1 Ekim 2022

Bu Nehir Olmasaydı, Bu Şehir Olmazdı: Amasya

Karadenizin saklı hazinelerinden biri olan şehzadeler şehri Amasya'ya doğru yola çıkıyoruz. Samsun’un hemen altında Çorum ve Tokat’ın arasında güzeller güzeli bir şehirdir Amasya. Bir gelin gibi nazlı, genç bir kız gibi asaletli ve yılların verdiği bilgelik, ustalık, deneyimle bir öğretmen gibi bilgili şehir Amasya… Yeşilırmak nehrinin içinden geçtiği şehirde, kendinizi bir masalın içindeymiş gibi hissetmeniz çok normal. Çünkü bizce, bu nehir olmasaydı, bu şehir olmazdı! Nice krallıklara başkent olmuş, sanatçılar, şairler, bilim adamları yetişmiş, Osmanlı'da ise şehzadelere Amasya'da eğitim verilmiş... Amasya girişinde bizi Ferhat ile Şirin Aşıklar Müzesi karşılıyor.

Tüm Anadolu insanı gibi Amasyalı da efsaneleri seviyor, belki de bu yüzden geç Helenistik-erken Roma döneminde var olan antik kentin su ihtiyacını karşılamak amacıyla kayalar oyularak yapılan su kanalına ‘Ferhat ve Şirin Efsanesi’ni yakıştırıp ‘Ferhat Su Kanalı’ adını vermişler. 


Buraya Amasya Belediyesi tarafından yaptırılan müzede, Ferhat ile Şirin’in yanı sıra Mimar Sinan ile Mihrimah Sultan, Romeo ve Juliet, Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı’dan; Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre’nin “ilahi aşk”ına kadar birçok efsanevi aşk yansıtılmış. 

Bu müzenin bahçesinde, Ferhat ile Şirin'in olduğu söylenen bir mezar da var. Buradaki tabelada yazan Ferhat ile Şirin'in aşk hikayesi: Ferhat meşhur bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun kız kardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini yaparken Ferhat Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat Sultana haber salarak Şirin'i istetir. Sultan kız kardeşini vermek istemez. Ferhat'ı oyalamak için Elma Dağını delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat sevdanın verdiği aşk ile dağları delmeye başlar.


Mehmene Banu, dağı delip şehre suyu getirmek üzere olan Ferhat'ın yanına yaşlı dadısını göndererek Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat bu acı haber üzerine elinde tuttuğu külüngü havaya atar. Düşen külünk Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat ölür. Ferhat'ın acı haberini alan Şirin, korku ve endişeyle olayın geçtiği kayalığa koşar. Ferhat'ın öldüğünü görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan yuvarlanarak can verir. Her iki sevgiliyi can verdikleri kayalıklarda yan yana gömerler.

Derler ki; her bahar iki mezar üzerinde, biri kırmızı biri beyaz iki gül bitermiş. Bu iki gül tam birbirine kavuşmak üzere iken mezarların ortasından bir karaçalı çıkar, iki gülün kavuşmalarını engellermiş...

Göynünü Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi...

Müzedeki Amasya maketinden gerçek Amasya'ya doğru yola çıkıyoruz. Amasya merkeze girmeden önce, şehir merkezine 3 km uzaklıktaki Aynalı Mağaraya gidiyoruz. Burası aslında bir kaya mezarı ve Amasya'daki kaya mezarlarının en iyi işlenmiş ve tamamlanmış olanı. Büyük bir blok kaya parçası oyularak yapılmış. Mağarada, Helenistik Çağda ömrünü Amasya'da geçirmiş Mitra Rahibi TES'in anıtsal mezarı yer alıyor. Amasya'nın efsaneleri sevdiğini söylemiştik. Buranın da Güzelce Kız isimli bir efsanesi var: Güzelce Kız, bir kral kızıdır. Dünyalar güzelidir. O kadar güzeldir ki; görenler dayanamaz, yıldırım düşmüş gibi kendilerinden geçerler. Bu yüzden genç kız, hep peçeli gezer, güzel yüzünü kimseye gösteremez.

Artık zamanı gelmiştir diye düşünen babası, dört bir yana haberciler çıkarır, kızını evlendirecektir ama kim kızının peçesini açıp güzelliğine dayanır, onu dünya gözüyle seyredebilirse kızını ona verecektir. Bu çağrı ile yedi iklim, dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler, kısacası gençliğine, bilek gücüne güvenenler dört nala Amasya’ya gelirler.

Amasya meydanında kurulan özel bölümde bulunan Güzelce Kız bekleyedursun. Kendine güvenen delikanlılar cesaretlerini toplayamaz, yanına yaklaşan ise peçesini kaldırmak istediğinde eli titrer, dizlerinin bağı çözülür. Bu sahneler günlerce devam eder. Bir gün fakir mi fakir, ama yiğit mi yiğit, gerçekten güzel, alımlı bir delikanlı “Ben de şansımı denemek istiyorum!” diye destur alıp tahtın yanına yaklaşır. Herkesin şaşkın bakışları arasında hiç vakit geçirmeden Güzelce Kız'ın peçesini kaldırır. O an öyle bir elektriklenme olur ki, bir aydınlanma, bir alev, bir ateş sarar etrafı. Kimse ne olduğunu anlayamaz. Meydanda bulunanlar korkudan yerlere kapanır. Sonra, sonsuz bir sessizlik içinden kömür kesilir iki genç, yan yana uzanmış şekilde... İki gencin cesedi, şehre yakın yerdeki bağ ve bahçelikler yanında bulunan kaya mezar içinde iki ayrı odaya gömülür. Bu kaya mezarının dışı güneşle birlikte Güzelce Kız’ın yüzü gibi parlamaya başlar. Bu parlaklığından dolayı da, daha sonra kaya mezarın adı "Aynalı Mağara" diye ünlenir...


Şimdi istikamet Amasya Kalesi. Şehrin kuzeyini kaplayan Harşena Dağı üzerindeki Amasya Kalesi, tarihi mücadeleler içinde birçok defa el değiştirmiş ve bunların çoğunda tahrip olmuş. Persler, Romalılar, Pontus ve Bizanslıların egemenlikleri döneminde çok kez saldırıya uğrayan kale, her seferinde yeniden yapılmış. Kalede sarnıçlar, su depoları ve Osmanlı dönemine ait hamam kalıntıları bulunuyor.

Kalenin bulunduğu sarp yamaçta durup aşağıdan akan nehre bakıyor ve fotoğraf çekiyoruz. Kaleden Amasya'nın manzarası nefes kesici. Gelişiniz bir de ezan vaktine denk düşerse eğer, aşağıdaki vadide yankılanan sesler içinizi huşuyla dolduracak.


Kaleden kuşbakışı gördüğümüz Amasya gezimize başlıyoruz. Konum bakımından Amasya Kalesi eteklerinde düz bir duvar gibi dikine uzanan kalker kayalara oyularak yapılan Kral Kaya Mezarları, Helenistik dönemde Amasya’yı MÖ 333’ten MÖ 26’ya kadar başkent olarak kullanan Pontus krallarına aitmiş.

Pontus krallarına ait Kaya Mezarları, Harşena Dağının yamacındaki kayalıklara oyularak inşa edilmiş.


Kaya mezarların, akşamları ışıklandırılmasıyla oluşan görüntü ise seyri doyumsuz bir tablo...


Yeşilırmak'ın kuzey kıyısındaki Hatuniye Mahallesi’nin dar sokaklarından, tren yolunu geçerek çıkılan mezarların arasında, kayaların oyularak yapıldığı yollar ve merdivenler var. Buradan, yol boyunca hissettiğimiz yorgunluğu unutturan Amasya manzarası...


Ardından, Kral Kaya Mezarlarından kuşbakışı izlediğimizde uzaktan bile zarif ama heybetli görünen 2.Bayezid Külliyesine gidiyoruz... Amasya Valisi Şehzade Ahmet’in, babası Sultan 2. Bayezid adına 1481-1486 yıllarında inşa ettirdiği külliyenin içinde cami, medrese, imaret, türbe, şadırvan ve çeşme bulunuyor.

Caminin batı yönünde “U” planlı medrese, doğusunda ise “L” planlı imaret var.

İmaretin içindeki Minyatür Amasya Müzesini mutlaka gezmenizi tavsiye ediyoruz.

1/150 ölçekte yapılan müze, 1914 yılında çekilmiş bir fotoğraftan esinlenerek yapıldığı için o yılları yansıtıyor. Makette gecenin de yaşatılabilmesi için yapılan tonozlu bir sırt üzerinde yıldızlar ve ay beliriyor, evlerin ışıkları yanıyor. Maketteki bu sistem ile 3 dakika gece yaşandıktan sonra sabah ezanıyla birlikte gün ağarmaya başlıyor, çok etkileyici...


2. Bayezid Külliyesinden başlayarak Amasya'da görülmesi gereken camileri gezelim.

Yan mekânlı ya da zaviyeli cami mimarisinin seçkin örneklerinden biri olan 2. Bayezid Cami...

Cami, ortada büyük bir kemerle ayrılan iki kare mekânla, doğu ve batı yanlarda üçer kubbeli yan mekânlardan oluşuyor.

Orta mekânı, sekizgen kasnaklarında 16’şar pencere bulunan iki büyük kubbe örtüyor.

Kubbe içi ve pencere kemerlerinin üzeri zengin kalem işleri ile süslenmiş.


Ahşap pencere kanatları 15. yüzyıl ahşap kündekârî tekniğinin güzel örneklerinden...


Kuzeydeki son cemaat yeri, 5 sivri kemerin taşıdığı 5 kubbe ile örtülü. Son cemaat yerindeki pencere üstleri mavi beyaz çini panolarla süslenmiş.

Buranın iki ucunda yükselen tek şerefeli iki minareden doğudakinin gövdesi dikine yivli...

Batıdakinin gövdesi ise zikzak taş dekorlu...

Caminin mukarnas süslemeli, ihtişamlı taç kapısı üzerindeki üç satırlık mermer kitabe Hattat Ali bin Mezid’in eseri... Kapının önünde başınızı yukarı kaldırdığınızda çok güzel bir kubbe ile karşılaşıyorsunuz.


Avlu ortasında yer alan 12 kenarlı şadırvan, 12 sütunun taşıdığı, 12 yüzlü sivri piramit bir çatıyla örtülü...

Muvakkithaneyi de dışarıdan gördükten sonra Amasya'da gezmeye devam ediyoruz.

2. Bayezid adına yaptırılan camiden sonra gittiğimiz, Sultan 2. Bayezid'in eşi ve Şehzade Ahmet'in annesi Bülbül Hatun tarafından 1510 yılında yaptırılan Hatuniye Camii de Yeşilırmak'ın hemen karşı kıyısında yer alıyor. Aslında burası da cami, hamam ve sübyan mektebinden oluşan küçük bir külliye. Camiye, Hazeranlar Sokağı üzerinden, kuzeyindeki alçak yay kemerli kapıdan giriliyor.


Kuzey cephesi, birbirine sivri tuğla kemerlerle bağlı 6 sütunun oluşturduğu 5 gözlü bir son cemaat yeriyle kapatılmış. Dikdörtgen planlı caminin duvarları moloz taştan örülmüş. Caminin kuzeybatı köşesinde tuğla örgülü, tek şerefeli minaresi bulunuyor.

Hatuniye Camiinin biraz ilerisindeki, 1865 yılında yaptırılan tipik bir Osmanlı konağı olan Hazeranlar Konağına gidiyoruz. 


Yalıboyunun en eski köprülerinden Alçak Köprünün ayağında, Kral Kaya Mezarlarının bulunduğu dağın eteklerinde kurulu iki katlı ahşap konak Şehzadeler Müzesi olarak kullanılıyor. Yalıboyu evlerinden biri olan Hazeranlar Konağı, Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa’nın defterdarı Hasan Talat Efendi tarafından, Yeşilırmak kıyısındaki eski sur duvarları üzerine inşa ettirilmiş. Osmanlı döneminin tarihsel izlerini taşıyan, bodrum üzeri iki katlı olarak yapılmış olan konak, haremlik ve selamlık olarak iki bölüm halinde düzenlenmiş.

Amasya’da yaşamış olan şehzadelerin aslına uygun resimlerinden yola çıkılarak yaptırılan heykelleri ve kendi dönemlerini yansıtan kıyafetleri ile müze, ziyaret edilmesi gereken yerlerden...


Yalıboyu evlerinin cumbalarını izleyerek Yeşilırmak kenarından yürüyoruz.


İlk kez geldiğimiz bir şehirde yürümek çok keyifli, her sokak bize bir sürpriz yapıyor. Yürümeye başladığımızda, Amasya’daki en güzel ahşap evler bir bir kadrajımıza giriyor. Zaten hepsi de nehrin kenarına sıralanmış, fotoğraflarını çekmemizi bekliyor gibi...

Yalıboyu evleri, Yeşilırmak kenarındaki tarihi sur duvarları üzerine, ahşap arası kerpiç dolgulu olarak yapılmış. Geleneksel Osmanlı evlerinin bütün özelliklerini barındıran bu evler, Amasya’nın güzelliğine tarihi bir değer katıyor. Yalıboyu evleri; yan yana, tek ya da iki katlı, genellikle avlulu ve bahçeli...


Yalıboyu evlerinin Amasya’nın merkezinde olması, Yeşilırmak’ın diğer kıyı şeridinin de yürüyüş yolu ve dinlenme alanı olarak inşa edilmesi, hem şehir halkı hem de turistler tarafından ziyaretini kolaylaştırmış.



Günümüzde birçoğu otel, pansiyon ya da restoran olarak kullanılıyor. Saat Kulesinin yanındaki Öğretmenevi de bunlardan biri...


Saat Kulesi, 1865 yılında Amasya Mutasarrıfı Ziya Paşa tarafından Nergis Köprüsü üzerinde yaptırılmış, aynı yıl çıkan yangında hasar görmüş ama 75 yıl boyunca çalışmaya devam etmiş. 1939 yılında Erzincan'da meydana gelen depremde hasar görmüş. 1940 yılında Yeni Köprü (Hükümet Köprüsü) yapılırken yenisini yaptırmak düşüncesi ile yıktırılmış, 2002 yılında yeniden inşa edilmiş.


Saat Kulesinin de bir hikayesi var: Anadolu’nun işgal edildiği yıllarda, Merzifon’daki İngiliz birlikleri Amasya şehrini karıştırmak ister ve halkı tahrik etmek için her şeyi dener. Bazı İngiliz askerleri Saat Kulesinden içeriye girerek kuledeki Türk bayrağını indirir ve İngiliz bayrağını asar ancak bunu gören halk isyan noktasına gelir ve tam isyan edecekken bir anda fırtına çıkar, İngiliz bayrağı direkten koparak nehre doğru uçar gider...

Amasya gezimize, Darüşşifa (Bimarhane) ile devam ediyoruz. Darüşşifalar (şifa evi/hastane), Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde hastaları tedavi etmek ve tıp eğitimi vermek için kurulmuş yapılardır. Amasya şehir merkezinde bulunan ve şu anda Şerefeddin Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi olarak kullanılan Darüşşifa (Bimarhane), zengin süslemeli taç kapısının üzerindeki kitabesine göre, 1308-1309 yıllarında İlhanlı Hükümdarı Sultan Mehmet Olcaytu ve eşi İldiz Hatun adına yaptırılmış. 


Tıp Medresesi olarak kullanılan eserin taç kapısı, dönemin taş işlemeciliğini yansıtan giriş detaylarının güzelliği ile ünlü. Karşılıklı iki eyvanı, eyvanların arasında iki tarafı revaklı avlusu ve revakların ardındaki tonoz örtülü odaları ile klasik açık avlulu Selçuklu medrese planına sahip bir tıp medresesi. Amasya Darüşşifası’nı sadece Anadolu’daki değil tüm dünyadaki hastanelerden ayıran önemli özelliği, akıl hastalarının müzik ve su sesiyle iyileştirildiği ilk yer olması. Darüşşifada tıp eğitimi yapılırken aynı zamanda hastalar tedavi edilmiş, akıl ve ruh hastalarının musiki ile tedavi edildiği tıp merkezine dönüşmüş. Müze haline getirildiği 2011 yılına kadar (1999-2011) Belediye Konservatuvarı olarak hizmet vermiş. Tarihi Amasya Darüşşifası, 2011 yılı itibari ile Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi olarak hizmet vermeye başlamış.


Tarihte bilinen 3 önemli cerrahtan biri olan 1402-1468 yıllarının ünlü hekimi Amasyalı Sabuncuoğlu Şerefettin, Fatih Sultan Mehmet döneminde burada 14 yıl başhekim olarak görev yapmış. Müzede, Sabuncuoğlu'nun yazdığı birçok eser ile tıp dünyasında büyük şöhrete sahip olduğunu öğreniyoruz. Tıp tarihçileri tarafından hekimliğin en büyük otoritelerinden sayılıyormuş. Müzede, Sabuncuoğlu'nun kitaplarında anlattığı cerrahi yöntemler ve aletler sergileniyor.


Tedavi odasında, Sabuncuoğlu Şerefeddin'in hareketli heykeliyle karşılaşıyoruz. Balmumundan yapılmış heykel, yaklaştığınızda başını çevirip tedaviyi nasıl yaptığını anlatıyor ve biraz korkutuyor :) 


Birçok hastalığa şifa bulmuş olan Sabuncuoğlu Şerefettin; yazdığı kitaplar, tedavide kullandığı araçlar, yöntemler ve şifalı macunlarla günümüz çağına ışık tutmuş. Müzede, Sabuncuoğlu Şerefettin'in Mücerrebname adlı eserinde yer alan formüllere aynen uyarak oluşturulan Macun-ı İbni Sina, Macun-ı Bellud gibi şifalı karışımları satılıyor. Macun-ı İbni Sina için "Seçilen macunlar arasında bundan daha iyi bir macun yoktur" demişler.


Müzedeki müzikle tedavi odasında burçlara, vakitlere ve hastalıklara göre Türk müziğindeki makamlar belirlenmiş. Müzede, kendi burcunuza göre makamınızı öğrenip o makamda müzik dinleyebiliyorsunuz. Müzik dinlerken tabiatınıza (ateş, toprak, hava, su) göre özelliklerinizi de okuyabiliyorsunuz. Genel olarak; tabiatı su olanlar hassas ve duygusal, hava olanlar sıkılgan, toprak olanlar sabit fikirli, ateş olanların ise benlik duygusu çok kuvvetli olurmuş. Burçlara göre tabiat ve makamlar;

Koç: Rast makamı, tabiatı ateş.
Boğa: Irak makamı, tabiatı toprak.
İkizler: Isfahan makamı, tabiatı hava.
Yengeç: Zirefkend makamı, tabiatı su.
Aslan: Büzürg makamı, tabiatı ateş.
Başak: Zengüle makamı, tabiatı toprak.
Terazi: Rehavi makamı, tabiatı ateş.
Akrep: Hüseyni makamı, tabiatı su.
Yay: Hicaz makamı, tabiatı ateş.
Oğlak: Buselik makamı, tabiatı toprak.
Kova: Neva makamı, tabiatı hava.
Balık: Uşşak makamı, tabiatı su.

Kulağımızda makamlar, milli mücadele döneminde Atatürk ve arkadaşlarına ev sahipliği yapmış olan Saraydüzü Kışlasına doğru gidiyoruz. 1944 tarihinde meydana gelen heyelan nedeniyle hasar gören bina, daha sonra tamamen yıktırılmış. Karşısındaki alana aslına uygun olarak yeniden yapılan Saraydüzü Kışlası, Milli Mücadele Müzesi olarak hizmet veriyor.

Milli Mücadele Müzesinde bilgi panoları, balmumu heykeller ve eser vitrinleriyle Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan Amasya Genelgesi anlatılıyor.


Saraydüzü Kışlasının yanında yer alan sekizgen plan şemalı Büyükağa Medresesi, 1488’de Sultan 2.Beyazıt’ın Kapıağası Hüseyin Ağa için inşa edilmiş. Medrese günümüzde de din eğitimi vermek için kullanıldığından içine giremiyoruz. Aşağıdaki fotoğrafta maketi var.


Buradan tekrar merkeze doğru yürüyerek geçirdiği yangın ve depremlere rağmen her defasında ya yeniden yapılarak ya da onarılarak günümüze kadar ulaşan Gümüşlü Camiine geçiyoruz. Amasya'nın hemen hemen tam merkezindeki Yavuz Selim Meydanının doğusunda bulunuyor. Kare plân şemasına sahip olan eser, ahşap kubbe ile örtülü...

Gümüşlü Camii'nin ilk yapılışı, İlhanlıların Amasya'ya hakim oldukları döneme rastlıyor. 1326'da Tacettin Mahmut Çelebi tarafından yaptırılan cami, 1419-1612-1688 yıllarında ve 1721'deki yangından sonra onarım görmüş. Son cemaat yeri 1903'de, içeriyi süsleyen kalem işleri de 1960 yılında yaptırılmış. 


Gümüşlü Camii'nden yukarı doğru yürüdüğümüzde, meydanın güneybatısında bulunan Pir Mehmet Çelebi Camii ile karşılaşıyoruz. Kapısında yazdığına göre 1507 yılında yapılmış. Burası da Amasya'nın tek kubbeli ve minareli küçük camilerinden...


Yukarı doğru biraz daha yürüyüp Amasya'nın Ulu Camii olan Burmalı Minare Camii'ne gidiyoruz. 1242 yılında, Anadolu Selçuklu hükümdarı 2. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yapılmış. Kuzeybatı güneydoğu yönünde uzanan dikdörtgen planlı bir oturum alanı üzerine inşa edilmiş. Üç sahanlı olup klasik Selçuklu Ulu Cami plan tipinde yapılmış. Bitişiğindeki Selçuklu kümbeti ve Osmanlı dönemi minaresi ile dikkat çekiyor. Caminin minaresi 17. yüzyıl özelliğinde, burmalı (sarmal) olarak kesme taştan inşa edilmiş.


Bugün, minaresinin yapım biçimiyle adlandırılan ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Mahkeme Camii ismiyle bahsettiği caminin minaresi ilk yapıldığında ahşapmış. 1590 yılındaki deprem ve 1602 yılında yaşanan yangında hasar gören caminin minaresi, 1730 yılında yaşanan büyük yangında tamamen yok olmuş. Bunun yerine yapılan minare, bu kez caminin güçlü taş yapısına uygun biçimde taştan yapılmış. Dönerek etrafını dolanan yivlerin oluşturduğu minaresi ile camiye Burmalı Minare Camii denmiş. Cami, girişin iki yanındaki minare ve türbe dışında oldukça düzgün bir dikdörtgen plana sahip. Kesme taştan örülmüş kalın ve güçlü duvarların batı ve doğu cephesinde bulunan dörder pencere ile güney cephesindeki üç pencere caminin içini aydınlatıyor. Camiye minare ve türbenin arasından, dışarıya doğru çıkıntılı büyük bir niş içinde yer alan kemerli kapıdan giriliyor.


Girişin sol yanında, kare zemin üzerine sekizgen yapılı Cumudar Türbesi bulunuyor. İlhanlıların Anadolu egemenliği döneminde, Amasya’da Anadolu Nazırlığı yapmış olan Şehzade Cumudar’a ait mumyanın Amasya Müzesi’ne konulmasına kadar burada bulunmuş olması nedeniyle bu isimle anılan türbe asıl olarak Ferruh Bey ve oğluna aitmiş.


Burmalı Minare Camii'nden sonra artık merkeze doğru dönüş yoluna geçiyoruz. Yeşilırmak kenarına doğru inerken karşımıza Bedesten çıkıyor. Büyükağa Medresesini yaptıran Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan bedesten, ilk haline göre önemli değişikliklere uğrayarak günümüze ulaşmış.

Dikdörtgen planlı bedestenin iç mekanında, ortaya dört köşe kalın bir paye oturtulmuş ve bu paye ile duvarlar birbirlerine kemerlerle bağlanmış.


Yeşilırmak kenarındaki ana caddeye indiğimizde karşımıza Saraçhane Camii çıkıyor. Camiyi, 1372 yılında Amasya Emiri Şadgeldi Paşa yaptırmış. Amasya merkezinde bulunan Saraçhane Camii, dikdörtgen plan üzerine taş ve tuğla malzemeden inşa edilmiş. Amasya'nın birçok camisi gibi küçük, mütevazı, çok süslü olmayan bir cami. Huzur bulmak için birebir...


Yeşilırmak kenarındaki Şehzadeler Gezi Yolundan yürüyerek Arkeoloji Müzesi'ne doğru gidiyoruz.

Müze, kalkolitik çağdan başlayıp Osmanlı dönemine kadar, tam 12 farklı medeniyete ait yaklaşık 23.500 eser barındırıyor.


Bilinen bronz Hitit heykelleri arasında başka bir örneği bulunmayan nadir eserlerden biri olan, fırtına tanrısı Teşup heykelciği... Hititlerin tanrılar topluluğunun baştanrısı, gök/hava tanrısı olup fırtına tanrısı olarak da isimlendiriliyor. Hitit dönemi sonrasındaki uygarlıklar tarafından bu tanrıya ait inancı ortadan kaldırmak için gövdesinin alt yarısının tahrip edildiği düşünülüyor.


Roma dönemine ait pişmiş topraktan lahitler...


Ahşap eserler...


Geleneksel giysiler...

Çeşitli el sanatlarına ait bölümler...

Müzede, 14. yüzyıl İlhanlı devletinin Anadolu'daki hakimiyetleri döneminde yöneticilik yapmış şahsiyetlere ve onların yakınlarına ait mumyalar da sergileniyor. 

Amasya Müzesi görülmeyi kesinlikle hak ediyor. Müzedeki etkileyici mumyaları gördükten sonra bahçesindeki eserlere de şöyle bir göz atıp Yörgüç Paşa Camii'ne gidiyoruz.

Sultan 2. Murat'ın vezirlerinden Atabey Abdullah'ın oğlu Yörgüç Paşa tarafından 1428 yılında yaptırılmış. İlk yapılışı yarı ahşap olduğu bilinen yapı, 1560 yılında yeniden ve kâgir olarak inşa edilmiş.  Yörgüç Paşa bir dönem Amasya'da Sancakbeyliği yapmış. Daha sonra Çelebi Mehmet’in, oğlu Murat’ı küçük yaşta Amasya Sancakbeyliği'ne atamasıyla Şehzade Murat’ın lalası olarak Amasya’da kalmış. Sultan 2. Murat zamanında vezirlik de yapan Yörgüç Paşa'nın Amasya ve çevresinde önemli hizmetleri olmuş.

Yörgüç Paşa Camii Amasya’da sık görülen ters T planlı camilerden. Duvarlarında düzgün kesme taş kullanılmış. Kalın duvarlarda ve mekanı aydınlatan pencere kemerlerinde yer yer kırmızı ve beyaz mermer kullanılması yapıya renkli bir görünüm kazandırmış. Orta bölümdeki giriş kapısı büyükçe bir eyvan biçiminde. Eyvanın büyük kemeri de yine kırmızı ve beyaz mermerden oluşuyor ve kemer doğrudan doğruya duvarlara oturtulmak yerine duvarlardan biraz çıkıntı yapılarak örülmüş, bu da girişe zarif bir görünüm kazandırmış.

Giriş kapısının üstünde geometrik şekiller var. Bu geometrik motifler ve çiçek motifleriyle süslü sağır pencerelerin altında kitabe yer alıyor. Kapının önünde başınızı yukarı kaldırdığınızda çok güzel bir kubbe ile karşılaşıyorsunuz.


Giriş kapısının sağında bir türbe var. Türbedeki üç mezardan birisi 1442 yılında vefat eden Yörgüç Paşa'ya ait...

Yörgüç Paşa'yı ziyaret ettikten sonra Yeşilırmak kenarına inip merkeze doğru dönüş yoluna geçiyoruz. Karşımıza Amasya'nın meşhur köprülerinden biri olan İstasyon Köprüsü çıkıyor.

Son olarak, çok da eski olmayan ama yine Amasya ruhuna uygun bir şekilde küçük ve mütevazı yapılmış olan Köprübaşı Camii'nden bahsedelim.

1972 yılında açılan caminin minaresi, 17-18. yüzyıldaki camilerin minarelerini hatırlatıyor.


Yeşilırmak boyunca yürürken bu güzel manzaraları izleyerek yavaş yavaş akşamı ediyoruz.


Eğer Amasya’yı sadece gündüz saatlerinde gezip ayrılıyorsanız çok yanlış yapıyorsunuz demektir.


Çünkü Amasya'nın gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel...


Amasya geceleri tam bir ışık şöleni ve masalsı bir romana dönüşüyor.


Akşam Yeşilırmak ve yalıboyu evlerinin manzarası çok güzel...


Kaya mezarlarının akşamları ışıklandırılmasıyla oluşan görüntü, seyri doyumsuz bir tablo...


Nehrin suyu üzerine vuran Amasya evlerinin ışıkları da görülmeye değer bir manzara sunuyor.


Amasya'nın akşam ışıkları ile muhteşem görünen manzarasını izlemek için yine Yeşilırmak kenarından yürüyoruz.

Işıklandırmaların rengi de bazen değişebiliyor.


Amasya'da bol bol fotoğraf çekebilirsiniz.


Şehzade gibi özçekim yapmayı da unutmayın :)


Amasya üzerinden Karadeniz bölgesine gittiyseniz yolların ve kültürlerin kesiştiği şehir Merzifon'a da yolunuz düşmüştür. Karadeniz illerine seyahatlerinizde mola verip dinlenmiş ve yolunuza devam etmişsinizdir. Biz de bu kadar uğramışlığın hakkını vermek için Amasya'dan sonra Merzifon’u da anlatmak istiyoruz.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde Merzifon için, “Bâd-ı sabâ-yı şehir güzel olduğundan ehalisi tendürüsttür” diyor. Yani günümüz Türkçesi ile söylersek; şehrin sabah rüzgarı güzel olduğundan, halkı güzel vücutludur demeye getiriyor.

Merzifon’a uğrayan birkaç seyyahtan bir tanesi olan Evliya Çelebi elbette Merzifon’un yalnızca rüzgarından bahsetmemiş. Daha birçok özellik ve güzellik Seyahatnamede yer almakta. Ancak 2500 yıllık bir şehir olan Merzifon büyük tahribatlarla karşı karşıya kalmış ve sinesinde barındırdığı bu güzelliklerin çoğunu günümüze taşıyamayarak tarihî kent olma görünümünü büyük oranda kaybetmiş.

Bu yüzden Evliya’nın kendine has üslubuyla anlattığı Merzifon kalesini, leziz ve sulu üzümlerini, Piri Baba tekkesi civarındaki dükkanları, dokumacıları, boyacı esnafını, eski hanın sol köşesinde asılı duran pehlivan gürzünü ve daha yüzlerce güzelliği bugün ne yazık ki bulamazsınız. Ancak çoğunlukla Taşan Dağlarından esen kuzey rüzgarlarının nağmelerini yaz aylarında dahi duyar, sizi sarıp sarmalamasını bugün de hissedebilirsiniz...

Merzifon’a ayırabildiğiniz zaman kısa da olsa, zaten çok büyük bir yer olmadığı için aşağıda anlattığımız yerleri gezebilirsiniz.

Çelebi Sultan Mehmet Medresesi, Anadolu’nun en eski ve ünlü medreselerinden biri. Medresenin yapımına, 1414 yılında mimar Ebubekir Mehmed b. Hamzatü’l-Müşeymeş tarafından başlanmış. Çelebi Sultan Mehmed’in emri üzerine, Umur b. Ali Bey tarafından 1417 yılında tamamlanmış. Devrin en seçkin eserlerinden...


Selçuklu medrese mimarisindeki dört eyvan şemasının tatbik edildiği medrese, tam bir kare plan teşkil ediyor. Dört kenarın ortasında bulunan dershaneler, dışarıda beden duvarlarından çıkıntı meydana getiriyor. Medresenin giriş kapısının orijinali Ankara Etnoğrafya Müzesine götürülmüş, aslına çok da uygun olmayan bir kopyası ise geçtiğimiz yıllarda Merzifon Belediyesi tarafından yaptırılarak takılmış.


Medrese ve imaret olarak yapılmış olup, şair Ziya Paşa 1866 yılında Amasya mutasarrıfı iken medresenin giriş kapısı üzerine büyük bir Saat Kulesi yaptırmış.


Medresenin yanında bulunan Cami, Sultan 2. Murat tarafından yaptırılmış. Uzunca bir dikdörtgen plan teşkil eden caminin üzerini ahşap tavanlı, kiremitli bir çatı örtüyor.


Caminin biri kuzeyde, diğerleri doğu ve batıda olmak üzere üç kapısı bulunuyor. Doğu kenardaki kapının kanatları, ahşap oymacılığı bakımından oldukça güzel. Bu kapının, 1904 yangınında yok olan Ulu Camiye ait olduğu ve yangından kurtarılarak buraya takıldığı söyleniyor.

Merzifon'un en büyük camisi olan Kara Mustafa Paşa Cami, Osmanlı Sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından 1666 yılında yaptırılmış.

Kara Mustafa Paşa, Merzifon ilçesinin yetiştirdiği, dünyaca tanınmış devlet adamlarından biri. 1634 yılında, Merzifon'un Karamustafapaşa köyünde doğmuş. Osmanlı Devletinin 17. yüzyıl sadrazamlarından. Babası, 4. Murat'ın Bağdat'ı fethinde şehit olan süvari subaylarından Oruç Bey, annesi ise Abide Hatun. Kara Mustafa Paşa, Osmanlı Devleti sadrazamlarından Köprülü Mehmet Paşanın damadı. Kara Mustafa Paşa tarafından gerçekleştirilen, Osmanlı'nın Avrupa içlerindeki en büyük savaşı, dünya tarihinde büyük yer tutan 2. Viyana Kuşatması, Polonya Kralı Jean Sobiesky'nin Avusturya'ya yardımı neticesinde başarısızlıkla sonuçlanmış. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa zeki, iradesi sağlam, azim sahibiymiş. Avrupa'ya kahveyi tanıtan ilk Türk olduğu için, Avrupa'da bu kahve Türk kahvesi olarak biliniyormuş.


Dikdörtgen planlı caminin dış duvarları, tümüyle düzgün kesme taştan örülmüş. Altı dükkan, üstü cami olan fevkani tarzda yapılmış.


Sivri kemerlerle bağlı dört sütunun oluşturduğu üç gözlü, tavanı ahşap kaplı bir son cemaat yeri bulunuyor. İbadet mekanının üzeri, büyükçe bir kubbe ile örtülü...

İç kısmı, 19. yüzyıl özelliği gösteren kalem işleri ile süslü olan kubbenin sekizgen kasnağının köşe boşlukları, yine sekizgen ağırlık kuleleri ile desteklenmiş ve estetik açıdan bir bütünlük sağlanmış.

Cami, kubbe kasnağının her yüzündeki ikişer küçük pencere ve beden duvarlarındaki üçü altta üçü üstte olmak üzere altışar pencere ile aydınlatılmış.

Caminin en önemli özelliği, avlusunda yer alan şadırvan. 19. yüzyılda yapıldığı sanılan şadırvan temel olarak ahşap yapılı. Sivri bakır külahını sekiz ahşap sütun taşıyor. Şadırvanın asıl özelliği ise tavanındaki kalemişi süslemeler. Bütün şadırvanı boydan boya çeşitli resimler kapladığından, buna panorama demek daha doğru olur.

Şadırvan külahı içerisinde yer alan ve 1875 tarihinde Zileli Emin Usta tarafından yapılmış olan manzara resimleri, geç dönem Osmanlı resim sanatının seçkin örneklerinden. Süslemelerde, üç yerin resmedildiğine inanılıyor. İlki İstanbul. Resim dikkatle incelendiğinde Galata ve Bayezid Kuleleri arası, Haliç ve Galata Köprüsü, Sultanahmet, Ayasofya ve Süleymaniye Camileri ve Çemberlitaş seçilebiliyor. Bu panoramada İstanbul’un başta minareleri, sonra sarayları, köşkleri, kışlaları, bostan dolapları, top arabaları, değirmenleri, köprüler, vazolar gibi birçok obje yer alıyor.

İkinci sahne Amasya’ya benziyor. Kale, nehirdeki su değirmenleri ve Bayezit Camii’ne benzer yapılar görülebiliyor. Üçüncü sahnenin ise Viyana şehri önlerindeki Osmanlı ordusunu tasvir ettiği düşünülüyor. Zamanın anlayışı gereği insanın resmedilmediği sahnede, patlayan top ve silahların yanında çadırlar görülüyor.

Avluda, çapları yaklaşık 3 metre olan iki de yaşlı çınar bulunuyor.

Cami avlusunun Taşhan tarafındaki girişi de yine görülmeye değer. Üzerinde küçük bir odacığı bulunan derin kemerli girişin kemeri renkli taşlardan örülmüş.

Taşhan, Kara Mustafa Paşa Camii ile Bedesten'in hemen yanında yer alıyor.


Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın üçüncü vezir olduğu yıllarda yaptırdığı külliye; cami, kütüphane, sıbyan mektebi, dükkânlar, taşhan, bedesten ve iki hamamdan oluşuyormuş. O zaman yaptırılan Taşhan, günümüzde restoran olarak kullanılıyor.

Kara Mustafa Paşa Külliyesi dahilindeki en önemli yapılardan birisi de Bedesten binası. 17. yüzyılda Kara Mustafa Paşa ile altın yıllarını yaşayan Merzifon'un o dönemlerde şehrin çekirdeğini teşkil eden yapılardan birisi olan bedesten, Merzifon'un Osmanlı iktisadi tarihindeki önemini vurgulayan en önemli yapılardan. Merzifon Bedesteni, günümüze kadar yıpranarak gelebilmiş. 2006 yılında başlatılan çalışmalarla Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından aslına uygun olarak restore edilmiş.


Taşhan ve Bedesteni geçtikten sonra karşımıza çıkan Tacettin İbrahim Paşa Camii'nin altında bulunan ve Çukur Şadırvan diye bilinen camiye ait şadırvan ve çeşmeler 1452 yılında yapıldığı için, caminin de aynı yapı karakterini taşıdığı göz önüne alınarak 15. yüzyıl içinde yapılmış olduğu kabul ediliyor.

Kare planda, tek kubbeli küçük bir mescit olan eserin minaresi kesme taştan olup 1941 depreminde şerefe hizasına kadar yıkılmış. 70’li yıllara kadar kapalı kalmış. 1975 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş.


Merzifon meydanındaki son cami olan Dönertaş Camii'nin kitabesi olmadığından, hakkında fazla bilgi bulunmuyor ancak 16. yüzyılda yapıldığı sanılıyor.


Merzifon Belediyesi, tarihi bir binayı onararak hizmet binası haline getirmiş, çok da güzel olmuş.

Yolumuz Amasya'ya tekrar düşsün niyetiyle yazımızı, konaklama ve yemek tavsiyeleri ile bitirelim:

Konaklama: Ziyabey Konağı, Amasya Öğretmenevi, Lalehan Otel

Yemek: Anadolu Mantı Evi (Anadolu, Kayseri, Sinop, Türkmen, Vejeteryan, Çerkez mantısı gibi çok güzel mantı çeşitleri ve keşkek var), Amesia Mutfağı (keşkek), Merzifon Rumi Usta'nın Yeri (keşkek)



Amasya gezimizi, Amasya türküleri dinleyerek taçlandırıyoruz. Barış Manço “Dağlar Dağlar” şarkısını Amasya’da askerlik yaptığı sırada, bu şehri saran dağlara ithafen yazmış ve aşağıda sözlerini verdiğimiz “Kara Tren” türküsü de bir Amasya türküsüymüş.

Gözüm yolda gönlüm darda
Ya kendin gel ya da haber yolla
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez

Yara bende derman sende
Ya kendin gel ya da bana gel de
Duyarım yazmışsın iki satır mektup
Vermişsin trene halini unutup

Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınır da derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder