29 Ekim 2018

Biraz Doğa, Biraz Huzur: Nallıhan, Taraklı, Göynük, Mudurnu ve Bolu'nun Gölleri

Yol çağırdı önce, sonra yeşil ve sonra mavi… Uzun zamandır konuştuğumuz ama bir türlü gitmenin kısmet olmadığı bu seyahatte, Ankara’nın batısından Bolu'ya doğru tadı damağımızda kalan bir gezi gerçekleştirdik. Bolu'nun tarih kokan ilçelerini, mis gibi göllerini görmek istedik. Rengarenk yollar boyunca ilerledik; yeşil, kırmızı, kahverengi, altın sarısı yaprakları, ağaçları seyretmeye doyamadık.

Rotamızı belirlemiştik; önce Ankara'nın en batıdaki ilçesi ve İpek Yolunun şehirlerinden olan Nallıhan ve çevresini gezecek, sonra Sakarya'nın sakin ilçesi Taraklı'ya gidecek, oradan Bolu'nun çok güzel korunmuş sakin ilçeleri Göynük ve Mudurnu'ya geçecektik. Göynük'ün hemen yakınındaki Çubuk ve Sünnet Gölünü de görecek, Abant Gölü ve Yedigöller üzerinden turumuzu tamamlayacaktık.

Doğal bir zemine kurulu Bolu, Türkiye’deki en güzel şehirlerden biri. Yeşilin kucakladığı Bolu Marmara üzerinden İstanbul’a açılan bir kavşak üzerinde olmasına rağmen doğallığını bu denli koruyabilmiş bir şehir. Gerek birbiriyle güzellik alanında yarışan gölleri olsun, gerekse tabiat parkı ve ormanlarıyla olsun Bolu bozulmamış en doğal yerlerin başında geliyor. Kış turizmine de ev sahipliği yapan Bolu, İstanbul ve Ankara’ya yaklaşık 2 saat uzaklıkta, ulaşımı oldukça kolay bir yerde. Bolu kış turizmi ve doğal ortamıyla olduğu kadar kendine has Mudurnu, Göynük ve Seben kaya evleriyle de güzel bir şehir...

Yeşilin ve sarının her tonunu bulacağınız Yedigöller, tertemiz havayı içinize çekeceğiniz Abant, geleneksel Türk evlerini görebileceğiniz Göynük ve kaya evlerinin bulunduğu Seben ile Bolu insanın gerçekten içini açan güzellikte bir ilimiz. Suları dillere destan olan Bolu, muhteşem göllerinin yanı sıra kaplıcaları ile de meşhur. Fotoğraf tutkunuysanız binbir farklı kare ile karşılaşabilirsiniz. Bu kadar gezdikten sonra haliyle acıkacaksınız. Şanslısınız, çünkü Bolulular mutfakları ile gurur duyan bir halk. Orman kebabı, Mengen pilavı, etli mantı, fındık şekeri, höşmerim, odun ateşinde pişmiş hamur ve yeri geldikçe bahsedeceğimiz yemekleri ile ziyadesiyle karnınız doyacak.

1.Gün:Ankara-2 saat-Kuş Cenneti-20 dk-Taptuk Emre-20 dk-Gürleyik-40 dk-Nallıhan-1 saat-Taraklı

Sabah kahvaltımızı yapıp yola revan olduk. Ne demiş atalarımız: “Erken kalkan yol alır.” İstikamet, Allah’ın izniyle, Nallıhan’da bulunan Davutoğlan Kuş Cenneti ve ardından Tapduk Emre Türbesi… Ankara’dan Ayaş, Beypazarı istikametine doğru devam ettik. Beypazarı’nı geçtikten sonra yoldaki araç sayısı da epey azalıyor. Hatta bir ara yolda sadece biz vardık. Yeri gelmişken hem memleketimiz Ayaş’ta hem de Beypazarı’nda bulunan kaplıca sularının çok şifalı olduğunu hatırlatalım. Kaplıcalar, tam anlamıyla şifa kaynağı. Hele de günümüzde bütün hastalıkların sebebinin stres olduğu düşünülürse...

Daha bu yolda ilerlerken ne kadar güzel bir doğanın ortasından gittiğimizi fark ettik. Beypazarı’ndan yaklaşık olarak 30 kilometre sonra hemen sağ taraftaki gökkuşağı gibi renkli tepeleri görüp ana yoldan hemen sağa doğru girdiğinizde Davutoğlan Kuş Cennetine varıyorsunuz. 


Sarı, yeşil ve kahverenginin farklı tonlarının birleşiminden oluşmuş çok büyük kum tepelerini göreceksiniz eğer sizin de buralara yolunuz düşerse. Hemen önündeki Sakarya Nehrinin havzası da rengârenk ve muhteşem. Bu renkli tepeler, jeolojik yapısı nedeniyle çökme yaşanması ve farklı renklerdeki toprak tabakalarının üst üste gelmesiyle oluşmuş.

Burada kuş gözlem kuleleri ve seyir terası da var. Eğer görebilirseniz burada yaşayan kuşların ve manzaranın fotoğrafını çekebiliyorsunuz. 


Görebilirseniz diyoruz, çünkü mevsime göre çok farklılık gösterebiliyor. İlkbaharda giderseniz sulak olduğu için birçok kuş görebilirsiniz. Ancak sonbaharda giderseniz aşağıdaki gibi kurak ve hiç kuş olmayan bir manzarayla karşılaşabilirsiniz. 

Nallıhan Kuş Cenneti, tarihî İpek Yolu üzerinde bulunuyor. Düşünsenize, yüzyıllar öncesinde bile bu yollarda kervanlar gidiyormuş. “Anadolu’nun tam ortasında bu kuşların ne işi var?” diyebilirsiniz. Göçmen kuşlar için sulak alanlar çok önemlidir. Kuşların göç yolu üzerinde bulunduğu için bu alan, özellikle ilkbaharda göçmen kuşlar için iyi bir barınak görevi görüyor. Burada 170’ten fazla tür bulunduğunu öğrendik. Bir yıl boyunca burada 10 tür yırtıcı kuş, 5 tür baykuş, 35 tür su kuşu ve 80 tür ötücü kuş görülüyormuş. Bunlardan bazıları; angıt, büyük baştankara, gri balıkçıl, kızıl şahin, küçük akbaba, karabatak kuşu... Hatta bazılarının soyu tükenmek üzereymiş. Özellikle, soyu tükenme tehlikesi altında bulunan “karaleylek” burada sık görülüyormuş. 

Burada kuşlar hakkında ve doldurulmuş olarak sergilenen Anadolu yaban koyunu ile saz kedisi hakkında bilgi de alabilirsiniz.


Zaman denilen şey durmuyor. Burada hayran kaldığımız onca görüntünün ardından Tapduk Emre’nin türbesine doğru yola çıkıyoruz. İp gibi bir yol var önümüzde... Yanımızdan tek tük araba geçiyor... Aklımıza Yunus Emre’nin hocası, gönüller sultanı Tapduk Emre’nin bir sözü geliyor:

“Yol bitmiş midir ki, hele bakalım... Ne doğrular eğrile… Ne eğriler doğrula…”

Tapduk Emre, Hoca Ahmet Yesevi’nin (1093-1166) öğrencisiymiş. Selçuklular devrinde Cengiz Han baskısı sıralarında Türkistan tarafından gelerek Nallıhan’ın güneyinde, Sakarya Nehri yakınlarında bulunan Emremsultan köyünün bulunduğu yere yerleşmiş. Burada yaşamış ve burada vefat etmiş. Ama biz onu daha çok Yunus Emre’nin 40 yıl hizmet ettiği ve onu yetiştiren hocası olarak tanırız. Mevlana, Ahi Evran, Hacı Bektaş Veli'nin çağdaşı, Yunus Emre'nin hocası olan Tabduk Emre, Anadolu'da Türk kültürünün temelini atan ve inançta birliği sağlayan devrin manevi büyüklerinden...

Tabduk Emre yerleştiği Sakarya vadisinde bir dergah kurarak çiftçilik ve hayvancılık yapmış ve burayı üretim merkezi haline getirmiş. Yunus Emre gibi pek çok mürit yetiştiren Tabduk Emre hoşgörülü ve sevgi dolu bir insan olmayı şiar edinmiş.

Kuş Cennetinden yaklaşık 30 kilometre sonra tabelaları takip ederek hafifçe sola döndük. Kenarları ağaçlıklı güzel bir yola girdik. Yol bizi Emremsultan Köyüne ulaştırdı. Burası çok sakin bir köy. Türbe, köyün hemen girişinde sağda küçük bir tepe üzerinde bulunuyor. Ziyaret için gelmiş bir araba daha var. 

Oldukça sade ve güllerle dolu bir bahçe içinde yer alan kare tabanlı, alçak tavanlı bir çatısı olan huzurlu bir mekân burası. Yapımında moloz taş, tuğla ve devşirme taşlar kullanılmış. Bahçenin hemen solunda yaşlı ağaçlar bulunuyor.

Türbeyi ziyaret etmeden önce öğle namazlarımızı kılıyoruz. Türbenin hemen solunda bulunan abdesthanelerin yanındaki bahçede şifalı olduğu söylenen bir çeşme var. Bol bol su içebilirsiniz buradan...

Türbeye basık kemerli alçak bir kapıdan giriliyor. Kapının üzerinde 4 satırlık bir kitabe var ama zamanla silindiği için okunmuyor. Türbenin orijinal ahşap kapısı, 1997 yılında türbeden çıkarılarak Ankara Etnoğrafya Müzesine gönderilmiş.


İçerisi oldukça sade döşenmiş, beyaz sıva kaplı. Tapduk Emre, eşi ve çocuklarına ait 6 adet kabir var. Kur’an okuyoruz. Mekânın huzuru içimize doluyor. Hiç ayrılmak istemiyoruz âdeta...

Sonra dikkatimizi hemen arkadaki başka bir bina çekiyor. Türbenin yanında, dikdörtgen planlı, çatılı, kagir bir türbe daha var. Kırma çatısı alaturka kiremit kaplı, geniş saçaklı yapı moloz taşlardan yapılmış.

Ahşap tavanlı yapıda 3 adet mezar bulunuyor. Bunların, Tapduk Emre’nin hatiplerinin kabirleri olduğu söyleniyor.

Tapduk Emre’nin adının Emre Şeyh olduğunu ve anlamının “aradığımı buldum” demek olduğunu öğreniyoruz. Taptuk Emre adını alması ile ilgili olarak anlatılan rivayet ise şöyle: Hacı Bektaş, Rum diyarına geldiği sırada orada Seyyid Mahmut Hayrani, Celaleddin-i Rumi, Hacı İbrahim Sultan gibi birtakım büyük mutasavvıflar arasında bir de "Emre" adlı kuvvetli velayet sahibi bir şeyh vardı. Hacı Bektaş'ın daveti üzerine Rum erenleri onun huzuruna geldikleri halde, bu şeyh her nedense davete gelmedi, erenleri onun gelmediğini Hacı Bektaş'a haber verdiler. O da, Sarı İsmail adındaki dervişini gönderdi. Emre'yi yanına çağırttı. Gelmemesindeki hikmeti sordu. Emre, "Perde arkasından çıkan bir elin kendisine nasip verdiğini, erenlerin orada hazır bulunduğunu, o erenler arasında Hacı Bektaş adlı hiç kimse görmediğini" söyledi. Hacı Bektaş "O elin bir işareti olup olmadığını" sorunca, "Ayasında yeşil bir ben" gördüğünü anlattı. O vakit Hacı Bektaş elini uzattı. Ayasındaki yeşil beni hayretle gören Emre, kendisine evvelce el veren mürşit karsısında bulunduğunu anlayınca 3 kere heyecanla "Taptuk Emre" dedi ve adı o zamandan sonra Taptuk Emre oldu.

Gönlümüz Emremsultan köyünde kalmış bir şekilde Gürleyik çağlayanına gitmek için yola revan oluyoruz. Yolda düşünüyoruz… Bu insanlar ne kadar da güzelmiş… Ahmed Yesevî’yi, Hacı Bayram-ı Velî’yi, Hacı Bektâş-ı Velî’yi, Tapduk Emre’yi ve dahasını sevgiyle ve aşkla sayfalarca anlatabiliriz. Çünkü onlar bu vatanın manevi mimarlarıdır. Aklımıza Mevlana’nın bir sözü geliyor:

“Neyi ararsan, osun sen.”

İnsan sevgi ile yoğrulmuştur, içine ilahi ve sonsuz bir sevgi üflenmiştir. Araması ve bulması gereken yegâne şey bu ilahi ve sonsuz sevginin kaynağıdır...

Sevginin kaynağından suyun kaynağına gidiyoruz. Uzun zamandır Eskişehir'in Mihalıççık ilçesindeki Gürleyik köyüne gidip şu meşhur şelaleyi ve doğal havuzları görmek istiyorduk. Köyün ve şelalenin adı, Gürleyik çayından geliyor.

Gürleyik Şelalesi görsel açıdan güzel yerlerden biri...

Şelale gizli kalmış bir hazine gibi...

Tertemiz su katmanlar halinde oluşan küçük şelalelerden akıp gidiyor.

Şelalenin üzerinde 1700 yılından beri çalışmakta olan bir su değirmeni var.

Su değirmeninde tam buğday unu üretiliyor. Değirmenci ile su sesleri ve değirmen sesi arasında sohbet edip kilosu 3 liradan tam buğday unu alıyoruz.


Doğa tutkunları, Gürleyik Şelalesi sizi çağırıyor diyerek, Nallıhan'a gitmek için geldiğimiz yolu geri dönüyoruz. Sultan 1. Ahmed'in sadrazamlarından Gümülcineli Nasuh Paşa, Osmanlı-İran Antlaşmasından sonra Halep'ten İstanbul'a dönerken Konya-Ankara-Beypazarı-Nallıhan-Göynük yolunu, yani bizim izlediğimiz güzergahı kullanmış. Nasuh Paşanın bu civarda birçok eseri bulunmakta. Beypazarı'nda Kurşunlu Camii'ni yaptırmış. Nallıhan'a da bir han, bir hamam ve bir de cami yaptırmış. Tarihi hamamın kalıntıları, Ankara çevre yolu yapımı sırasında yok olup gitmiş. Biz cami ve hanı ziyaret ettik.

Nallıhan'a girdiğimizde bizi ilk önce Nasuh Paşa Camisi karşılıyor. Vezir Nasuh Paşa tarafından 16.yüzyılın sonunda yaptırılan cami, 20. yüzyılın başında yanmış. 1911 yılında Ankara-Ayaş-Nallıhan-İstanbul şosesi güzergahını çizmek üzere Nallıhan´a gelen bir Fransız mühendisin nezaretinde yıkılan eski caminin yerine, aynı genişlikte ve bugünkü şekliyle yeniden yapılmış. Cami, dikdörtgen planlı, düzgün kesme taştan, üstü ahşap çatılı ve alaturka kiremitli. Batı duvarına bitişik minaresi, kesme taştan yapılmış. Külah, sac kaplı. Cami avlusunda bir türbe görülüyor ve türbenin içinde 4 kabir var ama bunların kime ait olduğu belli değil...

Cami, 9 adet sivri kemerli pencere ile aydınlanıyor.

Mihrabın kenarları kademeli, sivriye yakın dairevi kemerli ve basit kornişli. Minber kesme taşla, korkuluğu ise ahşapla yapılmış.

Caminin biraz ilerisine, Nallıhan'ın ismini aldığı Kocahan'a doğru yürüyoruz. Zamanında, kapı kemerinin dışarıya bakan yüzünde, 18 delikli bir “nal” varmış. Nallıhan için simgesel değeri olan bu “Kocahan”ın özgün yapısı ne yazık ki günümüze kadar korunamamış. Kagir bir yapı olan hanın dış duvarları moloz taş ve kireç harç ile yapılmış.

Kapı, dairevi şekilde geniş ve uzun tonoz şeklinde...

Yapının içinde, dükkan olarak kullanılan 46 oda bulunuyor.


Kocahan’da kapama pilav, kuzu güveç, yaprak sarması, tarhana çorbası, ev baklavası gibi yöresel yemeklerden yiyebilirsiniz. Biz kapama pilav ve ev baklavasına 50 TL ödedik.

Hanın yapılışına ait kitabe, 1944 yılındaki depremde bulunduğu yerden düşmüş ve parçalanmış. Ama kitabede günümüz Türkçesine çevrilmiş şekliyle şöyle yazıyormuş:

Temiz yaradılışlı vezir Nasuh Paşa
Bu hanı yapmaya niyet ettiği zaman
Tatar Ali Çavuşu görevlendirdi
Yapının çabuk ve iyi yapılmasını ona emanet etti
O da bu arada çaba kuşağını
İki yerden kuşanıp çalışmaya koyuldu
Bin on dört yılının Zilkadesinin
Yirmi dördü Pazar gününde
Hepsi birleşip bu hanın
Yapılmasına başladılar
Bin on beş yılının Rebi-i evvel ayı bittiğinde
Bu hanın yapılması da sona erdi

Nallıhan'dan sonra yemyeşil tepelerin arasında bir vadide yer alan Taraklı'ya gidiyoruz. Taraklı, burada çekilen Yalaza dizisinden sonra görmek istediğimiz bir yerdi. Taraklı, hem İstanbul hem de Ankara’ya yaklaşık 200 km mesafede yer alıyor. Aynı zamanda Türkiye'nin sakin şehirlerinden (cittaslow) biri olarak seçilen Taraklı'nın en önemli özelliği, kimi 300 yıldan daha da eski olan, geleneksel Osmanlı mimarisini yansıtan 3 katlı tarihi evleri...

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Taraklı'yı şöyle anlatmış; "geniş üzüm bağları, bakımlı bahçelerinin yanı sıra dere çevresinde kurulmuş 500'e yakın evden oluşan mamur bir kasaba. Bir hamamı, 5 hanı, 6 mektebi ve 200 dükkanı var. Tahta kaşık ve tarakları meşhur." Evliya Çelebi'nin gördüğü Taraklı ile şimdiki Taraklı arasında pek bir fark yok. Meşhur tarakları ilçeye ismini vermiş. Küçük ama şirin bir kasaba. Taraklı'ya gittiğinizde sizi bir meydan karşılıyor. Taraklı'nın en meşhur konakları da bu meydana bakıyor. Fotoğraftaki yapılar sağdan sola doğru; Kadirler Konağı, Çakırlar Konağı ve Yunus Paşa (Kurşunlu) Camii. Tarih kokan Taraklı’nın taş kaplı dar sokaklarında gezinerek bu yapıları keşfediyoruz.

Kadirler Konağı 1890'lı yıllarda yapılmış bir Osmanlı yapısı. Aslına uygun restore edilerek günümüze kadar gelmiş.

Kadirler Konağının yanındaki Çakırlar Konağı da uzun bir tarihi geçmişe sahip ve restore edilmiş. Meyilli bir arazinin yamacı üzerine kurulmuş. Bundan yaklaşık 150 yıl önce Çakır Abdullah adında bir bey eşiyle Çakırlar Konağında yaşarken, eşi vefat ediyor. Tüccar olması sebebiyle İstanbul'a gidip gelirken İstanbullu bir hanıma talip oluyor. Hanım da ben sizinle evlenirim ama bir şartım var deyip Büyükada'da bir konak gösteriyor. Ve eğer bana böyle bir konak yaparsanız sizinle evlenirim diyor. Bunun üzerine bu beyefendi de yukarıdaki Kadirler Konağını yapıyor.

Yürüme mesafesindeki bir diğer meşhur konak da iki İstanbullu hanım tarafından otel olarak işletilen Hanımeli Konağı...

Taraklı'nın eski sokaklarında dolaşıp güzel korunmuş veya restore edilmiş bu tarihi evlerin fotoğraflarını çekiyoruz.

İlçenin en büyük tarihi yapısı olan Yunus Paşa Camii, bir Mimar Sinan eseri. Mimar Sinan, caminin taş bloklarını yerleştirirken, her iki taşı ortalarından oyup demir çubuk yerleştirdikten sonra üzerine harçtan çok, eritilmiş kurşun döktürmüş. Kubbesi de kurşunla kaplı. Bu nedenle, halk arasında “Kurşunlu Camii” diye anılıyor. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Ridaniye Seferi sırasında Taraklı’da kışlayan Vezir-i Âzamı Yunus Paşa tarafından 1517 yılında 4 ay gibi kısa bir zamanda yaptırılmış.

Yunus Paşa Camii, kare plânlı, tek minareli, üzeri tek kubbe ile örtülü, klâsik üslupta inşa edilmiş. Caminin tamamı sarı kesme taştan yapılmış.

Cami mimari yapısı ve sağlamlığıyla dikkat çekiyor. 500 yıllık zaman süresinde birçok büyük depreme rağmen günümüze sapasağlam ulaşmış. 1999 Marmara depreminde en küçük hasar bile yaşanmamış.

Haziresinde Osmanlı döneminden yakın zamana  kadar asker, kadı ve Taraklı eşrafına ait insanların gömüldüğü 49 mezar bulunuyor.


Tarih kokan Taraklı’nın taş kaplı dar sokaklarında gezindikten sonra Taraklı Müzesi ve Tarihi Taraklı Hanına uğramayı, Tarihi Hamamda yıkanmayı ve yörenin meşhur keşkek, uhut tatlısı, köpük helvası (çöven), kavurma, kuru fasulye, nohutlu et yemekleriyle kendinize ziyafet çekmeyi ihmal etmeyin. Taraklı'da görmeniz gereken diğer yerler, fetih nişanesi olarak dikilen 7 asırlık Tarihi Çınar ve Hisar tepesindeki su sarnıçları...

Taraklı'nın minik çarşısında gezinip buğday çimlendirilerek yapılan uhut tatlısından aldık. Taraklı'da geçirmiş olduğumuz birkaç saatte adeta zaman durdu; özellikle akşam olunca etrafta güzel bir sessizlik hakimdi, her şey gerçekten biraz fazla sakin... Akşam saat 6-7 gibi Kadirler Konağında yemek yiyecektik ama kapanmak üzere olduklarını söyleyip bizi neredeyse kovdular. Bir ev sahibinin özellikle şehir dışından gelen bir misafire yapmaması gereken bu davranışı Taraklı'nın en meşhur işletmesine maalesef hiç yakıştıramadık. Konaklarda kalacak yer bulamadığımız için Çakırlar Konağının işletmesi olan İpek Yolu Motelde kaldık. Fiyatı, kahvaltı dahil değil, 120 TL idi.

2.Gün: Taraklı-30 dk-Göynük-20 dk-Çubuk Gölü-30 dk-Sünnet Gölü-30 dk-Mudurnu-30 dk-Abant

Sabah Taraklı'dan çıkıp yola revan olduk. İstikamet, Allah’ın izniyle Göynük ve Akşemseddin Hz. Türbesi… Taraklı’dan Bolu istikametine doğru geri döndük. Konakladığımız yerde kahvaltı olmadığı için Göynük'e girdiğimizde karşımıza ilk çıkan yer olan Paşazade Göynük Sofrasında kahvaltı yaptık. Kişi başı 30 TL ödediğimiz kahvaltı bu parayı hak etmiyordu, sıradan bir kahvaltıydı...

İlk önce şehrin en tepesinde bir kayanın üzerine inşa edilmiş olan Zafer Kulesine gitmek için aracımızı bırakıp güzel manzaralar eşliğinde tepeye doğru tırmanmaya başladık... Yine Türkiye'nin sakin şehirlerinden (cittaslow) biri olan Göynük, Taraklı'dan çok daha büyük, neredeyse tamamı restore edilmiş eski evlerden oluşan, taşların yamacına kurulmuş, çok güzel, tarihi bir kasaba. İlçenin mimarisine öylesine özen gösterilmiş ki, tarihi evler arasındaki beton evler de genel mimariye uyum sağlamış, tamamen bir bütünlük sağlanmış, gözü rahatsız eden pek bir şeye yer verilmemiş.

Göynük'ün tescilli sivil mimari örneklerinden olan Tarihi Zafer Kulesi eski eserler arasında en yenisi. Göynük halkının Milli Mücadeleye verdiği büyük desteğin anıtlaşmış sembolü. 1922 yılındaki Sakarya Meydan Savaşı anısına Cumhuriyet döneminin ilk kaymakamı Hurşit Bey tarafından kente hakim Sela kayalarının üzerine inşa ettirilmiş.

Göynük’ün ahşap mimarisine sahip kule, şehrin en önemli simgeleri arasında yer alıyor.

Altıgen bir temel üzerine ahşap mimari biçiminde 3 katlı olarak inşa edilen kulenin her katında, yuvarlak kemerli, ahşap söveli pencereler ve ahşap balkon korkulukları yer alıyor. 1960 yılından itibaren birkaç kez restorasyona tabi tutulmuş. En son 2016 yılında Göynük Belediyesi tarafından Bir Göynük Masalı projesi ile restore edilen Zafer Kulesi tarihi anıtsal yapı olarak korunuyor. Biz gittiğimizde de kulenin çevresinde peyzaj düzenlemesi yapılıyordu.

Şehrin mimarisine farklı bir soluk katan Zafer Kulesi, Göynük'ün en güzel şehir manzarasına ev sahipliği yapıyor. Kulenin olduğu tepeden bütün Göynük'ü izleyebiliyorsunuz. 

Ağaçlıklı bir parkın içinde yer alan Akşemseddin Hz. Türbesini, Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamını yukarıdan izleyip ziyaret etmek için aşağıya doğru inişe geçiyoruz.

Aracımızı kent meydanındaki ücretsiz otoparka bıraktıktan sonra karşımıza çıkan ilk yapı Gazi Süleyman Paşa Hamamı...

Hamam, Gazi Süleyman Paşa tarafından cami ile aynı tarihte kesme taştan yapılmış.

Hamamdan sonra küçük bir köprüden geçerek Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin Hz. Türbesini ziyaret ediyoruz.

Esas adı Şemsettin Mehmet olan Akşemseddin Hz. (1390-1459), Şam'da doğmuş. 7 yaşında hıfzını tamamlamış, sonra Amasya'ya yerleşip Arapça, Farsça ve tıbba önem verip mikropları ilk defa o tarif etmiş. Osmancık'ta müderrislik yapmış ve Hacı Bayram-ı Veliye intisab etmiş.


2. Murat "İstanbul'u almak emelimdir" deyince Hacı Bayram-ı Veli, Fatih ve Akşemseddin'i göstererek "Fetih bu çocuk ile bizim köseye nasip olacaktır" demiş. Eyüp Sultan hazretlerinin kabrini keşfetmiş. Daha sonra Akşemsettin, Göynük'e gelerek yerleşmiş. 1459 yılında vefat etmiş, 1464'te türbesini Fatih yaptırmış.


Emrullah ve Sadullah Çelebi isimli iki oğlu yanında medfun; diğer oğullarının isimleri de Hamdullah, Nurullah, Feyzullah ve Nuril Hüda... Türbenin bahçesindeki hazirede ise Akşemseddin Hz. hanımı ve kızlarının kabirleri var.

Türbenin hemen yanında mimarisiyle görenleri kendine hayran bırakan Gazi Süleyman Paşa Camii var.

Orhan Gazi’nin oğlu Gazi Süleyman Paşa tarafından 1331-1335 tarihleri arasında, tek şerefeli, tek minareli ve tek ahşap kubbeli olarak inşa edilmiş.


1998 yılında büyük bir yangın geçirerek yanan Gazi Süleyman Paşa Camii, Ankara'nın eski başkanı Melih Gökçek, iş adamları ve yardımsever vatandaşların katkılarıyla aslına uygun olarak restore edilmiş.


Caminin karşına Melih Gökçek ve eşi Nevin Gökçek bir çeşme hayratı da yaptırmış.

Caminin bulunduğu meydanın karşısındaki tarihi evlerin fotoğraflarını çekiyoruz.

Tarihi evler ile Zafer Kulesinin bütünlüğü Göynük manzarasına ayrı bir hava katıyor.

Akşemseddin hazretlerinden sonra Ömer Sıkkin hazretlerini ziyaret etmek için kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Türbeye vardığımızda bizi ilk önce Çeşme Camii karşılıyor.


Caminin hemen arkasında da türbe...


Ömer (Emir) Sıkkin Hz, Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşamış önemli mutasavvıflardan biri. Bıçakçılık mesleğini benimsediği için "bıçakçı" anlamına gelen "Sıkkin" unvanıyla tanınmış.


Hacı Bayram-ı Veli hazretlerinin ölümünden sonra halifeleri olarak, Akşemseddin Hz. Beypazarı'nda, Ömer Sıkkin Hz. de Göynük'te irşad hizmetlerine başlamış. Kısa bir süre sonra Akşemseddin Hz. de Göynük'e gelerek burada bir tekke kurmuş. Ömer Sıkkin hazretlerinden sonra kutbiyyet makamına halifesi Bünyamin-i Ayaşi geçmiş. Kendisinden Ayaş Yollarında: Bir Memleket Hikayesi yazımızda bahsetmiştik...


Göynük'ten yola çıktığımızda bizi Akşemseddin hazretlerinin "Allah ile olduktan sonra, ölüm de ömür de hoştur" sözü uğurluyor. İstikamet, Allah’ın izniyle, Göynük'ün 11 km kuzeyindeki Çubuk Gölü…

Göynük-Bolu yolunun 5. km'sinden sola dönerek güzel manzaralı, virajlı yolları geçip 6 km daha yol yaparsanız Çubuk Gölü karşılar sizi...

Göl denince herkesin aklına hemen Abant, Yedigöller, Sapanca, İznik gibi popüler göller geliyor. Çubuk Gölü diğer büyük göllere göre pek fazla bakımlı olmamasına rağmen sakinliği ve manzarası ile yine de görülmeli...

Batı Karadeniz’in göller bölgesi diyebileceğimiz Bolu ve çevresinde, yaşanan deprem ve heyelanlar sonucu oluşan birçok göl mevcut. Çubuk Gölü de diğer göller gibi bir heyelan set gölü...

Kayabaşı tepesinden inen heyelanın genişleyen vadiyi tıkaması sonucu oluşan göl, deniz seviyesinden 1150 metre yükseklikte...

Kıyısında Çubuk Köyü bulunan, etrafı güzel çam ormanları ile kaplı Çubuk Gölü ortalama 13 metre derinliğinde...

Göl etrafında, 2005 yılında çekimleri yapılan “Rüzgarlıbahçe” dizisinin platosu olarak inşa edilen yel değirmeni şeklinde yapılar bulunuyor. Dizi pek tutmayınca çekimler sonlandırılmış fakat değirmenler kalmış ve kaderlerine terk edilmiş. Yel değirmenleri her ne kadar bakımsız olsalar da güzel görüntüler veriyor. Yel değirmenleri sayesinde gölün doğal güzelliğinin yanına mistik bir hava da eklenmiş.

Gölün çevresini aracınızla tam olarak turlayamıyorsunuz. Girişte sağı takip ederek geniş çimlerle kaplı kıyı bandında aracınızı park edip bu sessiz ve güzel yerde Çubuk Gölüne karşı güzel bir piknik yapabilirsiniz. Tamamen doğal bir göl olan Çubuk Gölünün çevresinde yürüyüş de yapabilirsiniz. Ama bizim bugün göreceğimiz başka göller de olduğu için gölün tamamında yürüyüş yapamadık. Biraz yürüdükten sonra Göynük'ten gelen ana yola dönüp bir sonraki durağımız Sünnet Gölüne doğru yola koyulduk. Sünnet Gölü 4 km tabelalarını görüp yoldan saptık. Taşların arasından, daracık bir yoldan göle doğru ilerledik. Kısa bir yolculuk sonrası, göl kenarındaki Mudurnu Doğal Yaşam Otelinin koca tavuk heykeli karşıladı bizi. Bugünkü gezimizde ödediğimiz tek giriş ücretini (12 TL) ödeyip Sünnet Gölüne doğru yürüdük.

Sünnet Gölü, Çubuk Gölünden biraz daha büyük, ormanların ortasında bir göl. Gölün kıyısından değil ama biraz yukarısından giden bir yol ile göl etrafından yürünebilir ya da bizim gibi ormanların mis gibi havasında sadece izlenebilir. Sakin, sessiz, dinlendirici bir ortam; yalnız kışın karlı zamanlarda, ulaşım açısından zorluklarla karşılaşabilirsiniz.

Sünnet Gölündeki molanın ardından Mudurnu’ya hareket ediyoruz. Mudurnu'ya girdiğimizde karşımıza ilk çıkan yer olan Yarışkaşı Konağında bir şeyler yemek istiyoruz ama terk edilmiş bir yer gibi kimseyi bulamadığımız için Mudurnu merkezine doğru devam ediyoruz. 

Safranbolu, Göynük gibi diğer tarihi şehirlere göre oldukça küçük olmasına rağmen Osmanlı'nın çekirdek şehirlerinden biri Mudurnu aynı zamanda Türkiye'nin sakin şehirlerinden (cittaslow) biri olarak seçilmiş. Yıldırım Beyazıd'ın şehzadeliğini yaptığı, Fetret Döneminde Çelebi Mehmet'e sahip çıkan, Kurtuluş Mücadelesinde aktif rol almış bir şehir. Tüm bu tarihi birikime rağmen hak ettiği değeri görmemiş maalesef. Mudurnu denince akla tavukçuluk gelir olmuş son yıllarda. Sivil mimari örneği tarihi konakları oldukça bakımsız kalmış. Son yıllarda iç turizmin artması ile birlikte evler restore edilmesine rağmen diğer şehirler kadar pay alamamış. Buna rağmen şehrin havası bozulmamış, küçük ama canlı bir çarşısı var. 
 
Türk sivil mimarisinin gözde örneklerini sunan Mudurnu’da önemli tarihi eserler mevcut. Osmanlının ilk dönem eserlerinden olan Yıldırım Beyazıd Camii ve Hamamı, Kanuni Sultan Süleyman Camii ve Saat Kulesi en önemli olanları. Mudurnu çarşısından geçerken yol boyunca aracımızı bırakacak yer bulamadığımız için Yıldırım Beyazıt Camii'ni geçtikten sonra aracımızı bırakıp yürümeye başlıyoruz. İlk durağımız Yıldırım Beyazıt Camii...


Cami, Yıldırım Beyazıt tarafından Bolu şehzadeliği döneminde 1374 yılında yaptırılmış. 1999 depreminde hasar gören cami, Mudurnu halkı ve yardımsever bir iş adamı tarafından onarılmış.

Evliya Çelebi Mudurnu'dan bahsederken, “Camilerin meşhur ve kadîmi Yıldırım Han Camii'dir ki aşağı çarşıdadır. Civarında Yıldırım Han Medresesi vardır” demiş.

Burası bir külliye yapısı olduğu için medrese ve hamam da olması gerekiyor zaten. Medreseyi bilmiyoruz ama Yıldırım Beyazıt Hamamı restorasyonda olduğu için dışarıdan görebildik.


Mimarı Ömer bin İbrahim olan hamam, cami ile aynı devirde yapılmış. Hamamın oldukça etkileyici bir kapısı var.

Sıradaki durağımız Kanuni Sultan Süleyman Camisine giderken bir türbe ile karşılaştık. Türbede metfun olan Abdürrahim Tırsi Hz, İznik yakınlarındaki Tirse köyünde doğmuş. 2. Bayezit ve Yavuz Sultan Selim devrinde yaşamış, 1519'da vefat etmiş. İmamlık yapan babası Bayezid Fakih ile küçük yaşta İznik'e giderek Hacı Bayram Veli'nin damadı ve Kadiriye tarikatının Eşrefiye kolunun kurucusu olan Eşrefoğlu Rumi'nin sohbetlerine katılmış. Bir süre sonra Eşrefoğlu Rumi'nin kızı Züleyha Hatun ile evlenmiş. 

Abdürrahim Tırsi'nin, Yunus Emre ve Eşrefoğlu Rumi'nin tesirinde kalarak hece vezni ve sade dille yazdığı çok güzel şiirleri var. Bayati makamındaki bir ilahisi olan Nutk-i Şerif sözleri şöyle:

Noldu sana eyâ gönül
Aceb ne derde mi uğradın
Durmaz akar gözün yaşı
Tûfân-ı  Nûh’a mı uğradın

Çalkanırsın gemi gibi
Çağlarsın ırmaklar gibi
Âh idersin Ya’kub gibi
Bir ayrılığa mı uğradın

Kurudun şol kavlar gibi
Hem kızdın hamamlar gibi
Tutuştun külhanlar gibi
Âteş-i aşka mı uğradın

Dala dönmüşken kaddin
Âhir olmuşken ömrün
Bîçare Züleyhâ gibi
Hüsn-i Yûsuf'a mı uğradın

Hükmeyleyen kafdan kafa
Zencîrler uran devlere
Sen Süleymân Nebî gibi
Belkıs-ı şâha mı uğradın

Aşk ile meydâna girdin
Cân terk edüp bâş oynadın
Mansûr-i Bağdâdî gibi
Şems-i cihâna mı uğradın

Arz eyleyen Hakk'a sözün
Mahveyleyen anda özün
Tûr Dağı'nda Mûsâ gibi
Nûr-i Hudâ'ya mı uğradın

Abdurrahîm-i Tırsî sen
Yürür iken sâğ u esen
Cânlar alup başlar kesen
Heybetli şâha mı uğradın

Türbeden sonra Kanuni Sultan Süleyman Camisine gidiyoruz ama biraz hayal kırıklığı yaşıyoruz çünkü cami restorasyonda. Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1546 yılında yaptırılan caminin duvarlarının taş ve tavanının ahşap olduğunu söyleyebiliriz sadece... Cami açıldığında tekrar gelmek duasıyla Mudurnu Saat Kulesine doğru yürümeye başlıyoruz.


Yürüyerek çıkılan Saat Kulesinin yolları dar ve biraz yüksekte olduğu için tepeye doğru biraz tırmanmak gerekiyor. Şehrin doğusunda bir yamaç üzerindeki Saat Kulesi, Mudurnu'nun en güzel şehir manzarasına ev sahipliği yapıyor. Kulenin olduğu tepeden bütün Mudurnu'yu izleyebiliyorsunuz. Klasik Osmanlı şehir yapılarına uygun olarak vadiye kurulu olan şehrin ortasında küçük bir dere akmakta...

1891'de yapılan orijinal ahşap kule, 1900 yılındaki yangın sırasında yok olmuş. 1905 yılında aynı noktada bir kule daha inşa edilmiş ama bu kule de 1964'te meydana gelen bir diğer yangın sırasında büyük hasar görmüş ve aynı yıl neredeyse tamamı yeniden inşa edilmiş. Saat Kulesinin dış cephesi 1995'li yıllarda ahşap ile kaplanmış.

Saat Kulesi gezimizin ardından şehrin sokaklarını dolaştık. Tarihi havayı soluduk. Mudurnu’daki gezimizi küçük ama canlı çarşılarını gezerek tamamladık. Meşhur Mudurnu saray helvasından aldık. Daha sonraki bir zamanda Mudurnu'ya tekrar gelme planı yaptık. Görülecek yerler arasında olan Şeyh-ül Ümran hazretleri türbesini ziyaret edemedik...


Mudurnu’da erişte, kaşık sapı, yaprak sarması, bombay fasulye, tarhana çorbası, manda yoğurdu, ekmek kadayıfı gibi yöresel yemeklerden yiyebilirsiniz. Biz Meram Restoranda yediğimiz kaşık sapı, yaprak sarması, bombay fasulye ve ekmek kadayıfına 55 TL ödedik. 

Gezimizin Mudurnu etabını tamamlamış olduk. Hava soğumaya başladı, bizim de hava kararmadan rotamızı tamamlama zamanımız geldi. Dağlardan tepelerden giden yollardan, daha önce yaz kış birçok defa gitmiş olduğumuz Abant Gölüne yöneldik. Biraz zorlu bir yolculuk sonrası kartpostallardan fırlamışcasına tüm güzelliğini serpiştiren Abant Gölüne ulaştık.

Abant dağlarının eteklerinde doğal bir göl olan Abant, şehrin turistik açıdan en popüler yeri. Güzelliği dillere destan Abant, Mudurnu ilçesine 18 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Bu doğal yaşam alanında 80’in üzerinde familya çeşidi bulunuyor. Yürüyüş, balık tutma, yamaç paraşütü gibi birçok etkinliğe katılabileceğiniz güzel Abant’ta fotoğrafçılık da başlı başına bir etkinlik. Bu doğa harikası göl, her dönem fotoğrafçıların uğrağı haline geliyor.

Bolu'nun oksijen zengini göllerinden biri olan Abant Gölü Tabiat Parkında sonbahar ve kış mevsimini bir arada yaşadık.

Abant Gölü Tabiat Parkı kartpostalları kıskandıran manzaralar huzurunda, göl kenarının, gür ormanların, yemyeşil ağaçların huzurlu doğasında, şehrin gürültüsünden, sonu gelmeyen yapılacaklar listesinden, okuldan, işten, kalabalıktan çok uzakta, çekirdek ailenizle baş başa kalıp güzel bir gün geçirmek için, ister günübirlik ister konaklama olarak değerlendirebileceğiniz harika bir hafta sonu kaçış rotası...

Her mevsim ayrı muhteşemlikte görseller sunan Abant Gölünde piknik, mangal, kamp, balık tutma, yürüyüş, bisikletle, faytonla, atla gezme imkanı bulunuyor. Çevresi 7 km olan Abant Gölü ve etrafında bizim daha önce kaldığımız Büyük Abant Otel gibi 5 yıldızlı otellerin yanı sıra bungalov evler ve restoranlar da mevcut...


Biz gittiğimizde Abant Gölü Tabiat Parkına giriş ücreti alınmıyordu.

Hava kararmaya başladı, bizim de bugünkü rotamızı tamamlama zamanımız geldi.

Çok keyifli ve uzun bir gün sonrası rotamızı tamamladık. Tekrar görüşmek üzere deyip Abant Gölüne veda ettik... Güneş battıktan sonra mutlu bir yorgunlukla Bolu Öğretmenevinin yolunu tuttuk. Fiyatı kahvaltı dahil 120 TL idi. Yarın yine sonbaharın tadını Bolu civarlarında daha önce birçok defa gitmiş olduğumuz Yedigöller'de çıkarmaya devam edeceğiz...

3.Gün: Bolu Öğretmenevi - 1 saat - Yedigöller - 3,5 saat - Ankara

1965 yılında açılan Yedigöller Milli Parkı, Bolu merkeze 42 kilometre uzaklıkta bulunuyor.


Doğa turizminin ülkemizdeki en iyi yerlerinden biri olan Yedigöller, ziyarete gelen misafirlerine eşsiz deneyimler yaşatıyor.


Giriş ücreti 15 TL olan Milli Parkta ateşsiz piknik yaparak doğayla daha rahat baş başa kalabilmeniz mümkün...



Yedigöller Milli Parkı, gezilecek yerlerin tamamını bünyesinde toplamış bir yeryüzü cenneti...


Parktan içeriye adımınızı attığınız anda, yeşilin ve sarının belki de hiç görmediğiniz tonlarını görebilirsiniz.


Sarıçam, karaçam ve gürgen ağaçlarından oluşan karışık ormanları bulunan Yedigöller'de haftasonu geçirmek bir ayrıcalık...

Batı Karadeniz bölgesinin oldukça engebeli bir yerinde olan Yedigöller Milli Parkında irili ufaklı göller, orman denizini andıran zengin bir bitki örtüsü mevcut...

Bu göllerin olduğu yerde bir de çeşme var, dilek çeşmesi. Deringöl'den şelaleye doğru tırmandığınızda karşınıza çıkıyor.


Şelaleden sonra tırmanmaya devam ederseniz Nazlıgöl'e ulaşırsınız ancak daha dik merdivenleri çıkmanız gerekiyor.


Eğer hafta sonu gidiyorsanız mutlaka erken saatlerde gidin. Öğle saatlerinde giderseniz büyük bir kalabalıkla karşılaşırsınız, yoğun trafiğe takılırsınız ve içeri girdikten sonra Bolu'ya dönmek için bekleyebilirsiniz. Çünkü yoğun trafik olduğunda Yedigöller-Bolu yönü trafiğe kapatılıyor ve çıkış yapamıyorsunuz. Maalesef biz bununla karşılaştık ve Mengen yolundan dönmek zorunda kaldık. Mengen yönü, yolu yaklaşık 80 km uzatıyor ve yol çok kötü. Asfalt yok gibi ve hep köy yolundan gidiyorsunuz. Çukurlara girmemek için çok yorulduk.


Önerilerimizden sonra sizleri Yedigöller'in fotoğraflarıyla baş başa bırakırken, canlılar ile ilgili bazı bilgileri de paylaşalım.

Hiçbir canlının doğada bulunuşu rastlantı değildir, hepsinin bir görevi vardır.

Bir kırlangıç yaz aylarında kendini ve yavrularını besleyebilmek için yaklaşık ağırlığı kadar sivrisinek yer.

Kış aylarında fareler yılanları, yaz aylarında yılanlar fareleri yiyerek birbirlerinin sayılarını dengede tutarken, toprağı havalandırır ve bazı hastalıkların yayılmasını engeller.

Tilkiler, karga popülasyonunu dengede tutar.

Nitekim, hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır. Çevremizde gördüğümüz her şey Allah'ın benzersiz yaratışının ve varlığının delilidir.

"Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boşuna yaratmadık (bunlar rastgele olmuş şeyler değildir). Bu inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!" (Sad Suresi, 27.ayet)

Yolumuz Bolu'ya tekrar düşsün niyetiyle bu yazımızı burada bitirelim. Yazımızı okuduğunuz için teşekkür ederiz. Biliyoruz, yetiştirmeniz ve yetişmeniz gereken onlarca iş var. İş güç derken bir de baktınız ki günler geçmiş, durup dinlenmeden çalışmışsınız. Lakin bizler sağlıklı ve mutlu bireyler olmazsak inanın şimdi o çok önemli dediğiniz işlerinizin hiçbir değeri olmaz gözünüzde. Çok mu yoruldunuz? Yaşadığınız şehrin stres ve kargaşasından bir hafta sonu süresince de olsa uzaklaşmak ve doğayla baş başa kalıp kafanızı dinlemek istemez misiniz? O zaman size tavsiyemiz; kendinize birkaç gün ayırın, bir hafta sonu kaçamağı yapın ve seyahate çıkın…

Bu yazımızı Akşemseddin Hazretlerinin nasihatleri ile bitirmek istedik:

Ey oğul! 

• Her işe besmele ile başla. 
• Daima abdestli ve temiz ol.
• Namaz kılmaya önemle devam et. Namazlarında tembellik etme. 

• Kaza ve kaderin Hak'tan olduğunu bil. 
• Sana ulaşan nimete şükret, belaya sabret; sakın Allahü Teala’ya isyan eyleme.
• Kimseden incinerek sitem etme ve kimse de senden incinmesin. Kimsenin kalbini viran eyleme (yıkma).

• Kardeşine ulaşan nimete asla haset etme. 
• Kimseyi kötüleme, yalan ve iftiradan sakın. Kardeşinin kusurlarını görme.
• Ananı ve babanı duadan ihmal etme. Senden büyük kimsenin önünde yürüme.

• Yalnız sefere çıkma. 
• Çok uyumak hastalığa sebeptir.
• Gecenin tamamını uyku ile geçirme. Geceleri uyanık ol (namaz ve zikirle meşgul ol), seher vakitlerinde Kuran-ı Kerim oku. Gece gündüz Allahü Teala’ya dua ve ilticada bulun.

• Allahü Teala’ya daima hamd et, azabından kork. Hep salih kimselerle otur.
• Dünya sultanlarının iltifatıyla sevinme. Dünyanın geçici sevinci seni oyalamasın.
• İhsan ve ikramın bol olsun, sadakayı ihmal etme.

• Sırlarını ifşa eyleme.
• Kendini başkalarına övme, hiçbir şeyinle övünme.
• Bugünden yarının tasasını çekme.

• Namahreme sakın bakma, gaflet verir.
• Yere düşen kırıntıyı alıp yemek, kişinin zengin olmasına sebep olur.
• Daima edepli ol, ikram ettiğine de mütevazi ol.

• Dişini tırnağınla kurcalama.
• Evinde örümcek ağı olmasın.
• Elbiseni üzerinde iken dikme.

• Allahü Teala'ya isyandan sakın ki hafızan ve zekan artsın.
• Sahipsiz mala elini uzatma.
• Ölümü aklından hiç çıkarma. 

• Salih amel işle.
• Tembel olma. 
• Kaderin esiri olduğunu unutma.

• Yaptığını boşa verme, kar ve zararını iyi bil. 
• İki kişi arasına girme. 
• Gece vakti evi süpürme.

• İyiliği haddinden fazla yap. 
• Ahiret endişesini gönülden çıkarma. 
• Dünyanın ferah sevindirmesi seni mağrur etmesin. 

• Cünüple yemekte bulunmak kişiye keder ve gam verir. 
• Kişi başkasının tarağıyla taranmamalıdır. 
• Gece gibi sırları gizle. 

• Ekmeği ve helvayı soğuk ye. 
• Senden yaşlı ve mevkice yüksek olanın önünde yürüme. 
• Evini örümcek yuvasına çevirme, temiz tut misafirlerine ve yakınlarına aç.

• Her zaman Cenab-ı Hakk'a hamd ve şükret. 
• Yalan söyleme. 
• Kimseye iftira etme. 

• Kadınlarla beraber olmaktan ve onlarla çok konuşmaktan sakın. Öyle yapan kimseler yakalarını iftiradan kurtaramazlar. 
• Kimseyi doğrudan doğruya adıyla çağırma.
• Fazla ilişki, çok koku sürmek ve çok ekşili yemek insanı yıpratır, yorar. 

• Sakın elini yüzüne koyup düşünceye dalma.
• Çok uyku yoksulluğa sebeptir. 
• Ananı, babanı ve bütün büyüklerini gözet, onları muhtaç bırakma.

• Her zaman iyi kimselerle olmaya çalış. 
• Kişiye edep ve terbiye yakışır. 
• Cömert ve kerem sahibi olmak gerekir. 

• Don ve benzeri giyeceklerini ayakta giyme.
• Dişini dişine sürtme.
• Ömrünün uzun olmasını istersen başkası için kendini yakıp tüketen mum gibi olma. 

• Gıybet etme. 
• Sana yakın olmayana yaklaşayım diye çalışma. 
• Zamanın kıymetini bil. 

• Tüccar gibi verdiğini geri alma.
• Kimsenin arkasından çekiştirip, iyi olmayan taraflarını ortaya koyma. 
• Aklın varsa kimsenin bulunmadığı tarafa doğru yola çıkma. 

• İçin rahat olmasını istersen elini yüzüne koyma bundan çok rahatsız olursun. 
• Gece gündüz Allah'a yalvarmaya devam et. 
• Allah sevdiği kulun rızkını dünyada kısar, az verir. Çünkü dünya nimetleri, gönül aynasının pasını siler. 

• Gücün yeterse haset kapısını iyice kapat. 
• Bakılması yasak olan kimselere bakma. 
• Başkalarına sevgi ve saygıda bulun. 

• Kimsenin kalbini kırma. 
• Dünyanın nimetlerinin bolluğu kişinin itikadını azaltır ve duygusunu köreltir.
• Otururken elbiseyi vücuda sıkıca sarmalama, serbest bırak. 
• Sakın ha bir evde yalnız başına yatmayasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder