşır da dolaşır... Aşkından türküler yakar.

Aradan yıllar geçer, Selvi Han'ın İran'a götürüldüğü yıl doğan kız çocukları gelinlik çağına geldiklerinde, Emrah da güçten kesilir; yatağa düşer. Son çare olarak hasta yatağında bir name (mektup) yazıp, sabah yeliyle sevdiceğine yollar:

Bad-ı saba, yarim hey Mevla'yı seversen
Eğlen hele bir dur seher yeli
Bir emanetim var sana vereyim
Götür nazlı yare ver seher yeli

Sen seher yelisin esersin yakın
Her sabah her seher zülfüne dokun
Yarim uykusuzdur uyartma sakın
Uyana kadar dur seher yeli

Sen seher yelisin estin yüceden
Dokunursun pencereden bacadan
Selvim uykusuzdur dünkü geceden
Sağında-solunda gez seheryeli

Emrah'ındır kurdurayım sazları
Fikrime düşmüştür Selvi sözleri
Karadır kaşları, ela gözleri
Var murada sen er seheryeli...

Erciş'li Emrah; bu nameyi rüzgarla yolladıktan sonra; 'Şah eğer kendine layık bir şahsa son soluğunda olsun Selvi'mi bana getirir. Getirmezse, ben bu dünyada murada ermedim; o da iki cihanda murada ermesin der.

Mektup menzile ulaşınca Şah. Selvi'ye:
- Ey Selvi Han, madem ki Emrah ölüm de döşeğinde, son dileğini yerine getirelim. Hadi, atla ata. Hem söyle; Emrah'a ne hediye götürelim? diye sorar. Selvi Han:
- Ey Şah'ım; bana yetiştirmiş olduğun bahçeden elma, ayva ile nar; bir de -Yüreği yangındır- Bulgarı dağından kar götürelim, cevabını verir.

Hediyeler alınır, atlara atlanıp, Erciş'in yolu tutulur. Tam Emrah'ın evine yaklaşıldığında Şah, Selvi'ye:
- Emrah eğer gerçek bir aşıksa, biz kapısını çalmadan geldiğimizi anlasın. Hem de, kendisine getirdiğimiz hediyeleri bilsin, der.

İşte o sıralarda, ecelle pençeleşmekte olan Emrah, yatağında şöyle bir doğrulup, anasından bağlamasını ister. Anası:
- Ay oğul, gittin gideceksin; bağlamayı n'edeceksin? deyince Emrah:
- Anacığım; gelinin gelmiştir; ver şu sazı hele de onlara bir sesleneyim der ve başlar çalıp çığırmaya:

Yar senin elinden hastayım hasta
Hastayı görmeye yar safa geldin
Elinden ayvası, koynunda narı
Canımın cananı yar safa geldin

Yar senin kaşların kemenin bendi
Melekler bürümüş, huridir kendi
Bir su ver içeyim, yüreğim yandı
Bulgan dağından kar safa geldi.

Eskiden görürdüm haftada ayda
Artık bundan sonra geldin ne fayda
Azrail göğsümde, canım hayhayda
Gözyaşı dökmeye yar safa geldin.

Emrah'ın sevdiği Selvi sen misin
Sağ eli sinemde gezdiren misin
Ağır cenazemi götüren misin
Namızım kılmaya yar safa geldin

66. YOZGAT / ŞÜKRÜ ERBAŞ (YOZGAT)

Yozgat bir kar kentidir
Sürmeli bir türküdür
Serttir soğuktur küçüktür.
İki dağın dudağına kısılmış
İncecik bir sudur
İçinde zamandan başka her şeyin aktığı...
Güneşi bir nazlı konuktur yazlar içinde
Ömrü çiçeklerin rengi kadardır.
Ağaçları çatılardan yüksek
Avluları evlerinden geniş
Bir rüzgar kentidir Yozgat
Çam kokuları ve bıçkın delikanlıları ile
Yıllardır kesilmeden esen
Yoksullukla düşlerin iç içe büyüdüğü
Dar sokaklar eğri evler boyunca...
Kadını bir eski zaman resmidir
İşin ve konuşmanın tutkun aynasında
Erkeği odalar dolusu ağırlık...
Duruldukça kendini bulan sular gibi
Çocukları büyüdükçe büyüklere benzediği
Bir taşra kentidir Yozgat
Zor inanıp güç değişen...
Durur zamanın alnında donuk
Bir basma entarinin eteğinde
Soluk, eski desenler gibi...
Günler içinde bir gün
Dokundu parmakları hayatın
Ufkumun bunalan perdesine...
Fırınları sinemaları minareleriyle
Hareket ülkesi bir kent simgesi olarak
Yozgat, girdi ömrüme...

67. NOSTALJİ / RÜŞTÜ ONUR (ZONGULDAK)




Kelebeğin Rüyası filminde anlatılan, 22 yaşında veremden hayatını kaybeden şair Rüştü Onur'un memleketi Zonguldak için yazdığı Nostalji şiiri:

Sen aziz şehrim, 
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin. 
Bütün işçilerin 
Saçak altında uyuduğu bir saatte, 
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan. 
Sen aziz şehrim, 
Ellerim gözlerim kadar benimsin. 

Ve aziz şehrim, 
Şu anda seni terk etmem için 
Her şey tamam. 
Gemi hazır, yelken fora. 
Fakat neden, 
Ölülerim bırakmıyor yakamdan?

68. HASAN DAĞI / KARACAOĞLAN (AKSARAY)


Çok sevdiğim Hasan Dağı,
Şu dumanın hal olma mı?
Senin gibi yüce dağın
Eğlim eğlim yol'olma mı?

Hasan Dağı'nın eteği,
Çevresi güller biteği.
Koç yiğit, arslan yatağı
Hiç bu dağın il olma mı?

Yükseği yalım kayalı.
Kekliği şahan soyalı.
İnce belli, gök sayalı
Dilber seven del'olma mı?

Yükseğinin karı tozar,
İngininin köyü mezar.
Göğsü al'ca kaplan gezer,
Avcı olup al olma mı?

Eğlim eğlim yol alanın,
Seferine kul olanın,
Ak gerdanda ben olanın
Yanakları bal olma mı?

Deli gönül, var günahın.
Onun için geçmez anın.
Senin gibi padişahın
Benim gibi kul'olma mı?

Farı, Karac'oğlan, farı.
Ben çekerim ah ü zârı.
Günde bağlanırsın sarı,
Bu velenin al'olma mı?

69. BAYBURT KOŞMASI / BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR (BAYBURT)

Çoruh coşkun Çoruh hırçın Çoruh şen
Ark boyunca nabız gibi atıyor
Bir tepede Aşık Zihni yer almış
Bir tepede Şehit Osman yatıyor

Bir sararmış beniz hali taşında,
Kalesi var göğe ağmak peşinde
Kavakları yıldız öper düşünde
Kargaları firak firak ötüyor

Celâli’de çilesini denemiş
Hicranî’si sevgisizi kınamış
Zaman saat kulesinde tünemiş
Tezeklerde tütsü tütsü tütüyor

Kavağının suna gibi boyu var
Irmağında insan kapma huyu var
Oyunu var, türküsü var, suyu var
Gönülleri birbirine katıyor

Dağ ardında kovalarken biz onu
Çoruh bizi dâvet etti en sonu
Visâl yeri “Cumhuriyet balkonu”
Geç kalmışım çağıl çağıl çatıyor

Taşı oyan su bana da işledi
Köpük köpük yüreğimi dişledi
Madem Çoruh konuşmaya başladı
Âşık Ömer koşman burda bitiyor

70. KARAMAN'DA / AŞIK MEVLEVİ (KARAMAN)

Karaman'da varlık dolu, Nurlanmıştır güzel yolu,
Aşıklar Yunus’un oğlu, Karaman'da, Larende'de...

Karaman'da sağlık düzen, Görsün Aşıkların gezen,
İlim yollarında özen, Karaman'da, Larende'de...

Karaman'da çok Erenler, Mevlanayla hay dönerler,
Kültür sanatı severler, Karaman'da, Larende'de...

Karaman’ın çok güzeli, Sazları okur gazeli,
Sadıklar gelmiş ezeli, Karaman'da, Larende'de...

Karaman'da Yunus Hocam, Mehmet Beyim Lisan Amcam,
Mevlevi der gülüm goncam, Karaman'da, Larende'de...

Aşık Mevlevi hep ağlar, Yunus'un yolunda çağlar,
Ne güzeldir bahçe bağlar, Karaman'da, Larende'de...

71. KIZILIRMAK KIYILARI / FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA (KIRIKKALE)


Kardaş, senin dediklerin yok,
Halay çekilen toprak bu toprak değil.
Çık hele Anadoluya,
Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı,
O kadar uzak değil.

Çamı bitmiş, kavağı azalmış,
Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil.
Yedi ay kıştan sonra,
Yeşeren senin yaşamındır,
Yaprak değil.

Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir,
Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil.
Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan,
Mevsimler soğumuş, sular azalmış,
Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.

Parça parça yarılmış öküz ardında,
Parmağı üç pare, tırnağı ak değil.
Utanır elin ayağın,
Korkarsın yakından görsen,
Eli el değil, ayağı ayak değil.

Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar,
Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil.
Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna,
Uyandırmazsan,
Uyanacak değil.

Dertle, sefaletle yüklü,
Siyah leşlerle kararmış, berrak değil.
Çağlayan ne,
Akan kim,
Kızılırmak değil.

Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum,
Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil.

72. BENCE SEN / BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR (BATMAN)




Garpte dağ, şarkta ırmak
Nerde olsam murat sen;
Güneye düşse yolum
Dicle sensin, Fırat sen.
Haymana ovasında
Ekin, harman, hasat sen;
Meltemimsin Boğaz'da,
İzmir'deysem imbat sen.
Şiirsem, kekelerim;
Anlam katan inşat sen.
Ben uyuşuk itidal
Şahlanan ifrat sen.
Bocalarım ben sensiz,
Ben ham ervah, irşat sen.
Susuzken kaynağımsın
Boğulurken imdat sen.
Cennette gül bahçesi
Cehennemde sırat sen
İşte sözün kısası
Hayat sensin, hayat sen.

73. ANADOLU GEZİSİ / ABDURRAHİM KARAKOÇ (ŞIRNAK)

Ter kokuyordu Çukurova tarlaları,
Irgat Türküleri duyuluyordu uzaktan;
Ekin biçiyordu yalın ayaklı köy kızları
Elleri kabarıyordu oraktan.
Gökbelen dağlarına yağmur yağıyordu;
Yetimler mahallesinde bir çocuk ağlıyordu.

Kan kokuyordu doğunun çimenli yaylaları;
Silah sesleri geliyordu Şırnak'tan.
Oğulsuz koymuşlardı ak saçlı anaları;
Tütünler tedirgin olmuştu ocaktan.
Cilo dağlarında kamalaklar üşüyordu;
Garipler köyünde bir gelin düşünüyordu.

Yosun kokuyordu Karadeniz'in mavnaları;
Oynak havalar döküyordu parmaktan.
Buz gibi bir soğuk biçiyordu baharı;
Dal boylu gençler gidiyordu bıçaktan.
Ilgaz dağlarında kurtlar uluyordu.
Bekârlar kahvesinde bir adam uyuyordu.

Şehvet kokuyordu Ege'nin bereketli ovaları;
Körpe bedenler soyuluyordu ahlâktan.
Tedirgin etmişlerdi bizim havaları;
Yadırgı sesler geliyor plâktan.
Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu;
Bir nesil yaşıyor, bir tarih ölüyordu.

74. ÇEŞM-İ CİHAN / FATİH SULTAN MEHMET (BARTIN)




Amasra’ya ilk görüşte vurulan Fatih Sultan Mehmet, Lala’sına “Lala Lala! Çeşm-i Cihan (dünyanın gözbebeği) bu mu ola?” diye sorar. O andan sonra da burayı savaş yapmadan alır. Çünkü istediği son şey bu güzel şehrin zarar görmesidir.

75. KADIN OLANIN TÜRKÜSÜ / GÜLTEN AKIN (ARDAHAN)




Git oldu can, sürgün geldi dayandı
Sürgün yine geldi dayandı
Kitapları topladım, çocukları giydirdim
Hadi de doğrulalım Dranazın karına
Biz nereye düşeriz, halk fakir fıkara

Her bahar, her yaz gurbette
Sılaya dönmesi olur velakin
Ne sılamız belli, ne gurbetimiz
Çiğdemi Ardahan yaylalarında
Nergisi Sinop'ta
Van'da koparmışsak sarı gülü
Portakal kokusu Kumluca'dan gelir
Karıştırdık sıla nere, gurbet hangisi
Bizim gibi gurbetçi görülmemiştir...

76. HALK POLİKLİNİĞİ / CEYHUN ATUF KANSU (IĞDIR)


...Neye yarar bilgi dedikleri?
- Bu soru önemli, neyi, kimin için bilmeli? -
Bilmek için bilmeli, sakallı solgun matematik
Öyle öğretir duvarlar arasında.
Oysa Arpaçay'ı bilir miydiniz?
Bir çay geçer ortasından,
Ekinden önce iki büklüm kadınlar
Toplayıp taşları bir yere yığarlar
Kolay sürülsün diye bir avuç toprak.
Oniki teneke tohum attın diyelim,
Kurak olur, dolu vurur,
İner altıya aldığın buğday..

- Tanrı, der halk bilimi -
Yoksul adamın tarlasında dolu
Bakıyorsun Posof dolaylarında çayır
Iğdır ovasında pamuk oluyor
- Tanrı diyeceksin sen de
Çayır çimende eli açık olan
Arpaçay düzünde bir avuç buğdayda
Neden kesiyor halkın payını?
İnsan sorumludur Tanrı'dan
Kul olmaktan, fizikten ve doğadan...

77. KIZIMA MEKTUPLAR / ATAOL BEHRAMOĞLU (YALOVA)

Ataol Behramoğlu "Kızıma Mektuplar kitabımda da yer alan, o dönemde kızıma yazdığım şiirimde anlattığım yer Yalova’ydı." demiş ve kızına şu dörtlükleri yazmış:

Dostları özlemle kucaklamayı unutma
Çocuk sevmeyi, çiçek koklamayı unutma
En zorlu anındayken bile kavganın
Gökyüzüne bakmayı unutma (1972)

Yeniden düşünüp bir sabah hayatı, aşkı, şiiri
Bir selam göndermek isterdim Lermontov’a
Bir bakıma her şey “boş ve aptalca” belki
Ama her şey korkunç anlamlı ve korkunç güzel bir bakıma (1972)

Gök sanki eriyecek mavilikten
Çimenler uykulu ve sıcak
Bir kadın geçiyor
Çıplak ayaklarını yüreğime basarak (1972)

Odan, kitapların, duvarda resimler
Bahardır, bir kuş şarkısını söyler
Sanırsın böylece sürüp gidecek bu
Nasıl öyle sandıysa senden öncekiler (1974)

Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım
Zulmün önünden dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım (1981)

78. KARABÜK / RABİA YASİN ÇELİK (KARABÜK)




Orman denizi, sarılmış gökyüzüne.
Aladağ, Boduro şenlenmiş yine.
Camlı terasta hafiften ürperince,
Gurur duydum Karabük’üm seninle.

Mencilis gizemi saklamış derine.
Soğanlı akıp gider, ortalık yerde.
Tüneli geçip bacaları görünce,
Gurur duyum Karabük’üm seninle.

Tarih sinmiş Safranbolu sinesine.
Kardeştir, Ovacık, Eflani, Yenice.
Eskipazar da mermeri üretince,
Gurur duydum Karabük’üm seninle.

Çıkarım çamlığa aklım delenlince,
Beştepeler güzel olur çay demlenince,
Dört büyükleri yenip de gönderince,
Gurur duydum Karabük’üm seninle.

Üniversite gelip kent gelişince,
Eğitim neferleri ile kükreyince,
İnandım aydınlık geleceğimize.
Gurur duydum Karabük’üm seninle.

Hala genceciksin seksen üçünde de.
Yedi düvele örnek iş gücüyle de,
Bekleriz, dünya gelsin seni görmeye,
Gurur doldum Karabük’üm seninle.

79. KARAYILAN / RUHİ SU (KİLİS)




Atına binmişte elinde dizgin
Vardığı cephede hiç olmaz bozgun
Çeteler içinde Yılan'ım azgın
Vurun Antep'liler namus günüdür

Sürerim, sürerim, gitmez kadana
Fransız kurşunu değmez adama
Benden selam söylen nazlı anama
Analar da böyle yavru doğurmuş

Karayılan der ki, harbe oturak
Kilis yollarından kelle getirek
Nerde düşman varsa orda bitirek
Vurun Antep'liler namus günüdür

80. GÖZLERİN (CEYHAN SUYU) / MAHZUNİ ŞERİF (OSMANİYE)

Ceyhan suyu gibi bahar ayında
Niye dolu dolu akar gözlerin
İniler gezersin bahar ayında
Yavru ceylan gibi bakar
Gözlerin yar yar
Gözlerin dost dost
Gözlerin yar yar gözlerin yar

Beri gel beri gel ömrümün varı
Seni sevenlerin candır zararı
Bakışların almış idam kararı
Boynuma zülfünü takar
Gözlerin dost dost
Gözlerin yar yar
Gözlerin dost dost gözlerin dost

Mahzuni'yim dolaştım da deli oldum
Muhabbet bağında bir bülbül oldum
Bir kenardan bakışına kül oldum
Anladım cihanı yakar
Gözlerin yar yar
Gözlerin dost dost
Gözlerin yar yar

81. YOL TÜRKÜLERİ / ORHAN VELİ KANIK (DÜZCE)




Düzce yolu düz gider,
Aman bir edalı kız gider.
Düzce'deyim Yeşil Yurt Oteli'nde.
Otelin önü çarşı,
Salepçiler salep satar otele karşı.
Yine dertli geçirdim geceyi,
Şarkılar, türkülerle:
Evlerinin yüzü aşı boyası,
İnsaf bilmez yüreğine acı değesi,
Duyduğumdan beterini duyası.

Yazımızda en çok şiiri bulunan şairimiz Ceyhun Atuf Kansu'nun 6; Nazım Hikmet Ran'ın 5; Arif Nihat Asya, Behçet Kemal Çağlar ve Karacaoğlan'ın 4; Cemal Süreya, Ahmet Kutsi Tecer ve Abdurrahim Karakoç'un 3; Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Akif Ersoy, Aşık Veysel Şatıroğlu ve Ataol Behramoğlu'nun 2'şer şiiri yer alıyor. Daha fazla şehir şiiri için Şehir Şiirleri Antolojisini okuyabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder