3 Eylül 2023

İstanbul’un Manevi Muhafızları: 5 Gönül Sultanı













İstanbul Boğazı... İçinden deniz geçen şehrin hikâyesi bu medeniyetin bağrında saklı sanki... Ahmet Hamdi Tanpınar'a göre, şehr-i İstanbul'un kıyafetidir Boğaz: "Onun kendisine seçtiği elbiseye bürünürler. Bu bazen bir musikinin sırmadan hilatı olur, bazen sadece mehtabın sarı gülleridir, bazen yaşayan günün dilde ve damakta dolaşan lezzeti veya dört bir taraftan semt ve mahalle adlarının hayalimize birbiri ardınca sunduğu hatıralardır."

Osmanlı öncesinde bile defalarca elde edilmeye çalışılan, kuşatılan ve tüm dünyanın gözünün üstünde olduğu bir şehir İstanbul. Öyle ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) İstanbul için; “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Hadis-i Şerifini layık görmüştür.

İstanbul defalarca İslam ordularınca kuşatıldığı için mi bilinmez ama ilahi bir şekilde İstanbul efsanelere konu olan evliyalara ve manevi zatlara ev sahipliği yapmaktadır. Bu maneviyatı sağlayan zatların da İstanbul’un Manevi Muhafızları olduğuna inanılır.

Geleneğe göre, Boğaz'ın dört manevi muhafızı vardır: Üsküdar'da Aziz Mahmud Hüdayi, Beşiktaş'ta Yahya Efendi, Beykoz'da Yuşa Aleyhisselam ve Rumeli Kavağı'nda Telli Baba. "Bu dört ulu insan, bugün bile konuşmaya devam ediyorlar. O yüzden bizden çok zaman evvel yaşamış bu kişilerin hayatlarına kendi dünyamızdan kulak kabarttığımızda, bir rayiha serinliğindeki hikâyelerinin tazeliğine bakıp şaşıyoruz. Belki de ruhumuzun hüviyetini bu seslere dokundukça yeniden tanımladığımız için geçmişi fethetmenin hazzını, ardından rüyaların dalgınlığını yaşıyoruz. Milyonluk şehir İstanbul'da, bin bir meşakkatle türbesini ziyaret edenler, münevver kabrine bir Fatiha okumak için gelenler, hep aynı duygu tayfının içinde aslında." diyen Samet Altıntaş'ın "Boğaz'ın Dört Muhafızı"nı okumanızı tavsiye ederiz.

İstanbul’un 4 Manevi Muhafızı olduğu söylense de Haliç kıyısındaki Peygamber Efendimizin vahiy katiplerinden olan Ebu Eyyüb El-Ensari yani bugün Eyüp Sultan Camii bahçesindeki zatı muhteremin de İstanbul’un Manevi Muhafızlarından olduğunu düşünmemek olmaz.

ÜSKÜDAR'DA AZİZ MAHMUD HÜDAYİ HAZRETLERİ 

Sultanların Sultanı olarak bilinen Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin türbesi bugün kendi adını taşıyan vakfın da içinde olduğu Aziz Mahmud Hüdayi Camii içinde Üsküdar’dadır.

Hüdai Hazretleri, Ankara Şereflikoçhisar'da doğmuş. Çocukluğu Eskişehir Sivrihisar'da geçmiş. Medrese eğitimini İstanbul'da tamamlamış. Edirne, Bursa, Şam ve Mısır'da kadılık ve müderrislik yapmış. Bursa'da Üftade hazretlerinin müridi olduktan sonra, her türlü ilmî liyakatini ve üstlendiği Bursa Kadılığı görevini, malını, mülkünü bırakıyor ve Bursa sokaklarında sırmalı kaftanıyla ciğer satıyor. Ahalinin onun hakkında söylediklerine kulak asmıyor. Bu da yetmezmiş gibi şeyhi onu, hela temizleme işine veriyor. İnsan nefsi için ne ağır bir imtihan değil mi?

Aziz Mahmut Hüdai, cihan padişahlarına yön veren eşsiz bir maneviyat sultanı... Asıl adı Mahmud olan Hüdai Hazretleri bildiğimiz kadarıyla 8 padişah görmüş ve cihan sultanlarının en büyük destekçisi olmuş...

Beyaz taştan yapılmış kapının üzerinde kalın yeşil bir şerit üzerinde bir tuğra ve bir dua yazılı... İçerideki yetkiliden öğrendiğimize göre bu yazıda: “Bu meş’et Allah yolundakilerin cesetlerinin, ruhlarının toplandığı yerdir. Azizim; buraya edeple gir. Burası Hüdâî’nin pâk türbesidir. Ey gönül; eğer ilâhi zevki tahsil edeyim dersen böyle yap. Hüdâî’nin kapısından giren elbet nasibini alacaktır.” yazıyormuş.

Merdivenlerin bitiminde sol tarafta türbe bulunuyor, sağ tarafta ise cami var. Türbe geçtiğimiz yıllarda yeniden onarılarak ziyarete açılmış.


İçeride onca dua eden insan olmasına rağmen, ortamda derin bir sessizlik var. Sadece dudaklar kıpırdıyor. Kelimeler bitince gönülle dua etmeye başlanıyor. Hüdai Hazretleri’nin huzurunda yapılan dualar sanki sadece bu duvarlar arasında kalmıyor. İstanbul’u bile geçip ötelere kadar ulaşıyor.

Onun hakkında birçok menkıbe bulunuyor. Gayet fırtınalı bir havada hiçbir kayıkçının denize açılamadığı bir zamanda kendi kayığına atlayıp Üsküdar’dan sağ salim bir şekilde karşıya geçmesi mesela. Halen de, Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hüdai Yolu” denilmekteymiş. Bu yolu bilen kayıkçılar, şiddetli fırtınalarda bu yolu takip ederlermiş. Nitekim bugün bile lodoslu havalarda boğaz vapur seferlerinin sadece Üsküdar-Eminönü hattında yapılabilmesi de pek anlamlı…

Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar boğazda deniz seferi yapan kaptanlar; yolcularını, Üsküdar’dan geçerken Aziz Mahmud Hüdai dergâhına, Beşiktaş önünden geçerken Yahya Efendi dergâhına, Beykoz’dan geçerken de Hazret-i Yuşa aleyhisselam tarafına doğru tevcih ederek “Fatiha”ya davet ederlermiş.

Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinin duası ise şöyle:
“Ya Rabbi! Kıyamete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip ruhumuza Fatiha okuyanlar bizimdir… Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; ahir ömürlerinde fakirlik görmesinler; imanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..”


"Neyleyeyim dünyâyı
Bana Allâh’ım gerek.
Gerekmez mâsivâyı
Bana Allâh’ım gerek!"

BEYKOZ'DA HZ. YUŞA

İstanbul’a Kanuni Sultan Süleyman’ı ziyarete gelen Yahya Efendi’nin rüyasında görmesi ile bugünkü kabri bulunan Yuşa Hazretleri, Hz. Yusuf’un soyundandır. İstanbul’un kuzeyinde ve İstanbul’un en yüksek tepesine adını veren türbesi ve camisi ile bugün Beykoz’dadır.

Hz. Musa'nın Hz. Hızır ile denizde buluştuğunda yanında olan gencin Hz. Yuşa peygamber olduğu söylenir. Hz. Yuşa, Hz. Musa ile Boğaziçi'ne geldiğinde ise vefat eder. 

Ölümünün ardından Boğazı ve Karadeniz'i aynı anda gören en yüksek tepeye gömülür.

Anlatılana göre kabrinin keşfi şöyle yapılır: Yahya Efendi üç gün üst üste rüyasında Hz. Yuşa'yı görür ve rüyasında Hz. Yuşa'nın "Ben Yuşa Peygamberim ve şu tepede yatıyorum. Gel yerimi tespit et ve beni ziyaret et" değini söyler. Yahya Efendi rüyadan hemen sonra tepeye gidip etrafa bakınır. Yahya Efendi tepedeyken bir çobanla karşılaşır, çobana burada olağanüstü bir olay yaşanıp yaşamadığını sorar. Çoban ise koyunlarının hiç otlamadığı bir yer olduğunu belirterek koyunlarının o otlamadıkları yerin üzerinden asla geçmediğini anlatır. Bu cevabı alan Yahya Efendi, bu manevi olayla Hz. Yuşa peygamberin kabrini keşfeder ve çevresi duvarla çevrilir.

Osmanlı padişahları da Hz. Yuşa'nın kabrine hürmet gösterir. 1755'te Sadrazam Yirmisekiz Mehmet Çelebi Hz. Yuşa Camii'ni yaptırır.


Kagir duvarlı, kırma çatılı küçük bir yapı olan bu mescid yangına maruz kaldığından, Sultan Abdülaziz döneminde (1863) aynı biçimde yenilenmiş.

"Hak kokusu ilahi nur yağar Beykoz tepesine
Mahşerlik dost arıyorsan gel Yuşa (as) türbesine
Okunsun Yasin'ler Fatiha'lar çekilsin Hu'lar hepsi ulaşır Mevla'ya
Yüce Mevlam dost eylemiş onu Hz. Musa'ya

Dostum daima ara özünü dünyaya olan hırsını bırak
O gören gözlerin ile toprakta sessiz yatanlara bir bak
O toprak ne güzel misafirlik eder nicemize nicesine
Dost kokusu alır gelenler mübarek Yuşa Peygamber tepesine"

BEŞİKTAŞ'TA YAHYA EFENDİ

Kanuni Sultan Süleyman’ın süt kardeşi ve İslam alimlerinden olan Yahya Efendi, özellikle denizciler tarafından İstanbul Boğazının manevi koruyucularından biri olarak adlandırılmıştır. Yahya Efendi’nin türbesi Çırağan Sarayı karşısındaki ağaçlık alandadır.

İki sütkardeştir Sultan Süleyman ile Yahya Efendi. Biri mülke sultan olmuş diğeri ise mana âlemine. Sultan Süleyman tahta geçince yanı sıra İstanbul’a gelir Yahya Efendi. Zembilli Ali Efendi’den tamamlar tahsilini ve yıllarca müderrislik yapar. Tarikatta ise üveysi meşreptir derler. Gün gelir Beşiktaş’ta Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştuğu yerde inşa olunur dergâhı bir rüya üzerine. Yuşa aleyhisselamın kabrini keşfeden de Yahya Efendi’dir. Sultan Süleyman ile Hızır aleyhisselamı küçük bir teknede buluşturan da kendisidir. Sultan Süleyman’ın adalet terazisi olur nasihatleri ile ve bir sırlısı Beşiktaş’ın...

SARIYER'DE TELLİ BABA

Tam olarak kim olduğu ve nereden geldiği bilinmeyen Telli Baba adıyla bilinen zatı muhteremin İstanbul macerası ile ilgili bir çok rivayet vardır. İstanbul’u kuşatan Emevi orduları veya başka bir İslam ordusu ile İstanbul’a gelen bir zat olduğu rivayetlerden biridir. Diğer bir rivayette ise Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan ve şehit düşmüş bir imamdır. Her kim olursa olsun çokça ziyaretçisi ile bugün Rumeli Kavağında Sarıyer’de bulunan Telli Baba da İstanbul’un manevi koruyucularından biridir.

EYÜPSULTAN'DA EBU EYYÜB EL-ENSARİ

İstanbul’un manevi koruyucuları arasında adı geçmese de biz Ebu Eyyüb El-Ensari’nin de İstanbul’un manevi koruyucularından biri olduğuna inancımız tam. Hz. Muhammed’in ağzından çıkan vahiyleri yıllarca yazan ve günümüze ulaşmasına yardımcı olan bu muhterem İstanbul’u korumuyorsa kimse korumuyordur. İstanbul’un en ünlü camilerinden olan Eyüp Sultan Camii eğer bugün bu kadar ünlü ise bunu Hz. Muhammed’in vahiy katiplerinden olan sahabe Ebu Eyyüb El-Ensari’ye borçludur.

İstanbul’un fethi sonrası Fatih’in hocası Akkşemseddin’in rüyasında gördüğü muhterem mezarını Akşemseddin’e göstermiş ve bugünkü türbe ve cami inşa edilmiş.


Türbede Peygamber Efendimizin, Kadem-i Saadet olarak tanınan ayak izi ve Sakal-ı Şerif olarak bilinen sakal tellerini görebilirsiniz.


Eyüp Sultan Camii, 15. yüzyılda yapılıp 1800'de yenilenmiş.

Eyüp Sultan Camii, dikdörtgen planda mihrabı çıkıntılı bir cami. Yeniden inşasının nispeten geç bir tarihe sahip olmasına rağmen, 16. yüzyılda Mimar Sinan tarafından yaygınlaştırılan klasik dönem Osmanlı mimarisi tarzına hâlâ sadık. Ancak dekorasyonunun büyük bir kısmı, geçmeli sütunlar, oyulmuş yaprak ve kabuk şekilleri ve Osmanlı kaligrafi yazıtlarıyla çağdaş Osmanlı Barok tarzında...

Sütunların iyon benzeri basit başlıkları var. Giriş kapılarının, mihrap ve minberin dalgalı süslemeleri yine Osmanlı Barok döneminin en güzel örneklerinden...

Yapı esas olarak beyaz taştan inşa edilmiş olup, bazı sütunlar pirinçle kaplanmış beyaz mermerden imal edilmiş. Bazı dekorasyonlar ise yaldızlı... 

Caminin eski tarzda inşa edilmiş iki minaresi var. 1458 yılından sonra zaman zaman tamir gören caminin minarelerinin boyu önceleri kısaymış, 1733 yılında yeni uzun minareler yapılmış. 1823'te Haliç tarafındaki minare, yıldırım düşmesi sonucu hasar gördüğü için yeniden inşa edilmiş.

Biz de umuyoruz ki Allah, İstanbul başta olmak üzere ülkemizi de bu manevi zatı muhteremlerin hürmetine her türlü musibetten, terörden ve kötü niyetli şer güçlerin şerrinden korusun. Ülkemizde ve Şehri İstanbul’da huzurlu ve mutlu bir şekilde kardeşçe yaşayabilelim inşallah...

Tüm bunların yanında nacizane önerimizdir ki, İstanbul’un bu manevi bekçilerini ziyaret ettiğimizde isteklerimizi yalnızca Allah’tan isteyelim. Toprak altında yatan bedenler, Allah’ın izni olmadan kimseye fayda veremezler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder