Ankara ile ilgili kanaatlerin genellikle Ankara’nın yapaylığı, tarihî bir yönünün olmadığı ve her yönüyle soğukluğu yönünde olması, esasında Ankara’ya sadece yüzyıllık bir perspektif ile bakıyor oluşumuzdan ileri geliyor. Bu yaygın kanaatin haksız olduğu söylenemez, hatta başkent olmazdan evvel Ankara’nın, hele bir de İstanbul ile kıyaslandığında silik, sönük bir Anadolu kasabası görüntüsü inkâr edilemez. Ancak, Ankara başkent olmasının ötesinde, Selçuklu ve Osmanlı'nın merkez şehirlerinden biridir. Ankara, geçmişte Anadolu Rumlarına başkentlik yapmış önemli bir şehirdir. 8.Abbasi halifesi olan Mu'tasım Billâh döneminde fethedilip, Rumların elinden alınmıştır. Ayrıca, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inde de dikkat çektiği gibi Ankara, “destanî ve muharip” kimliğini bilhassa İstiklal Harbi yıllarında, hem coğrafî özellikleri ile hem de merkeziliği bakımından kazanmış bir şehirdir. Anadolu’nun orta yerindeki bu beldenin yüzyıllar öncesine uzanan, önemli işlevleri olan manevî bir merkez olması da göz ardı edilmemeli...
Ankara’nın durgun bir mahzunluğu vardır... Savaş Barkçin'in dediği gibi Ankara bir bozkır şehri olarak, yani tefekkürü kamçılayan sonsuz ve yalın boşluğun bir parçası olarak daima insana tevazu hissettirir. Fakat bir İstanbul kadar enerji vermez insana veya bir Konya kadar kuşatıcı değildir. Ama kendi halinde, mahzun bir yalnızlığı bahşeder. İnsan; kimse bilinmeden, kimseyi bilmeden, kendi halinde içini yeşertebilir bu bozkırda... Ankara memur şehri olduğu için burada tevazu bir mecburiyettir bir yandan... Bunun için Ankara, kendini ve Rabbini düşünen birisi için müthiş bir halvethanedir aynı zamanda...
Milletlerin istiklalleri, vatan edindikleri topraklar üzerinde sağlam temellerle kurulmuş devletleriyle mümkündür. Bu inançla kurulan devletlerin görünmeyen kahramanları, milletimizi “millet olma” hasletiyle yoğuran ve kendi değerlerine has bir medeniyet oluşturan öncülerdir.
Rızayı ilahi için hayatlarını seferber eden bu güzide Allah dostları, bugünkü dar coğrafyamızın her köyünde, kasabasında ve şehrinde bulunmaktadır. Vazifeleri bellidir; halkı irşad etmek, milleti bir ve beraber kılmak, toprakların işlenmesini sağlamak, sanat ehli insanlarla da şehirlerin kurulmasını sağlayıp, yöneticilere yardımcı olmaktır.
Rabbini her daim düşünenler, dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar... Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…
Söz sarrafı, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'ni yetiştiren büyük gönül sultânı Tapduk Emre Hazretleri'nden, Hak ve ilim yoluna ömrünü adayan Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri ve onun has halifelerinden olan Bünyamin Ayaşi Hazretleri'ne, ilmi ve mâneviyâtıyla 14. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Ali Semerkandi'den, son yüzyıla damgasını vurarak 4 mezhebin fıkıh bilginlerinden olan gönül sultânı Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları sizler ile buluşuyor.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, "Çubuk Suyu" kenarında bir köyde (Solfasol Köyü'nde) dünyaya gelmiştir. Babası, Koyunluca Ahmed diye bilinen bir zattır. Bu zatın üç oğlu vardı. En büyüğü "Hacı Bayram", ortancası "Safıyüddîn", küçüğünün adına da "Abdal Murad" denilmekte idi. İçlerinden Hacı Bayram, ilim tahsiline yöneldi. Sonunda iyi bir tahsil görerek, kendisi isteklilerine ilim öğretmeye başladı. Bu sıralarda Hamidüddin-i Aksarâyî (Somuncu Baba) Hazretleri ile buluşup, hal rengine boyandı. Onun feyz kadehinden kana kana içti. Amacına ulaşıp gerçek bayram eyledi. Devrinin velileri arasına karıştı.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, Emir Buhari (Emir Sultan) Hazretleri ile aynı dönemde yaşamışlardır. Rivayete göre Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Bursa'ya gelir, Emir Buhari Hazretleri ile sohbette bulunurlardı. Emir Buhari Hazretleri vefat edip ahirete yürüyünce onu bizzat Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri yıkamış ve namazını kıldırmıştır. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, hicrî 833 yılında Ankara'da vefat edip Cemal âlemine yürümüştür. Altındağ'daki türbesi ziyaretçileri ile dolup taşmaktadır.
Gelibolulu (Malkaralı) Yazıcızâde Muhammed Bican Hazretleri, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifelerindendir. Meşhur "Muhammediyye" kitabı bu zatın eseridir. Bu zattan başka halifeleri de vardır. Bunlardan biri ve hatta en meşhuru "Şeyh-i Ekber-i Meyânî" Hazretleri'dir. "Hüsrev ile Şirin" adlı eseri nazımlı olarak bu zat te'lif etmiştir.
Şeyh Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifelerinden birisi de Akşemseddin Hazretleri'dir. Akşemseddin Hazretleri, İstanbul'un fethi sırasında bulunup, Eyüp Sultan (Ebu Eyyub Halid) Hazretleri'nin türbesini meydana çıkarmıştır. Akşemseddin Hazretleri, şeriata sıkı sıkıya bağlı ve temkin sahibi idi.
Göynük'te bulunan Melâmî şeyhlerinden Ömer Sikkînî (Bıçakçı Ömer (Emir) Dede) Hazretleri de Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifeleri arasında yer almaktadır. Yine onun bağlılarından ve yetiştirdiklerinden birisi olan "Meczub-i İlâhî Allah delisi" Akbıyık Sultan Hazretleri de halifeleri arasında yer alır. Bu zatın da Bursa'da medfun bulunduğu ifade edilmektedir. Bu zatın, Yazıcızâde'den ve Akşemseddin'den daha üstün derecesi vardır.
Edirne Eski Camii'de, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin vaktiyle vaaz ettiği kürsü halen konulmaktadır. Şeyhçe, mürşidce ve tasavvuf âlemine yaraşır şekilde şiirleri vardır ki, bunlar da onun ne derece irfan sahibi bir zat olduğunu ortaya koyar. "Çalabım bir şar yaratmış, iki cihan arasında." diye yazdığı manzumesini İsmail Hakkı Hazretleri şerh ve genişleterek, kaleme almıştır. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin şu sözü de meşhurdur: "Veli ister âlim olsun, isterse zahir ilmi olmasın, söylediği nazım keramettir." Çünkü onu hakikatler ortaya çıkarır. Velilerin kerameti, önce kendilerinden şiir olarak meydana gelir. Sonra o şiir bir manevî kimya olur. Yüce Allah ondan razı olsun.
Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin şiirlerinden bir örnek:
Bilmek istersen seni, Kim ki hayrete vardı,
Can içinde ara canı, Nura müslağrak oldu.
Geç canından bu anı, Tevhîd-i Zat-ı buldu,
Sen seni bil, sen seni... Sen seni bil, sen seni.
Kim bildi ef'âlini, Bayram özünü bildi,
O bildi sıfatını Bileni anda buldu.
Ande gördü zatını, Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni. Sen seni bil, sen seni.
Daha fazla bilgi ve fotoğraf için, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'ni anlattığımız Ankara'nın Manevi Mimarı: Hacı Bayram-ı Veli yazımızı okuyabilirsiniz.
Son asrın, zahir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilginlerinde mahir büyük bir alîm ve ruh bilginlerinin mütehassısıdır. 1865 yılında Van vilayetinin Başkale şehrinde doğdu. Babası, Seyyid Mustafa Efendi ve bütün dedeleri, zamanlarının âlim ve fazılları idiler. İmam Ali Rıza Musa Kazım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irak'taki şer’i mahkeme defterlerinde yazılıdır. Arvâsî ailesi, 600 yıldan beri ilim yaymakla ve en üstün insanlık meziyetlerinde numune olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermekte, millî birliği sağlamakta devam edegelmişlerdir. Ağrı Doğubayazıt'taki Ahmed-i Hani Türbesinin yanında da Arvasi seyyidlerinin türbesi mevcut...
Abdülhakim Arvâsî Hazretleri; Sarf, Nahiv, Mantık, Münazara, Beyan, Bedi', Belagat, Kelam, Usul-i Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf, Nush bi'l-müslimîn, müsbet ilimlerden Fizik, Biyoloji, Hesap, Hendese, Astronomi gibi ilimler öğrendi. Allâme Seyyid Fehim Arvâsî Hazretleri'nden Nakşibendiyye, Kadiriye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Çeştiyye tarikatlarının usul ve erkânını tahsil etti. 30 yıla yakın bir süre Başkale'de ders okuttu. 1914 yılında Rusların Doğu Anadolu'yu işgal etmesinin ardından, Başkale'den hicret ederek İstanbul’a geldi. Eyüp Sultan'da önce yazılı medreseye, sonra Gümüşsüyü tepesindeki Mürteza Efendi tekkesine yerleşti. Kaşgarî Hangâhı müştemilatına tayin olundu. İslam halifelerinin sonuncusu olan Sultan Vahdettin tarafından "Medrese-i Mütehassısın" denilen İslam Üniversitesi'ne Tasavvuf Müderrisi olarak, 1919 tarihli ferman ile tayin edildi. Anadolu'da çarpışan Kuvay-i Milliye'nin galip gelmesi için, Anadolu'daki mücahidlere para, mal ve dua ile yardım etmeleri, eli silah tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik ederek çok kimseyi Anadolu'ya gönderdi. Çok yardım yapılmasına sebep oldu. 1931 yılında Menemen olayı nedeniyle Divan-ı Harp'e çıkartıldı ve beraat etti. Bir süre İzmir'de mecburi ikamete tabi tutulan Arvasi, daha sonra Ankara'ya geldi. Burada 27 Kasım 1943 yılında Hakkın rahmetine kavuşan Arvasi, Ankara yakınındaki Bağlum'da defnedildi. Arvasi, Türkçe'nin yanında iyi derecede Arapça, Farsça ve Kürtçe biliyordu.
Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin üç oğlu ve iki kızı dünyaya geldi. Bunlardan Enver Bey ve Şefia Hanım hicret sırasında vefat ettiler. Üçüncü oğlu Seyyid Münir Üçışık, İstanbul Belediyesinde satış memurluğunda uzun yıllar çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile çevresinin sevgisini ve saygısını kazanmış idi. 1979 yılında İzmir'de vefat etti. İkinci oğlu Ahmed Mekkî Üçışık, Kadıköy Müftüsü iken, 1967 yılında vefat etti. Ankara'nın Bağlum Nahiyesi'ne defnedildiler.
Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir derya idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülmez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir, sohbetinde, dersinde 1 saat kadar oturunca, cevabını alır, sormaya lüzum görmeden o bilgi ile dolmuş olarak dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametlerini görürdü. Çok mütevazı, pek alçak gönüllüydü. Eyüp Sultan, Fatih, Beyazıt, Bakırköy, Beyoğlu'nda Ağa Camii kürsülerinde senelerce ilim neşretmiştir. Vefa Lisesi'nde öğretmenlik yapmış, Sultan Selim Camii yanındaki Süleymaniye Medresesi'nde Tasavvuf müderrisi iken "er-Riyâzü't-Tasavvufiyye" kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risale büyüklüğünde çeşitli mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve tespih kullanmanın başlangıcı ve meşruiyeti hakkında bir risale, Rabıta-i Şerif Risalesi, Sahabe-i Kiram, Ecdâd-ı Peygamberi risaleleri ile İslam Hukuku, Keşkül ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
"Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür." diyen Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin güzel sözlerinden örnekler:
"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır. İslam Dini bozulmuştur. Hâlbuki bozuk tarikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmak çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır."
"Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslam'ın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız."
"Çeşitli lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi ve nefislerinizi rahat ve hoş tutunuz."
"Helal olan elbiseleri, yemekleri ve şerbetleri lüzumu kadar kullanınız. Yüce Allah her şeyi bir sebep tahtında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları diyoruz."
"Evliyanın sözünde Rabbani tesir vardır."
"İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir."
"Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketlerden kurtulamaz."
Bu insanlar ne kadar da güzelmiş… Ahmed Yesevî’yi, Hacı Bayram-ı Velî’yi, Hacı Bektâş-ı Velî’yi, Bünyamin Ayaşi Hazretleri'ni, Ali Semerkandi Hazretleri'ni, Tapduk Emre’yi ve dahasını sevgiyle ve aşkla sayfalarca anlatabiliriz. Çünkü onlar bu vatanın manevi mimarlarıdır. Ankara'nın merkezinde ve ilçelerinde daha pek çok manevi büyüğümüz var, onları da ziyaret ettikçe buraya ekleyeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder