15 Mayıs 2022

Güneş Doğudan Doğar: Malatya, Elazığ, Bingöl, Muş, Bitlis, Van, Ağrı, Iğdır

Güneş doğudan doğar, kar doğuya yağar, gizemler hep doğudadır. Açık açık konuşalım, sosyal medya bizleri bu kadar sosyalleştirmeden önce doğu denilince akla hep ücra köşeler gelirdi. Bir yerlerde okusak da birileri ballandırarak anlatsa da seyahat listesinin ilk sıralarına doğunun yad illerini koymaya çekinirdik. Bunda terörün etkisi de var tabi ki... Sonra bir gün Doğu Ekspresi'yle Kars'a gitmenin ve giderken de vagonlarında deli gibi eğlenmenin unutulmayan anılarıyla doldu Instagram. Neşeli, maceracı ve kalabalık öğrenci gruplarını keşifçi gezginler izledi bizim gibi...

Doğu Ekspresi gibi bir de o kadar meşhur olmayan Van Gölü Ekspresi var. Adından Van'a gidiyor gibi algılansa da yolculuk Bitlis'in Tatvan ilçesinde son buluyor. Van'a gidip bir kahvaltı yapayım, gezeyim, keşfedeyim derseniz kara yoluyla ya da feribotla yola devam etmeniz gerekiyor. Ankara Garı'ndan başlayan yolculuğun rotasındaki iller sırasıyla Kayseri - Sivas - Malatya - Elazığ ve Tatvan (Bitlis). Ama tren ortalama 10 dakika molalarla toplamda 60 durakta duruyor ve tıpkı filmlerdeki küçük kasabalar gibi tenha garlarda kapılarını açıp kapatıyor. Toplamda 1245 kilometrelik bir rota olan bu seyahat 25 saatten fazla sürüyor.

Ne zamandır bizim gözümüz de doğudaydı ama biz arabayla gitmeyi tercih ettik. Ankara-Tatvan arası 1110 kilometre ve arabayla 13 saatten fazla sürüyor. Tatvan'dan sonrasını da hesaba katınca bu yolu tek seferde almamız yorucu olacağı için her zaman yaptığımız gibi yol güzergahımız üzerindeki illeri geze geze gitmeye karar verdik.

Van Gölü Ekspresi güzergahında yapacağınız yolculuğu bir bozkır belgeseli gibi düşünebilirsiniz. Yani amaç bir yere varmak değil, bir doğa ekranının karşısında anın tadını çıkarmak. Doğu turunun aynı zamanda bir kültürel miras yolculuğu olduğunu düşünerek, gezdiğimiz yapıları da paylaştık. Tüm görülmesi gereken önemli yapıları tek tek anlattık. Bu rotamızda yaklaşık 3500 km'lik bir yol yapmış olduğumuzu ve son zamlar yüzünden yaklaşık 4000 TL'lik yakıt harcaması yaptığımızı en baştan söyleyelim.

Doğu'nun o yemyeşil ovalarının ve heybetli dağlarının manzarası her yönüyle farklı bir deneyim ve en heyecan verici manzaraların Elazığ'ı bitirip Tatvan'a yol alırken başladığını söyleyebiliriz. İlham veren ve sonsuzluk gibi görünen yemyeşil bozkırlara bakarken sanki bir yerlerden dörtnala koşan atlar görecekmiş gibi hissedebiliyorsunuz mesela. Koşan atlar görmesek de otlayan atlar, inekler ve koyunlar çok gördük.

Yemyeşil yol manzaraları görmek ve her durağın görsel hikayesine karışmak için bu rotanın en keyifli zamanı Mayıs ve Haziran ayları. Baharın renklerinin en taze olduğu bu dönemlerde Muş Ovası'nın gelin kız hallerini çok seveceksiniz.

O zaman, yolumuz açık, dağlarımız karlı, ovalarımız yemyeşil olsun!

1.Gün: Ankara - 7,5 saat - Malatya


Hurriler’den Urartular’a, Selçuklu’dan Osmanlı’ya Yukarı Fırat’ta medeniyetin izlerini takip etmek için Anadolu’nun dağını, bayırını, doğa harikalarını gezerek Ankara - Malatya güzergâhını takip ediyoruz. Seyahatimizin ilk gününde sabahın erken saatlerinde ilk gezi noktamız olan Sivas'ın Gürün ilçesindeki Şuğul Kanyonu Vadisine gidiyoruz.

Sivas Gürün'deki saklı cennet Şuğul Kanyonu, doğal ve tarihi güzellikleri bir arada barındırıyor.

Birinci derece arkeolojik sit alanı olan yerde vadi, kanyon, şelale hepsi bir arada...


Şuğul kanyonunun içlerine doğru yaptığımız yürüyüşten sonra yine Gürün'deki Gökpınar Gölüne gidiyoruz. Gürün taraflarına yolu düşenlerin mutlaka ziyaret etmesi gereken doğal bir göl. Sonunda ne olacağı merakıyla gidilen virajlı yolun ardından vadide saklanan göl, mavi-yeşil renkleri ve muhteşem doğası ile bizi çok etkiledi. Gökpınar Gölü tabii güzelliği bakımından Gürün'ün olduğu kadar ülkemizin de nadide yerlerinden biri...

Gölün rengi mavi-gök renginde olduğu için bu ad verilmiş.


Yaslandığı kayaların dibinden ve yer yer tabandan kaynayan göl, iki parçadan oluşuyor.


Güzel ve görülmeye değer bir yer, 40 liraya deniz bisikleti yapma imkanı da var, mutlaka denemelisiniz.

Buradaki doğal güzellikleri gördükten sonra yine bir doğa harikası olan, suyu kaynağından 3 kademe halinde dökülen Günpınar Şelalesini görmek için Malatya'nın Darende ilçesine doğru bir yolculuk yapıyoruz.

Günpınar Çayı çok yüksek bir yerden akıyor. Bu yüzden de kaynağından çıktıktan sonra kayalar arasında oldukça hızlı bir akış yapıyor. Suyun çıkış yerinden yere düşüş mesafesi yaklaşık 40 - 45 metre kadar. Bu mesafeden suyun akışı ve yere düşüş anı izlenmeye değer...

Şelalenin alanı güzel düzenlenmiş; cam seyir platformu, piknik alanları mevcut... Şelalenin dibine kadar gidebiliyorsunuz, ıslanmayı göze alırsanız :)


. Şelaledeki kısa molamızın bitiminde Darende’ye doğru gezimize devam ediyoruz.

Osmanlının kuruluş döneminde yaşamış olan Somuncu Babanın Türbesini ziyaret ediyoruz. Türbenin de bulunduğu caminin ana mekanı kare olup tek bir kubbeyle kapatılmış. 

17. yüzyılda yaptırılmış cami içinde Şeyh Hamid-i Veli ve oğlu Halil Taybi'nin sandukaları bulunuyor. 

Minare ve cami arasında, iki katlı medrese bulunuyor. Caminin ön kısmındaki bölme ve minare Abidin Paşa tarafından yaptırılmış. 

Camiler ve minareler, İslam'ın hoş alameti
Bir Osmanlı şaheseri, Bu Darende vilayeti
Bu minare inşa oldu, Hakk eyledi inayeti
Somuncu Baba neslinden, Abidin Paşa hayratı
Bin altıyüz seksen beşte, Nasib oldu imareti

Bir yandan sürekli Kur'an-ı Kerim okunuyor, diğer yandan çağlayan derenin sesi geliyor. Caminin civarında balıklı kuyular, balıklı havuz, piknik alanları ve lokantalar bulunuyor.

Türbeden sonra diğer yerleri görmek için suyun sesini takip ederek kanyon içerisinde yürüyüş yapıyoruz.

Boylu boyunca uzanan kayaların altında yürüyüş yaparken dere sesi bize eşlik ediyor. Çevre düzenlemesi hoş, yürüyüş alanı geniş...

Tohma Kanyonu içerisinde çilehane bölgesine doğru giderken, kayalıklar arasındaki kuyulardan balıkların çıktığı yere uğruyoruz.

Bu balıkların Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Hazretlerinden yadigar kaldığına inanılıyor. Balıklı kuyular ile Somuncu Baba Türbesi önündeki balıklı havuz arasında ring atan balıkların bakımı Hulusi Efendi Vakfı tarafından yapılıyor.

Şeyh Hamid-i Veli Somuncu Baba Hazretlerinin halktan uzak bir şekilde ibadet etmek kastıyla inşa ettiği çilehaneye varıyoruz. Restorasyonu yapılan çilehane ziyarete açık olup çevresinde ücretsiz mesire alanları ve özel işletmeler bulunuyor.


Kanyonun bir ucu çilehane tarafına, bir tarafı kudret havuzuna uzanıyor. Çilehaneden sonra geri dönüp kudret havuzuna doğru yürüyoruz. Kudret Havuzu, yaz kış su sıcaklıkları değişmeyen, birbirine bağlı 3 ayrı havuzdan oluşuyor ancak henüz sezon açılmadığı için girişi kapalıydı, uzaktan görebiliyoruz.

Kanyondan ayrılıp yola çıkıyoruz. Darende'den ayrılmadan önce Ulu Camii'ye uğruyoruz ancak kapı kilitli olduğu için dışarıdan görebiliyoruz. Darende'deki sadeliği ön planda olan Ulu Camii'nin Dulkadiroğulları Beyliği döneminde, 14. yüzyılda yapıldığı kabul ediliyor. 1980-81 yıllarında yeniden inşa edilen Ulu Caminin özgün mimarisi kaybolmuş.

Ulu Camii'nin arka tarafında Yusuf Paşa Bedesteni yer alıyor. Osmanlı döneminde yapılmış, dikdörtgen planlı kapalı çarşı planını yansıtıyor.

Darendeli Yusuf Paşa, Osmanlı Padişahı 3. Mustafa döneminde (1757-1774) yaşamış. Onun adını taşıyan bu bedesten iki bölümlü ve taş yapıda 36 adet dükkandan oluşuyormuş.

Güneydeki bölümün batı duvarı iki metre kadar dışarı taşmış. Burası da kapalı olduğu için giremediğimiz yapılardan...


Darende ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye Somuncu Baba sitesinden ulaşabilirsiniz. Başka gezilecek yerler de var ama biz gidebildiğimiz yerleri anlattık. Darende'deki molamızın bitiminde Malatya’ya doğru gezimize devam ediyoruz. Darende Malatya yolu üzerindeki 'Dünyanın en büyük ikinci kanyonu Levent Vadisi' tabelasından dönüp ana yoldan 3 km içeride olan seyir terasına gidiyoruz. Ulaşımı kolay ancak araç ile terasın bulunduğu yere kadar inilmiyor, yürümek gerekiyor.

Milyonlarca yıl öncesine tarihlenen kayaç oluşumları ve muhteşem manzarasıyla Levent Vadisi...

Ücretle (10 TL) girilen bir tepe üzerindeki bu turistik yerde, cam seyir terasına da ücretle küçük bir kafenin içine girerek ulaşabiliyorsunuz. Manzara her yerden görülebildiği için biz dışarıdan izleyip tekrar yola koyuluyoruz. Zaten her yerde inşaat çalışması vardı, yeni çevre düzenlemeleri yapılıyormuş.

Levent Vadisinden Malatya'ya doğru giderken yol kenarındaki mavi kubbeli yapı dikkatimizi çekiyor ve merak edip uğruyoruz.

Şeyh Muhammed Kırçalı Türbesi olduğunu öğreniyoruz.

Yanında da büyük bir cami var.

Malatya'ya vardığımızda akşam olmuştu. Yemek için gittiğimiz Çamlıca Restoranda tattığımız Malatya mutfağına ait yöresel yemeklerden sonra restoranın bulunduğu sanat sokağında yürüyüş yaptık. Burada Somuncu Baba Külliyesinin maketi vardı.

Yarın gezeceğimiz Battalgazi'deki Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayının maketi...


Yemekten sonra Divalin Otele (600 TL) yerleştik ve günün yorgunluğunu çıkardık. Yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi önce Arslantepe, oradan da Battalgazi'ye götürsün diye dileyip, dinlendik.

2.Gün: Kayısı Kokulu Memleket: Malatya


Doğu Anadolu Bölgesinde gezeceğimiz ilk şehir Malatya. Leziz mutfağı, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile Malatya'dayız. İlk durağımız, 2021 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine giren, dünyanın en eski sarayını barındıran, MÖ 5 binli yıllara tarihlenen, eski çağlardan beri Anadolu ve Ortadoğu'nun kavşak noktası olmuş Arslantepe Höyüğü...

1930 yılında höyüğün kuzeyinde, Yeni Hitit şehir devleti giriş kapısında ortaya çıkarılan Kral Tarhunza ve höyüğe adını veren iki aslan heykeli ile kabartmalar halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Arslantepe'deki heykeller ise kopyaları. Bu eserlerin fotoğraflarını görmek isterseniz Tarihe Yolculuk: Anadolu Medeniyetleri Müzesi yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.

Arslantepe'de bulunmuş Erken Tunç Çağına ait evlerden birinin örneği ise aslanlı giriş kapısının biraz ilerisinde yeniden yapılmış.

Ahşap çatı, yürüyüş yolları ve bütün giriş düzenlemeleri 2011 yılında Malatya Valiliğince yapılmış.


Arslantepe Höyüğünden sonra Eski Malatya şehir merkezi olan Battalgazi'ye gidiyoruz.

İlk durağımız Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı, 1637 yılında Padişah 4. Murad silahtarı Bosnalı Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Mustafa Paşa'nın, bu handan başka, bir hamam ve sebil yaptırmış olduğunu yazmış.

Doğuya giden yollar üzerinde bulunan kervansaray, şehrin ticari yoğunluğunu göstermesi bakımından önem arz ediyor. Hanın askeri işlevi de bulunuyormuş.

İran’daki Büyük Selçuklu camilerinin Anadolu’daki ilk ve tek örneği olan 800 yıllık Battalgazi Ulu Camisi restorasyonda olduğu için dışarıdan görebiliyoruz.

Ulu Caminin karşısında Şahabiyye-i Kübra medreseleri var. Medresenin arkasında görülen yapı da 13.yüzyıldan kalma Halfetih Minaresi, tamamı tuğla örgü olarak inşa edilmiş bir Selçuklu eseri, camisi yıkılmışYapım tekniği açısından Ulu Camii minaresi ile benzerlik gösteriyor.


Ulu Camii yakınında yer alan Akminare Camii, düzgün kesme ve kaba yontu taşlarla kare planlı, tek kubbeli olarak 1575 yılında inşa edilmiş.

Camiye adını veren minare ise 13. yüzyıla tarihleniyor, yani camiden daha eski...


Kanlı Kümbet, mimari özellikleri dolayısıyla Selçukluların son dönemlerine (12-13.yüzyıl) ait bir eser. Kitabesi mevcut değil. Kümbet kare planlı, kubbesi baldaken tarzında bir mezar anıt. Dört ayak köşe duvarları tuğla revakla birbirine bağlantılı. İki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda mevtanın gömülü olduğu yer, yani kripta görülüyor. Burası taş örülerek yapılmış. 

Ağırlıklı olarak tuğla kullanılan ikinci kısım ise türbe denilen üst kısım. Temel kısmı ve mezar bölümü üzeri kesme taş ile yapılı. Duvarlar bir sıra kesme taş, 3 sıra tuğla sıralaması şeklinde yapılmış. Bu şekil kubbeye kadar devam etmiş, kubbe ise tamamen revaklarla bir etek oluşturacak şekilde tamamlanmış.

Battalgazi'nin kalesi olan Roma surlarının yanından geçip Malatya’nın merkezine doğru yola çıkıyoruz.

Malatya’nın merkezinde ücretsiz gezilebilecek küçük müzeler bulunuyor. Bu müzelerden biri Sanat Sokağındaki Malatya Kültür Evi...

Dünya kayısı başkenti Malatya'nın kültürü canlandırılmış.

Malatyalı ünlülerin canlandırması da var; Kemal Sunal ve Ahmet Kaya.

Beni burada arama, arama anne
Kapıda adımı, adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne, ağlama.

Sanat sokağındaki Fotoğraf Makinası Müzesi, 2023 adet fotoğraf makinesi ile dünyanın 3. büyük fotoğraf makinesi müzesiymiş. Fotoğrafa ilgi duyanların mutlaka ziyaret etmesini öneririz. Geçmişten günümüze fotoğraf makinesinin tarihini bulabiliyorsunuz bu müzede...

Sanat sokağına yürüme mesafesindeki Radyo Gramofon Müzesi...

Aynı bahçedeki, Malatyalı cumhurbaşkanımız Turgut Özal Anı Evi...


Kayısı Kenti Malatya’da, kayısı ürünlerini de bulabileceğiniz Şire Pazarı Malatya çarşısında alışveriş yapıyoruz. Alışveriş sonrasında ise Malatya Müzesini de gezip Hacıbaba Özsinan Et Lokantasında yemek yiyoruz. Yemekten sonra Divalin Otelde (600 TL) günün yorgunluğunu çıkardık. Yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi önce Elazığ, oradan da Harput'a götürsün diye dileyip, dinlendik.


Malatya'ya Battalgazi ilçesine bağlı bir mahalle olan Kernek Türküsü ile veda edelim:

Malatya, Malatya bulunmaz eşin,
Gönülleri coşturur ayla güneşin.
Anam, anam, anam Kernekli misin?
Kernek'e gelmeye de yeminli misin?

Malatya'yı baştan başa çiçek bürümüş,
Malatya'nın gençleri almış yürümüş.
Anam, anam, anam Kernekli misin?
Kernek'e gelmeye de yeminli misin?

3.Gün: Malatya - Elazığ: Battalgazi’den Harput’a Tarihte Yolculuk


Eski Elazığ şehir merkezi olan Harput'a giderken Karakaya barajı üstüne kurulmuş olan Kömürhan Köprüsünün üzerinden geçtik. 660 m uzunluğunda, 23 m genişliğindeki köprü, Elazığ ile Malatya'yı birbirine bağlıyor. 1932 ve 1986 tarihlerinde daha önce aynı yere iki köprü daha inşa edilmiş. 1932 tarihli köprü Karakaya baraj suları altında kalmış. En son 2020 yılında hizmete açılan köprü ise alanında dünya ikincisiymiş.


Köprüden sonra girdiğimiz, 2021 yılında hizmete açılan Kömürhan Tüneli ise 2400 metre uzunluğunda...

Elazığ şehir merkezi üzerinden, Elazığ ilinin tarihte bilinen en eski yerleşim yeri olan ve kalesi, camileri, kilisesiyle bir açık hava müzesi olan Harput’a ulaşıyoruz. 2018 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine giren Harput tarihi kentindeki ilk durağımız Harput Kalesi...

Kale içindeki yerleşim MÖ 8. yüzyılın başlarında Urartu Krallığı tarafından başlatılmış.

1085 yılında Türkmen reislerinden Çubuk Beyin, 1115 yılında ise Artuklu emiri Belek Gazinin eline geçmiş.

1516 yılında Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim tarafından görevlendirilen Çerkez Hüseyin Bey ve Karaçinoğlu Ahmet Bey tarafından fethedilmiş.

Kalenin girişinden yukarı çıkarken sol tarafta Aslanlı Burç yer alıyor.


Altıgen planlı olan ve 4 cephesi bulunan burcun üzerinde, aslan ve fil kabartmaları ile yapım tarihini ve banisini belirten bir kitabe mevcut...

Urartu döneminde kayaya oyularak kaleye yapılmış olan bir sarnıç, 2009 yılındaki kazılarda ortaya çıkarılmış. İlk yapıldığı zamanlarda su depolanması için kullanılan sarnıç, ortaçağda zindana dönüştürülmüş.

Tarihi kaynaklara göre, Harput'un Artuklu beyi Belek Gazi, 1123 yılında Kudüs kralı ile çok sayıda kont ve şövalyeyi zincire vurarak buraya hapsetmiş.

Sarnıca 112 basamakla iniliyor. Biz indik ama çıkması biraz yorucu oldu.

Artuklu Camii, 11-12. yüzyıllarda, Çubukoğulları ya da Artukoğulları zamanında inşa edilmiş. Yapıdan günümüze duvarlarının bir kısmı ile kesme taştan iki sütunu ve mihrabı ulaşabilmiş. 

Harput Kalesi eteklerinde günümüze kadar ulaşan en eski Süryani kilisesi olan Meryem Ana Kilisesini dışarıdan görüyoruz.


Kaleden Elazığ manzarası...

Kaleden Sarahatun Camii manzarası...

Kaleden baktığımızda eğri minaresini gördüğümüz Ulu Camii'ye doğru gidiyoruz.

Harput'un en önemli ve en eski yapısı olan Ulu Camii, 12. yüzyılda Artuklu Hükümdarı Fahrettin Karaaslan tarafından yapılmış.

Ulu Camii, dikdörtgen planlı, duvarları kırma taştan, kubbe kemerleri ve minaresi tuğladan yapılmış.


Artukoğulları devrinde yapılan Ulu Cami Anadolunun en eski camileri arasında...

Eğri minaresi, avlusu ve tuğla kemerleri ile ünlü...

Eğri minaresi ile bizi karşılayan Ulu Cami içine girinceye kadar heybetini göstermiyor. Dışarıdan bakıldığında küçük gibi duruyor ama içeri girerken indiğimiz merdivenler ile kocaman bir cami olduğunu gösteriyor.

Kaleden gördüğümüz bir diğer yapı olan Sarahatun Camii, ilk defa Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın annesi Sarahatun tarafından 1463'te ahşap olarak, 3. Murat devrinde ise Hacı Mustafa tarafından tamir edilerek yeniden yaptırılmış. Harput müftüsü Hacı Ahmet Efendinin gayretleri ve halktan toplanan yardımlarla 1843'te bugünkü durumuna getirilmiş. Minaresi 1898 yılında iki renk körpe taşından yapılmış.

Cami kare planlı, orta kısmının üzeri 4 kalın sütuna dayanan kubbeli, kenarları ise tonozla örtülü...

Mihrap mermerden olup sade niş halinde. Minber taş işçiliğinin güzel örneklerinden...


Sarahatun Camii bitişiğindeki tarihi Cimşit Hamamında yer alan Ensar Mangal Vadisinde lezzetli bir yemek yiyebilirsiniz. Biz yemekten sonra gezmeye devam ediyoruz.

Kurşunlu Camii, Osmanlı devri camilerinin en güzel örneklerinden. 1738 yılında sancak beylerinden Osman Ağa tarafından yaptırılmış. Cami kare planlı, üzeri büyük bir kubbe ile örtülü olup son cemaat mahalli 3 kubbeli. Kubbelerin üzeri kurşunla kaplı olduğu için bu ismi almış. Büyük kubbenin kasnağında 4 pencere bulunuyor.

Harim kapısı yonca yaprağı şeklinde. Minaresi kesme taştan yapılmış. Cami minberi ahşap sanatının önemli eserlerinden biri olup kufi yazıları ilgi çekici...

Ulu Camiye ait olan ve burada muhafaza edilen minber 4. Murat'ın Bağdat seferi sırasında hediye edilmiş.


Harput'ta pek çok türbe var, bunlardan en bilineni Arap Baba Türbesi. Arap Babanın 1200'lü yıllarda yaşadığı tahmin ediliyor. Ancak mevcut türbe binasının yapılış tarihi ise kitabeye göre 1276 yılını gösteriyor. Burası Selçuklu döneminde yapılan bir mahalle mescidiymiş. Arap Babanın na'şı bu mescidin ölü konulan yerinde bulunduğundan buraya halk Arap Baba Türbesi demiş.

Mescidin tavanı tonoz halinde tek kubbeli, 4 metre yükseklikte olup üstü kurşun kubbe ile kaplı. Mescidin mavi lacivert ve patlıcan moru çinilerle yapılmış bir mihrabı, sağında ve solunda iki ufak penceresi var.

Türbede günümüze kadar ulaşan cesedi bozulmamış Arap Baba isimli bir yatır bulunuyor. Daha önce ziyarete gelenler bu çürümeyen cesedi görürlermiş. Bugün bu cesedin görülmesi uygun görülmediğinden bu şekilde saklanıyor.


Arap Babanın yakınındaki bir türbede yatan Nadir Babanın da 1200 yıllarında yaşayan bir Yesevi Ereni olduğu tahmin ediliyor.

Çünkü 1200 yıllarında Türkmen göçleri ile birlikte Anadoluya Piri Ahmet Yesevi'nin yetiştirdiği birçok eren gelmiş.

Artuklu dönemine ait olan Alacalı Cami 1203-1204 yıllarında Artukoğullarının son hükümdarı Nureddin Artuk Şahın babası Hızır Bey tarafından yaptırılmış.

Caminin batısında bulunan kapısı yonca yaprağı şeklinde. Kapı üzerinde minareye çıkan bir merdiven bulunuyor. Minare şerefeye kadar sıra ile siyah-beyaz kesme taşla, şerefe üstü ise dama şeklinde siyah-beyaz taşla örülmüş.

Tavandaki ahşap işçiliği dikkat çekici. Tavan süslemelerinde değişik renk ve motifler kullanılmış.


Buraya yakın bir yerde bulunan cam seyir terasından Elazığ manzarasını izleyebilirsiniz.

Tarihi Harput Evlerini de görüp Harput'a veda ediyoruz.

Harput'un biraz ilerisinde Buzluk Mağarası diye bir yer var. Mağaraya girilemiyor ama çok yüksek bir yerde olduğu için manzara çok güzel, Keban Barajı ve dağlar gözüküyor. Manzarayı izledikten sonra Elazığ merkeze doğru yola çıkıyoruz.

Gakgoşlar Diyarı Elazığ’da, orcik gibi yöresel ürünleri bulabileceğiniz Kapalı Çarşıda alışveriş yapıyoruz. Alışveriş sonrasında ise Ramada Otelde (550 TL) günün yorgunluğunu çıkardık. Yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi Tatvan'a kadar götürsün diye dileyip, dinlendik.

4.Gün: Elazığ - 1 saat - Palu - 2 saat - Bingöl Solhan - 1 saat - Muş - 1 saat - Bitlis - 30 dk - Tatvan

Sabahın erken saatlerinde Elazığ şehir merkezine yaklaşık 75 kilometre uzaklıkta bulunan ilk gezi noktamız olan Palu'ya gidiyoruz. Palu ilçesinin girişinde; "Tarih Palu'dur, Palu Tarihtir, Haydi Palu'ya" diye yazıyor, gerçekten de öyle...

Palu Kalesi, tarihi ve konumuyla çok harika bir yerde, birçok medeniyetin izini taşıyor. Sarp ve dik bir kaya üzerine inşa edilen kale, Urartu kralı Menuas tarafından yaptırılmış. Kalenin alt kısmına kadar arabayla gidilebiliyor ama sonra merdivenleri tırmanmak gerekiyor.

Biraz yorucu olsa da mutlaka kaleye çıkıp Murat nehrini izlemenizi tavsiye ederiz. Daha sonra Palu köprüsüne doğru inmeye başlıyoruz. Çevrede birçok tarihi yapı bulunuyor, sırayla gezelim.


Kalenin eteklerinde Abbasi torunlarından Palu fatihi Cimşit Beyin türbesi var. Yavuz Sultan Selim'in sipahi beylerinden Cimşit Beyi Harput'a yaptırdığı hamamdan hatırlarsınız.

Buradaki yapı da 16. yüzyılın sonlarında Cimşit Bey tarafından bir türbe ve mescid olarak yaptırılmış.

Mimari olarak tek kubbeli ve klasik Osmanlı tarzında. Üzerinde iki niş bulunan mihrap, beyaz kesme taştan yapılmış.


Bahçe içine alınan cami kapısından çıkılınca doğu tarafta bey ve aile efradının yattığı türbe bulunuyor.

Palu'ya doğru inerken manzara...

Palu Kalesinin eteklerindeki Ulu Camii, ilk olarak 1852 yılında yapılmış. Caminin damı tamamen çökmüş durumdayken yeni restore edilmiş.

Dikdörtgen planlı olup, üst kısmı kubbesiz ve düz dam şeklinde...

Hemen yanında tarihi Palu Çarşıbaşı Hamamı var.


Ulu Camii'nin karşısında Palu Küçük Camii var.

Rivayete göre Ulu Camii, Küçük Camii’yi yapan ustanın kalfası tarafından yapılmış.

Murat nehri üzerinde bulunan eski Palu Köprüsünün kitabesi mevcut olmayıp Romalılar döneminde yapıldığı, Bizans ve Artuklu döneminde de onarıldığı söyleniyor. 156,5 metre uzunluğunda ve 3,5 metre genişliğinde olan köprü 2010 yılında aslına uygun olarak restore ettirilmiş.

Zamanında güney-kuzey bağlantısını sağlayan tek ulaşım ve geçiş yeriymiş. Tarihi kaynaklara İstanbul'u Bağdat'a bağlayan köprü olarak geçmiş. Palu'nun gelişmesi ve ticari bir merkez oluşunda da bu köprünün büyük bir önemi varmış.


Tarihi köprünün yanında Van Gölü ekspresinin geçtiği demiryolu köprüsü de var.

Palu'dan yola çıkıp Elazığ-Bingöl yolu üzerinde bir şehitlik görüp duruyoruz. 24 Mayıs 1993'te usta birliklerine giderken teröristlerin saldırısında şehit olan 3 sivil öğretmen ve silahsız askerlerimizden oluşan toplam 33 şehit için yapılmış bir anıt olduğunu öğreniyoruz. 33 körpe can, silahsız, savunmasız... Buraya uğrayıp şehitlerimiz için bir dua etmeden geçmemek lazım. Vatanı gezmek görmek güzel de bu vatan için dökülen kanları, akan gözyaşlarını, yanan yürekleri de bilmek, hiç unutmamak gerek. Çünkü buraları şehitlerin ve şimdi görevi başında bizi durdurup yol kontrolü yapan askerlerin sayesinde gezebiliyoruz.
 
Bingöl üzerinden Yüzen Adalar Tabiat Anıtının bulunduğu Solhan’a hareket ediyoruz.


Aksakal Krater Gölü içinde bulunan ve hareket eden 3 adayı seyir terasından izleyerek doğa harikasına tanıklık ediyoruz.


Yüzen adalar çevresindeki molamızın bitiminde Muş'taki Tarihi Murat Köprüsü’ne gidiyoruz.

Köprü, 13. yüzyılda Anadolu Selçuklu Devleti döneminde inşa edilmiş.

12 adet sivri kemeri olan köprünün genişliği 5 metre, boyu 190 metre...


Köprüdeki molamızın bitiminde Muş merkezin en yukarı kısmındaki Ulu Camii’ne gidiyoruz.

Ulu Camii, yöresel taşlar kullanılarak inşa edilmiş.

Caminin girişinde mezarı bulunan Şeyh Muhammedi Mağribi tarafından 979’da yaptırıldığı rivayet ediliyor.

Taşları, kemerleri, ortamı ile direkt olarak içinizi ısıtan bir yer...


Muş’tan sonra Beş Minaresiyle meşhur ilimiz Bitlis’e hareket ediyoruz. Bitlis şehir merkezindeki ilk durağımız olan tarihi İhlasiye Medresesi, kitabesine göre 1589 tarihinde Bitlis hanlarından 5.Şerefhan tarafından yaptırılmış.

Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden biriymiş, günümüz üniversiteleri gibi...

Yapı giriş dışında 3 ana bölümden oluşuyor.

Dini ilimler bölümü, pozitif ilimler bölümü ve kütüphane...

Şerefhan ailesine ait türbeler de var.


Mimari görünüş açısından klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşıyan şaheser, halen Vakıflar Bölge Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılıyor. Bu yüzden içini gezemiyoruz. Kapalı olduğu için gezemediğimiz bir diğer yer de Makedonya kralı İskender'in komutanlarından Badlis tarafından MÖ 3-4. yüzyıllarda yapılan Bitlis Kalesi. Bitlis şehrinin adı da bu komutandan geliyormuş.

Bitlis Kalesi etrafındaki çarşı içinde yer alan Ulu Camii, Mervanoğullarından Ebul Muzaffer  Muhammed tarafından 1150 yılında yaptırılmış. Birçok defa onarım gören ve 1652'de esaslı şekilde elden geçirilen yapı, 1916'daki Rus işgali sırasında hasar görmüş. 1985 yılında tekrar onarılmış, yapıya son cemaat yeri ve bazı pencereler ilâve edilmiş.

Camiden ayrı yükselen minare kesme taş malzemeyle inşa edilmiş. 1970'li yıllara kadar mevcut durumunu koruyan minarenin üst bölümü sonraki dönemde yıldırım düşmesi sonucu hasar görerek yenilenmiş.


Bitlis şehir merkezi çok değişik bir tarihi dokuya sahip ancak ihmal edilmiş, şimdi bu tarihin ortaya çıkarılması için etraf güzelleştiriliyor. Bitlis Kalesi etrafında bulunan dere yatağı üzerinde mevcut binaların yıkımı ve sağlamlaştırma işlemi yapıldığı için her yerde çalışma vardı. Bu yüzden dilediğimiz gibi gezemedik, çalışmalar tamamlandıktan sonra tekrar gitmek istiyoruz. Bitlis’ten Tatvan ilçesine hareket ediyoruz. Yemek için gittiğimiz Mavi Beyaz restoranında tattığımız Tatvan kebabından sonra The Crater Otele (530 TL) yerleşip yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi Ahlat'a kadar götürsün diye dileyip, dinlendik.

5.Gün: Tatvan - 30 dk - Ahlat - 1 saat - Nemrut Krater Gölü - 1,5 saat - Dilmetaş - 1 saat - Van


Doğu Ekspresi'nin kardeş trenlerinden olan Van Gölü Ekspresi adından Van'a gidiyor gibi algılansa da yolculuk Bitlis'in Tatvan ilçesinde son buluyor. Ama bizim yolculuğumuz devam ediyor. Sabahın erken saatlerinde Tatvan'dan Türk sanat ve kültürünün çok önemli bir merkezi olan Ahlat'a doğru yola çıkıyoruz. İlk ziyaret yerimiz, dünyanın en büyük Türk İslam mezarlığı olan Selçuklu Mezarlığı ve Mezar Taşları. Ama önce biraz Ahlat'tan bahsedelim.

Anadolu'ya giriş kapısının en önemli noktası olan, doğu-batı sentezinin kavşak noktası konumundaki Ahlat, gerek coğrafi gerek tarihi özellikleriyle ön plana çıkıyor. 13. yüzyılda Belh (Afganistan) ve Buhara (Özbekistan) ile İslam dünyasının 3 büyük ilim, kültür ve sanat merkezinden biri olmuş ve Kubbet-ul İslam unvanını alarak önemini daha da arttırmış.


Geçmişi neolitik çağlara kadar uzanan Ahlat, MÖ 4000'lerde Hurriler ile başlayıp Osmanlılar'a kadar çeşitli devletlerin idaresinde kalmış. Anadolunun kapısının Türklere açıldığı tarih olan 1071 öncesinde ve sonrasında doğudan batıya geçişi sağlayan bir üs konumuna gelmiş. 12. yüzyılın başlarından itibaren de Ahlatşahlar adıyla anılan Selçukluların bir kolunun başkenti olmuş.



Ahlat, sahip olduğu doğal güzelliklerin yanı sıra bünyesinde barındırdığı birçok kümbet, türbe, hamam, zaviye, bezirhane (yağhane), çeşme, kale, mezarlık, cami, sivil konut, arkeolojik alan, akıt (oda mezar) ve mağaralar gibi tarihi kültür miraslarıyla adeta bir açık hava müzesi niteliğinde. Bu kültür miraslarının en önemlilerinin başında Selçuklu Meydan Mezarlığı geliyor. Ahlat tarihi kentindeki Urartu ve Osmanlı Eski Yerleşimi Ahlat Mezar Taşları 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girmiş.



Selçuklu Meydan Mezarlığı, Ahlat'ta bulunan birçok tarihi mezarlık içerisinde en büyük ve en önemli olanı. Mezarlık alanında, yaklaşık 9000 mezar taşı bulunuyormuş.



Meydan Mezarlığında şahideli sandukalı, sandukalı ve akıt (oda mezar) olmak üzere 3 genel mezar tipi görülüyor. Bu mezarlardan Ahlat'ın birçok ilim, din, kültür, sanat, zanaatkar, hukuk adamları ile mutasavvıf ve zahitler yetiştirdiği öğreniliyor. Bu mezarlıkların içinde en önemli bölümü Kadılar oluşturuyor.



Mezar taşlarının doğu yüzünde metfunun kimlik bilgileri, bazı örneklerde ise metfunun nereden geldiği ve mesleki bilgiler yer alıyor. Bu bilgilerin yanı sıra Orta Asya Türk kültüründe görülen çift başlı ejder motifi, değişik sıra ve örgülerde mukarnas süslemeleri de yer alıyor. Batı yüzünde ise, mezar taşını yapan sanatkarın adı, Kuran-ı Kerim'den ayetler ile palmet, kandil, geometrik motifler ve bitkisel süslemeler bulunuyor. Sanduka kısmında ise daha çok ölümü hatırlatan Hadis-i Şerifler yer alıyor. Ölümü hatırlatan bir diğer şey de mezarların üstünde uçan kargalar...



Anadolunun tapusu olan ve 12. yüzyılın başından 16. yüzyıla kadar tarihlenen Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı mezar taşları, Orhun abidelerinin Anadoluda yaşatılan temsilcileri niteliğinde; “Anadolunun Orhun Abideleri”


Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığının yakınında, zamanın ruhunun yansıtıldığı bir mekan olan Ahlat Müzesine gidiyoruz.

2018 yılında ziyarete açılan müzede; arkeolojik, kentsel bellek ve fuaye olmak üzere 3 kapalı teşhir alanının yanı sıra bahçe teşhir alanında da eserler sergileniyor.

"Ölüm bir kapıdır, herkes o kapıdan geçecektir."

Kentsel bellek salonunda, Ahlat'ta hüküm süren devletler, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetine ait kısa bilgilerin yer aldığı panolar, Selçuklu Meydan Mezarlığı ve Ören Yerine ait bilgiler ile Sultan Alparslan'ın balmumu heykeli ve Malazgirt Savaşına ait görseller yer alıyor.

Müzenin arkeoloji salonunda teşhir edilen Lüster ibrik, Ahlatşahlar sikkesi ve sistrum ait oldukları dönemin kültür, sanat, yaşam tarzı, inanç sistemi gibi temel konularda bilgi vermesi açısından, tek olma özelliğine sahip...



Ahlat'ta birçok kümbet var, bunlardan en bilineni Ulu Kümbet (Usta Şagirt Kümbeti), Anadoludaki kümbetler içerisinde en büyük olanıymış. Bu nedenle Ulu Kümbet olarak nitelendiriliyor. Kümbetin alt kısmı dıştan dışa 9x9 m olup yüksekliği 20.63 metre. Yapılış tarihi ve kime ait olduğu bilinmiyor. Kümbetin mimarisi ve süslemelerine bakıldığında 12. yüzyılın son dönemlerinde yapıldığı tahmin ediliyor.

İki katlı olan kümbetin alt kısmında cenazeliği bulunuyor. Gösterişli bir süslemeye sahip olan eserin yapımında kesme taş kullanılmış.


Kaide kısmı üzerindeki parmaklıklı gövdesi ile diğer bütün kümbetlerden ayrılan Emir Bayındır Kümbeti (Parmaklıklı Kümbet) Akkoyunlu hükümdarı Rüstem ve Bayındır'a aitmiş. 1481 yılında yapılmış. Dünyada mevcut 2 örnekten biri olan kümbetin benzeri Azerbaycan Gence’de olup aynı usta  tarafından yapılmış.

Kümbetin arkasındaki dikdörtgen planlı Emir Bayındır Camii, Bayındır ibn Rüstem için Ameli Baba Can tarafından 1477 tarihinde inşa edilmiş.

Daha birçok kümbet var ama anlatacağımız son kümbet, Çifte Kümbetler. Her iki kümbette de ikişer kişi gömülü olduğundan iki isimle anılıyor. Bu kümbetlerin büyük olanı Şirin Hatun ve Buğatay Aka kümbeti, küçük olanı ise Hüseyin Timur ve Esen Tekin kümbeti. Kare planlı cenazeliğin üzerine zengin motifli silindirik gövde yükseliyor. Gövdenin üzeri konik bir külahla kapatılmış.

Ahlat iç kalesinin yanında, büyük bir kaya bloğuna oyularak yapılmış çok katlı bir yerleşim alanı var. Bu mağaralar kalenin mamur olduğu dönemlerde askeri mühimmat depoları ve soğuk hava depoları olarak kullanılmış. Ahlat’taki doğal alanlardan olan ve mağara turizmi açısından önem taşıyan mağara kümeleri Harabe Şehir olarak geçiyor.

Yapay mağaralar tek ve iki katlı oyuldukları gibi, bazıları ise galeri tarzında oluşturulmuş olup bu galerilerin nerelere kadar uzandığı henüz araştırılmamış. Mağaraların bazıları yan yana veya arka arkaya sıralanmış 2-3 odadan oluşuyor.

Harabe Şehir mağaralarının biraz aşağısında Selçuklulardan kalma, kesme taştan yapılan tarihi bir köprü var.

Keş deresinin üzerinde yer alan köprünün, biraz önce ziyaret ettiğimiz Akkoyunlu Türkmen beylerinden Emîr Bayındır (ö.1481) tarafından yaptırılmış olduğu söyleniyor.

21 metre uzunluğundaki köprü tek gözlü...

Ahlat'ın her tarafı buram buram tarih kokuyor, bunlardan birisi de Van Gölü sahilindeki Ahlat Kalesi...

Kale, Van Gölüne hakim bir noktada Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında genişletilmiş. Surlar geniş bir alanı kapsıyor, iki giriş kapısı ve 13 burçtan meydana geliyor.

Kalenin içerisinde camiler ve restorasyonu devam eden bir hamam var. Bu eserleri ziyaret edelim.

Ahlat Kalesi içinde yer alan İskender Paşa Camii, Van vilayetinin ilk beylerbeyi olan İskender Paşa tarafından 1564 tarihinde yaptırılmış. 

İskender Paşa Camii dikdörtgen plan teşkil ediyor. Esas ibadet mekanı tek bir kubbe ile örtülmüş. Kuzeybatı köşedeki minare kare kaideli olup silindirik olarak yükseliyor.

Ayrıca caminin yanında yıkılmış durumda bulunan hamamın restorasyonu devam ediyor.

Osmanlı Kalesi içinde İskender Paşa Camii'nin karşısında Kadı Mahmut Camii var. Caminin kitabesinden Ahlat'ın seçkin ailelerinden Kadı Mahmut tarafından 1584 tarihinde yaptırıldığı anlaşılıyor. Cami, dikdörtgen planlı. İskender Paşa Camii'nde olduğu gibi tek kubbe ile örtülmüş.


Son cemaat yeri ise 3 küçük kubbe ile örtülmüş. Bütün Ahlat yapılarında olduğu gibi bu camide de kesme taş kullanılmış, fakat duvarlar tek renkli taştan yapılmış.

Camii, kümbetlerin üzerinde olduğu gibi taş kaplamalı, 8 kenarlı piramidal bir külahla örtülmüş. Caminin minaresi kuzeybatı köşede camiye bitişik olarak yapılmış.

Ancak bu camilerin içini de görmek isterseniz namaz vakitlerinde ziyaret edin, günün diğer saatlerinde kapalı...

Ahlat’tan sonra Tatvan'a dönüp dünyanın ikinci en büyük krater gölünün bulunduğu Nemrut Dağı’na hareket ediyoruz.

Yaklaşık 2950 metreye kadar yükselen dağa çıkan yollarda yer yer boyumuzu aşan kar birikintileri var.

Nemrut Dağı’nın zirvesine vardığımızda bir yandan Van Gölü’nün o uçsuz bucaksız muhteşem manzarası, diğer bir yanda ise Nemrut Dağı Krater Gölü’nün büyüleyici görüntüsü bizi çok etkiledi.

Nemrut göllerinin en büyüğü yarımay görünümünde. Nemrut kalderasının batı kısmını kaplayan ve 2247 metre yükseklikte konumlanan gölün en derin yeri 175 metre. Tatlı suyu olan gölden alınan su örneklerinde suyun renksiz, kokusuz ve içme suyu lezzetinde olduğu tespit edilmiş.

Nemrut Krateri’nde, sıcak ve soğuk göller bir arada bulunuyor; Büyük Krater Gölü, Küçük Göl, Ilıkgöl ile volkanik taşları, buhar bacaları ve lav kalıntılarını görebilirsiniz.

Küçük Göl

Ilıkgöl

Büyülenmiş olarak Nemrut Dağından iniyoruz.

Van Gölünün kuzey tarafında yer alan 4058 metre rakımlı Süphan Dağı...

Tatvan böyle görünüyor, bir sahil kasabası...

Nemrut'tan indikten sonra Tatvan'dan ayrılıp Van'a doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız ters laleleri görmek için gittiğimiz Van'ın Gevaş ilçesine bağlı Dilmetaş köyü...

Gevaş’ta bilinmeyen tarihi bir mezarlık... Dilmetaş Ters Lale Mezarlığına yol tarifi almayı unutmayın. Tam konum verilmiş, köyün tepesindeki mezarlıkta laleler...

Mezarlığın tepesinde bir de Seyit Hacı Zübeyit (ö.1450) Türbesi bulunuyor.

Ters laleler türüne az rastlanır cinsten, görülmeye değer hatta muhteşemler gittiğinize pişman olmayacaksınız.


Hakkâri bölgesinin endemik çiçeği Ters Laleler, yöre halkının çiçek soğanını taşımasıyla ve zamanla mezarlığın dışına da taşmasıyla bir renk cümbüşü oluşturmuş.


Nadir bulunan sarı renkli laleleri de mutlaka görün...


Muhteşem Van Gölü ve doğa manzarasının da ayrı bir güzelliği var. Karşıda Akdamar Adası görünüyor.

"Nerde istersen orda kal... yerleş;
Yolcu, rü'yaya benziyor burası...
İşte bak: Bir küçük denizdir göl;
Bir küçük kıt'a Ahtamar adası!"


E buraya gelmişken Van’ın simgelerinden biri Van Gölü’nü görmeden dönecek değiliz. Etrafında sayısız doğal güzellik barındıran şehir gezisi sırasındaki en keyifli duraklardan biri olacak. Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası, doğal güzelliğinin yanı sıra taş işçiliğiyle ünlü tarihi Akdamar Kilisesi, diğer adıyla Surp Harç Ermeni Kilisesi’ne ev sahipliği yapması nedeniyle buraya uğramadan geçmeyin deriz. Gevaş’tan bineceğiniz tekne ile Van Gölü’nün içerisinde bulunan Akdamar Adası’na 35 liraya gidebilirsiniz.

Van'a vardığımızda akşam olmuştu. Yemek için gittiğimiz Van Menceli restoranında tattığımız Van mutfağına ait yöresel yemeklerden sonra Van Uygulama Oteline (400 TL) yerleşip günün yorgunluğunu çıkardık.

6.Gün: Güneşin Her Akşam Göle Düştüğü Şehir: VAN


Keşfedilmeyi bekleyen pek çok tarihi ve doğal güzellikleri ile Van… Tatil rotasını Doğu Anadolu’ya çevirdiyseniz ve Van’a yolculuk yapmayı düşünüyorsanız sizi pek çok tarihi ve doğal güzellik bekliyor. Eşsiz hazineleri ve köklü kültürü ile Van ülkemizin görülmeye değer yerlerinden biri...

Sabah otelimizde yaptığımız açık büfe Van kahvaltısının ardından yönümüzü Van Kalesi’ne çeviriyoruz.

Van’ın en önemli yapılarından biri olan Van Kalesi gezi sırasında mutlaka görmeniz gereken bir yer, ön sıralara alalım burayı... Van tarihi kentindeki Tuşpa/Van Kalesi 2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girdi.

Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görebileceğimiz Van Kalesi’ne (Tuşpa) çıkıyoruz.

Van Kalesi, MÖ 9.-7. yüzyıllar arasında Doğu Anadoluyu yöneten Urartu krallığının başkenti...

Kalenin girişinde eski Van evlerini görüyoruz.

Küçük bir derenin üstündeki köprüden geçiyoruz.

Güzel bir çeşmenin yanından geçip...

Tırmanmaya başlıyoruz.

Tırmanıyoruz...

Ve sonunda...

Kale kapısına dayanıyoruz.

Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görmeye başlıyoruz.


Biraz daha yolumuz var.

20 dakika bir yokuş çıktıktan sonra Van Kalesi’nin adeta simgesi olan Süleyman Han Camii'ne ulaşıyoruz. Ve biz zirveye ulaştığımızda, kapalı olan hava birdenbire açıveriyor :) İşte buraların iklimi bu kadar değişken...

Süleyman Han Camii, Osmanlılar döneminde de bölgenin yönetim merkezi olarak kullanılan Van Kalesi’nin en üst bölümünde oldukça engebeli bir alanda inşa edilmiş.

Minaresi ile Osmanlı'nın yöreye hakimiyetini gösteren sembol bir yapı. Cami, kare planlı olup, üzeri düz toprak dam örtülü, geleneksel Van evleri gibi...

Buradan kalenin eteğindeki Ulu Camii ve ilerideki Hüsrev Paşa Camii de görünüyor.

Caminin ilerisindeki bir diğer kapıdan geçip yürümeye devam ediyoruz.


Sol altta Ulu Camii ve ileride Van Gölü manzarası...

Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görebiliyoruz.

Buradan Van Gölü’ne baktığımızda “aynı deniz gibi” demekten kendimizi alamıyoruz. Zira Van Gölü, 3713 km²‘lik ölçüsüyle Türkiye’nin en büyük gölü...


Her çıkışın bir inişi vardır :)

Kapılardan geçerek...

Arkamıza dönüp kaleye veda ediyoruz.

Hoşçakal köprücük :)

Hoşçakal Van evleri :)


Aracımızla kale yolunu takip ederek müzeye ulaşıyoruz.

Van’a yolu düşenlere kesinlikle gitmelerini öneririz. İlk girişte bizi, üzerine basınca hareket eden, Van’da yer alan önemli yerleri harita üzerinde gösteren bir simülasyon karşılıyor.

İlk çağlardan başlayarak günümüze kadar tüm dönemlerden kalma antik eserlerle birlikte uzun bir tarihi gözler önüne seren bir müze. Müzeyi gezerken gördüğünüz tarihi eserlerin yanındaki açıklamaları da mutlaka okumaya çalışın. Birlikte müzeyi gezelim.

Adilcevaz Kef Kalesi kabartmalı blokları

Mezar taşları


Koç, koyun ve at şeklindeki mezar taşları

Muhteşem bir müze, çok güzel düşünülmüş ince detaylar, canlandırmalar var. Gezmeye devam edelim.

Zırhlı Osmanlı askeri canlandırması

Erken Tunç Çağı evi canlandırması


Törensel ziyafet


Libasyon (Tanrı ve Tanrıçalara sıvı kurbanı)


Urartu savaş arabaları

Urartu mezar odası canlandırması

Ferah bir ortamda görsel anlatımlarla desteklenmiş Van tarihi turu... Çok güzel tasarlanmış ve konumlandırılmış eserler... Birazdan gezeceğimiz yapıların maketleri de var.

Akdamar Kilisesi

Ulu Camii canlandırması

Hüsrev Paşa Külliyesi

Van'a yolunuz düşerse mutlaka vakit ayırıp ziyaret etmenizi öneririz. Müzeyi hızlıca gezmek isteseniz bile en azından 1 saat vakit ayırmanız gerekir.

Van Müzesi’nde kale gezimizi taçlandırıp diğer camileri ziyaret etmek için aşağı kale tarafına gidiyoruz.

Aşağı kale kapısından içeri giriyoruz.

Hüsrev Paşa Camii; medrese, türbe ve imaretten oluşan bir külliye içerisinde yer alıyor.

Mimar Sinan'ın eserleri arasında sayılıyor.

Dışı da içi de çok dikkat çeken bir görüntüye sahip tarihi bir cami. İç avlusunun bulunduğu yerde oturup dinlenmek çok rahatlatıcı. Kaleyi gezmeye geldiğinizde kesinlikle buraya uğramalısınız.

Cami giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre, Van beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa tarafından 1567 tarihinde yaptırılmış.

Mevcut hali ile ibadete açık...


Hemen yanındaki Hüsrev Paşa'nın eşi ve kızının bulunduğu türbe...

İç kısmından diğer kısımlara geçip farklı tarihi bölümleri de ziyaret edebilirsiniz. Caminin yanındaki imaret...


Hüsrev Paşa Camii'nin yanında 17. yüzyıl eserlerinden biri olan Kaya Çelebi Camii var. Dış kısmında restorasyonu tamamlanmış ancak iç kısmında devam ettiği için içeri girilmiyor. Çevresinde de harabe durumda pek çok yapı var.


Bunlardan biri de Ulu Camii... Günümüze harap vaziyette ulaşmış olan Ulu Camii'nin son araştırmalara göre 12. yüzyılda Ahlatşahlar döneminde ya da 1400'den önce Karakoyunlular döneminde inşa edilmiş olduğu düşünülüyor.

Eşsiz hazineleri ve köklü kültürü ile Van ülkemizin görülmeye değer yerlerinden biri. Van’ın tüm ilçelerini hesaba katarsak tarihi eserleri ve doğal güzellikleri saymakla bitmez. Bu yüzden biz gezebildiğimiz yerleri anlatmaya çalıştık, darısı daha geniş bir zamanda diğerlerine... Yalnızca Van gölünde gün batımını izlemek bile burayı bir şiire dönüştürebilir.


7.Gün: Van - 1,5 saat - Muradiye Şelalesi - 1,5 saat - İshakpaşa Sarayı - 1 saat - Iğdır - 1,5 saat - Kars

Sabah otelimizde yaptığımız açık büfe Van kahvaltısının ardından Doğubayazıt-Van karayolu üzerinde yer alan Muradiye ilçesine 10 km. uzaklıkta, Bend-i Mahi Çayı üzerindeki muhteşem Muradiye Şelalesi’ne gidiyoruz.

Doğuş yeri sönmüş bir volkanik dağ olan Tendürek dağı. Kış aylarında donarak tam bir doğa harikasına dönüşüyormuş.

Muradiye Şelalesi 15-20 metre arasında değişen yükseklikten dökülüyor. Çok yüksekten düşmese de debisi çok yüksek, yaklaşık 300 metreden dahi su damlacıkları üzerimize geliyor.

Adını Bağdat seferine çıkan Sultan 4. Murat'tan alıyor.

Asma köprüsü ve doğal güzelliği ile halkın rağbet ettiği bir mesire yeri...

Asma köprü bayağı yüksek ve sallanıyor.

Büyük şelalenin üst taraflarında kat kat inen birkaç şelale daha var.



Daha sonra şelalenin doğduğu Tendürek Dağına (3542 m.) paralel olarak Çaldıran üzerinden Doğubayazıt'a gidiyoruz.


Yine aynı gün içinde, inşaatı 99 yıl süren muhteşem İshak Paşa Sarayını geziyoruz.

İsmi saray olsa da esasında bir külliye olan bu muhteşem yapı, aynı zamanda Lale Devri’nin en önemli eserlerinden birisi olması özelliğini de taşıyor. Doğubayazıt tarihi kentindeki İshakpaşa Sarayı 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girmiş.

Osmanlı mimarisinin Anadoluda günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olan ve yapıldığı yüzyılda olduğu gibi günümüzde de bölgenin en önemli mimari eseri olan İshak Paşa Sarayı, harem taçkapısı üzerinde yer alan kitabeye göre 1784 yılında Çıldıroğullarından 2. İshak Paşa tarafından yaptırılmış. Saray, eski kasabanın merkezinde, 3 tarafı tamamen sarp, dik meyilli bir tepe üzerine kurulmuş. Tepenin yalnız doğu tarafında, sarayın ana girişinin de bulunduğu yönde araziye bağlantı sağlandığı görülüyor. 

Sarayın üzerinde inşa edildiği platformu oluşturmak için kuzey, güney ve kısmen batı yönlerine, çevresi yüksek duvarlı teraslar ve bodrum katlar inşa edilmiş. 

Saray bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri bodrum katı ile birlikte 3 katlı olacak şekilde ve başlıca iki avlu çevresinde oluşturulan bölümlerle ana kütleyi oluşturan harem bölümünden meydana gelmiş.

Sarayda kullanılan temel yapı malzemesi oldukça zengin çeşitlilik gösteren ve çevrede bulunan taşlar. Taş malzeme dışında sınırlı miktarda ahşap, sıva ve harç ile taşların bağlantı elemanı veya pencere parmaklılarında demir malzeme de kullanılmış. Bölgenin iklim koşulları göz önüne alındığında sarayın ısıtılması sorununa en uygun çözüm yolu olarak sıcak su toprak künkler vasıtasıyla yapı içinde dolaştırılmış, bir nevi kalorifer sistemi oluşturularak mekanlar ısıtılmış.

Osmanlı mimarisinin en zengin örneklerinden birisi olan sarayın süslemelerinde yapıldığı dönemin moda beğenisi olan Barok-Rokoko gibi bazı etkiler, kuzey Kafkasya ve İran etkileri ile yoğurularak eklektik bir karakter ortaya konulmuş. Ancak, motiflerin temeline ve kompozisyon düzenlemelerine inildiğinde mimaride olduğu gibi süslemelerde de geleneksel Selçuklu sanatı etkilerinin ağır bastığı görülüyor.

İshak Paşa Sarayının içindeki Camii kare planlı ve tek kubbeli, sade mimarili bir yapı...

İshak Paşa Sarayı'nın camii, sarayın terk edilmesinin ardından yaklaşık bir asır sonra 2015 yılında yeniden ibadete açıldı. Bize de nasip oldu...

Saraydan Doğubayazıt manzarası...


Soldan sağa doğru; Eski Bayezıd Cami, Doğubayazıt Kalesi, Ahmed-i Hani Türbesi.

Önde Şeyh Ahmed El-Hani Müzesi/Eski Bayezid Evi ve arkada Doğubayazıt...

Coğrafi konumuyla zor koşullarda yapılan İshak Paşa Sarayından sonra, yanı başındaki bu sarayda hocalık yapan Ahmed-i Hani Türbesini de ziyaret ediyoruz.

Ahmed-i Hani, 17. yüzyılda yaşamış bir edebiyatçı, astronom, şair, tarihçi ve İslam alimi...

Ahmed-i Hani 1651 yılında doğmuş, 1707 yılında vefat etmiş.

Hani ismini, Hakkâri yakınlarındaki Han köyünden mensubu olduğu Hani aşiretinden alıyormuş.

Türbesinin yanında küçük bir de cami var. Burada Arvasi seyyidlerinin de türbesi var. Ankara Bağlum'da medfun Abdülhakîm Arvâsî'nin akrabaları...

Günümüze oldukça harap bir durumda ulaşan Eski Beyazıt Kalesi, Urartular döneminden kalmış. Sultan Bayezid'in ölümünden sonra, halk onun anısına şehrin adını değiştirerek Daryunk yerine ilk defa Bayezıd adını vermiş. Eski kalenin adı da, Sultan Bayezıd'a ithafen Bayezıd Kalesi olarak değiştirilmiş. Güzel ve heybetli duruyor ama tırmanmak tehlikeli...

Doğubayazıt, 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1. Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış. Doğubayazıt Kalesi'nin hemen yanında, merkezi kubbeli ve tek minareli Bayezid Cami de o dönemde yapılmış. İshak Paşa Sarayından bakınca harika bir görüntüye sahip tarihi bir camii...

Buradan da İshak Paşa Sarayına bakınca harika görünüyor.

Restore edilen caminin kapısı kapalı, içeri girilmiyordu.

Son olarak Şeyh Ahmed El-Hani Müzesi/Eski Bayezid Evini geziyoruz. Saraydan sonra uğranıp gezilecek güzel bir müze, giriş ücreti 10 TL.

İçeride iki ayrı ev içinde müze bulunuyor. Önce Şeyh Ahmed El-Hani Müzesini gezelim.

Burada, Şeyh Ahmed El-Hani'nin yaşamının canlandırıldığı balmumu heykeller mevcut...



Ayrıca yöreye ait topraktan yapılma bir ev olan Beyazıt Evini de aynı yerde görebilirsiniz.

Müzede, 1800'lü yıllarda bölgedeki yaşamın canlandırıldığı balmumu heykeller mevcut...

Buradan İshak Paşa Sarayının manzarası, kartal yuvası gibi... Biz İshak Paşa Sarayını çok beğendik. Sanki bir saray değil, tüm heybetiyle canlı bir tarih, her tarafı sır dolu bir efsane. Onu anlamak için yakından görmek, gezmek gerekir... Bu görkemli yapının mimarı meçhuldür, onun için halk, sarayın yapımı ve tarihi hakkında birçok efsane anlatır. Sarayı gezerken, masal dünyasının saraylarını görmüş gibi hayal gücünüz harekete geçer, güzellikler karşısında efsanelerde anlatılanlar bir bir gözlerinizin önünde canlanır... Bir kartal yuvasını andıran ve çevresiyle ahenk oluşturan bu muazzam yapıya hayran kalmamak elde değil...


Türkiye'nin doğuya açılan kapısı olan Doğubayazıt gezimizi burada bitiriyoruz. Vaktiniz varsa İshakpaşa Sarayı, Doğubayazıt Kalesi, Bayazıt Camii, Ahmed-i Hani Türbesinin dışında Ağrı Dağının en güzel göründüğü yerlerden biri olan Doğubayazıt Sazlığı, Meteor Çukuru, Balık Gölü, Buz Mağarasını da gezebilirsiniz.

Doğubayazıt gezimizin ardından Iğdır’a doğru ilerlediğimizde Ağrı Dağı’nın (5165 m) etki alanına giriyor, nereye gitsek onu görüyoruz. Var gücümüzle bakıyoruz bu efsanevi dağa. Yenilenme ve yaşam ümidiyle onun doruğuna yanaşan Nuh'un gemisini ve bu toprakların ihtiyacı olan barışın simgesi güvercinleri düşünüyoruz.

"Ağrı dağın eteğinde, Uçan güvercin olsam" türküsü eşliğinde Iğdır'a varıyoruz.


Iğdır'ı panoramik olarak görüp Iğdır'ın tuz beldesi Tuzluca'daki Tuz Mağaralarına uğruyoruz. Türkiye'nin 100 yıllık tuz ihtiyacını karşılayacak kapasitede bir mağara olduğunu öğreniyoruz. Günlük 60 ton tuz üretiliyormuş. Mağaraya giriş ücreti 15 TL.

Tünellerde bulunan hava birçok solunum yolu hastalığına iyi geliyormuş. Mağarada odalara benzeyen birçok galeri bulunuyor. Oldukça büyük olan galerilerin görünümleri ürkütücü olsa da göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip...


Tuz mağarası içerisinde bulunan kaya tuzu tabakaları 24-37 milyon yıl önce oluşmuş olan çökel tabakalarmış. Buranın Hititler döneminden beri kullanıldığı düşünülüyor.

Mağarada ışıklandırma ve seslendirme yapılmış, gayet güzel de olmuş. İçeriye girince görsel ve işitsel bağlamda insanı cezbediyor. Mağarada şaşırtıcı bir genişlik var ama yürüyüş turu çok uzun sürmüyor. Ayrıca giriş kısmında hediyelik eşya satılan yer var, buradan tuz lambası ve mağaradan çıkan doğal tuzdan alabilirsiniz.

Iğdır'dan ayrılmadan önce arkamızda bizi takip eden Ağrı Dağı ile son kez göz göze geliyoruz. Başındaki dumanlı bulutlardan eser kalmamış, tüm çıplaklığıyla bize veda ediyor.


Gökkuşağı Tepelerinin yanından geçerek Kars’a gidiyoruz. Kars’ın asırlar boyu en önemli yapısı olarak kalmış kalenin gece dışarıdan görünüşü görsel bir şölen...


Kars Kaz Evinde yemek ve Antephan'da künefe ziyafetinin ardından konaklayacağımız Kars-ı Şirin (600 TL) otelimize hareket ediyoruz.

8.Gün: Kars - 40 dk - Ani - 3,5 saat - Erzurum - 2,5 saat - Erzincan

Sabah Ani gezisi ardından, Erzurum’da mola veriyoruz. Dönerci Hacıbaba'da döner ve kadayıf dolması ziyafetinin ardından konaklayacağımız Erzincan Hilton (530 TL) otelimize hareket ediyoruz. Erzincan’da ilk durak noktamız bir doğa harikası olan Girlevik Şelalesi...

Daha önceki Doğu Anadolu gezimizde Girlevik, Erzincan, Erzurum, Kars, Ani'yi ayrıntılı olarak anlattığımız için burada tekrar ayrıntıya girmeyeceğiz. Doğu Ekspresi Yolunda Kültürel Miras: Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars, Ardahan yazımızı okuyabilirsiniz.
 
9.Gün: Erzincan - 8,5 saat - Ankara

Sabah otelde aldığımız açık büfe kahvaltı sonrasında, Tokat - Amasya üzerinden dönüş yolculuğumuza başlıyoruz. Yorgunuz ama yorgunluğumuzun yaşamak gibi, gezmek gibi bir anlamı var.

Doğu Anadolu'nun kışı ayrı, baharı ayrı güzel. Baharda hiçbir yerde görmediğiniz güzellikte karlı dağlar, bembeyaz uzanan tepeler, kar suyuna doymuş şelaleler, fosforlu gibi göz alan yeşillikte yaylalar göreceksiniz. Doğu Anadolu'nun baharı güzel, kışı da gerçek ötesi bir deneyim. Ama kışın gidecekseniz mutlaka kar yağarken gidin.

İlber Ortaylı’nın bir şehri gezme üzerine verdiği tavsiyelere göre; bir şehri ilk defa görüyorsanız bir dakika bile dinlenmeyeceksiniz. Yürüyeceksiniz. Gençseniz ve bir şehirde gönlünüzce yürümüyorsanız orayı gezdiğinizi söyleyemeyiz. O şehir hakkında her fırsatta okuyacaksınız hatta şehir gezerken bile okuyacaksınız. 20 saat geziyorsanız mesela 2 saat de okuyacaksınız. Gezi sırasında okuyacaksınız. Harita bakacaksınız, fotoğraf çekeceksiniz, not tutacaksınız. Müzeleri gezeceksiniz ama mutlaka çarşıya pazara da karışacaksınız. Bunları görmeden o çevreyi tanıyamazsınız. Güvenliği hesaba katarak şehri gece de gezin. Gece bir şehrin güzelliğidir. Bir şehre ilk defa gidiyorsanız çok yoğun bir program yapacaksınız illa ki yorulacaksınız.


Doğu Anadoluda bulunan Urartu eserlerinin birçoğu halen Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Bu eserleri görmek isterseniz Tarihe Yolculuk: Anadolu Medeniyetleri Müzesi yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder