Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden biriymiş, günümüz üniversiteleri gibi...
Yapı giriş dışında 3 ana bölümden oluşuyor.
Dini ilimler bölümü, pozitif ilimler bölümü ve kütüphane...
Şerefhan ailesine ait türbeler de var.
Mimari görünüş açısından klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşıyan şaheser, halen Vakıflar Bölge Müdürlüğü hizmet binası olarak kullanılıyor. Bu yüzden içini gezemiyoruz. Kapalı olduğu için gezemediğimiz bir diğer yer de Makedonya kralı İskender'in komutanlarından Badlis tarafından MÖ 3-4. yüzyıllarda yapılan Bitlis Kalesi. Bitlis şehrinin adı da bu komutandan geliyormuş.
Bitlis Kalesi etrafındaki çarşı içinde yer alan Ulu Camii, Mervanoğullarından Ebul Muzaffer Muhammed tarafından 1150 yılında yaptırılmış. Birçok defa onarım gören ve 1652'de esaslı şekilde elden geçirilen yapı, 1916'daki Rus işgali sırasında hasar görmüş. 1985 yılında tekrar onarılmış, yapıya son cemaat yeri ve bazı pencereler ilâve edilmiş.
Camiden ayrı yükselen minare kesme taş malzemeyle inşa edilmiş. 1970'li yıllara kadar mevcut durumunu koruyan minarenin üst bölümü sonraki dönemde yıldırım düşmesi sonucu hasar görerek yenilenmiş.
Bitlis şehir merkezi çok değişik bir tarihi dokuya sahip ancak ihmal edilmiş, şimdi bu tarihin ortaya çıkarılması için etraf güzelleştiriliyor. Bitlis Kalesi etrafında bulunan dere yatağı üzerinde mevcut binaların yıkımı ve sağlamlaştırma işlemi yapıldığı için her yerde çalışma vardı. Bu yüzden dilediğimiz gibi gezemedik, çalışmalar tamamlandıktan sonra tekrar gitmek istiyoruz. Bitlis’ten Tatvan ilçesine hareket ediyoruz. Yemek için gittiğimiz Mavi Beyaz restoranında tattığımız Tatvan kebabından sonra The Crater Otele (530 TL) yerleşip yarın güzel bir gün, açık bir yol bizi Ahlat'a kadar götürsün diye dileyip, dinlendik.
5.Gün: Tatvan - 30 dk - Ahlat - 1 saat - Nemrut Krater Gölü - 1,5 saat - Dilmetaş - 1 saat - Van
Doğu Ekspresi'nin kardeş trenlerinden olan Van Gölü Ekspresi adından Van'a gidiyor gibi algılansa da yolculuk Bitlis'in Tatvan ilçesinde son buluyor. Ama bizim yolculuğumuz devam ediyor. Sabahın erken saatlerinde Tatvan'dan Türk sanat ve kültürünün çok önemli bir merkezi olan Ahlat'a doğru yola çıkıyoruz. İlk ziyaret yerimiz, dünyanın en büyük Türk İslam mezarlığı olan Selçuklu Mezarlığı ve Mezar Taşları. Ama önce biraz Ahlat'tan bahsedelim.
Anadolu'ya giriş kapısının en önemli noktası olan, doğu-batı sentezinin kavşak noktası konumundaki Ahlat, gerek coğrafi gerek tarihi özellikleriyle ön plana çıkıyor. 13. yüzyılda Belh (Afganistan) ve Buhara (Özbekistan) ile İslam dünyasının 3 büyük ilim, kültür ve sanat merkezinden biri olmuş ve Kubbet-ul İslam unvanını alarak önemini daha da arttırmış.
Geçmişi neolitik çağlara kadar uzanan Ahlat, MÖ 4000'lerde Hurriler ile başlayıp Osmanlılar'a kadar çeşitli devletlerin idaresinde kalmış. Anadolunun kapısının Türklere açıldığı tarih olan 1071 öncesinde ve sonrasında doğudan batıya geçişi sağlayan bir üs konumuna gelmiş. 12. yüzyılın başlarından itibaren de Ahlatşahlar adıyla anılan Selçukluların bir kolunun başkenti olmuş.
Ahlat, sahip olduğu doğal güzelliklerin yanı sıra bünyesinde barındırdığı birçok kümbet, türbe, hamam, zaviye, bezirhane (yağhane), çeşme, kale, mezarlık, cami, sivil konut, arkeolojik alan, akıt (oda mezar) ve mağaralar gibi tarihi kültür miraslarıyla adeta bir açık hava müzesi niteliğinde. Bu kültür miraslarının en önemlilerinin başında Selçuklu Meydan Mezarlığı geliyor. Ahlat tarihi kentindeki Urartu ve Osmanlı Eski Yerleşimi Ahlat Mezar Taşları 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girmiş.
Selçuklu Meydan Mezarlığı, Ahlat'ta bulunan birçok tarihi mezarlık içerisinde en büyük ve en önemli olanı. Mezarlık alanında, yaklaşık 9000 mezar taşı bulunuyormuş.
Meydan Mezarlığında şahideli sandukalı, sandukalı ve akıt (oda mezar) olmak üzere 3 genel mezar tipi görülüyor. Bu mezarlardan Ahlat'ın birçok ilim, din, kültür, sanat, zanaatkar, hukuk adamları ile mutasavvıf ve zahitler yetiştirdiği öğreniliyor. Bu mezarlıkların içinde en önemli bölümü Kadılar oluşturuyor.
Mezar taşlarının doğu yüzünde metfunun kimlik bilgileri, bazı örneklerde ise metfunun nereden geldiği ve mesleki bilgiler yer alıyor. Bu bilgilerin yanı sıra Orta Asya Türk kültüründe görülen çift başlı ejder motifi, değişik sıra ve örgülerde mukarnas süslemeleri de yer alıyor. Batı yüzünde ise, mezar taşını yapan sanatkarın adı, Kuran-ı Kerim'den ayetler ile palmet, kandil, geometrik motifler ve bitkisel süslemeler bulunuyor. Sanduka kısmında ise daha çok ölümü hatırlatan Hadis-i Şerifler yer alıyor. Ölümü hatırlatan bir diğer şey de mezarların üstünde uçan kargalar...
Anadolunun tapusu olan ve 12. yüzyılın başından 16. yüzyıla kadar tarihlenen Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı mezar taşları, Orhun abidelerinin Anadoluda yaşatılan temsilcileri niteliğinde; “Anadolunun Orhun Abideleri”
Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığının yakınında, zamanın ruhunun yansıtıldığı bir mekan olan Ahlat Müzesine gidiyoruz.
2018 yılında ziyarete açılan müzede; arkeolojik, kentsel bellek ve fuaye olmak üzere 3 kapalı teşhir alanının yanı sıra bahçe teşhir alanında da eserler sergileniyor.
"Ölüm bir kapıdır, herkes o kapıdan geçecektir."
Kentsel bellek salonunda, Ahlat'ta hüküm süren devletler, Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetine ait kısa bilgilerin yer aldığı panolar, Selçuklu Meydan Mezarlığı ve Ören Yerine ait bilgiler ile Sultan Alparslan'ın balmumu heykeli ve Malazgirt Savaşına ait görseller yer alıyor.
Müzenin arkeoloji salonunda teşhir edilen Lüster ibrik, Ahlatşahlar sikkesi ve sistrum ait oldukları dönemin kültür, sanat, yaşam tarzı, inanç sistemi gibi temel konularda bilgi vermesi açısından, tek olma özelliğine sahip...
Ahlat'ta birçok kümbet var, bunlardan en bilineni Ulu Kümbet (Usta Şagirt Kümbeti), Anadoludaki kümbetler içerisinde en büyük olanıymış. Bu nedenle Ulu Kümbet olarak nitelendiriliyor. Kümbetin alt kısmı dıştan dışa 9x9 m olup yüksekliği 20.63 metre. Yapılış tarihi ve kime ait olduğu bilinmiyor. Kümbetin mimarisi ve süslemelerine bakıldığında 12. yüzyılın son dönemlerinde yapıldığı tahmin ediliyor.
İki katlı olan kümbetin alt kısmında cenazeliği bulunuyor. Gösterişli bir süslemeye sahip olan eserin yapımında kesme taş kullanılmış.
Kaide kısmı üzerindeki parmaklıklı gövdesi ile diğer bütün kümbetlerden ayrılan Emir Bayındır Kümbeti (Parmaklıklı Kümbet) Akkoyunlu hükümdarı Rüstem ve Bayındır'a aitmiş. 1481 yılında yapılmış. Dünyada mevcut 2 örnekten biri olan kümbetin benzeri Azerbaycan Gence’de olup aynı usta tarafından yapılmış.
Kümbetin arkasındaki dikdörtgen planlı Emir Bayındır Camii, Bayındır ibn Rüstem için Ameli Baba Can tarafından 1477 tarihinde inşa edilmiş.
Daha birçok kümbet var ama anlatacağımız son kümbet, Çifte Kümbetler. Her iki kümbette de ikişer kişi gömülü olduğundan iki isimle anılıyor. Bu kümbetlerin büyük olanı Şirin Hatun ve Buğatay Aka kümbeti, küçük olanı ise Hüseyin Timur ve Esen Tekin kümbeti. Kare planlı cenazeliğin üzerine zengin motifli silindirik gövde yükseliyor. Gövdenin üzeri konik bir külahla kapatılmış.
Ahlat iç kalesinin yanında, büyük bir kaya bloğuna oyularak yapılmış çok katlı bir yerleşim alanı var. Bu mağaralar kalenin mamur olduğu dönemlerde askeri mühimmat depoları ve soğuk hava depoları olarak kullanılmış. Ahlat’taki doğal alanlardan olan ve mağara turizmi açısından önem taşıyan mağara kümeleri Harabe Şehir olarak geçiyor.
Yapay mağaralar tek ve iki katlı oyuldukları gibi, bazıları ise galeri tarzında oluşturulmuş olup bu galerilerin nerelere kadar uzandığı henüz araştırılmamış. Mağaraların bazıları yan yana veya arka arkaya sıralanmış 2-3 odadan oluşuyor.
Harabe Şehir mağaralarının biraz aşağısında Selçuklulardan kalma, kesme taştan yapılan tarihi bir köprü var.
Keş deresinin üzerinde yer alan köprünün, biraz önce ziyaret ettiğimiz Akkoyunlu Türkmen beylerinden Emîr Bayındır (ö.1481) tarafından yaptırılmış olduğu söyleniyor.
21 metre uzunluğundaki köprü tek gözlü...
Ahlat'ın her tarafı buram buram tarih kokuyor, bunlardan birisi de Van Gölü sahilindeki Ahlat Kalesi...
Kale, Van Gölüne hakim bir noktada Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında genişletilmiş. Surlar geniş bir alanı kapsıyor, iki giriş kapısı ve 13 burçtan meydana geliyor.
Kalenin içerisinde camiler ve restorasyonu devam eden bir hamam var. Bu eserleri ziyaret edelim.
Ahlat Kalesi içinde yer alan İskender Paşa Camii, Van vilayetinin ilk beylerbeyi olan İskender Paşa tarafından 1564 tarihinde yaptırılmış.
İskender Paşa Camii dikdörtgen plan teşkil ediyor. Esas ibadet mekanı tek bir kubbe ile örtülmüş. Kuzeybatı köşedeki minare kare kaideli olup silindirik olarak yükseliyor.
Ayrıca caminin yanında yıkılmış durumda bulunan hamamın restorasyonu devam ediyor.
Osmanlı Kalesi içinde İskender Paşa Camii'nin karşısında Kadı Mahmut Camii var. Caminin kitabesinden Ahlat'ın seçkin ailelerinden Kadı Mahmut tarafından 1584 tarihinde yaptırıldığı anlaşılıyor. Cami, dikdörtgen planlı. İskender Paşa Camii'nde olduğu gibi tek kubbe ile örtülmüş.
Son cemaat yeri ise 3 küçük kubbe ile örtülmüş. Bütün Ahlat yapılarında olduğu gibi bu camide de kesme taş kullanılmış, fakat duvarlar tek renkli taştan yapılmış.
Camii, kümbetlerin üzerinde olduğu gibi taş kaplamalı, 8 kenarlı piramidal bir külahla örtülmüş. Caminin minaresi kuzeybatı köşede camiye bitişik olarak yapılmış.
Ancak bu camilerin içini de görmek isterseniz namaz vakitlerinde ziyaret edin, günün diğer saatlerinde kapalı...
Ahlat’tan sonra Tatvan'a dönüp dünyanın ikinci en büyük krater gölünün bulunduğu Nemrut Dağı’na hareket ediyoruz.
Yaklaşık 2950 metreye kadar yükselen dağa çıkan yollarda yer yer boyumuzu aşan kar birikintileri var.
Nemrut Dağı’nın zirvesine vardığımızda bir yandan Van Gölü’nün o uçsuz bucaksız muhteşem manzarası, diğer bir yanda ise Nemrut Dağı Krater Gölü’nün büyüleyici görüntüsü bizi çok etkiledi.
Nemrut göllerinin en büyüğü yarımay görünümünde. Nemrut kalderasının batı kısmını kaplayan ve 2247 metre yükseklikte konumlanan gölün en derin yeri 175 metre. Tatlı suyu olan gölden alınan su örneklerinde suyun renksiz, kokusuz ve içme suyu lezzetinde olduğu tespit edilmiş.
Nemrut Krateri’nde, sıcak ve soğuk göller bir arada bulunuyor; Büyük Krater Gölü, Küçük Göl, Ilıkgöl ile volkanik taşları, buhar bacaları ve lav kalıntılarını görebilirsiniz.
Küçük Göl
Ilıkgöl
Büyülenmiş olarak Nemrut Dağından iniyoruz.
Van Gölünün kuzey tarafında yer alan 4058 metre rakımlı Süphan Dağı...
Tatvan böyle görünüyor, bir sahil kasabası...
Nemrut'tan indikten sonra Tatvan'dan ayrılıp Van'a doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız ters laleleri görmek için gittiğimiz Van'ın Gevaş ilçesine bağlı Dilmetaş köyü...
Gevaş’ta bilinmeyen tarihi bir mezarlık... Dilmetaş Ters Lale Mezarlığına yol tarifi almayı unutmayın. Tam konum verilmiş, köyün tepesindeki mezarlıkta laleler...
Mezarlığın tepesinde bir de Seyit Hacı Zübeyit (ö.1450) Türbesi bulunuyor.
Ters laleler türüne az rastlanır cinsten, görülmeye değer hatta muhteşemler gittiğinize pişman olmayacaksınız.
Hakkâri bölgesinin endemik çiçeği Ters Laleler, yöre halkının çiçek soğanını taşımasıyla ve zamanla mezarlığın dışına da taşmasıyla bir renk cümbüşü oluşturmuş.
Nadir bulunan sarı renkli laleleri de mutlaka görün...
Muhteşem Van Gölü ve doğa manzarasının da ayrı bir güzelliği var. Karşıda Akdamar Adası görünüyor.
"Nerde istersen orda kal... yerleş;
Yolcu, rü'yaya benziyor burası...
İşte bak: Bir küçük denizdir göl;
Bir küçük kıt'a Ahtamar adası!"
E buraya gelmişken Van’ın simgelerinden biri Van Gölü’nü görmeden dönecek değiliz. Etrafında sayısız doğal güzellik barındıran şehir gezisi sırasındaki en keyifli duraklardan biri olacak. Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası, doğal güzelliğinin yanı sıra taş işçiliğiyle ünlü tarihi Akdamar Kilisesi, diğer adıyla Surp Harç Ermeni Kilisesi’ne ev sahipliği yapması nedeniyle buraya uğramadan geçmeyin deriz. Gevaş’tan bineceğiniz tekne ile Van Gölü’nün içerisinde bulunan Akdamar Adası’na 35 liraya gidebilirsiniz.
Van'a vardığımızda akşam olmuştu. Yemek için gittiğimiz Van Menceli restoranında tattığımız Van mutfağına ait yöresel yemeklerden sonra Van Uygulama Oteline (400 TL) yerleşip günün yorgunluğunu çıkardık.
6.Gün: Güneşin Her Akşam Göle Düştüğü Şehir: VAN
Keşfedilmeyi bekleyen pek çok tarihi ve doğal güzellikleri ile Van… Tatil rotasını Doğu Anadolu’ya çevirdiyseniz ve Van’a yolculuk yapmayı düşünüyorsanız sizi pek çok tarihi ve doğal güzellik bekliyor. Eşsiz hazineleri ve köklü kültürü ile Van ülkemizin görülmeye değer yerlerinden biri...
Sabah otelimizde yaptığımız açık büfe Van kahvaltısının ardından yönümüzü Van Kalesi’ne çeviriyoruz.
Van’ın en önemli yapılarından biri olan Van Kalesi gezi sırasında mutlaka görmeniz gereken bir yer, ön sıralara alalım burayı... Van tarihi kentindeki Tuşpa/Van Kalesi 2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girdi.
Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görebileceğimiz Van Kalesi’ne (Tuşpa) çıkıyoruz.
Van Kalesi, MÖ 9.-7. yüzyıllar arasında Doğu Anadoluyu yöneten Urartu krallığının başkenti...
Kalenin girişinde eski Van evlerini görüyoruz.
Küçük bir derenin üstündeki köprüden geçiyoruz.
Güzel bir çeşmenin yanından geçip...
Tırmanmaya başlıyoruz.
Tırmanıyoruz...
Ve sonunda...
Kale kapısına dayanıyoruz.
Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görmeye başlıyoruz.
Biraz daha yolumuz var.
20 dakika bir yokuş çıktıktan sonra Van Kalesi’nin adeta simgesi olan Süleyman Han Camii'ne ulaşıyoruz. Ve biz zirveye ulaştığımızda, kapalı olan hava birdenbire açıveriyor :) İşte buraların iklimi bu kadar değişken...
Süleyman Han Camii, Osmanlılar döneminde de bölgenin yönetim merkezi olarak kullanılan Van Kalesi’nin en üst bölümünde oldukça engebeli bir alanda inşa edilmiş.
Minaresi ile Osmanlı'nın yöreye hakimiyetini gösteren sembol bir yapı. Cami, kare planlı olup, üzeri düz toprak dam örtülü, geleneksel Van evleri gibi...
Buradan kalenin eteğindeki Ulu Camii ve ilerideki Hüsrev Paşa Camii de görünüyor.
Caminin ilerisindeki bir diğer kapıdan geçip yürümeye devam ediyoruz.
Sol altta Ulu Camii ve ileride Van Gölü manzarası...
Van Gölü ve çevresini tüm manzarasıyla görebiliyoruz.
Buradan Van Gölü’ne baktığımızda “aynı deniz gibi” demekten kendimizi alamıyoruz. Zira Van Gölü, 3713 km²‘lik ölçüsüyle Türkiye’nin en büyük gölü...
Her çıkışın bir inişi vardır :)
Kapılardan geçerek...
Arkamıza dönüp kaleye veda ediyoruz.
Hoşçakal köprücük :)
Hoşçakal Van evleri :)
Aracımızla kale yolunu takip ederek müzeye ulaşıyoruz.
Van’a yolu düşenlere kesinlikle gitmelerini öneririz. İlk girişte bizi, üzerine basınca hareket eden, Van’da yer alan önemli yerleri harita üzerinde gösteren bir simülasyon karşılıyor.
İlk çağlardan başlayarak günümüze kadar tüm dönemlerden kalma antik eserlerle birlikte uzun bir tarihi gözler önüne seren bir müze. Müzeyi gezerken gördüğünüz tarihi eserlerin yanındaki açıklamaları da mutlaka okumaya çalışın. Birlikte müzeyi gezelim.
Adilcevaz Kef Kalesi kabartmalı blokları
Mezar taşları
Koç, koyun ve at şeklindeki mezar taşları
Muhteşem bir müze, çok güzel düşünülmüş ince detaylar, canlandırmalar var. Gezmeye devam edelim.
Zırhlı Osmanlı askeri canlandırması
Erken Tunç Çağı evi canlandırması
Libasyon (Tanrı ve Tanrıçalara sıvı kurbanı)
Urartu savaş arabaları
Urartu mezar odası canlandırması
Ferah bir ortamda görsel anlatımlarla desteklenmiş Van tarihi turu... Çok güzel tasarlanmış ve konumlandırılmış eserler... Birazdan gezeceğimiz yapıların maketleri de var.
Ulu Camii canlandırması
Hüsrev Paşa Külliyesi
Van'a yolunuz düşerse mutlaka vakit ayırıp ziyaret etmenizi öneririz. Müzeyi hızlıca gezmek isteseniz bile en azından 1 saat vakit ayırmanız gerekir.
Van Müzesi’nde kale gezimizi taçlandırıp diğer camileri ziyaret etmek için aşağı kale tarafına gidiyoruz.
Aşağı kale kapısından içeri giriyoruz.
Hüsrev Paşa Camii; medrese, türbe ve imaretten oluşan bir külliye içerisinde yer alıyor.
Mimar Sinan'ın eserleri arasında sayılıyor.
Dışı da içi de çok dikkat çeken bir görüntüye sahip tarihi bir cami. İç avlusunun bulunduğu yerde oturup dinlenmek çok rahatlatıcı. Kaleyi gezmeye geldiğinizde kesinlikle buraya uğramalısınız.
Cami giriş kapısı üzerinde bulunan kitabeye göre, Van beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa tarafından 1567 tarihinde yaptırılmış.
Mevcut hali ile ibadete açık...
Hemen yanındaki Hüsrev Paşa'nın eşi ve kızının bulunduğu türbe...
İç kısmından diğer kısımlara geçip farklı tarihi bölümleri de ziyaret edebilirsiniz. Caminin yanındaki imaret...
Hüsrev Paşa Camii'nin yanında 17. yüzyıl eserlerinden biri olan Kaya Çelebi Camii var. Dış kısmında restorasyonu tamamlanmış ancak iç kısmında devam ettiği için içeri girilmiyor. Çevresinde de harabe durumda pek çok yapı var.
Bunlardan biri de Ulu Camii... Günümüze harap vaziyette ulaşmış olan Ulu Camii'nin son araştırmalara göre 12. yüzyılda Ahlatşahlar döneminde ya da 1400'den önce Karakoyunlular döneminde inşa edilmiş olduğu düşünülüyor.
Eşsiz hazineleri ve köklü kültürü ile Van ülkemizin görülmeye değer yerlerinden biri. Van’ın tüm ilçelerini hesaba katarsak tarihi eserleri ve doğal güzellikleri saymakla bitmez. Bu yüzden biz gezebildiğimiz yerleri anlatmaya çalıştık, darısı daha geniş bir zamanda diğerlerine... Yalnızca Van gölünde gün batımını izlemek bile burayı bir şiire dönüştürebilir.
7.Gün: Van - 1,5 saat - Muradiye Şelalesi - 1,5 saat - İshakpaşa Sarayı - 1 saat - Iğdır - 1,5 saat - Kars
Sabah otelimizde yaptığımız açık büfe Van kahvaltısının ardından Doğubayazıt-Van karayolu üzerinde yer alan Muradiye ilçesine 10 km. uzaklıkta, Bend-i Mahi Çayı üzerindeki muhteşem Muradiye Şelalesi’ne gidiyoruz.
Doğuş yeri sönmüş bir volkanik dağ olan Tendürek dağı. Kış aylarında donarak tam bir doğa harikasına dönüşüyormuş.
Muradiye Şelalesi 15-20 metre arasında değişen yükseklikten dökülüyor. Çok yüksekten düşmese de debisi çok yüksek, yaklaşık 300 metreden dahi su damlacıkları üzerimize geliyor.
Adını Bağdat seferine çıkan Sultan 4. Murat'tan alıyor.
Asma köprüsü ve doğal güzelliği ile halkın rağbet ettiği bir mesire yeri...
Asma köprü bayağı yüksek ve sallanıyor.
Büyük şelalenin üst taraflarında kat kat inen birkaç şelale daha var.
Daha sonra şelalenin doğduğu Tendürek Dağına (3542 m.) paralel olarak Çaldıran üzerinden Doğubayazıt'a gidiyoruz.
Yine aynı gün içinde, inşaatı 99 yıl süren muhteşem İshak Paşa Sarayını geziyoruz.
İsmi saray olsa da esasında bir külliye olan bu muhteşem yapı, aynı zamanda Lale Devri’nin en önemli eserlerinden birisi olması özelliğini de taşıyor. Doğubayazıt tarihi kentindeki İshakpaşa Sarayı 2000 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine girmiş.
Osmanlı mimarisinin Anadoluda günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olan ve yapıldığı yüzyılda olduğu gibi günümüzde de bölgenin en önemli mimari eseri olan İshak Paşa Sarayı, harem taçkapısı üzerinde yer alan kitabeye göre 1784 yılında Çıldıroğullarından 2. İshak Paşa tarafından yaptırılmış. Saray, eski kasabanın merkezinde, 3 tarafı tamamen sarp, dik meyilli bir tepe üzerine kurulmuş. Tepenin yalnız doğu tarafında, sarayın ana girişinin de bulunduğu yönde araziye bağlantı sağlandığı görülüyor.
Sarayın üzerinde inşa edildiği platformu oluşturmak için kuzey, güney ve kısmen batı yönlerine, çevresi yüksek duvarlı teraslar ve bodrum katlar inşa edilmiş.
Saray bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri bodrum katı ile birlikte 3 katlı olacak şekilde ve başlıca iki avlu çevresinde oluşturulan bölümlerle ana kütleyi oluşturan harem bölümünden meydana gelmiş.
Sarayda kullanılan temel yapı malzemesi oldukça zengin çeşitlilik gösteren ve çevrede bulunan taşlar. Taş malzeme dışında sınırlı miktarda ahşap, sıva ve harç ile taşların bağlantı elemanı veya pencere parmaklılarında demir malzeme de kullanılmış. Bölgenin iklim koşulları göz önüne alındığında sarayın ısıtılması sorununa en uygun çözüm yolu olarak sıcak su toprak künkler vasıtasıyla yapı içinde dolaştırılmış, bir nevi kalorifer sistemi oluşturularak mekanlar ısıtılmış.
Osmanlı mimarisinin en zengin örneklerinden birisi olan sarayın süslemelerinde yapıldığı dönemin moda beğenisi olan Barok-Rokoko gibi bazı etkiler, kuzey Kafkasya ve İran etkileri ile yoğurularak eklektik bir karakter ortaya konulmuş. Ancak, motiflerin temeline ve kompozisyon düzenlemelerine inildiğinde mimaride olduğu gibi süslemelerde de geleneksel Selçuklu sanatı etkilerinin ağır bastığı görülüyor.
İshak Paşa Sarayının içindeki Camii kare planlı ve tek kubbeli, sade mimarili bir yapı...
İshak Paşa Sarayı'nın camii, sarayın terk edilmesinin ardından yaklaşık bir asır sonra 2015 yılında yeniden ibadete açıldı. Bize de nasip oldu...
Saraydan Doğubayazıt manzarası...
Soldan sağa doğru; Eski Bayezıd Cami, Doğubayazıt Kalesi, Ahmed-i Hani Türbesi.
Önde Şeyh Ahmed El-Hani Müzesi/Eski Bayezid Evi ve arkada Doğubayazıt...
Coğrafi konumuyla zor koşullarda yapılan İshak Paşa Sarayından sonra, yanı başındaki bu sarayda hocalık yapan Ahmed-i Hani Türbesini de ziyaret ediyoruz.
Ahmed-i Hani, 17. yüzyılda yaşamış bir edebiyatçı, astronom, şair, tarihçi ve İslam alimi...
Ahmed-i Hani 1651 yılında doğmuş, 1707 yılında vefat etmiş.
Hani ismini, Hakkâri yakınlarındaki Han köyünden mensubu olduğu Hani aşiretinden alıyormuş.
Türbesinin yanında küçük bir de cami var. Burada Arvasi seyyidlerinin de türbesi var. Ankara Bağlum'da medfun Abdülhakîm Arvâsî'nin akrabaları...
Günümüze oldukça harap bir durumda ulaşan Eski Beyazıt Kalesi, Urartular döneminden kalmış. Sultan Bayezid'in ölümünden sonra, halk onun anısına şehrin adını değiştirerek Daryunk yerine ilk defa Bayezıd adını vermiş. Eski kalenin adı da, Sultan Bayezıd'a ithafen Bayezıd Kalesi olarak değiştirilmiş. Güzel ve heybetli duruyor ama tırmanmak tehlikeli...
Doğubayazıt, 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1. Selim zamanında Osmanlı topraklarına katılmış. Doğubayazıt Kalesi'nin hemen yanında, merkezi kubbeli ve tek minareli Bayezid Cami de o dönemde yapılmış. İshak Paşa Sarayından bakınca harika bir görüntüye sahip tarihi bir camii...
Buradan da İshak Paşa Sarayına bakınca harika görünüyor.
Restore edilen caminin kapısı kapalı, içeri girilmiyordu.
Son olarak Şeyh Ahmed El-Hani Müzesi/Eski Bayezid Evini geziyoruz. Saraydan sonra uğranıp gezilecek güzel bir müze, giriş ücreti 10 TL.
İçeride iki ayrı ev içinde müze bulunuyor. Önce Şeyh Ahmed El-Hani Müzesini gezelim.
Burada, Şeyh Ahmed El-Hani'nin yaşamının canlandırıldığı balmumu heykeller mevcut...
Ayrıca yöreye ait topraktan yapılma bir ev olan Beyazıt Evini de aynı yerde görebilirsiniz.
Müzede, 1800'lü yıllarda bölgedeki yaşamın canlandırıldığı balmumu heykeller mevcut...
Buradan İshak Paşa Sarayının manzarası, kartal yuvası gibi... Biz İshak Paşa Sarayını çok beğendik. Sanki bir saray değil, tüm heybetiyle canlı bir tarih, her tarafı sır dolu bir efsane. Onu anlamak için yakından görmek, gezmek gerekir... Bu görkemli yapının mimarı meçhuldür, onun için halk, sarayın yapımı ve tarihi hakkında birçok efsane anlatır. Sarayı gezerken, masal dünyasının saraylarını görmüş gibi hayal gücünüz harekete geçer, güzellikler karşısında efsanelerde anlatılanlar bir bir gözlerinizin önünde canlanır... Bir kartal yuvasını andıran ve çevresiyle ahenk oluşturan bu muazzam yapıya hayran kalmamak elde değil...
Türkiye'nin doğuya açılan kapısı olan Doğubayazıt gezimizi burada bitiriyoruz. Vaktiniz varsa İshakpaşa Sarayı, Doğubayazıt Kalesi, Bayazıt Camii, Ahmed-i Hani Türbesinin dışında Ağrı Dağının en güzel göründüğü yerlerden biri olan Doğubayazıt Sazlığı, Meteor Çukuru, Balık Gölü, Buz Mağarasını da gezebilirsiniz.
Doğubayazıt gezimizin ardından Iğdır’a doğru ilerlediğimizde Ağrı Dağı’nın (5165 m) etki alanına giriyor, nereye gitsek onu görüyoruz. Var gücümüzle bakıyoruz bu efsanevi dağa. Yenilenme ve yaşam ümidiyle onun doruğuna yanaşan Nuh'un gemisini ve bu toprakların ihtiyacı olan barışın simgesi güvercinleri düşünüyoruz.
"Ağrı dağın eteğinde, Uçan güvercin olsam" türküsü eşliğinde Iğdır'a varıyoruz.
Iğdır'ı panoramik olarak görüp Iğdır'ın tuz beldesi Tuzluca'daki Tuz Mağaralarına uğruyoruz. Türkiye'nin 100 yıllık tuz ihtiyacını karşılayacak kapasitede bir mağara olduğunu öğreniyoruz. Günlük 60 ton tuz üretiliyormuş. Mağaraya giriş ücreti 15 TL.
Tünellerde bulunan hava birçok solunum yolu hastalığına iyi geliyormuş. Mağarada odalara benzeyen birçok galeri bulunuyor. Oldukça büyük olan galerilerin görünümleri ürkütücü olsa da göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip...
Tuz mağarası içerisinde bulunan kaya tuzu tabakaları 24-37 milyon yıl önce oluşmuş olan çökel tabakalarmış. Buranın Hititler döneminden beri kullanıldığı düşünülüyor.
Mağarada ışıklandırma ve seslendirme yapılmış, gayet güzel de olmuş. İçeriye girince görsel ve işitsel bağlamda insanı cezbediyor. Mağarada şaşırtıcı bir genişlik var ama yürüyüş turu çok uzun sürmüyor. Ayrıca giriş kısmında hediyelik eşya satılan yer var, buradan tuz lambası ve mağaradan çıkan doğal tuzdan alabilirsiniz.
Iğdır'dan ayrılmadan önce arkamızda bizi takip eden Ağrı Dağı ile son kez göz göze geliyoruz. Başındaki dumanlı bulutlardan eser kalmamış, tüm çıplaklığıyla bize veda ediyor.
Gökkuşağı Tepelerinin yanından geçerek Kars’a gidiyoruz. Kars’ın asırlar boyu en önemli yapısı olarak kalmış kalenin gece dışarıdan görünüşü görsel bir şölen...
Kars Kaz Evinde yemek ve Antephan'da künefe ziyafetinin ardından konaklayacağımız Kars-ı Şirin (600 TL) otelimize hareket ediyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder