15 Temmuz 2022

Ankara'nın Manevi Mimarları: 5 Alim, 5 İlçe

Ankara ile ilgili kanaatlerin genellikle Ankara’nın yapaylığı, tarihî bir yönünün olmadığı ve her yönüyle soğukluğu yönünde olması, esasında Ankara’ya sadece yüzyıllık bir perspektif ile bakıyor oluşumuzdan ileri geliyor. Bu yaygın kanaatin haksız olduğu söylenemez, hatta başkent olmazdan evvel Ankara’nın, hele bir de İstanbul ile kıyaslandığında silik, sönük bir Anadolu kasabası görüntüsü inkâr edilemez. Ancak, Ankara başkent olmasının ötesinde, Selçuklu ve Osmanlı'nın merkez şehirlerinden biridir. Ankara, geçmişte Anadolu Rumlarına başkentlik yapmış önemli bir şe­hirdir. 8.Abbasi halifesi olan Mu'tasım Billâh döneminde fet­hedilip, Rumların elinden alınmıştır. Ayrıca, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’inde de dikkat çektiği gibi Ankara, “destanî ve muharip” kimliğini bilhassa İstiklal Harbi yıllarında, hem coğrafî özellikleri ile hem de merkeziliği bakımından kazanmış bir şehirdir. Anadolu’nun orta yerindeki bu beldenin yüzyıllar öncesine uzanan, önemli işlevleri olan manevî bir merkez olması da göz ardı edilmemeli...

Ankara’nın durgun bir mahzunluğu vardır... Savaş Barkçin'in dediği gibi Ankara bir bozkır şehri olarak, yani tefekkürü kamçılayan sonsuz ve yalın boşluğun bir parçası olarak daima insana tevazu hissettirir. Fakat bir İstanbul kadar enerji vermez insana veya bir Konya kadar kuşatıcı değildir. Ama kendi halinde, mahzun bir yalnızlığı bahşeder. İnsan; kimse bilinmeden, kimseyi bilmeden, kendi halinde içini yeşertebilir bu bozkırda... Ankara memur şehri olduğu için burada tevazu bir mecburiyettir bir yandan... Bunun için Ankara, kendini ve Rabbini düşünen birisi için müthiş bir halvethanedir aynı zamanda...

Milletlerin istiklalleri, vatan edindikleri topraklar üzerinde sağlam temellerle kurulmuş devletleriyle mümkündür. Bu inançla kurulan devletlerin görünmeyen kahramanları, milletimizi “millet olma” hasletiyle yoğuran ve kendi değerlerine has bir medeniyet oluşturan öncülerdir.

Rızayı ilahi için hayatlarını seferber eden bu güzide Allah dostları, bugünkü dar coğrafyamızın her köyünde, kasabasında ve şehrinde bulunmaktadır. Vazifeleri bellidir; halkı irşad etmek, milleti bir ve beraber kılmak, toprakların işlenmesini sağlamak, sanat ehli insanlarla da şehirlerin kurulmasını sağlayıp, yöneticilere yardımcı olmaktır.

Rabbini her daim düşünenler, dua ordusunun komutanları, hayatlarını İslam dinini daha iyi anlatabilmek için adayanlar... Onlar Allah dostları, gönül sultanları, Anadolu’nun manevi mimarları…

Söz sarrafı, ebedî âlemin aşk-ı ateşiyle yanmış gönül aynası Yûnus Emre Hazretleri'ni yetiştiren büyük gönül sultânı Tapduk Emre Hazretleri'nden, Hak ve ilim yoluna ömrünü adayan Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri ve onun has halifelerinden olan Bünyamin Ayaşi Hazretleri'ne, ilmi ve mâneviyâtıyla 14. yüzyıl tasavvuf ve kültür hayatını derinden etkilemiş Hazreti Ali Semerkandi'den, son yüzyıla damgasını vurarak 4 mezhebin fıkıh bilginlerinden olan gönül sultânı Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'ne kadar İslam alimlerinin hayatları sizler ile buluşuyor.

HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ / ALTINDAĞ

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara’nın soğuk yüzünün arkasında, derinlerde saklı bir hazine olarak manevi sıcaklığını asırlardır hissettiren bir ocak olma hükmünü hâlâ sürdürüyor. Bunca gürültünün arasından sıyrılıp Ankara'nın kalbi Hacı Bayram-ı Veli'yi bulunca rahat bir nefes alıyor insan...

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, "Çubuk Suyu" kenarında bir köyde (Solfasol Köyü'nde) dünyaya gelmiştir. Babası, Koyunluca Ahmed diye bili­nen bir zattır. Bu zatın üç oğlu vardı. En büyüğü "Hacı Bayram", ortancası "Safıyüddîn", küçüğünün adına da "Abdal Murad" denilmekte idi. İçlerinden Hacı Bayram, ilim tahsiline yöneldi. Sonunda iyi bir tahsil gö­rerek, kendisi isteklilerine ilim öğretmeye başladı. Bu sıralarda Hamidüddin-i Aksarâyî (Somuncu Baba) Hazretleri ile buluşup, hal rengine boyandı. Onun feyz kadehinden kana kana içti. Amacına ulaşıp gerçek bayram eyledi. Devri­nin velileri arasına karıştı. 

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, Emir Buhari (Emir Sultan) Hazretleri ile aynı dönemde yaşamışlardır. Rivayete göre Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Bursa'ya gelir, Emir Buhari Hazretleri ile sohbette bulunurlardı. Emir Buhari Hazretleri vefat edip ahirete yürüyünce onu bizzat Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri yıkamış ve namazını kıldırmıştır. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri, hicrî 833 yılında Ankara'da vefat edip Cemal âlemine yürümüştür. Altındağ'daki türbesi ziyaretçileri ile dolup taşmaktadır.

Gelibolulu (Malkaralı) Yazıcızâde Muhammed Bican Hazretleri, Hacı  Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifelerindendir. Meşhur "Muhammediyye" kitabı bu zatın eseridir. Bu zattan başka halifeleri de vardır. Bunlardan biri ve hatta en meşhu­ru "Şeyh-i Ekber-i Meyânî" Hazretleri'dir. "Hüsrev ile Şirin" adlı eseri nazımlı olarak bu zat te'lif etmiştir.

Şeyh Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifelerinden birisi de Akşemseddin Hazretleri'dir. Akşemseddin Hazretleri, İstanbul'un fethi sıra­sında bulunup, Eyüp Sultan (Ebu Eyyub Halid) Hazretleri'nin türbesini mey­dana çıkarmıştır. Akşemseddin Hazretleri, şeriata sıkı sıkıya bağlı ve temkin sahibi idi. 

Göynük'te bulunan Melâmî şeyhlerinden Ömer Sikkînî (Bıçakçı Ömer (Emir) Dede) Hazretleri de Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin halifeleri arasın­da yer almaktadır. Yine onun bağlılarından ve yetiştirdiklerinden birisi olan "Meczub-i İlâhî Allah delisi" Akbıyık Sultan Hazretleri de halifeleri arasında yer alır. Bu zatın da Bursa'da medfun bulunduğu ifade edilmektedir. Bu zatın, Yazıcızâde'den ve Akşemseddin'den daha üstün derecesi vardır. 

Edirne Eski Camii'de, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin vaktiyle vaaz ettiği kürsü halen konulmaktadır. Şeyhçe, mürşidce ve tasavvuf âlemine yaraşır şekilde şiirleri vardır ki, bunlar da onun ne derece irfan sahibi bir zat olduğunu ortaya koyar. "Çalabım bir şar yaratmış, iki cihan arasında." diye yazdığı manzumesini İsmail Hakkı Hazretleri şerh ve genişleterek, kaleme almıştır. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin şu sözü de meşhurdur: "Veli ister âlim ol­sun, isterse zahir ilmi olmasın, söylediği nazım keramettir." Çünkü onu hakikatler ortaya çıkarır. Velilerin kerameti, önce kendilerin­den şiir olarak meydana gelir. Sonra o şiir bir manevî kimya olur. Yüce Allah ondan razı ol­sun.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'nin şiirlerinden bir örnek:

Bilmek istersen seni,                           Kim ki hayrete vardı,

Can içinde ara canı,                             Nura müslağrak oldu.

Geç canından bu anı,                           Tevhîd-i Zat-ı buldu,

Sen seni bil, sen seni...                        Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef'âlini,                                 Bayram özünü bildi,

O bildi sıfatını                                      Bileni anda buldu.

Ande gördü zatını,                               Bulan ol kendi oldu,

Sen seni bil, sen seni.                          Sen seni bil, sen seni.

Daha fazla bilgi ve fotoğraf için, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri'ni anlattığımız Ankara'nın Manevi Mimarı: Hacı Bayram-ı Veli yazımızı okuyabilirsiniz.

BÜNYAMİN AYAŞİ HAZRETLERİ / AYAŞ


Bayramiye tarikatı şeyhlerinden Hacı Bayram Veli'nin has halifelerinden olan Bünyamin Ayaşi‘nin adı ile anılan caminin yapılış tarihi ve yaptıranı bilinmiyor, ancak 16. yüzyılın başında yapıldığı düşünülüyor.


Ayaş merkezine Ankara yönünde 5 kilometre mesafedeki Başayaş köyünde bu âleme teşrif ettiği, sözlü kültüre göre uzun yaşadığı bilinen Kutbu’l-Aktâb Seyyid Mustafa Bünyâmin-i Ayaşî Hazretlerinin (vefatı 1524) Ayaş’ta adıyla bilinen camiye bitişik türbesinin niyaz penceresi üzerindeki Osmanlıca kitabede şöyle yazılı;
Kutb-ı âlî-şân Seyyid Mustafa ibn-i Yemin
Şöhreti Bünyâmin-i Ayaşîdir bunda defin

Kendisi hakkında Sarı Abdullah Efendinin Semerat-ül Fuad isimli eserinde şöyle bir anlatı varmış: “Bünyamin Ayaşi yapılan bir iftira sonucu Kütahya kalesine hapsedilir. Aynı dönemde, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Rodos adası kuşatılmış, ancak bir türlü alınamamış. Bu sırada, Bünyamin Ayaşi’nin durumu Sultana bildirilir ve bunun üzerine Sultan, kendisini hapisten kurtarır ve aynı sırada (Aralık 1520) Rodos adası düşer ve Osmanlılar tarafından ele geçirilir."


Arif Nihat Asya’nın hakkındaki şiiri şöyle;

Ta’kibine ömrünce güven haminin
Olmaz deme, müstecab olur âmînin
Vadiyi geçerken eğilip kabrine yüz
Sürdünse eğer Ayaşlı Hazreti Bünyâminin

Siz de Ayaş vadisinden geçerken eğilip kabrine yüz sürmek, dua etmek isterseniz, gitmeden önce Bünyamin Ayaşi Hazretleri'ni anlattığımız Ayaş Yollarında: Bir Memleket Hikayesi yazımızı okuyabilirsiniz. Bünyamin Ayaşi Hazretlerinin dervişlerinden olan Muhyiddin Efendiyi de ziyaret etmek için Şeyh Muhiddin Camii'ne gidebilirsiniz.
 
ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ / ÇAMLIDERE


Bilge sufi Seyyid Ali b. Yahya es Semerkandi (1320-1457) Semerkand'da veya Isfahan'da doğmuş. Osmanlının kuruluş yıllarında Semerkand'da başlayıp Mersin Zeyne'de Anadolu evresine giren ve Ankara Çamlıdere'de noktalanan bu bereketli ömürde, makamının bulunduğu Zeyne ile mezarının bulunduğu Çamlıdere'deki külliyelerde vakıf ve eğitim hizmetleri gerçekleştirmiş.

Şeyh Ali Semerkandi öncü bir ilim ve tasavvuf insanı olarak, Moğol istilası sonrasında Anadolu'da başlayan yeni medeniyetin beyin yapıcılarından addedilir.

Tasavvuf hareketinin bilgi, ahlak ve aksiyon bütünlüğü içinde temsiline tanık olduğumuz Ali Semerkandi'nin iman, takva, salih amel bütünlüğüne vurgu yapan en önemli eseri Bahru'l-Ulum'a göre toplumsal değişme sadece söz ve dileklerle geçekleşmez. Bu bir hedeftir ve hedefe giden yolda cehd ve fedakarlık gerekir.

Değişik kütüphanelerde çok sayıda farklı yazma nüshaları bulunan Menakıbname'si onun yaşamıyla ilgili mübalağalı olmakla birlikte birçok detayı vermektedir. Bilinenin aksine Şeyh evlenmiştir. İstanbul Müftülüğü arşivlerinde 1880 tarihli kayıtta Keşan kadısı Çamlıdereli Ahmet Hulusi Efendinin onun torunlarından olduğu geçmektedir.

Fıkıhta Ebu Hanife'yi itikatta ise Maturidi'yi esas alır. Özlü sözlerinden anladığımız toplumsal sorunlara duyarlılığı, gerçekleştirdiği sosyo-ekonomik faaliyetleri (Başbakanlık arşivlerine göre Sığırcık Suyu, Su Değirmeni, Vakıf Araziler) ve Konstantin'i İstanbul yapan Ankara'nın beyin yapıcı faaliyetlerinde büyük rol oynamıştır.

Selam ona, öğrencilerine, cehdine, cihadına, mirasına...
Allah ruhunu yüceltsin...
"Niyet hayır, akıbet hayır." olsun...

Daha fazla bilgi ve fotoğraf için, Ali Semerkandi Hazretleri'ni anlattığımız Niyet Hayır, Akıbet Hayır: Çamlıdere yazımızı okuyabilirsiniz.

TAPDUK EMRE HAZRETLERİ / NALLIHAN


Tapduk Emre, Hoca Ahmet Yesevi’nin (1093-1166) öğrencisiymiş. Selçuklular devrinde Cengiz Han baskısı sıralarında Türkistan tarafından gelerek Nallıhan’ın güneyinde, Sakarya Nehri yakınlarında bulunan Emremsultan köyünün bulunduğu yere yerleşmiş. Burada yaşamış ve burada vefat etmiş. Ama biz onu daha çok Yunus Emre’nin 40 yıl hizmet ettiği ve onu yetiştiren hocası olarak tanırız. Nitekim Yu­nus Emre Hazretleri de tam anlamıyla ümmî olmasına rağmen derecesinin yük­sekliğini cihan kabul etmiştir. MevlanaAhi EvranHacı Bektaş Veli'nin çağdaşı, Yunus Emre'nin hocası olan Tabduk Emre, Anadolu'da Türk kültürünün temelini atan ve inançta birliği sağlayan devrin manevi büyüklerinden...

Tabduk Emre yerleştiği Sakarya vadisinde bir dergah kurarak çiftçilik ve hayvancılık yapmış ve burayı üretim merkezi haline getirmiş. Yunus Emre gibi pek çok mürit yetiştiren Tabduk Emre hoşgörülü ve sevgi dolu bir insan olmayı şiar edinmiş.


Tapduk Emre’nin adının Emre Şeyh olduğunu ve anlamının “aradığımı buldum” demek olduğunu öğreniyoruz. Taptuk Emre adını alması ile ilgili olarak anlatılan rivayet ise şöyle: Hacı Bektaş, Rum diyarına geldiği sırada orada Seyyid Mahmut Hayrani, Celaleddin-i Rumi, Hacı İbrahim Sultan gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında bir de "Emre" adlı kuvvetli velayet sahibi bir şeyh vardı. Hacı Bektaş'ın daveti üzerine Rum erenleri onun huzuruna geldikleri halde, bu şeyh her nedense davete gelmedi, erenleri onun gelmediğini Hacı Bektaş'a haber verdiler. O da, Sarı İsmail adındaki dervişini gönderdi. Emre'yi yanına çağırttı. Gelmemesindeki hikmeti sordu. Emre, "Perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, erenlerin orada hazır bulunduğunu, o erenler arasında Hacı Bektaş adlı hiç kimse görmediğini" söyledi. Hacı Bektaş "O elin bir işareti olup olmadığını" sorunca, "Ayasında yeşil bir ben" gördüğünü anlattı. O vakit Hacı Bektaş elini uzattı. Ayasındaki yeşil beni hayretle gören Emre, kendisine evvelce el veren mürşit karsısında bulunduğunu anlayınca 3 kere heyecanla "Taptuk Emre" dedi ve adı o zamandan sonra Taptuk Emre oldu.

Uzun ince bir yol var önümüzde... Aklımıza Yunus Emre’nin hocası, gönüller sultanı Tapduk Emre’nin bir sözü geliyor:

“Yol bitmiş midir ki, hele bakalım... Ne doğrular eğrile… Ne eğriler doğrula…”

Daha fazla bilgi ve fotoğraf için, Tapduk Emre Hazretleri'ni de anlattığımız Biraz Doğa, Biraz Huzur: Nallıhan, Taraklı, Göynük, Mudurnu ve Bolu'nun Gölleri yazımızı okuyabilirsiniz.

ABDÜLHAKİM ARVASİ HAZRETLERİ / KEÇİÖREN

Son asrın, zahir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin fıkıh bilgin­lerinde mahir büyük bir alîm ve ruh bilginlerinin mütehassısıdır. 1865 yılında Van vilayetinin Başkale şehrinde doğdu. Babası, Seyyid Mustafa Efendi ve bütün dedeleri, zamanlarının âlim ve fazılları idiler. İmam Ali Rıza Musa Kazım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irak'taki şer’i mahkeme defterlerinde yazılıdır. Arvâsî ailesi, 600 yıldan beri ilim yaymakla ve en üstün insanlık me­ziyetlerinde numune olmakla tanınmış ve halk arasındaki ayrılıkları gidermek­te, millî birliği sağlamakta devam edegelmişlerdir. Ağrı Doğubayazıt'taki Ahmed-i Hani Türbesinin yanında da Arvasi seyyidlerinin türbesi mevcut...

Abdülhakim Arvâsî Hazretleri; Sarf, Nahiv, Mantık, Münazara, Beyan, Bedi', Belagat, Kelam, Usul-i Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf, Nush bi'l-müslimîn, müsbet ilimlerden Fizik, Biyoloji, He­sap, Hendese, Astronomi gibi ilimler öğrendi. Allâme Seyyid Fehim Arvâsî Hazretleri'nden Nakşibendiyye, Kadiriye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Çeştiyye tarikatlarının usul ve erkânını tahsil etti. 30 yıla yakın bir süre Başkale'de ders okuttu. 1914 yılında Rusların Doğu Anadolu'yu işgal etmesinin ardından, Başkale'den hicret ederek İstanbul’a geldi. Eyüp Sultan'da önce yazılı medreseye, sonra Gümüşsüyü tepesindeki Mürteza Efendi tekkesine yerleşti. Kaşgarî Hangâhı müştemilatına tayin olundu. İslam halifelerinin sonuncusu olan Sultan Vahdettin tarafından "Medrese-i Mütehassısın" denilen İslam Üniversitesi'ne Tasavvuf Müderrisi olarak, 1919 tarihli ferman ile tayin edildi. Anadolu'da çarpışan Kuvay-i Milliye'nin galip gelmesi için, Anado­lu'daki mücahidlere para, mal ve dua ile yardım etmeleri, eli silah tutanların onlara katılmaları için milleti teşvik ederek çok kimseyi Anadolu'ya gönderdi. Çok yardım yapılmasına sebep oldu. 1931 yılında Menemen olayı nedeniyle Divan-ı Harp'e çıkartıldı ve beraat etti. Bir süre İzmir'de mecburi ikamete tabi tutulan Arvasi, daha sonra Ankara'ya geldi. Burada 27 Kasım 1943 yılında Hakkın rahmetine kavuşan Arvasi, Ankara yakınındaki Bağlum'da defnedildi. Arvasi, Türkçe'nin yanında iyi derecede Arapça, Farsça ve Kürtçe biliyordu.

Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin üç oğlu ve iki kızı dünyaya geldi. Bunlardan Enver Bey ve Şefia Hanım hicret sırasında vefat ettiler. Üçüncü oğlu Seyyid Münir Üçışık, İstanbul Belediyesinde satış memurluğunda uzun yıllar çalışmış, doğruluğu, çalışkanlığı, güzel ahlakı ile çevresi­nin sevgisini ve saygısını kazanmış idi. 1979 yılında İzmir'de vefat etti. İkinci oğlu Ahmed Mekkî Üçışık, Kadıköy Müftüsü iken, 1967 yılında vefat etti. Ankara'nın Bağlum Nahiyesi'ne defnedildiler.

Seyyid Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin din bilgilerinde ve tasavvufun ince marifetlerinde derin bir derya idi. Üniversite mensupları, fen ve devlet adamları, çözülmez sandıkları güç bilgileri sormaya gelir, sohbetinde, dersinde 1 saat kadar oturunca, cevabını alır, sormaya lüzum görmeden o bilgi ile dolmuş olarak dönerdi. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerametlerini görürdü. Çok mütevazı, pek alçak gönüllüydü. Eyüp Sultan, Fatih, Beyazıt, Bakırköy, Beyoğlu'nda Ağa Camii kürsüle­rinde senelerce ilim neşretmiştir. Vefa Lisesi'nde öğretmenlik yapmış, Sultan Selim Camii yanındaki Süleymaniye Medresesi'nde Tasavvuf müderrisi iken "er-Riyâzü't-Tasavvufiyye" kitabını yazmıştır. Tasavvuf hakkında risale bü­yüklüğünde çeşitli mektupları vardır. Mevlid okunmasının ve tespih kullanma­nın başlangıcı ve meşruiyeti hakkında bir risale, Rabıta-i Şerif Risalesi, Sahabe-i Kiram, Ecdâd-ı Peygamberi risaleleri ile İslam Hukuku, Keşkül ve Sefer-i Ahiret isimli eserleri, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir. Allah'ın rahmeti üzerine olsun. 

"Büyüklerin sözü, sözlerin büyüğüdür." diyen Abdülhakim Arvâsî Hazretleri'nin güzel sözlerinden örnekler:

"Son zamanlarda, tekkeler cahillerin eline düştü. Dinden, imandan haberi olmayanlara şeyh denildi. Din düşmanları da bu şeyhlerin sözlerini, oyunlarını ele alarak dine hurafeler karışmıştır. İslam Dini bozulmuştur. Hâlbuki bozuk ta­rikatçıların sözlerini, işlerini din sanmak, bunları tasavvuf büyükleri ile karış­tırmak çok yanlıştır. Dini bilmemek, anlamamaktır."

"Temiz ve yeni elbise giyiniz. Gittiğiniz yerlerde, ahlakınızla, sözlerinizle, İslam'ın vakarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız."

"Çeşitli lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedenlerinizi ve ne­fislerinizi rahat ve hoş tutunuz."

"Helal olan elbiseleri, yemekleri ve şerbetleri lüzumu kadar kullanınız. Yüce Allah her şeyi bir sebep tahtında yaratmaktadır. Bu sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere tabiat kuvvetleri, fizik, kim­ya ve biyoloji kanunları diyoruz."

"Evliyanın sözünde Rabbani tesir vardır."

"İnsanı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakk'a karşı şirk ve müşrikliktir."

"Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırap ve felaketlerden kurtulamaz."


Cahit Zarifoğlu’nun hakkında yazdığı Altı Üstü İnsanlığın şiiri şöyle;

...Oysa aynı Haliç
Aldulhakim hazretlerinin
Ayağı altında nazarı önünde
Tahtı saadetinde, Berrak bir suydu

alıp götürdüler
sarığını yere atıp tekmelediler
Haliç, o berrak su, zehir kustu

sancılanıp ölen, üzüntüden
kapımızı her bırakıp giden
bir rahmet kucağı, bir siklet bir yük

alıp götürdüler
neden tekrar başa dönüyorum bu mısrada
Ha? ! ! Çünkü şiir yetmedi
kalemi atıp ayağa kalkıyorum, bağırıyorum:

Öğürtülü karınlarına çarçakıl doldurun
Domuz başlarına çuvaldız sokun
Öyle bir hayal çatlatın, Böyle bir hayal çatın

Öyle bir gerçek, Böyle bir gerçek
Gözümün önünde resmi
Bir akrabası gösterdi
Bak dedi, Ne yaptılar
İlim ve hikmet dolu veliyi..

resim:
Ölümünden bir vakit önce
Sorgular, Gece Gündüz Gece
Ne ekmek ne su

Ne ibrik, Ne bir taharet köşeciği
Kolları bağlı
Gözleriyle abdest alıyordu
Zihniyle kılıyordu namazlarını

resim:
Mintanının baş düğmesi kopmuş
Aman Allahım başı açık
Karışık saçları alnı kaşları
Kocaman ve dolu bakışların üstüne sarkmış
Seksenaltı yılık ömrün üstüne...

Bu insanlar ne kadar da güzelmiş… Ahmed Yesevî’yi, Hacı Bayram-ı Velî’yi, Hacı Bektâş-ı Velî’yi, Bünyamin Ayaşi Hazretleri'ni, Ali Semerkandi Hazretleri'ni, Tapduk Emre’yi ve dahasını sevgiyle ve aşkla sayfalarca anlatabiliriz. Çünkü onlar bu vatanın manevi mimarlarıdır. Ankara'nın merkezinde ve ilçelerinde daha pek çok manevi büyüğümüz var, onları da ziyaret ettikçe buraya ekleyeceğiz.

Kim baş eğik girdi
De eli boş döndü?
Kim başı dik girdi
Kibir ilinde yitti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder