7 Temmuz 2016

Osmanlı'nın Ustalık Eseri: Edirne ve Çanakkale

Edirne, Arif Nihat Asya'nın şiirinin konusu olan güzel şehir. Sultan Selim'in şehri. Mimar Sinan'ın ustalık eserim dediği Selimiye Camisinin şehri. Arif Nihat Asya, ecdadımız için önemli olan ve mazimizin şekillenmesinde payları bulunan şehirlere özellikle eğilmiş, onlardaki ihtişamı gözler önüne sermeye çalışmıştır. Onun şiirlerinde Edirne’nin ayrı bir yeri vardır. Osmanlı'ya payitahtlık eden bu serhat şehri, Arif Nihat’ın şiirlerinde İstanbul ve Konya’dan sonra ismi en çok geçen üçüncü şehirdir. Asya’nın, mahzun şehir diye nitelediği Edirne...

Türkiye'nin anakaradaki en batı noktası olan ve Osmanlı'ya yaklaşık 90 yıl başkentlik yapmış olan Edirne, tarih meraklıları için birebir... Uzun zamandır konuştuğumuz fakat bir türlü aksiyona geçiremediğimiz Edirne seyahati için 2 hafta öncesinden tüm planları yaptık ve bu tarihe şahit olmak için 2016 Ramazan Bayramını fırsat bilip tadı damağımızda kalan bir Edirne ziyareti gerçekleştirdik.

Edirne, Orhan Gazi zamanında Osmanlı topraklarına dahil edilmiş. Osmanlı'nın başşehri olmakla tarihe geçmiş kadim bir şehir. 1568 yılında, Sultan Selim zamanında İslam´ın ve Osmanlı'nın simgesi olarak Selimiye Camii inşa edilmiş. Bizzat Peygamber Efendimiz, Kanuni'nin oğlu 2.Selim'in rüyasına girerek bu camiyi Edirne'ye yapmasını söylemiş. 

Mimar Sinan’ın 90 yaşında yaptığı ve “ustalık eserim” dediği Selimiye Camii, gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biri. Mimar Sinan 1490 yılında Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğmuş. Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul'a getirilmiş. Osmanlı padişahları 1. Süleyman, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan Mimar Sinan, 1588 yılında vefat etmiş. Yapıtlarıyla geçmişte ve günümüzde dünyaca tanınıyor.

Şehre girer girmez çok uzaklardan üçer şerefeli minareleri ile göze çarpan Selimiye Camii, kurulduğu yerin seçimiyle, Mimar Sinan'ın aynı zamanda usta bir şehircilik uzmanı olduğunu da gösteriyor. Minareleri birbirleriyle o kadar uyum içinde ki, Edirne'nin içine girene kadar arkadaki iki minareyi göremiyorsunuz.

2011 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesinde olan Selimiye Camii, herkesin görmesi gereken bir şaheser.

Koca Mimar, İstanbul'daki Şehzade Camisini dört yan kubbe ile, Süleymaniye Camisini ise iki yan kubbe ile desteklemiş. Mimarlık tarihinde en geniş mekana kurulmuş yapı olarak nitelenen Selimiye Camisi ise, sekiz fil ayak üzerine oturan, yerden yüksekliği 43.28 metre olan ve 31.30 metre çapındaki tek kubbe ile şekillenmiş. Bu aynı zamanda Tevhidi inanışın, mimariye yansımış şeklidir.

Mihrap kabartma çiniler ile süslenmiş, 'Amenerrasulü' ile 'Fatiha' suresi işlenerek çini kaplama camide görsel bir odak oluşturulmuş. Mihrap duvarındaki girinti, boyutları ve yarım kubbe örtüsüyle Selimiye mekanına etkili bir kimlik kazandırmış.


Edirne´nin simgesi olan Selimiye Camii, estetik yönden gayet zarif; mimari özelliklerinin erişilmezliği yanında taş, mermer, çini, ahşap sedef gibi süsleme özellikleriyle de son derece önemli. Yapının çini süslemelerinin, Osmanlı ve dünya sanatında ayrı bir yeri vardır. 16. yüzyıl çiniciliğinin en güzel örnekleri olan bu çiniler, sır altı tekniğinde olup İznik'te yapılmış. Mihrap ve minberi ise mermer işçiliğinin baş yapıtlarındandır. Selimiye minberinin yanlarındaki bölümler mermerden olup geometrik örgü ile süslenmiş, çini kaplı bir külahı var. 

Selimiye'deki müezzin mahfili, iç mekana girildiğinde büyük kapı karşısında, kubbenin tam altında; mahfelin tam altında da mermer şadırvan bulunmaktadır. Mahfelin dört tarafı orijinal ceviz korkuluklarla çevrilmiş.

Yapıyı, kubbe kasnağındaki 32 küçük pencereyle, duvarlardaki üst üste 6 sırada yer alan çok sayıdaki pencere aydınlatmaktadır. Bu pencereler ve kandil şeklindeki aydınlatmalar, caminin ilgi çeken ögelerinden. Bazı pencerelerin üstünde "Allah göklerin ve yerin Nurudur" yazıyor.

En çok merak edilen motif olan ve kalabalık olduğundan görmek için sıraya girdiğimiz küçük ters lale motifi, müezzin mahfilinin kuzeydoğu yönünde yer alan köşedeki mermer ayağında bulunuyor. Onu oraya bizzat Mimar Sinan koydurmuş. Sebebi de, bu caminin yeri alınırken burada lale bahçesi olan bir kadının kendilerini epey uğraştırmasıymış. Neyse ki sonunda bu ters kadın ikna edilmiş. Ama buraya ters bir lale koyduracak kadar da Mimar Sinan'ı uğraştırmış. Allah ve lale sözcüklerinde aynı harfler bulunması nedeniyle bu çiçeğe mistik bir anlam da kazandırılmış.


Asya'nın Lâlelerle ilgili bir yazısından; "Edirne'de Selimiye Camii'nin iç şadırvanında, halkın 'Ters Lâle' dediği ve bir hikâyeye bağladığı çiçek resmi, gözümün önündedir; boynu bükük bir lâleydi. Ağzına avucumla su vereceğim gelirdi. Onu, havuzun suyuna erişmeye çalışan bir lâle bilirdim... Bugün de öyle biliyor ve merak ediyorum; susuz lâle, eğile eğile, narin dudaklarını suya değdirebildi mi?"

Selimiye Camisinden çıkınca Müzekart ile girilen Türk ve İslam Eserleri Müzesini gezdik. Selimiye Camisinin taş duvarlarla çevrili geniş dış avlusunda bulunan Darül-Sübyan, Darül-Kur'a ve Darül-Hadis yapıları, buradaki müzelerin çeşitli bölümlerini oluşturuyor. Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ndeki, Balkan savaşlarına giden bir askerin Çömlekakpınar köyü imamına emanet ettiği sancak... Üstte Allah, sağda Namus, solda Vatan, altta da İttihad yazıyor.

Türk-İslam sanatının en önemli eserlerinden Selimiye Camisi'nin karşısında yer alan ve yazılarıyla ünlü Eski Camii (Ulu Camii) ile Edirne gezimize devam ediyoruz. Yıldırım Bayezid'in oğlu Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında yapımına başlanan Eski Cami, kardeşi Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1414 yılında tamamlanmış. 1749 yılında yangından, 1752 yılında da Edirne depreminden zarar gören cami 1.Mahmut döneminde tamirat görmüş. 

 

En göze çarpan yönü, duvarlarındaki siyah renkli, kocaman kocaman yazı ve tuğralar. Selatin camilerinin en eskilerinden olan Eski Camii ve buradaki Hacer-ül Esved taşını ziyaret eden çok.


Eski Camii'de yer alan Hacer-ül Esved taşı parçası, mihrabın sağ tarafında, mihrap ile minber arasında kalan kısımda bulunuyor. İstanbul'daki Hacer-ül Esved parçalarının nasıl geldiği biliniyor ama Edirne'deki Eski Camii'de bulunan parçanın nasıl gelmiş olduğu bir muamma. Ancak yine de taşın buraya gelmesiyle ilgili şöyle bir rivayet varmış: Aşırı yağışlardan dolayı Kabe'nin duvarından Hacer-ül Esved parçaları düşer. Taşları ne şekilde yeniden Kabe duvarına koyacağını düşünürken uykuya dalan Kabe emiri, rüyasında Hz. Peygamber'i görür. Hz. Peygamber rüyasında emire, Diyar-ı Rum'da bir cami olduğunu ve taşı oraya göndermesi gerektiğini söyleyince parça, yapımı ağır aksak ilerleyen Edirne'deki Eski Cami'ye gönderilir. Parçanın bu caminin duvarına konulmasının ardından Eski Cami kısa sürede tamamlanır. İstanbul'daki Hacer-ül Esved taşlarının 4 parçası Sokullu Mehmet Paşa Camii'nde, bir parçası da Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Türbesi'nde...

Edirne gezimize Üç Şerefeli Camii (Burmalı Camii) ile devam ediyoruz. 1433-1447 yılları arasında 2.Murad burayı yaptırdığında dünya üzerinde üç tane şerefesi olan başka hiçbir cami yokmuş. Bu özelliği halkın bir hayli dikkatini çekmiş. Bu nedenle de camiye üç şerefeli diye hitap etmeye başlamışlar. Dört minaresinin her biri farklı biçimde tasarlanmış.

Batı, kuzey ve doğuda olmak üzere üç kapısı var. Bu kapılardan girdiğinizde sizi enlemesine tertiplenmiş bir harim karşılıyor.


Tarihi cami gezilerimiz sonrasında karnımız acıkıyor ve Kemal Usta'da Edirne’nin ünlü tava ciğerinin tadına bakıyoruz. Arslanzade'den Deva-i Misk Helvası, Badem Ezmesi, Acıbadem ve Kavala Kurabiyesi alıp Edirne gezimize devam ediyoruz. Yürüyerek gezebileceğimiz şehir turu bitince merkezden biraz uzaklaşıp Edirne'nin en yüksek yerinde bulunan Şükrüpaşa Anıtı ve Balkan Savaşları Müzesine gidiyoruz. Anıt ve müze 26 Mart 1913 Balkan Savaşı ve şehitlerinin anısına yapılmış bir kompleks.

Savaş sırasında yokluk içinde Edirne'yi savunan ve tarihe "Edirne Müdafii" olarak geçen, merhum Şükrü Paşa'nın mezarını ziyaret ettik. Bulgar kuşatması altındaki Edirne’yi, destek kuvvet gelene kadar 50 gün savunması istenmesine rağmen, Şükrü Paşa şehri 5 ay muhteşem bir müdafaayla muhafaza etmiş. Sonunda yiyecek ve cephanenin kalmadığı Edirne, Bulgar işgaline uğramış.


Edirne, camiler kenti olmasının yanı sıra aynı zamanda köprü deyince de akla ilk gelen şehirlerden biri. En çok dikkat çekenlerden Fatih Köprüsü, Fatih Sultan Mehmet devrinde 1452'de yaptırılmış taş bir köprü. Sarayiçi'nde Demirkapı ile Adalet Kasrı arasında Tunca Nehri'nin üzerinde. Adalet Kasrı, sarayın sağlam kalan tek binası. Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılan kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yenilenmiş. Kanuni'nin kanunlarını burada yazdırdığı söyleniyor. Sarayiçi semtinden Edirne merkeze doğru giderken Fatih Köprüsünden sonra geçilen Saray Köprüsü (Kanuni Köprüsü), Kanuni döneminde Mimar Sinan tarafından yapılmış. Tunca Nehri üzerinde olan dört gözlü köprü 60 metre uzunluğunda. 

Edirne'nin Tunca nehrine doğru olan bölümüne geldiğimizde Osmanlı Sarayının kalıntıları ile karşılaşıyoruz. Fatih'in eğitim gördüğü ve oğullarına sünnet töreni yaptırdığı Edirne Saray kalıntılarında Babüssade, Saray Mutfakları, Cihannüma Kasrı ve Kum Kasrı Hamamını görüyoruz.  
 

Kum Kasrı Hamamı, Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Amire) kompleksinin ayakta kalan az sayıdaki yapısından biri.

Gezimizin son durağı, Fatih Sultan Mehmet'in oğlu 2. Bayezit'in 1488 yılında Tunca nehrinin kenarına inşa ettiği külliye içindeki darüşşifa. Giriş ücreti 5 TL. Edirne'nin en önemli yapıtlarından olan Bayezid Külliyesi içindeki, 2004 yılı Avrupa Müze Ödülü sahibi Beyazıd Camii ve Külliyesi Sağlık Müzesi, Trakya Üniversitesi tarafından 1997 yılında restore edilmiş. Şifahanenin içine hastaların mankenleri konmuş. Bunları o kadar güzel yapmışlar ki, sanırsınız gerçekten çevre Osmanlı kıyafetli insanlarla dolu. 

Avrupa'da delilerin içine şeytan girdiğine inanıldığı ve yakıldığı bir dönemde, Osmanlı ruh ve akıl hastalarını iyileştirmek için harika tedavi yolları bulmuş. Mesela Evliya Çelebi'nin anlattığına göre bu hastanede, hastaların musiki ile tedavilerine çalışılırmış. Hastanenin içindeki dev havuzun fıskiyesi de gün boyu su sesi ile hastaları dinlendirirmiş. 

Edirne gezimizin sonunda Tunca ve Meriç köprülerinden geçerek Karaağaç’ı geziyoruz. Göreceğimiz yerler arasında Eski Tren İstasyonu ve Lozan anıtı vardı ama biz gidene kadar kapandığı için sadece dışarıdan görebildik.

Edirne, sınır şehri olması ve ekonomik açıdan çok gelişmemiş olması nedeniyle fazla kalabalık değil. Anlaşılan o ki, Selimiye Camisi de ziyaretçilere fazla tanıtılamamış, yahut yeteri kadar ilgi görememiş. İnşallah en kısa zamanda daha fazla kişi tarafından ziyaret edilir; bu muhteşem eser yeni insanlara, yeni nesillere tanıtılır. İnsanlar, böyle muhteşem eserlerin yanında ve yakınında olmanın ne anlama geldiğini yeteri kadar algılayamıyor. Üzülerek ifade edelim, camiler ibadet açısından yeteri kadar ilgi görmüyor. Asya'nın deyimiyle Edirne mahzun; Selimiye'nin ise kendisini dolduracak, manevi alanda kucaklayacak, kendisini yapan ve yaptıran zihniyetin İslam Dinini anlama, Allah´a kul olma bilincini aynen yaşayacak Müslümanlara, imanın mana ve lezzetini tadacak insanlara ihtiyacı var.

2. GÜN

İkinci günün sabahı Tekirdağ M.Ereğlisi Yeniçiftlik'ten Çanakkale yolculuğumuza başlıyoruz. Marmara Adası ve Marmara Denizi manzarası eşliğinde Tekirdağ yol güzergâhını kullanarak gidiyoruz. Tekirdağ'dan sonra deniz kenarından ayrılıp içeriden devam ediyoruz. Anayoldan sapıp köy yollarına giriyoruz. Balabancık'tan Çimendere'ye giden ve buradan Evreşe’ye kadar uzanan yol, yer yer bozulmuş ve çözülmüş olsa da asfalt kaplı. Artık Tekirdağ il sınırlarından çıkıp Çanakkale’ye doğru ilerliyoruz. Çanakkale sınırına girdikten sonra Evreşe tabelasını görünce Evreşe Yolları türküsü geliyor aklımıza. Türküde olduğu gibi Evreşe yolları dar değil. Hatta, Gelibolu Yarımadası’ndaki kasabaların tümünden daha geniş. Etrafı sulak ovalarla çevrili olan bu şirin kasabada, 10-15 sene öncesine kadar binlerce manda bulunurmuş. Yüksek yağ oranı barındıran lezzetli sütü, yoğurt ve peynir yapımında kullanılan mandalar, sabah saatlerinde otlamaya giderken yolları daraltır, beldenin trafiği kilitlenirmiş. Akşam saatlerinde dönüşe geçtiklerinde de aynı olay yaşanırmış. "Evreşe yolları dar / bana bakma benim yarim var" türküsünün, yolları sabah akşam daraltan mandalardan çıktığı rivayet ediliyor.

Tekrar denize kavuşup Gelibolu yarımadasına girdiğimizde, 1914 yılında başlayan, toplam 253.000 askerimizin şehit ve zayi olduğu Çanakkale Savaşının izlerini bir bir görmeye başlıyoruz. Gelibolu yarımadasında Eceabat, Kilit Bahir, Namazgah Tabyası, Mecidiye Tabyaları, Seyit Onbaşı Anıtı, Soğanlıdere ve Şahindere Mülanım-ı Sani Mustafa Efendi Şehitliğini ziyaret ediyoruz. Yarımadadaki en büyük anıtımız olan ve Morto Koyu önündeki Hisarlık tepesinde 1960 yılında tamamlanan, 42 metre yüksekliğindeki Şehitler Abidesi’ni ziyaret ediyoruz.

Abide ziyaretimizin ardından Seddülbahir, Yahya Çavuş Şehitliği, Ertuğrul Koyuna gidiyoruz. Eski adı Kitre olan Alçıtepe Köyünde yediğimiz öğle yemeğimizin ardından, Çanakkale Savaşları sırasında kahramanlıkları destanlaşan ve tümü ile şehit olan 57. Piyade Alayının anısına Kültür Bakanlığınca 1994 yılında yapılan 57. Alay Şehitliğini ziyaret ediyoruz.


Ardından Conk Bayırına çıkıyor ve oradan panoramik olarak Ege Denizini ve Anafartalar Ovasını görme imkânı buluyoruz. Aynı zamanda Conk Bayırında Mustafa Kemal’in saatinin kırıldığı yeri de görüyoruz.

Gezilerimizi yapıp Marmara Adası ve Marmara Denizi manzarası eşliğinde Tekirdağ yol güzergâhını kullanarak evimize dönüyoruz.

Tüm Edirne'nin kısa özetini veren Arif Nihat Asya mısralarıyla bitirelim...


“Selimiye” derler, “Edirne” derler;
Tatlı bir gariplik duygusu gelir.
Kemerler, çeşmeler, minarelerle
Bir eski eserler kamusu gelir. 
Minarelerden en tatlı ezanlar,
Dallardan güvercin hu-hu’su gelir.
Ayşekadın’a gül ve Yıldırım’a
Üçşerefeli’nin kumrusu gelir.
Şu Selimiye’dir, şu Muradiye…
Çinilerden sümbül kokusu gelir.
Karşısına ya iki sedef çekmece,
Ya iki mücevher kutusu gelir.
Vezirlerin iki tuğlusu gider,
Arkasından, yedi tuğlusu gelir.
Şurda abdest alır Hüdavendigâr;
Yerden suyu, gökten havlusu gelir.
... 
Taşları kararmış bir yol ucunda
Üçşerefeli’nin kapusu gelir.
Şu yana dönersen Eskicami’nin
Kesilmiş, biçilmiş avlusu gelir.
Atınca üç adım daha ileri
Bir serin kubbenin kuytusu gelir;
Dünyanın en güzel minareleri
Ve kubbelerin en ulusu gelir;
Türk’ün Trakya’da tapusu gelir.
Mihrabında bir teravi kılmaya
Denizler ardından yolcusu gelir.
Bilsen ki bağrında kanar bir yara
Yarasını sarmak arzusu gelir.
Mahya olmak için Sultan Selim’e
Göklerden yıldızlar ordusu gelir.
Kubbeler menekşe, şerefeler gül…
Mermerlerinden çiğdem kokusu gelir.
Yazık ki yıkılmış Karaağaç’tan
Bugün, artık, ağıt kokusu gelir!
Edirne’ye ‘mahzun Edirne’ sözü
Şimdi sözlerin en doğrusu gelir.
‘Şu köprü, köprümdür… geçeyim!’ dersin…
Önüne yabanın namlusu gelir.
Şimalde bahçene çıkmak istesen
Yolunu bekleyen bir pusu gelir
Ve hıyanetlerin kuyusu gelir.
‘Nerdesin ey tarih?’ desen, gözüne
Serdengeçtilerin koşusu gelir.
‘Hani torunum?’ der şehit ruhları;
Sana bir imtihan kaygusu gelir…
Cevap verememek korkusu gelir..
...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder