7 Kasım 2021

Çininin Başkenti: Kütahya

Kütahya porseleni, çinileri, vadi ve yaylalarda kendilerini gösteren doğal güzellikleri, tarihi izleri, kültürel değerleri ve kaplıcaları ile keşfedilmeyi bekliyor.

Kütahya’nın bilinen tarihi Hititler ile başlıyor. Tarih sahnesinde oldukça önemli bir yere sahip olan Kütahya’da gezilecek yerler ise hem tarih meraklılarını hem de doğaseverleri mutlu etmeye yetiyor.

MÖ 1800 ve 1200 yılları arasında Hititler’in sahneye çıkması ile Kütahya’nın bilinen tarihi yazılmaya başlanmış. Ancak bölgede yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen buluntular, Kütahya’da ilk yerleşim tarihinin MÖ 2000’li yıllara kadar uzandığını göstermiş. Kütahya tarihi boyunca sırasıyla Hititler, Frigler, Persler, Makedonyalılar, Romalılar, Doğu Roma İmparatorluğu, Anadolu Selçuklu Devleti, Germiyanoğulları Beyliği ve Osmanlı uygarlıklarına ev sahipliği yapmış.

Eskişehir, Kütahya ve Afyon arasında kalan Frig Vadisinden, özel ağaç türlerine ev sahipliği yapan Domaniç Ormanlarına ve Kütahya’da termal turizm açısından önemli değerler olan kaplıcalara kadar pek çok yer, Kütahya’nın turistik önemini gözler önüne seriyor. Özel Kütahya çinileri, seramikleri ve porselenleri ile meşhur olan şehirde, el sanatları günümüzde de canlılığını koruyor. Kütahya seyahatiniz sonrasında kendiniz ve sevdikleriniz için çini ya da seramik hediyelikler alabilirsiniz.

Her karış toprağında yüzlerce hikaye barındıran Kütahya’nın adı, ilk kurulduğunda seramik kenti anlamına gelen Saramorum imiş. Frigler zamanında şehrin adı, Koti’nin kenti anlamına gelen Kotiaeion olarak değiştirilmiş. Selçuklu Türkleri şehri fethedince Kütahiye adını vermiş. Bu isim zamanla günümüzdeki halini almış.

Germiyanoğulları’na başkentlik yapmış olan şehirde o döneme ait eserlerin pek çoğu günümüze dek ulaşabilmiş. Osmanlı Devletine Kütahya ve çevresi Devlet Hatun’un çeyizi olarak verilmiş olduğu için Şehzadeler Şehri olarak da anılmış. Osmanlı döneminde de Anadolu Beylerbeyliği’ne merkezlik etmiş ve bu dönem eserleri korunarak günümüze kadar gelmiş.

Sadece bildiğimiz dönemlerden değil, yaklaşık 2000 yıl öncesinden eserler de günümüze dek ulaşabilmiş. Kütahya’ya 50 kilometre uzaklıktaki Çavdarhisar ilçe merkezindeki Aizanoi Antik Kenti gibi... O kadar eski ki kurucusu bile efsanelere dayanıyor. İşte Aizanoi şehrinin efsanevi kurucusu: Zeus'un kızlarından Su Perisi Erato ile efsanevi Kral Arkas'ın oğlu Azan adlı mitoloji kahramanı!

Aizanoi kenti, antik Frigya'ya bağlı olarak yaşayan Aizanitis’lerin ana yerleşim merkeziymiş. Kentin yüksek platosu üzerinde bulunan Zeus Tapınağı'nın çevresinde yapılan kazılarda, MÖ 3 bin yıllarına ait yerleşim izlerinin ortaya çıktığı görülmüş. Helenistik dönemde bu bölge değişimli olarak Bergama’ya ve Bithynia’ya bağlı iken MÖ 133’de Roma egemenliğine girmiş. Roma imparatorluk döneminde tahıl ekimi, şarap ve yün üretimi sayesinde zenginleşmiş ve ünü bölge sınırlarını aşmış olan Aizanoi’de kesin kentleşme bulgularına ancak MÖ 1. yüzyıl sonlarına doğru rastlanmış. Yine ilk sikkelerin bu dönemde basıldığı biliniyor.

Aizanoi antik kenti en parlak dönemini MS 2. yüzyılda yaşamış, büyük imar faaliyetleri görmüş ve bu dönemde birçok yapı inşa edilmiş. Erken Bizans döneminde piskoposluk merkezi iken, 7.yüzyıldan itibaren bu önemini yitirmiş. Tapınak düzlüğü Orta Çağda bir hisara dönüştürülmüş. Selçuklular döneminde Çavdar Tatarları tarafından üs olarak kullanılmasından dolayı buraya Çavdarhisar adı verilmiş.

Aizanoi 1824 yılında Avrupalı gezginlerce yeniden keşfedilmiş, 1830-1840’lı yıllarda incelenmiş ve tanımlanmış. 1926 yılında M. Schede ve D. Krencker başkanlığında Alman Arkeoloji Enstitüsü'nce ilk kazılar yapılmış. 1970 yılından bu yana her yıl düzenli olarak kazı çalışmaları devam ediyor.

Kalıntılar arasında Anadolu’daki en iyi korunmuş Zeus Tapınağı, 15 bin kişi kapasiteli tiyatro ve tiyatroya bitişik nizamda yapılmış 13.500 kişilik stadyum, iki hamam, dünyanın ilk ticaret borsa binası, sütunlu cadde, Kocaçay üzerinde ikisi ayakta kalmış 5 köprü, iki agora, gymnasium, Meter Steunene kutsal alanı, nekropoller, antik bir bent, suyolları, kapı yapıları bulunuyor. Gelin bu yapıları gezelim:

Dünyanın ilk ticaret borsa binası Macellum...

Macellum'daki dükkan kapılarının açıldığı Sütunlu Cadde...

Sütunların önündeki yazıt kaidesine konulan, flüt çalan panter postlu çıplak bir Satyr'in mermerden heykeli Kütahya Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

Penkalas (Kocaçay) Irmağının üzerindeki köprüler, şimdilerde restore ediliyor.

Zeus Tapınağı, ırmağın batı kıyısına 200 metre uzaklıkta etrafı sütunlu galerilerle çevrili bir podyum üzerine kurulu...

Tapınağın çevresi, 120 adet İon ve 4 adet Korint üslubunda iki sıra sütun sırasıyla çevreli olarak inşa edilmiş.

Frig tanrıçası Meter Steunene'ye adanmış olan yer altı tapınağına inen ve çatıya ulaşan bir merdiveni bulunuyor. Buradaki ahşap merdiven ile tonoz örtülü mekana inebilirsiniz.

Anadolu'daki en iyi korunagelmiş İon düzenindeki tapınaklardan biri olan yapının bezemelerinden özellikle akroterleri ilgi çekici. Aşağıdaki fotoğrafta yerde görülen tanrıça Kybele'nin büstü, ilk yapıldığında akant dalları ve yaprakları ile bezenmiş şekilde yapının üstünde batı alınlığında duruyormuş.

Dört sütunlu avlusu ve agorasıyla MS 117-138 yılları arasında yapılmış tapınağın ön galeri duvarlarında, İmparator Hadrian'i ve Aizanoi için önemli hizmetler görmüş Apuleius'u öven yazıtlar yer alıyor.

Efes, Bergama, Side gibi kentlerle çağdaş olan Aizanoi antik kenti 2012 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine girdi. O yüzden ziyaret etmenizi tavsiye ederiz. Aizanoi'de Zeus tapınağını gezdikten sonra görmeniz gereken yer ise burada bulunan eserlerin sergilendiği Kütahya merkezindeki Arkeoloji Müzesi...

Kütahya Arkeoloji Müzesine ev sahipliği yapan Vâcidiye Medresesi, 14. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa edilmiş. Medrese binası 1314 yılında 1. Yakub Bey zamanında Alaşehir Hristiyanlarından alınan cizye ile Germiyan Beylerinden Umur bin Savcı tarafından yaptırılmış. Ulu Cami yanında Umur bin Savcı Medresesi olarak bilinen yapı 1965 yılında ziyarete açılmış.

Müzede taş eserler ile arkeolojik eserler sergileniyor. Arkeoloji Müzesindeki en önemli eserlerden biri Amazonlar Lahdi...

Çavdarhisar-Aizanoi'de yapılan kurtarma kazısında bulunan lahit, yüksek kabartma tekniği ile yapılmış. Lahdin yan yüzlerinde Greklerle Amazonlar arasındaki savaşları betimleyen yüksek kabartmalar var. Dünyada bulunan sayılı Amazon Lahitleri içinde en sağlam durumda olanlarından...

Ağızören kurtarma kazısında müze tarafından çıkarılan Hitit Dönemi buluntuları ve Roma Dönemi mezar taşları da müzedeki önemli eserlerden...

Eski Tunç ve Roma dönemine ait eserler müzenin girişindeki vitrinlerde teşhir ediliyor.

Bu eserler arasında Roma çocuk oyuncakları, Ana Tanrıça Kybele, Herakles ve Hekate heykelleri dikkat çekici...

1797 tarihli Osmanlı dönemi Güneş Saati...

Sırada Arkeoloji Müzesinin komşusu olan, Türkiye'deki ilk ve tek Çini Müzesi var. Germiyan Beyi 2.Yakup Çelebi (1387-1429) tarafından 1411 yılında yaptırılan imaret, medrese, mescit, kütüphane ve hamamdan oluşan külliyenin İmaret Mescidi ve türbe bölümü, uzun zaman Vahid Paşa Kütüphanesi olarak kullanılmış. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Çini Müzesi olarak restore edilip, 1999 yılında ziyarete açılmış. Kubbeli ve şadırvanlı orta mekâna, 3 yönde kubbeli eyvan ile iki oda açılıyor.

İçindeki yekpare mermer şadırvanından dolayı ‘‘Gök Şadırvan’’ olarak da bilinen müzenin girişinde, son Germiyan beyi 2. Yakup Çelebiye ait Osmanlı Türkçesiyle yazılmış, Orhun Abidelerinden sonra dünyanın en büyük ikinci taş kitabesi bulunuyor. 39 satırdan oluşan kitabe, Arap harfleriyle Türkçe yazdırılmış. Vakfiyenin, Yakub Bey tarafından Türkçe olarak yazdırılması Anadolu Beylikleri döneminde Türkçe’ye verilen önemin göstergesi. Üzerinde Germiyanoğlu 2. Yakup'un vakfettiği yerler, vakıf gelirleri, burada çalışanlara verilecek ücretler ve medreseye gelen misafirlere nasıl davranılacağı belirtilmiş. Bu kitabede anlatılanları ve Germiyan Beylerinin Osmanlı ile ilişkilerini bizim gibi merak ediyorsanız, Kütahya Valiliği sayfasından geniş bilgi edinebilirsiniz.


Biz yine de kısaca anlatalım, okumak istemeyenler bu paragrafı atlayabilir :)
Yakup Bey, Arkeoloji Müzesine ev sahipliği yapan Medreseyi yaptıran Umur bin Savcı'nın torunu. Yakup Bey'in kız kardeşi Devlet Hatun ise Yıldırım Bayezid'in eşi. Devlet Hatun'un çeyizi olarak Kütahya, Tavşanlı, Simav ve Emet Osmanlılara verilmiş. 1. Murad’ın Kosova Savaşında şehit olması üzerine, diğer Anadolu Beylikleri ile beraber Germiyanoğlu Yakub Bey de harekete geçerek çeyiz olarak Osmanlılara verilen toprakları geri almış. Ancak Yıldırım Rumeli’den döndüğünde, karşısında ittifak kuran diğer beyliklerle birlikte, 1390 senesinde Germiyan Beyliğinin topraklarını da ele geçirerek 2. Yakup Beyi, İpsala Kalesi’ne hapsetmiş. Daha sonra hapisten kaçan Yakup Bey önce Şam’a gitmiş, oradan Timur’a sığınmış. 1402 tarihinde yapılan Ankara Savaşı’nda Timur’un Yıldırım’ı yenilgiye uğratması üzerine, Anadolu Beylikleri yeniden ihya edilmiş ve 12 yıl aradan sonra 2.Yakup Bey de yeniden beyliğine kavuşmuş. Yakup Bey, Osmanlı Devletinde hâkimiyeti sağlayan Çelebi Mehmet’in yanında yer alarak Beyliğinin devamını sağlamış. Ancak, erkek evladı olmadığı için ölümünden sonra memleketini 2. Murad’a vasiyet etmiş (1428). Böylece, 1429 senesinde Yakup Bey’in vefatıyla Germiyanoğulları Beyliği fiilen sona ermiş...
Türbe bölümünde topraklarını Osmanlıya vasiyet eden 2. Yakup Bey’in çinili sandukası bulunuyor. 

Yakup Bey’in çinili sandukası Kütahya çiniciliğinin mimari yapıdaki en erken örneğiymiş.

Müzedeki vitrinlerde, 14. yüzyıldan günümüze kadar Kütahya ve İznik'te üretilen çini mimari elemanlar, çini kitabeler, çini vazo, tabak, pano ve çiniden yapılma ev gereçleri kronolojik bir sırayla sergileniyor.

Kütahyalılar ve bizim gibi çini severler tarafından "Ateşte açan çiçekler" olarak tanımlanan nadir çini örnekleri yer alıyor.

Bunun yanı sıra çini fabrikası sahibi Rıfat Çini’nin müzeye bağışladığı eski çiniler, babası Mehmet Çini’nin isminin verildiği ayrı bir bölümde sergileniyor.

Birazdan gezeceğimiz Kütahya Mevlevihanesinin çini eserleri...

Dünyanın bilinen en büyük seyahat yazarlarından olan Evliya Çelebi’nin Kütahyalı olduğunu biliyor muydunuz? Osmanlı döneminde 14. yüzyılda İznik ile başlayan çinicilik ile ilgili olarak Evliya Çelebi, 1671 yılında Kütahya'da 34 çini atölyesinden bahseder. Çini ve seramik sanatında Kütahya, 16.yüzyıl sonunda İznik çini ve seramik fırınlarının kapanması ile tek merkez olmuş.

El emeği, göz nuru dökülerek tek tek fırça ile yapılan bu çiniler birer sanat eseri... Müzedeki eserler satılık değil ama Kütahya'ya gelmişken Çiniciler Çarşısını gezip çini almadan olmaz.

Tarihi ve doğal güzellikleriyle büyüleyen, kültür ve sanatla yoğrulmuş, sanatın ve sanatçının şehri Kütahya, müzeleriyle de göz dolduran bir şehir. Hitit, Frig, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini yaşamış, birbirinden önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmış Kütahya’da sizi geçmişe götürecek, önemli eserlerin sergilendiği çok sayıda müze var. Sıradaki müzemiz Kossuth Müzesi (Macar Evi)...

Kütahya'nın sahip olduğu tarihi değerlerinden biri de 18. yüzyıl Türk evlerinden olan, halk arasında Macar Evi olarak da bilinen Kossuth Müzesi...

1982'de müze yapılmadan önce Hüseyin Hamdi Aydın'ın yaşadığı konakmış. Hamdi Aydın, Çini Müzesi binası İmaret Mescidi iken imam, Vahit Paşa Kütüphanesi iken müdür olarak uzun yıllar görev yapmış.

Macar özgürlük savaşının önderlerinden Lajos Kossuth (1802-1894), ailesi ve 56 kişilik mülteci grubuyla birlikte 1850-1851 yılları arasında Kütahya’da misafir edilmiş ve Macaristan Anayasa Tasarısını bu evde hazırlamış. Bahçe içinde yer alan iki katlı ve 7 odası olan ahşap ev, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilmiş, Lajos Kossuth anısına müze olarak düzenlenerek 1982 yılında ziyarete açılmış. Müzede Lajos Kossuth’a ait eşyalar ile klasik Türk evine ait etnografik kültür varlıkları sergileniyor.

Anı Odasında 19. yüzyıl Macar kıyafetlerini, Macaristan'da o dönemde kullanılan silahları görebilirsiniz.

Anı Odasının ve Aile Oturma Odasının duvarları, Macaristan'ın başkenti Budapeşte'nin 19. yüzyıl ortasında yapılan resimleriyle süslenmiş.

Baş Oda

Çalışma Odası

Yatak Odası

Yemek Odası

Macar evinden Hıdırlık tepesi manzarasını izledikten sonra sıradaki müzemize doğru yola çıkıyoruz.

Celal Efendi Mescidi'nin (Şengül Camii) önünde bulunan tescilli tarihi bir yapı olan Şengül Hamamı 16. yüzyıldan kalma...

Kütahya'lı seyyah, ilim adamı Evliya Çelebinin Seyahatnamesinde Kütahya'ya ait notları (1651-1652) arasında bahsedilen Şengül Hamamı, belediye tarafından satın alınarak 2007 yılında restore edilmiş ve şu anda Jeoloji Müzesi olarak hizmet veriyor.

Jeoloji Müzesi, Kütahya'nın yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin tanıtılması amacıyla kurulmuş bir müze...

Müzede yazan tanıtıma göre; dünyada bulunan 90 çeşit madenin 57'si Türkiye’de, bunun 35’i de Kütahya sınırları içinde bulunuyor. Maden ruhsat sayısının en çok olduğu il olan Kütahya; Türkiye bor rezervlerinin % 50’sini, linyit rezervlerinin % 7,6’sını ve seramik hammaddelerinin çeşit ve rezerv olarak çok önemli bir miktarını karşılaması; manyezit gibi ateşe dayanıklı malzemelerin hammaddesinin de günümüzde üretildiği yegâne yer olması bakımından maden sanayisinde önemli bir yer işgal ediyor. Kütahya, bu maden kaynaklarına ilave olarak termal ve jeotermal kaynaklarıyla da çok zengin...

Müzede, Eti Bor, Eti Gümüş, Seyitömer Kömür İşletmesi, Tunçbilek Linyit İşletmeleri, Yıldız Entegre (Azot), Kütahya Manyezit (Kümaş), Kütahya Belediyesi El Sanatları Üretim Merkezinde (Kestaş) üretilen süs taşlarını (ametist vb.) görmek mümkün...


Kütahya Porselenin üretim aşamalarını ve üretilen vazoları da görebilirsiniz.



Üretilen hediyelik eşyalar (pipo, tespih, takı vb.)


Eğer müzeleri seviyor, Kütahya'yı yakından tanımak istiyorsanız, bizim gezdiğimiz ve gezemediğimiz tüm müzelere gitmenizi tavsiye ederiz. Şimdi sıra geldi manevi mekanlara...

Germiyanoğlu Yakup Çelebi zamanında Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi Kütahya’ya gelmiş. Böylece, daha sonraki zamanlarda oldukça önem kazanan Germiyan Beyleri ile Mevlevilerin ilişkilerinin temeli de bu dönemde atılmış. Kütahya Mevlevîhânesi, erken dönem mevlevîhâneleri olan Konya ve Afyonkarahisar’dan sonra 3. merkez imiş. (Aşağıdaki maket Konyanüma müzesinden)

Şecerelere bâni ve ilk postnişin olarak geçmiş bulunan Celâleddin Ergun Çelebi’den (ö.1373) dolayı Erguniyye Dergâhı, Ergun Çelebi Zâviyesi adlarıyla da biliniyor.

Cephe ortasında semâhâneye girişi sağlayan çıkmalı cümle kapısının üstünde iki çini levha görülüyor. Alttaki büyük olanında kobalt mavi üzerine beyaz iri ta‘lik hatla “Yâ Hazreti Ergun” yazılı olup ketebesinde Halil Mâhir imzası bulunuyor. Bu levha 1887-1889 yenilemesinde konulmuş. Üstteki küçük levhada da lâcivert üzerine mavi ve kiremit renkli rûmî spirallerle süslenmiş beyaz ta‘likle “Yâ Hazret-i Mevlânâ” yazılı olup Cumhuriyet dönemine aitmiş.

14. yüzyılda erken dönem Anadolu Türk mimarisinin özgün örneklerinden olan Kütahya’nın bu ilk Mevlevihanesi iki kez onarım görmüş ve günümüze semahane ile derviş hücreleri kalmış. Bugün Dönenler Camii olarak kullanılan yapı, kareye yakın dörtgen planlı, sekizgen kasnaklı...

Yapının bitişiğinde ‘‘Kütahya’nın Selçuklu Dönemi Fatihi’’ olarak bilinen İmadüttin Hezar Dinari tarafından yaptırılan mescid Mevlana’nın torunu Ergun Çelebi’nin buraya defnedilmesi ile Mevlevihanenin türbesi haline gelmiş.


Mevlevîhâne 1812’de onarım geçirmiş, 1814’te bitişiğindeki evin şeyhlerin harem-selâmlığı olarak vakfedilip külliyeye ilâve edilmesinden sonra 1838-1839 yıllarında yeniden inşa edilmiş.

Zamanla harap olan yapılar topluluğundan semâhâneye 1959’daki bir tamiratta mihrap ilave edilerek Dönenler Camii adıyla kullanılmaya başlanmış.

Semâhâne-mescid dışarıdan kare planlı, iki katlı, 3 tarafında iki sıra halinde pencereli, zemin katı kısmen kâgir, üst katı ahşap yüksek bir yapı...

Galeri katına çıkışı sağlayan, kapının sağ tarafında bulunan merdivenle üst kata çıkılıyor.

Semâhânenin ortasında yer alan iki kat yüksekliğindeki dâirevî semâ meydanı, yuvarlak kesitli ve “nezr-i Mevlânâ” sayısına uygun olarak 18 sütunun taşıdığı bir bağdâdî kubbe ile örtülü...

Semâhâneye girişi sağlayan kapı ile eksenindeki türbeye yapışık mihrabın iki yanında kesintiye uğrayan ziyaretçi mahfilleri meydana göre daha yüksek...

Mevlevihaneden çıkarken Mevlana’nın oğlu Sultan Veled'in Kütahya için söylediği şu beyiti okuyalım:

“Kütahya’da bir ay kalana ne mutlu, 
İki ay kalacak olursanız, daha fazla müstefid ve münfeyiz olursunuz.
Kütahya kusursuz bir güzeldir. 
Böyle kusursuz güzele zeval olur mu?
Ya Rab, bu memlekete kaza bela verme, 
Cennet, Kütahya’nın ya altındadır ya üstünde,
Feda olsun Lahor, Keşmir, Tebriz Kütahya’ya”

Şimdi sıra Mevlevihanenin komşusu, Kütahya’da bulunan tek padişah cami olan Ulu Camii'de... Bu cami aynı zamanda yukarıda anlattığımız Vacidiye Medresesi (Arkeoloji Müzesi) ile 2. Yakub Çelebi İmaret Mescidi (Çini Müzesi) arasında yer alıyor. Yani bütün eserler yan yana...

Vakfa Sultan Bayezid Yıldırım Han Camii Şerifi olarak kayıtlı olan Ulu Camii, 48x26 m. ebadında Kütahya’nın en büyük ve en güzel camisi. Şehzade Yıldırım Bayezid, Germiyan beyi Süleyman Şah’ın kızı, Yakup Bey'in kız kardeşi Devletşah Hatun ile evlendiğinde Kütahya Valisi iken bu camiyi ağaç direkli olarak yaptırmaya başlamış (1381-1384). 

Ancak seferden sefere koşması ve Ankara Muharebesi sonunda Timur’a esir düşmesi ve daha sonra da vefat etmesi sebebiyle camiyi bitirmek oğlu Musa Çelebi’ye nasip olmuş (1410).

Kanuni Sultan Süleyman 1522'de Rodos Seferine giderken Mimar Sinan tarafından tamir edilmiş olan dikdörtgen planlı avlusuz cami, 1893 yılında 2. Abdülhamid Han zamanında büyük onarım görmüş ve kubbeli olarak son şeklini almış.

Kuzeydoğu köşesinde bir minaresi olan caminin 3 yönde kapısı var.

Bu kapıdan içerisine girdiğimiz caminin iç kısmında küçük bir şadırvan karşılıyor bizi...

Şadırvanın üstüne sütunlarla müezzin mahfili yapılmış.

Caminin ana mekânı, 6 sütunun desteklediği yan yana iki kubbe ve yanlarda yarım kubbelerle örtülü...

Camideki büyük mermer sütun ve plakalar Çavdarhisar (Aizanoi) harabelerinden getirilmiş.

Revağın sağ bölmesinde yerden birkaç basamakla çıkılan ve sonradan bölünen Vahid Paşa Kütüphanesi varmış.

Ahşap minberi hiç çivi kullanılmadan yapılmış çok güzel bir eser...

Caminin yarım kubbeyle örtülü, dışa çıkıntılı mihrabının sağındaki Kâbe tasvirli çini pano görülmeye değer...

Ulu Camii, Mevlevihanesi ve müzeleriyle UNESCO'nun “Yaratıcı Şehir” unvanına layık gördüğü Kütahya'daki tüm mekanlar görülmeye değer...

Son olarak 19. yüzyıl sivil mimarlık örneklerinden olan ve konut mimarisi bakımından Anadolu'nun ahşap mimari özelliklerini taşıyan Kütahya evlerinin yer aldığı Germiyan Sokağında yürüyoruz.

Bu sokakta da Sıtkı Olçar Çini Müzesi başta olmak üzere ziyaret edilebilecek mekanlar var. Yemek yiyebileceğiniz konaklar da var ama biz yine yürüme mesafesindeki Fesleğen Restoranı tavsiye ederiz.

Yürüyerek gezebileceğimiz yerler tamamlanınca aracımıza binip Kütahya Kalesine doğru yola çıkıyoruz.

Tarih boyunca birçok önemli medeniyete kucak açmış Kütahya'da geçmişin, bugünün ve geleceğin en heybetli şahidi Kütahya Kalesi...

Kütahya Kalesi, savunma amaçlı yapılan kalelerden biri. Bunun en büyük göstergesi dört tarafının da yalçın kayalarla çevrili olması...

Halk arasında Hisar olarak bilinen Kütahya Kalesi MS 8. yüzyılda inşa edilmiş bir Bizans eseri. Bizans imparatorları şehre hakim yüksek ve sarp bir tepe üzerine şato yaptırarak buraları burçlarla tahkim etmiş ve şatoyu iki kat sur içerisine almış.

Tarihi kale, Bizans İmparatorluğunun ömrünü tamamlamasının ardından sırasıyla Selçuklu, Germiyanoğlu ve Osmanlı tarafından kullanılmış; yapılan ilave ve onarımlarla günümüze ulaşmış ve bugün o heybetli duruşuyla hala zamana meydan okuyor.

Kütahyalı seyyah, ilim adamı, yazar ve halk bilimci Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de adından söz ettiği Kütahya Kalesi 72 burcuyla Türkiye’nin en büyük kalelerinden biri...

Şehrin Hisar Tepesi olarak adlandırılan yerinde bir yüzük gibi duran kalenin 3 bölümü var; Kale-i Sagir, Kale-i Bala ve dış surlar...


İç kalede yer alan Kale-i Bala Camii 1377'de Germiyanoğlu Süleyman Şah tarafından yaptırılmış.

Cami birçok defa tamir gördüğünden ilk yapıdaki mimari özelliğini kaybetmiş.

Yine de Kale-i Bala Cami ile Aşağı Hisar Camisine mutlaka uğramalısınız. Biz buradan Çinili Camii'ye doğru yola çıkıyoruz. Ressam ve Neyzen Ahmet Yakupoğlu tarafından 1973 yılında yaptırılan cami, iki katlı olup içi ve dışı tamamen çinilerle kaplı. Orta Asya'dan günümüze, İslam ile müşerref olan Türk'ün mimari macerası bu eserde toplanmış. Caminin minaresi Orta Asya üslubu; sekizgen ana gövdesi, kubbesi ve son cemaat yeri Selçuklu beylikler devri üslubu... Cami restorasyonda olduğu için sadece dışındaki çinileri görebiliyoruz.


Kütahya merkezdeki gezimizin ardından Domaniç ilçesinin Çarşamba köyündeki Hayme Ana türbesine doğru yola çıkıyoruz. Kütahya'ya gelmişken Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi'nin ninesi, Ertuğrul Gazi'nin annesi olan Hayme Ana'yı ziyaret etmeden olmaz.

Atatürk'ün unutturulan 'Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça, daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.' ve ‘Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.’ sözlerinde ifade ettiği gibi biz de ecdadımızı tanımak için tarihi kitaplardan hayatlarını okuyor, manevi olarak yakın olmak için de türbelerini ziyaret etmeye çalışıyoruz. Türbe ziyaretleri istismara açık bir konu. Yolun doğrusu, büyükler nasıl aziz oldu ve sevildi, bunu düşünmek. Biz büyüklerin huzurunda bunları düşünmeye çalışırız. O makama nasıl ulaşmış; adımlarını, eserlerini, talebelerini tefekkür ederiz. Büyüklerin huzurunda tefekkür etmek belki bizi büyütmez, fakat talip isek bize yol ve hedef gösterir. Rabbimiz onlar gibi yol almayı nasip eylesin...

Hayme Ana'nın aşireti Kayı Boyu önce Aşağı Sakarya vadisine, Ankara’nın batısındaki Karacadağ yöresine yerleşmiş. Ankara'nın batısındaki Haymana ilçesi adını Hayme Ana’dan almış. 13. yüzyıl başlarında Osmanlı obasının Söğüt ve Domaniç'e yerleşmesiyle belli bir dönem devlet idaresini eline alması ve devletin kuruluşunda hayati rol oynaması sebebiyle "Devlet Ana" olarak da anılan Hayme Ana, 1280'li yıllarda Eylül ayının ilk günlerinde kışlak olarak kullandıkları Söğüt'e dönüş sırasında ölümü üzerine her yıl çadır kurduğu Çarşamba Köyü'ne gömülmüş.

Osmanlı Padişahı 2. Abdülhamit, Hayme Ana’nın kabrini buldurarak üzerine bugünkü türbeyi yaptırmış.

Türk kadınının sembolü Hayme Ana; adaletiyle, cesaretiyle, güçlü kişiliği ve tarihte üstlendiği önemli rol ile tüm dünyaya örnek bir kadın ve Türklerin anası olarak kabul edilmektedir. Bir Türk kadını da örnek alacaksa onun gibi Müslüman bir kadını örnek almalıdır.


Hayme Ana, Çarşamba Köyü'nde her yıl Eylül ayının ilk Pazar günü gerçekleştirilen “Hayme Ana’yı Anma ve Göç Şenlikleri” etkinlikleriyle anılıyor. Bu yıl 740. kez düzenlenen etkinliklerde dualarla anılan Hayme Ana’nın daha önce yeşil olan sandukasının puşidesi kırmızı olanla yenilenmiş.

Hayme Ana'nın, oğluna nitelikli devlet adamı olma ve milletini hakkaniyetle yönetmenin ipuçlarını verdiği, türbede de yazılı olan öğüdü asırlardır unutulmuyor:        

''Oğul... Anayurttan ayrılalı yıllar geçti. Deli rüzgarlar önünde oradan oraya savrulduk. Beylik otağını kurduğumuz şu yaylalar, artık son durağımız, son konağımız olsun. Oğuz'un yurtlarına diktiğimiz ağaçların kökleri kara yerin derinliklerine, dalları gökyüzünün yüceliklerine uzansın. Ak-boz atlara binip yağı üstüne yel gibi vardıkta Kadir Tanrı gözü pek yiğitlerimizi korusun. Göğsü kaba yerli kara dağlar gibi duran erlerimiz ile kır çiçekleri gibi saf ve temiz, ak yüzlü, ala gözlü kızlarımız kutlu Kayı Boyumuza gürbüz evlatlar versinler. Altın başlı otağlarımız Çarşamba yaylasını bürüsün. Kayı'nın ve diğer bütün boyların oğullarını Ertuğrul'umla bir tutarım. Onların hepsini soyumuz için Hakk'ın kutsal birer emaneti bilirim.
Oğul... Boyundan, soyundan olsun olmasın insanlara adil davran. Adaletten ayrılma ki, insanların birlik ve dirlik kazansın. Yurdunda, obanda herkes gezsin. Ululuk isteyen töreden ayrılmasın. Bu dünya bir oturma yeri değildir. Yapacağın iyi ve doğru işlerle insanların hizmetinde bulunursan güzel övünçler senin olur. Yüreğinden inancı, ağzından duayı, davranışından erdemi hiç eksik etme. Bir de sabırlı ol oğul, ekşi koruk sabırla tatlı üzüm olur.
Oğul... Beylik dermekle, ağalık vermek iledir. Sofranı ve keseni yoksullara açık tut.''


Kulağımızda Hayme Ana'nın öğüdü, aklımızda “Hayme Ana’yı Anma ve Göç Şenlikleri”ne bir gün katılmak düşüncesiyle Kütahya'dan ayrılıyoruz.

Son olarak Sultan Veled'in beyitini kendimize göre düzenleyelim:

Kütahya’da bir gün gezene ne mutlu; İki gün gezecek olursanız, daha iyi istifade edersiniz, daha fazla manevi haz elde edersiniz ve daha çok mutlu olursunuz. Çünkü anlattığımız her yeri rahatlıkla gezebilirsiniz.

Kütahya Hayme Ana Türbesi ile başladığınız yolculuğunuza Kuruluşun Şehri: Söğüt ve Bilecik yazımızı okuyup Ertuğrul Gazi ile devam edebilirsiniz. Bilecik'ten sonra da Bursa'da Osmanlı Padişahları Turu yazımızı okuyup Osman Gazi, Orhan Gazi ve Bursa'daki diğer kurucu padişahların türbeleriyle devam edebilirsiniz. 

Bir davet bu, bir yürüyüş, tarihin satırlarında... Bir ucu belli bir dönem devlet idaresini eline alması ve devletin kuruluşunda hayati rol oynaması sebebiyle "Devlet Ana" olarak da anılan Hayme Ana, diğer ucu beylikten devlete geçişin filizlerinin yeşerdiği ilk başkent Bursa'ya gidiyor.

Bu gezilere çıkmadan önce okumanız için size bir kitap önerimiz olacak. Tarık Buğra'nın kısa bir kuruluş tarihi hüviyetinde olan Osmancık kitabı, kuruluşun izinde gitmeniz için bir adım olacaktır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder