20 Ekim 2022

Batı Karadenizde Sonbahar: Karabük, Sinop, Kastamonu, Bartın, Zonguldak, Düzce, Bolu


Ülkemizin yeşili ve doğasıyla nefes kesen bölgelerinden Karadeniz’in her bölümü ayrı ayrı güzelliklerle ziyaretçilerini karşılıyor. Eğer Karadeniz’in bu güzelliklerinden mahrum kalmak istemiyor, kendinizi Karadeniz’in eşsiz atmosferine bırakmak istiyorsanız, aynı zamanda da uzun bir tatile ihtiyacınız olduğunuz düşünüp seyahat planlarınızı erteliyorsanız; Karadeniz’i keşfetmeye Batı Karadeniz’den başlayabilirsiniz. Batı Karadeniz; her sokağında tarihte zaman yolculuğuna çıkaracak Safranbolu’dan, yeşiliyle mavisiyle seyretmeye doyamayacağınız manzaralar sunan Amasra’ya, Kastamonu’dan Sinop’a görülmesi gereken en güzel rotalara doğru sizleri unutulmaz bir yolculuğa çıkartacak.

Batı Karadeniz bölgesini, özellikle Safranbolu ve Amasra’yı yıllardır gezip görmek istiyorduk. Bu şehirlerin çok daha ötesine gitmemize rağmen buralara gitmek bir türlü nasip olmamıştı. Zaten gözümüz ve gönlümüz seyahatlerde hep uzakları ister; yakınımızda olanı görmeyiz, kıymetini pek bilmeyiz. Fakat bu sefer kısa mesafeye seyahat etme engelini aştık ve iki gün Safranbolu, iki gün Amasra olmak üzere bir haftalık Batı Karadeniz gezisi yaptık. Bizim gibi tabiatla iç içe bir tatil geçirme hayaliniz varsa Kastamonu, Sinop, Safranbolu, Amasra gibi yerlerden oluşan bir Batı Karadeniz turu yapmanızı tavsiye ederiz.

KARABÜK

Ankara’dan Karabük’e kadar olan yolda kısa bir mola verip Hadrianapolis Antik Kentini görmek için Karabük Eskipazar Mermer Köyü’nde durduk. Roma dönemiyle tarihlendirilen Hadrianapolis Antik Kenti, Eskipazar ilçesinde yer alıyor. Zengin bir tarihi kalıntıya sahip olan antik kent, ilçe merkezine yaklaşık 3 kilometrelik bir mesafede yer alıyor. Kiliseler, kaya mezarları, mahzenler, sarnıçlar ve surlar göreceğiniz bu yolculuk, Karabük'teki tarihi gezilerden biri olacak.


Eskipazar'dan sonra gezinin ilk durağı, Osmanlı Hanedanı’nın da mensup olduğu Karakeçili aşiretinden üç kişinin kurduğu 500 yıllık Yörük Köyü oldu. 1997 yılında koruma altına alınan Yörük Köyü, Karabük'e gelenlerin mutlaka uğrayıp gezdiği noktalar arasında. Tarihi evleriyle dikkat çeken köy, Safranbolu ilçesine bağlı olup, ilçe merkezine yaklaşık 20 kilometrelik bir mesafede yer alıyor. Köye vardığımızda kuşların cıvıltısı bile tarihin içinden yankılanıyordu sanki. Büyük, hatta küçük şehirlerde bile bulamadığımız bir dinginlik vardı havada...

Köyün dar sokaklarından geçerken kendinizi büyük bir açık hava müzesinde hissedeceksiniz. İlk olarak 300 yıllık bir geçmişi olan Kasım Sipahioğlu Konağı'nı ziyaret edebilirsiniz. Konak üç katlı bir yapıya sahip ve Safranbolu mimarisinin özelliklerini taşıyor.


Daha sonra köyün çamaşırhanesine gittik. Çamaşırhane malum olduğu üzere eski yerleşim yerlerinde, obalarda, köylerde ortak alandır. Hanımlar bir araya gelip çamaşırları burada yıkarmış. Göbek taşı 12 dilimli, her dilimin arasındaki ince kanalla tam ortadaki deliğe meyilli şekildeydi. Taş ve üzerinde bulunduğu alan hem kısa ve uzunların, hem de zayıf ve şişmanların durabileceği gibi ayarlanmış. 12 dilim olmasının sebebi söylenilene göre Hacı Bektaş-ı Veli ve on iki imam imiş.

Köye gidiş yolunda köyün çeşitli özelliklerini araştırmıştık. Birçok evde geyik boynuzu ve kafatası mevcuttu. Bunlar, asılı olduğu evde bir avcı olduğunu gösterirmiş ve evi nazara karşı korurmuş.


Evlerin çoğu bitişik nizam olmasına rağmen hiçbir ev birbirinin güneşini kısıtlamıyor. 200 nüfuslu köydeki evlerin % 80'i boşmuş. Köy, Bursa’daki Cumalıkızık gibi koruma altında olduğu için evlerde izinsiz çalışma yapılamıyormuş ve buradaki tüm evler tarihi eser statüsündeymiş. Köydeki en eski ev 450 yıllık…

Ayrıca köye ve geçmişe dair hoş bir iletişim geleneğini öğrendik. Köy sakinleri bahçe kapılarındaki çengele, tokmağa ya da tutacağa astıkları bir iple evde olup olmadıklarını imâ ederlermiş. Eğer ip salınıksa, hane sahibi evdeymiş. Eğer karşıdaki tokmağa bir kere dolanmışsa hane sahibi evin yakınlarında olduğunu imâ edermiş. Eğer birkaç kere dolanmışsa köyde fakat evden uzakta olduğunu söylemek istermiş. İp kalmamacasına dolanmış ise hane sahibi köyün dışına çıktığını ve bir müddet eve gelmeyeceğini anlatırmış.

Güzel restore edilen konaklardan biri olan Muratoğlu Konağı köy vakfının malıymış. Burada köyde yaşayan yaşlıların bir hayli aksi olduğunu öğrendik. Bazı köylüler bu dışarıdan gelen yeni köylülere selam vermiyormuş. Hatta köylüler iş yaparken “Kolay gelsin” denilince “Ben amele miyim?!” diye çıkışanlar oluyormuş.


Köyde iki cami vardı. Bunlardan biri minaresi ahşap olan, muhtemelen diğerinden daha eski olan ve artık kullanılmayan “Aşağı Cami”. Diğeri ise taştan olan “Merkez Cami”. Merkez Cami, imam hariç iki kişilik cemaati ile yaşamaya devam ediyormuş.


Yörükköyü’nden sonraki durağımız olan Sırçalı Kanyonuna, Safranbolu/Konarı istikametindeki bir köyün içinden gidiliyor.  Manzarası güzel, sessiz sakin huzurlu bir yer...

Turizme kazandırılması gereken güzel bir kanyon.  Ancak  yanına kadar araçla gitmek çok zor, yol bir yere kadar asfalt sonrası ise mucur...


Sırçalı Kanyonundan sonra durağımız Osmanlı kent mimarisinin son örneklerinden olan Safranbolu oldu. Safranbolu UNESCO tarafından 17 Aralık 1994 tarihinde Dünya Miras Listesi'ne alınarak "Dünya Kenti" unvanını almış. Safranbolu 1950'lerde Anadolu'da gerçekleşen modern şehirleşmeden fazla etkilenmemiş. Bu nedenle mimari gelenekleri, özellikle yarı ahşap, üç odalı depreme dayanıklı evleri korunmuş. Geleneksel kent dokusu, tarihi Osmanlı evleri ve kültürel renkleriyle örnek bir yerleşim olan Safranbolu, ziyaretçilerini tarihte sıra dışı bir yolculuğa çağırıyor. Kendinizi bir dizi setindeymiş gibi hissedeceğiniz Safranbolu, korunan tarihi evleri ve çarşılarıyla sizleri bekliyor. Safranbolu turlarını hafife almayın, bu şirin bölgeye bayılacaksınız.


Safranbolu'ya geldiğinizde ilk uğramanız gereken yer Hıdırlık Tepesi. Anlatıya göre buraya gelen Türklerin ilk konuşlandığı yer olan Hıdırlık Tepesi’ne konuşlandık biz de. Gezmeye başlamadan önce yapıları tespit ettik, şehri seyrettik. Hıdırlık Tepesinden Safranbolu ve çevresini panoramik olarak izleyerek şehrin simgesi olan tarihi konakların fotoğrafını çektik. Buradan hiçbir evin diğerinin görüşünü kısıtlamadığını gördük.


Tepenin girişinde bir namazgah mevcuttu. Hava soğuk olmadığında topluca namaz kılınırmış burada. Hıdrellez kutlamaları ve yağmur duası da yapılırmış.

Bundan başka tepede iki adet de türbe bulunmaktaydı. Biri Şeyh Şamil’in yeğeni Hasan Paşa’nın, diğeri ise yine Şeyh Şamil ile akrabalığı bulunan Şeyhül Etibba Başhekim Dr. Ali Yaver Ataman’ın (1868-1955) idi. Bir de Orhan Gazi döneminde yaşamış olan Şehzade Gazi Süleyman Paşanın kumandanlarından Hızır Beyin makamı bulunuyor.

UNESCO tarafından uluslararası kültür merkezi olarak tanımlanan Safranbolu, çarpıcı yapı tarzlarıyla eşsiz güzellikteki geleneksel Türk evlerini barındırıyor. İlçe merkezinde 18. ve 19. yüzyıl ile 20.yüzyıl başlarında yapılmış yaklaşık 2000 geleneksel Türk evi bulunuyor. Bu yapıların 800 kadarı yasal koruma altında. Bunlardan biri olan Kaymakamlar Evi’ne Seyir Tepesi’nden sonra yürüyerek gittik.

Yurdun her yanında gezdiğimiz kültür evlerinin neredeyse tamamında bulunan “temsili insanlar” burada da var.

Buradan sonra İzzet Mehmet Paşa Camii’ne geçtik.


3. Selim'in saltanatında 1794-1798'de sadrazamlık yapan İzzet Mehmet Paşa, 1743'de doğduğu ilçeye İstanbul'daki Nuruosmaniye Camisi'nin adeta küçük bir modelini yaptırmış.


Caminin tek şerefeli bir minaresi var. Minare, çok köşeli kalemi andıran gövdesinin yanı sıra külah ve alemiyle estetik unsurlar yansıtıyor.

Tavan süslemeleri, minberi ve mihrabındaki zengin işlemelerle bizim beğenimizi kazanıyor.

İzzet Mehmet Paşa'nın mezarı Cami avlusunda bulunuyor. Önceleri mezarı, 1812 yılında vefat ettiği Manisa’dayken belediyenin imar uygulaması ile yıkılınca 2005 yılında buraya taşınmış. Paşa suyu diye bilinen İncekaya Köprüsünü yaptırarak Safranbolu'ya getirten, kaledeki Saat Kulesinin yapımını sağlayan Paşa'nın iyiliksever bir kişiliğe sahip olduğu söyleniyor.


1796 yılında, bütünüyle kesme taştan inşa edilmiş olan caminin avlusundan merdivenlerle Akçasu Kanyonuna inmeniz mümkün...


Caminin dibindeki Bakırcılar Çarşısı sanki zamana meydan okuyordu. Kendinizi 17. yüzyılda hissedebilirsiniz.

Aynı his Köprülü Mehmet Paşa Camii’nin dibindeki Yemeniciler Arastası için de geçerli...


Safranbolu'da gezme imkanı bulduğumuz mekanlardan biri de geçmişi 17. yüzyıla uzanan Köprülü Mehmet Paşa Camii. Safranbolu'nun en büyük camisi olan bu güzel eser, 1661-1662 yıllarında Köprülü Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış.

Caminin avlusunda; muvakkithane, şadırvan, güneş saati ve tuvaletler bulunuyor.

Köprülü Mehmet Paşa Camiinin avlusundaki Güneş Saatini görmeden geçmeyin.

Köprülü Mehmet Paşa Camii ve Güneş Saatini gördükten sonra Kazdağlı Camisine gidiyoruz.


Kazdağlı Cami, Safranbolu meydanına gittiğinizde sizleri ilk karşılayan cami. Safranbolu'nun tarihi çarşısının içinde yer alan sade ama tarih kokan güzel bir cami. 1779'da Kazdağlı Mehmet Ağa tarafından inşa edilmiş.

Taş ve tuğladan inşa edilen yapının tuğla gövdeli minaresi tek şerefeli...

Çarşının göbeğinde yer alan Cinci Hanı ve 17. yüzyıl hamamı da görülmesi gereken yerler arasında...


Cinci Han, Sultan İbrahim’in döneminde Cinci Hoca lakaplı Kazasker Hüseyin Efendi tarafından yaptırılmış. Kesin yapım tarihi bilinmemesine rağmen 1640-1648 tarihleri arasında yaptırıldığı tahmin edilmekte. Kesme ve moloz taştan yapılmış han, iki kattan oluşuyor. Ortadaki avluya açılan iki katlı revakların gerisine odalar, güneybatısına ise avludan geçilen ahır bölümü yerleştirilmiş. Avlunun ortasında bulunan havuz genel görünümünü bugün de koruyor. Restore edilerek konaklama tesisi ve restoran olarak hizmet vermekte olan 2 katlı 62 odalı Cinci Hanı’nın giriş kapısı, kilit ve anahtarı; Türk demir işçiliğinin ilginç bir örneği olarak görülüyor. Han içindeki Kahve Müzesi turistler için kahve içip dinlenebilecekleri bir alan olmuş. Giriş ücretli...


Cinci Hamamının da Cinci Hoca tarafından yaptırıldığı biliniyor. Padişah İbrahim zamanında Kazasker olan Safranbolulu Cinci Hoca (Karabaşzade Hüseyin Efendi) tarafından 1645 yılında yaptırılmış olup halen hizmet vermekte olan hamamda kadın ve erkeklere ait iki bölüm bulunuyor. Her ne kadar halk arasında Yeni Hamam olarak ifade edilse de hem yaptıranın Cinci Hoca olması, hem de turistler tarafından daha fazla akılda kalıcı ve cezbedici olabileceği düşünülerek Cinci Hamamı olarak ifade ediliyor.


Son olarak Safranbolu Kalesine çıkalım. Kale Safranbolu'ya hakim bir noktada kurulmuş. Safranbolu'nun Türkler tarafından fethinden önce ve sonra askeri ve idari merkez olarak kullanılmış. Bugün Kale üzerinde Kent Tarihi Müzesi (Eski Hükümet Konağı), Saat Kulesi, Anadolu Saat Kuleleri Minyatürleri Parkı, Eski Cezaevi bulunuyor. Bunları sırayla gezelim...

Safranbolu kalesinin olduğu bölgede bir dönem Hükümet Konağı olarak da kullanılan Kent Tarihi Müzesi, kent belleği için önemli bir konumda. Tarihin canlı şahidi, çok otantik ve mükemmel korunmuş bir yapı...

Müzede, Safranbolu ve Karabük'te gezilecek yerleri görebilirsiniz.

Müzenin hemen arkasında tarihi Saat Kulesi var. 1797 yılında Anadolu'nun ilk saat kulesi olarak “Herkesin evine ve cebine saat hediye edeceğim” diyen İzzet Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Anadolu’nun kulesine kadar çıkılabilen en eski saat kulesi burası. 20 metre uzunluğunda kare planlı olarak kesme taşlardan yapılmış. Paşa’nın sözü ise bugün bile geçerliliğini koruyor, çünkü haftada bir kurulan saatin her saat başı çalan çan sesi o kadar güçlü ki insanların evine kadar ulaşıyor.

Safranbolu Tarihi Saat Kulesinin bulunduğu alanda "Anadolu'nun Saat Kuleleri Minyatürleri" Parkı hazırlanmış. Safranbolu Saat Kulesi ile birlikte 15 ayrı saat kulesinin 1/10 ölçekli maketlerinin bulunduğu parkta 15 ilin saat kulesi var; Adana, Amasya, Bursa, Çanakkale, Çorum, Edirne, Elazığ, Erzurum, İstanbul Dolmabahçe, İzmir, İzmit, Kayseri, Kütahya, Samsun ve Saraybosna...


Saat Kulesinin yanında da eski bir cezaevi olan müze var fakat kapalı olduğu için gezilemiyor.


Buradan Bulak Mencilis Mağarası’na gitmek üzere yola koyulduk. Yolda Tokatlı Kanyonu’na uğradık. Tabi ki buraya giriş de ücretliydi (tam 10 TL, öğrenci 7 TL). Safranbolu'nun İncekaya köyünde yer alan Tokatlı Kanyonu, Kristal Terası ile yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini gören noktalardan biri...


Şehrin büyüsüne kapılacağınız, doğanın en güzel hallerini gözler önüne seren kanyondan çevreyi izleyebileceğiniz cam bir seyir terası mevcut. İncekaya Kanyonu üzerinde kurulu cam terasın yapımı 1 ay kadar kısa bire süre içerisinde gerçekleşmiş. 80 metre yüksekte inşa edilen cam teras, 75 ton ağırlığı kaldırabilecek güce sahip olsa da genelde 30 kişilik gruplar halinde hizmet veriyor. Gitmek isteyenlere tavsiye ederiz çünkü manzarası bir hayli güzel...


Kanyonda gezerken göreceğiniz İncekaya Su Kemeri de doğanın içinde gizlenmiş tarihi bir yapı… Su kemeri Sultan 3. Selim döneminde sadrazamlık görevinde bulunan İzzet Mehmet Paşa tarafından inşa edilmiş.

Kanyonun içine girip yürümek isterseniz ayrı bir ücret ödemeniz gerekiyor (tam 10 TL).


 Uzun bir merdiven inip çıkmanız gerekiyor ama buna değer...


Mağara yapıları da göreceksiniz Tokatlı Kanyonu'nda...

Merdivenli bir inişten sonra kısa bir yürüyüşle küçük şelaleyi ve akarsuyu görebilirsiniz.


Tokatlı Kanyonu, doğanın en güzel hallerini gözler önüne seriyor.

Üstüne çıktığınız seyir terasını aşağıdan görme imkanı da buluyorsunuz.

Kanyonu yarım saatlik bir süre içerisinde rahatlıkla gezebilirsiniz. Kanyondan sonra Bulak Mağarasına doğru yola çıkıyoruz. Türkiye'nin en önemli mağara oluşumlarından birine ev sahipliği yapıyor Karabük. Bulak Mağarası, gezginler tarafından özellikle bahar ve yaz aylarında ziyaret ediliyor. Karabük gezi listenize mağarayı dahil etmelisiniz. Ücret kişi başı 15 TL...

Mağarayı da gezdikten sonra safran tarlalarını görmek için Yukarıçiftlik köyüne gidiyoruz. Adını yörede yetiştirilen safran bitkisinden alan Safranbolu, bu güzel aromatik bitkiyle tanınıyor.

Safranbolu gezimizi, Peron konseptli çok farklı bir mekanda, mükemmel bir ağırlamayla çok güzel bir yemekle sonlandıralım. Konaklama için; tarihi binası, defne ağaçlarının altındaki bahçesiyle çok güzel nezih bir ortam sunan, misafirlerini de aileden hissettiren bir ailenin işlettiği Akçe Konaklarını tavsiye ediyoruz.


SİNOP

Türkiye'nin en kuzeyinde bulunan ve Anadolu’nun en eski şehirlerinden biri olan Sinop, hem Karadeniz'in en cezbedici manzaralarını sunuyor hem de tarih meraklıları için birebir! Yol üstünde olduğu için Sinop'un Boyabat ilçesinde yer alan Boyabat Kalesine uğradık. MÖ 7.yüzyılda Paflagonyalılar tarafından yaptırılan kale, Roma, Bizans ve Osmanlı devletinin izlerini taşıyor.


Gökırmak Vadisinde, karşılıklı iki sarp  kayalık tepeden biri üzerinde kurulmuş. Kale, kayaların doğal yapısına uyum sağlamış.


  
Tekrar yolumuza devam edip Erfelek Tatlıca Şelalelerine gittik. Erfelek Şelaleleri, doğa içerisine yıllardır adeta gizlenmiş ve 1997 yılında Erfelek Barajının yapımına başlanmasının ardından açılan yollar sayesinde keşfedilmiş. Yapraklı bitkilerin oluşturduğu kanyonda bizi ilk karşılayan Gürleyik şelalesinden başlayarak, 28 şelaleden 13’ünü sulu bir ortamda yürüyerek, tırmanarak, zorlu ama son derece keyifli bir şekilde gezdik. Sadece fazla ileri gitme riskini alanlar, ne kadar ilerlenebileceğini öğrenirler. Daha da ilerisi bizi aşar :)



Mola vererek dinlendikten sonra şelalelerin yanından devam eden tahta patikadan yürüyerek tekrar Gürleyik şelalesine geldik. Daha sonra aracımıza binip Sinop'a doğru yola çıktık.


Sinop'un diğer doğal güzelliklerini de görelim istedik. Ülkemizin tek fiyordu olma özelliğine sahip Hamsilosu, Aklimanı ve İnceburunu gezdik. Hamsilos'a ulaşabileceğiniz tek yol Akliman'dan geçiyor. Türkiye'nin en kuzeyinde bulunan Sinop, Hamsilos Koyu ile Karadeniz'in en cezbedici manzaralarından birini sunuyor.



Buzul aşındırması sonucu kendiliğinden oluşan koy, çiçek ve ağaçlarla bezenmiş olağanüstü güzellikte bir dinlenme yeri...


İnceburun, Türkiye'nin ve dolayısıyla Anadolu'nun en kuzey noktası. Karadeniz'e uzanan Sinop Yarımadasının kuzeybatı ucunda yer alıyor. Burun, katılaşmış lavlardan oluşmuş. Sinop'a giderseniz İnceburun'u mutlaka görün.


Deniz kenarındaki güzel manzaraların tadını çıkardıktan sonra Sinop merkeze doğru yola çıktık. Konaklama için; tarihi taş binası, ağaçların altındaki bahçesiyle çok güzel nezih bir ortam sunan Sinop Öğretmenevini tavsiye ediyoruz. Öğretmenevinin çok yakınında Arkeoloji Müzesi var. Sinop Arkeoloji Müzesi güzel koleksiyonu ile Sinop merkez ve ilçelerinden gelen çok sayıda arkeolojik esere ev sahipliği yapıyor. Sinop'ta görülmesi ve gezilmesi gereken yerlerden biri. Müzenin park kısmında Deniz Şehitleri Anıtı da bulunuyor.


Müzeden sonra Tarihi Sinop Ceza Evine yürüdük. Ceza Evi, Sinop kalesinin iç kale kısmında kurulmuş. Yaklaşık 100 yıl hapishane olarak kullanıldıktan sonra 1997 yılında boşaltılarak ziyarete açılmış.


“Aldırma gönül aldırma”nın şairi Sabahattin Ali ve Zekeriya Sertel gibi şair/yazarların da yattığı, günümüzde müze olarak kullanılan Sinop eski ceza evini gezdikten sonra limana doğru yürüdük.


Limanda yer alan Sinop Kalesi MÖ 7. yüzyılda Milet'ten Sinop'a gelip koloni kuran göçmenler tarafından kenti korumak amacıyla yapılmış. Roma, Bizans ve Anadolu Selçukluları döneminde birkaç kez onarılmış. Surların uzunluğu 2 km civarındaymış. Günümüzde bazı bölümleri ihtişamını koruyor.

Sinop Alaeddin Camii, şehir merkezinde yer alan, bu şehri ziyaret edenlerin listelerine mutlaka aldığı Selçuklu devri yapısı. Karadeniz sahilindeki tek, Kuzey Anadolu’da da en büyük Selçuklu camisi. 1214 yılında ünlü Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı 1. Alaeddin Keykubad'ın Sinop'u fethinden hemen sonra yapılmış. Sinop küçük bir şehir merkezi olduğu için camiyi bulmak zor değil...


Sinop gezimizi, Teyze'nin Yeri Mantı Salonunda meşhur Sinop cevizli mantısı yiyerek sonlandıralım.


KASTAMONU

Sinop'tan Kastamonu'ya gitmek için yola çıktık. Yüz ölçümü açısından en büyük Karadeniz ili olan Kastamonu'da tarihi bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız Kastamonu'nun tarihi yapılarını görmenizi öneriyoruz. Kastamonu Kalesi ve yakınındaki Kırkdirekli Atabeygazi Camii, Şeyh Şaban-ı Veli Türbesi, Aşıklı (Yanık) Sultan Türbesi, Saat Kulesi, İsmail Bey ve Yakup Ağa Külliyesi kentte görebileceğiniz tarihi yapıların başında geliyor.


  
12. yüzyıldan kalma Kastamonu Kalesi, Kastamonu'nun sembol anıtlarından biri. Doğal kayalık üzerine kurulmuş ve şehrin tam üstünde yer alıyor.


Atabeygazi (Kırkdirekli) Camii, Kastamonu Kalesinin eteklerinde bulunuyor. Çobanoğulları (Selçuklu) dönemine ait olan cami, ilin en eski ve en büyük camilerinden. Atabey Muzaffereddin Yavlak Aslan Bey tarafından 1273 yılında yaptırılmış. Beylikler dönemine ait tipik çok ayaklı bir cami. Halk dilinde Kırkdirekli olarak da biliniyor. Kâgir kesme taş duvarla çevrelenmiş. Taşıyıcı üst örtü ve direkler ahşaptan yapılmış. Minarelerde Allah-ü Ekber nidaları yükseldiği vakit kalenin doğu kısmından Kastamonu'yu seyre dalan Atabeygazi Camii'ne girin ve bu ruhu soluyun...

Kastamonu'nun kuzeyinde İsmail Bey Mahallesinde, Şeyhinşah kayası diye tanınan bir tepe üzerinde, meyilli bir arazide bulunan İsmail Bey Külliyesi, Candaroğulları beylerinden Kemaleddin İsmail Bey adına 15. yüzyılda cami, medrese, türbe, imaret ve hamam olarak yaptırılmış.


Döneminin ticaret ve ilim üssü olan Candaroğulları Beyliğinin başkenti Kastamonu'nun kültürel ve sanatsal atmosferinin en görkemli eserlerinden...


Karadenizin ormanlık yollarındaki maceralı bir yolculuktan sonra Küre Dağları Milli Parkı'na ulaştık. Küre Dağları, tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında rastlanan biyolojik çeşitliliğiyle bir açık hava müzesi konumunda. Batıda Bartın Çayından başlayan Küre Dağları, yaklaşık 300 kilometrelik bir mesafenin sonunda doğuda Kızılırmak'a ulaşıyor. İsfendiyar Dağları adıyla da anılan sıradağlar kuzeyde Karadeniz'e, güneyde Gökırmak'a uzanmakta. Bölge; orman, akarsu, çayır, maki, kayalık alanlar, mağaralar, kıyı ve geleneksel tarım alanları gibi ana ekosistem tiplerini bir arada barındıran zengin habitatlarını, Anadolu'nun kuzeyini bir baştan ötekine saran kıyısal dağ sisteminin parçası olmasına borçlu. Küre Dağları Milli Parkı, Türkiye'nin özgün coğrafi alanlarından biri...

Kastamonu'nun doğal güzellikleri ile iç içe olmak ve bol oksijenden sersemlemek istiyorsanız kanyonları ve milli parkları mutlaka ziyaret etmelisiniz. Bu doğal güzelliklerden en çok dikkat çekenler ise Küre Dağları Milli Parkı'nda yer alan 3 kanyon; Çatak, Horma, Valla. Bu kanyonları sırasıyla gezelim. Pınarbaşı ilçesinden 25 km orman ve dağ manzarası eşliğinde gidiyoruz. İlk durağımız Çatak Kanyonu. Giriş ücreti öğrenci 4,5 TL, tam 9 TL...

Çatak Kanyonu, Azdavay ilçe merkezine yakın konumda ve ulaşımı rahat, seyir terasına doğru arabayla gelirken yol ikiye ayrılıyor ve iki yolun da belli bir kısmına arabayla gidilip sonrasında orman içine yapılmış güzel bir ahşap yolla seyir terasına kadar yürüyüş yolu mevcut...

Arabadan indikten sonra seyir terasına kadar ağaçlar arasındaki güzel bir yürüyüş yolundan yaklaşık 500-600 metre gidiyorsunuz. 

Ormanın temiz havası, ağaçların güzelliği terasa kadar size eşlik ediyor.

Yürüyüşten sonra cam seyir terasına ulaşmış oluyorsunuz. Çatak Kanyonu’na inşa edilen cam teras, 450 metre yüksekliğinde. 21 Temmuz 2017 tarihinde yapımına başlanan Çatak Kanyonu Seyir Terası ilk olarak 4 Eylül 2017 tarihinde ziyarete açılmış. Bayram dolayısı ile oldukça yoğun olan kentten ve diğer ilçelerden yaklaşık 10 bin kişi burayı 1 hafta içerisinde ziyaret etmiş.

15 metresi kanyon boşluğunda olmak üzere toplam 33 metre boyunda ve 10 metre genişliğinde çelik konstrüksiyon üzerine yapılan cam teras 250 kişi kapasiteli...


Teras manzarası çok güzel, vadi ayaklarınızın altında kalıyor. Cam terastan 7 kilometre uzunluğundaki kanyon boşluğu, el değmemiş doğa, şansınız varsa (hava sisli değilse) yanınıza alacağınız dürbünle kanyon boşluğundaki yaban hayvanlar dahi izlenebiliyor.

Sıradaki durağımız Horma Kanyonunun giriş ücreti öğrenci 4,5 TL, tam 9 TL. Araba ile kanyonun girişine kadar rahatça gidebilirsiniz. Bir kanyon hayal edin ki başından sonuna kadar yürüyebileceğiniz ve yürüyüş sonunda harika bir şelale göreceğiniz...

Sorun şu ki kanyon yürüyüşünü tamamladıktan sonra iki seçenek var; ya geri dönüp 3 km daha yürüyeceksiniz ya da taksiye binip arabayı bıraktığınız kanyon girişine ana yoldan döneceksiniz. Biz yürüyerek gidip taksiyle döndük. Bu da taksiyle 12 km yol demek, 130 TL gibi bir ücret ödemeniz gerekiyor. Bu kısmı düşünerek hareket etmenizi öneririz.

Kanyon uzunluğu 3 km, ahşap platformdan yürüyüş yoluna sahip...

Yürüyüşünüzde size dere ve kuş sesleri, endemik bitkiler, yosunlar, uçurumlar, yeşilin ve sarının farklı tonları, ağaçlar, kayalar eşlik ediyor.

Yürüyüş hızınıza göre ortalama 1-1,5 saat arasında sürüyor.

Yanınızda suyunuz olsun, yol yorucu...

Hatta karnınız tok olsun, çok fazla enerjiye ihtiyaç olacak.

Kanyon yürüyüşü sevenler için muhakkak görülesi yerlerden...

Yürüyüş boyunca keyif alacağınız ve birçok fotoğraf çekebileceğiniz manzaralar mevcut...




Yarısı bitti :)

Kanyonun yeşilliği, hayaller kurmaya ve tefekkür etmeye yetiyor. 



2 km yürüyüp yorulduktan sonra müjde gibi gördüğümüz yazı: Köyde taksi var  :)

Horma Kanyonu mükemmel bir yer...

Yeşillikler arasında bir yolculuk sunan kanyonda şelaleler, renk renk bitkiler görebilirsiniz.

Kanyonda küçük şelaleler var ama açıkçası şelaleden çok sarp kayalıklar daha ilgi çekici...

Kanyonun sonuna doğru yaklaştığımızda, sonbaharla birlikte sararmış ağaçlar çıkıyor karşımıza...

Türkiye'nin en büyüleyici kanyonlarından olan Horma Kanyonunda 3 km yürüdükten sonra enfes bir manzara bizi karşılıyor.

Kanyonun içerisinden akan dere bu yolun sonunda harika bir görüntüsü olan Ilıca Şelalesi olarak dökülüyor. Su yaklaşık 10 metre yükseklikten dökülüyor ve bu suyun döküldüğü yerde doğal olarak bir havuz oluşmuş.

Kanyonu yürümek istemezseniz sadece Ilıca Şelalesine de gidebilirsiniz. Ilıca Köyünden itibaren patika yoldan yaya olarak yarım saat yürümeniz gerekiyor.

Kastamonu’nun Pınarbaşı ilçesi ve Ilıca Şelalesi gerçekten inanılmaz güzel, hele sonbaharda mutlaka görülmeli...

Doğası her mevsim çok güzel ama sonbaharın kırmızısına, sarısına bir de ahşap evler eklenince muhteşem görüntüler çıkıyor ortaya. Bu nedenle buraya sonbaharda mutlaka gidilerek doğanın renk bezemeleri hafızalara kazınmalı...


Türkiye'nin her bölgesini gezmiş olarak diyoruz ki burası ilk 3'te yer alır. Sağlık koşulları imkan veren herkesin kanyonu görmesini tavsiye ederiz, ülkemizde böyle bir kanyonun olması bizi çok heyecanlandırdı. Fotoğraflar gözümüzle gördüğümüz detayları maalesef yeterli derecede sizlere aktaramıyor. Son olarak Valla Kanyonuna gidiyoruz. Ana yoldan sonra yaklaşık 18-20 km stabilize bozuk bir yol var. Yol bitince Muratpaşa Köyüne geliyorsunuz.

Köyden sonra orman içinden yokuş aşağıya 1150 metre yürümeniz gerekiyor.

Ayı fotoğraflarının olduğu böyle bir yolda yürümek biraz cesaret istiyor.

Kanyonun, yukarıdaki yürüyüş yolundan görünüşü...

Kanyonun doğasına bir de ahşap evler eklenince muhteşem görüntüler çıkıyor ortaya...

Her ne kadar manzarası güzel olsa da Valla Kanyonuna gitmeyi tavsiye etmiyoruz. Horma Kanyonu ve Çatak Kanyonuna gidin ama oralara yakın diye sakın buna gelmeyin. Paranıza, vaktinize, arabanıza, en önemlisi tatil enerjinize yazık etmeyin…

Kastamonu'da pek çok doğal güzelliği bir arada bulabilirsiniz. Özellikle, birçok bitki ve hayvan türlerinin bulunduğu Küre Dağları Milli Parkı'nı görmeden Kastamonu'dan ayrılmayın. Koruma altındaki bu milli park yılın her mevsimi ziyaretçi akınına uğruyor. 

BARTIN


Yüz ölçümü açısından en küçük Karadeniz ili olan Bartın, doğal güzelliklerinin ve kültürel değerlerinin yanında geçmişin izlerini günümüze taşıyan tarihi eserleri ile de dikkat çekiyor. Bartın'ın vizyon ilçesi Amasra, Batı Karadeniz kıyısında şirin mi şirin, güzel mi güzel, görülesi mi görülesi tarihi yapısı ile dört mevsim ziyaretçi akınına uğruyor. Amasra yaz aylarında özellikle Ankara'ya olan yakınlığı nedeniyle çok fazla yerli turist ağırlıyor.

Amasra'da Sunrise Otelinde konaklıyoruz. Otelden Amasra'yı ve Karadenizi tepeden izleyebiliyoruz.

Otele yerleştikten sonra, yukarıdan gördüğümüz Amasra Kalesinin içinde yürümek için yola çıkıyoruz.

2013'de UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine alınan tarihi Amasra Kalesi, ortaçağ havasını günümüze yansıtıyor. Romalılar tarafından inşa edilmiş ve sonrasında sırasıyla Bizanslılar, Cenevizliler ve Osmanlılar tarafından onarılarak kullanılmış.


Amasra kale içi mahallesinde bulunan Fatih Camii 9. yüzyılda Bizanslılar döneminde kilise olarak yapılmış, Fatih Sultan Mehmet 1460 yılında Amasra'yı fethettikten sonra camiye çevrilmiş. Amasra Fatih Camii'nde Cuma ve bayram namazlarında hutbeye çıkan imam, hutbeyi eline aldığı kılıçla okumaya devam ediyormuş.


Kaleye girince bizi Direkli Kaya karşılıyor. 7 metre uzunluğundaki tarihi Direkli Kaya'nın denizi aydınlatmak ve gözetlemek için Cenevizliler tarafından inşa edildiği, Bizans döneminde de Liman olarak kullanıldığı tahmin edilirken bölgede Kraliçe Amastris'in havuzunun olduğuna inanılmakta. Çevresinde kayaya oyulmuş basamaklar ve mermerden bir iskele bulunuyor.

Dönüşte gün batarken...

Görmek için çok yol gitmenize gerek kalmadan bir anda karşınıza Kemere Köprüsü çıkıyor. Bizans dönemine ait bir yapı olan Kemere Köprüsü, 9. yüzyılda yapılmış.


Mahallelerin arasında kalmış gibi bir izlenim veren köprü iki küçük kaleyi; Boztepe'deki Sormagir Kalesi’ni, Amasra'daki Zindan Kalesi'ne bağlıyor. Köprünün ayağında Roma-Pontus savaşındaki 7 askeri tasvir eden kabartmalar mevcut. Köprü yıkılma tehlikesi nedeniyle restore edilerek koruma altına alınmış.

Amasra’nın en meşhur yapıları arasında yer alan Kemere Köprüsünün muhteşem bir manzarası var.

Bir yanda Tavşan Adası, bir yanda gün batımı...

Kediler bile günbatımını izlemek için buraya geliyor :) Siz de güneşin batışını Amasra'da izlemeye ne dersiniz?

Kemere Köprüsünün üstünden Boztepe'deki Sormagir Kalesine sormadan giriyoruz :)

Ağlayan Ağaç dedikleri tepeden de Tavşan Adasının yer aldığı müthiş manzarayı izleyip geri dönüyoruz.

Muhteşem güzellikleri bünyesinde barındıran bu kentte her adımınızda tarihin izlerine rastlamak mümkün. Limana doğru yürüdüğümüzde Amasra'ya ismini veren Amastris ile karşılaşıyoruz.


Son olarak Amasra Müzesine gidiyoruz. Müzenin hemen önünde, 2012 yılında yapılan Fatih Sultan Mehmet ve hocası Akşemseddin’in heykelleri karşılıyor bizi...

"Lala Lala, Çeşm-i Cihan (dünyanın gözbebeği) bu mu ola"


Amasra Müzesi binası tescilli tarihi bir yapı. 1884 yılında Denizcilik Okulu olarak yapımına başlanan ancak bitirilemeyen bina, Kültür Bakanlığı’nca 1976 yılında satın alınarak restore edilmiş ve 1982 yılında Müze olarak hizmete açılmış.

Müze içinde ve bahçesinde Ceneviz, Roma ve Osmanlı döneminden eserler sergileniyor.

Mermerden yapılmış mimari elemanlar, lahit, mezar taşı, sunak, heykel gibi eserlerin yanında büyük küpler, Osmanlı Dönemine ait top ve çapa bulunuyor.

Müzenin içinde 5-6 ayrı odada eserler sergilenmiş.

Arkeoloji Salonunda; Hitit hançeri, ok uçları, pişmiş toprak eserler, cam eserler, takılar, metal buluntular, ikonalar ve sikkeler sergileniyor.


Amforaların sergilendiği oda deniz batığı şeklinde tasarlanmış.

Heykel başları...

Heykeller...

Zırhlı imparator heykeli...

Yılan heykeli...

Amasra Kalesinde yer alan Ceneviz armaları...

Mermer sütun taşıyıcıları, sütun başları...

Mezar başlarına veya üzerine dikilen uzunca dikdörtgen levha ya da blok taşlara mezar steli deniyor. Stel üzerinde ölüyü tanıtan yazı veya kabartma resim bulunuyor. MS 184 yılında ölen Demotrios'a ait bu stelin üzerinde her ikisi de var.


Etnografya Eser Salonunda; çoğunluğu Bartın, Amasra ve çevresinde yaşamış insanlara ait yöresel kıyafetler, takılar, bakır kap kacak, silah, kılıç gibi eserler yer alıyor. Silikon manken üzerinde Amasra'ya özgü kıyafetler sergileniyor.

Ayrıca İstanbul Saray matbaasında basılmış Akdeniz Haritası yer alıyor.


Amasra özgün balık lokantaları, oteller ve ev pansiyonlarına sahip bir turizm bölgesi. Biz de gezimizi, Amasra Sofrasında meşhur Amasra salatası ve pidesi eşliğinde balık yiyerek sonlandırıyoruz.

Amasra'dan ayrılıp yol üzerindeki Kuşkayası Anıtına uğruyoruz. Ağaçların arasından anıta doğru çıkan tahta merdiven çok güzel, ormanın içerisinde...

Girişte anıtın tarihini anlatan bir tabela mevcut: Kuşkayası Yol Anıtı MS 41-54 tarihleri arasında Roma imparatoru Cladius zamanında Pontus valiliğine atanan Aguilla tarafından yaptırılmış. Anıt kemerli bir niş içine oyma tekniğiyle yapılmış. Toga giyimli bir insan figürü ve nişin sağında bir sütun, sütunun üzerinde ise kartal motifi bulunuyor. Kartal askerlerin sınırsız gücünü temsil ediyor. İki kitabesi bulunan anıt, Anadolu'da yapılmış olan tek yol anıtıymış.


Sıradaki durağımız yemyeşil çam ormanlarıyla çevrelenmiş masmavi denizi ile Bartın'ın tatil merkezlerinden Güzelcehisar...

Güzelcehisar sahilinde bulunan ve 80 milyon yıllık olduğu tahmin edilen lav sütunları görsel bir şölen sunuyor.

Güzelcehisar'ın 850 metre uzunluğundaki kumsalının batı ucundan başlayan ve denizden bir duvar gibi yükselen sütun yapılı lav kayalıkları deniz kıyısı boyunca uzanarak Mugada'ya kadar ulaşıyor.

Amasra'ya veda edip Zonguldak'a doğru yola çıktığımızda Bartın'da makamı olduğunu öğrendiğimiz sahabe efendimizi ziyaret etmek için mola veriyoruz. Batı Karadeniz'in gözbebeği olan Bartın ilimizde bir sahabe türbesinin bulunduğu rivayet ediliyor. Türbe Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'in sancaktarı Ebu'd-Derda Hazretleri adına manevî makam olarak hazırlanmış. Ebu'd-Derda Hazretlerinin Şam'da vefat ettiği ve kabrinin de Şam'da bulunduğu bilgileri kaynaklarda belirtiliyor. Ancak yine tarihî kaynaklarda geçtiğine göre İstanbul'un kuşatılması sırasında bu bölgeden geçerken Bartın'da bir süre kalan Ebu'd-Derda Hazretlerinin hatırasına manevi bir makam olarak konakladığı kabul edilen yere sonradan bir türbe yapılmış.


ZONGULDAK

Zonguldak, Türkiye’nin Karadeniz ülkeleriyle arasındaki deniz ticaretine açılan kapısı olması nedeniyle önemli bir liman kenti. Zonguldak kuzeyde Karadeniz, kuzeydoğuda Bartın, doğu ve güneydoğuda Karabük, güneyde Bolu, batı ve güneybatıda Düzce illeriyle komşu. Türkiye’nin en zengin taşkömürü madenlerini barındırması nedeniyle ülkenin maden ocağı, karaelmas diyarı, emeğin başkenti, mağaralar şehri olarak biliniyor. Şimdi sizleri buraya gelip de görmeden gitmemeniz gereken yerlerle baş başa bırakalım.

Zonguldak gezisine çıkmadan önce okumanız için size birkaç kitap önerimiz olacak. İlki, Emile Zola’nın en iyi kitabı olan Germinal, maden işçilerinin hayatına bakışınızı güçlendirecektir. İkincisi, Cemil Meriç'in Türkiye ve Avrupa'daki entelektüelleri, aydın zümreleri anlattığı ve analiz ettiği kitabı Mağaradakiler, mağaralara gitmeniz için bir adım olacaktır. Üçüncüsü, Kemal Tahir'in Esir Şehrin İnsanları üçlemesi, “Kurtuluş Savaşı” veya “Milli Mücadele Dönemi” dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan...

Zonguldak'ın Çaycuma ilçesine bağlı Filyos beldesinde bulunan, orta çağ zamanlarında yapıldığı bilinen Filyos Kalesini ve Tios Antik Kentini görmeye gidiyoruz. Kalenin Romalılar tarafından yapıldığı tahmin ediliyor. Kentin denize hakim bir noktası olan burun üzerinde kurulan kale, 2003'te Kültür ve Turizm Bakanlığınca onarılmış. Kalenin manzarası muhteşem, deniz ayaklarınızın altında...

Tios Kentinin araştırılması ve kazılması, Karadeniz tarihi ve arkeolojisi için büyük önem taşıyor. Çünkü Türkiye'nin Karadeniz kıyılarında kazılan ilk ve tek antik kenti... Efsaneye göre kent, MÖ 7. yüzyılda kurulmuş. Tarihi boyunca değişik isimlerle (Tios, Tieion, Tianon, Tium) anılmış. Tarihi boyunca siyasi güç oluşturamayan ve Ereğli ile Amasra'nın gölgesinde kalan kent, Roma Dönemi'nde MÖ 70 yılında yakılmış ve yağmalanmış. Daha sonra yeniden inşa edilmiş ve bir ticaret ve balıkçı kenti olarak yaşamını devam ettirmiş. Kent, Bizans Dönemi'nde MS 5. yüzyılda önemli bir dini merkez olmuş. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde ise (14-15. yüzyıl) giderek önemini yitirmiş ve küçük bir balıkçı köyüne dönüşmüş.

Zonguldak, Karadeniz'de mağara turizminin geliştiği, bu anlamda bölgede en çok ilgi gören şehirlerden biri. Mağara turizmine ilgi duyan gezginleri Zonguldak’ta birbirinden ilginç mağaralar bekliyor. Biraz sonra gezeceğimiz Gökgöl Mağarası, kömürü ve bu sarp kayalıkları ile Zonguldak coğrafyasını şekillendiren milyonlarca yıllık bir jeolojik hikayeyi anlatıyor. Giriş ücreti öğrenci 10 TL, tam 15 TL...

Gökgöl Mağarası, 3350 metrelik uzunluğuyla şehrin ikinci, Türkiye’nin ise 10. en uzun mağarası. Mağaranın içinde kalkerli ve kireçli yapının yer altı suları ile şekillenmesiyle ortaya çıkan travertenler, dikitler ve sarkıtlar yer alıyor.

Zonguldak'ta mutlaka görmeniz gereken yerlerin en başında geliyor. Ana yolun kenarında olduğu için ulaşımı en kolay mağaralardan biri. İçerisinde akan derenin sesi ortamı muhteşem hale getiriyor.

Birçok yerde tavan aşırı derecede alçalıyor. Şimdiye kadar gezdiğimiz en büyük ve en güzel mağaralardan. İçerisinde akarsu, dikitler ve sarkıtlar mevcut. Işıklandırma olsun, manzara olsun harika...

Mağara 4 milyon yaşında ve sizi tarihiyle, haşmetiyle, güzelliği ile adeta büyülüyor. İçinden akan suların gürültüsü eşliğinde hayran hayran nasıl bittiğini anlamadan geziyorsunuz.

Mağarayı gezdikten sonra Zonguldak'ın yaşayan hafızası Maden Müzesine gidiyoruz.

Kara elmasın yerin altından çıkarılıp nasıl işlendiğini, kömür madenlerinin nasıl işlediğini adım adım öğrenebileceğiniz Zonguldak Maden Müzesi, şehrin en ilgi çekici turistik noktalarından biri...

Müzede simülasyon ekranlarına dokunabilir, patlatma simülasyonuyla maden ocağı açabilirsiniz.

Fosiller, aletler, maden çeşitleri ve tarihçesini öğrendikten sonra işin asıl kısmına geçiyoruz.


Asansörle inilen gerçek bir maden ocağı, Zonguldak'a geldiyseniz sakın kaçırmayın!


Sadece maden gezisi 30-40 dakika arası sürüyor. Saat 13.30, 14.45 gibi belirlenmiş saatleri beklemeniz gerekiyor.


Turist gibi rehber eşliğinde baret takarak gezilen, tünellerde tavandan damlayan suların, kömür karası yolların ve vagon raylarının size eşlik ettiği, madenci kardeşlerimizin yerin metrelerce altında verdikleri mücadeleyi biraz olsun hissedebileceğiniz harika bir deneyim...


Görevli tüm arkadaşlar, her gün gelen onlarca ziyaretçiye rağmen halen kibar, güler yüzlü ve yardımsever. Özellikle madende bize rehberlik eden Maden Teknikeri Caner Bey çok güzel bilgiler verdi. Kelebeğin Rüyası, Kara Sevda, Maden gibi birçok Türk filminin de bu madende çekildiğini söyledi. Türkiye'de birçok müze gezme fırsatımız oldu. Buradaki deneyim en iyilerinden oldu. Kesinlikle deneyimlenmesi gerekir.


Zonguldak'tan sonra ilçesi Ereğli'ye gidiyoruz. Ülkemizin en önemli mağaralarından olan, mitolojiye de konu olmuş Cehennemağzı Mağaraları'na ev sahipliği yapıyor Ereğli...

Mitolojide “Hades’in ölüler ülkesi” olarak geçen Cehennemağzı Mağaraları,  yan yana sıralanmış üç mağaradan oluşuyor; Cehennemağzı, Kilise, Ayazma...
 
Cehennemağzı Mağarasının uzunluğu 85 metre, yüksekliği 10 metre. İçinde büyük bir göl ve işlenmiş yerli kaya sütunları bulunuyor.

Ereğli’de Hristiyanlığın ilk dönemlerinde ibadet yeri olarak kullanılan mağaralar, Hristiyanlık öncesi dönemlerde de kutsal kabul ediliyormuş. Kilise Mağarası, doğal bir mağara olup kısmen kayaların yontulmasıyla düzleştirilmiş. Roma ve Bizans dönemlerinde ibadet yapmak için kilise olarak kullanılmış.

Herkül’ün 12. görevini gerçekleştirdiği yer olarak Yunan mitolojisinde de önemli bir yere sahip olan mağaraların akustiği de oldukça iyi. Ayazma Mağarası, akustik özelliği sayesinde konserlere de ev sahipliği yapıyor.

Ereğli'de sıradaki durağımız Orhangazi Camii. 5. yüzyılda 2.Theodosios döneminde inşa edildiği bilinen yapının Ereğli’nin alınmasından sonra Orhan Gazi tarafından camiye çevrildiği tahmin ediliyor. Günümüzde Orta Camii veya Orhangazi Camii adıyla kullanılıyor.

Ereğli’de bulunan Gazi Alemdar Gemisi, Kurtuluş Savaşı'ndaki tek deniz çatışmasının kurtarma gemisiymiş. Alemdar Gemisi, ordunun ihtiyacı olan silah ve cephaneyi Trabzon ve İnebolu'ya taşımış. Aynı ölçülerde yeniden yapılarak müzeye dönüştürülmüş.

Gezimizi, Kelebeğin Rüyası filminde anlatılan, 22 yaşında veremden hayatını kaybeden şair Rüştü Onur'un memleketi Zonguldak için yazdığı Nostalji şiiriyle bitirelim:

Sen aziz şehrim, 
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin. 
Bütün işçilerin 
Saçak altında uyuduğu bir saatte, 
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan. 
Sen aziz şehrim, 
Ellerim gözlerim kadar benimsin. 

Ve aziz şehrim, 
Şu anda seni terk etmem için 
Her şey tamam. 
Gemi hazır, yelken fora. 
Fakat neden, 
Ölülerim bırakmıyor yakamdan?
DÜZCE

Düzce kelimenin tam anlamıyla bir şelale cenneti. İrili ufaklı, küçüklü büyüklü birçok şelalenin olduğu Düzce doğaseverlerin keşif rotalarında. Denizi ve doğasıyla Düzce'nin tek sahil ilçesi Akçakoca, Karadeniz'in önemli turizm merkezlerinden...

Düzce'nin tarihi güzelliklerini keşfetmek isteyen gezginler ve animasyon film sahnelerini aratmayan karakterlerle eğlenmek isteyen çocuklar için tavsiye edeceğimiz en önemli durak Akçakoca'daki Ceneviz Kalesi...

Cenevizlilerin bir dönem kullandığı denizcilik ve ticarette önem taşıyan yerleşimler arasındaki Akçakoca Kalesi, günümüzde de Ceneviz Kalesi olarak adlandırılıyor.

Cenevizliler tarafından Karadeniz'den geçen ticari gemilerin güvenliğinin sağlanması ve denetlenmesi amacıyla inşa edilen ve UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Ceneviz Kalesi, geçtiğimiz yıllarda restore edilerek turizme kazandırılmış. Harika bir manzara sunan Ceneviz Kalesi'ni gezdikten sonra burada piknik de yapabilirsiniz.

Biz piknik yapmadık ama Akçakoca Hamsi Balık Lokantasında balık yemeden Karadenizden ayrılmak istemedik. Yemekten sonra sırtımızı denize verip Karadenize veda ediyoruz. Düzce'ye bağlı Konuralp'e doğru yol alıyoruz. Konuralp, Düzce'ye ait antik bir belde. Düzce-Akçakoca yolu üzeri D100 karayolu ile iç içe. İlk durağımız şirin, küçük ama kaliteli örneklerle dolu olan Konuralp Müzesi...

Konuralp'teki surlar, su kemerleri, mozaikler, lahit-mezar stelleri ve heykel kaideleri önemli tarihi eserlerden...

Sokaktan bir kat merdiven çıkarak ulaşıyorsunuz müze girişine, sağda arkeoloji salonu var, solda etnoğrafya...

İnilmeyen alt katta, civardaki antik kentten bulunmuş olan Roma mozaiği tabanı var ve burayı üstten görebiliyorsunuz.

Yakındaki Prusias ad Hypium Antik Kenti’nin kalıntıları arasındaki tiyatro da müzeye bağlı, girişler ücretsiz...

Kazıların devam ettiği, kazı alanlarına yaklaşmadan belirlenen kısıtlı sınırlar içerisinde dolaşmanıza izin verilen antik bir yerleşim...

Konuralp’in tarihi zenginliğini gösteren en önemli kalıntısı tiyatrosu. MS 1.yüzyıla kadar yöreye hakim olan Roma İmparatorluğu-Prusias döneminin yansımalarının en canlı eserleri arasında...

Şu an kazı çalışmaları devam ettiği için bazı bölgelerine giriş yapılamıyor. Çevrilmiş alanın etrafında yürüyerek gezebilirsiniz.

Antik kentin hemen karsısında Konuralp Türbesi var.

Osmangazi'nin alplerinden olan Konuralp, Düzce'yi fethetmiş.


Düzce'nin bir şelale cenneti olduğunu söylemiştik. Şimdiki keşif rotamızda Düzce'nin şelaleleri var. İlk şelale için Düzce'nin her yerinde görebileceğiniz “Güzeldere Şelalesi” tabelalarını takip ediyoruz. Güzeldere Şelalesine doğru giderken önce Efteni Gölüne uğruyoruz.

Efteni Gölü, Elmacık Dağ silsilesinin eteğinde Düzce Ovası’nın akarsu ağının birleştiği (Aksu, Asar, Uğur, Küçük Melen sularının ve yan dereler) ve Büyük Melen kanalıyla Karadeniz’e döküldüğü ekolojik bir ağın düğüm noktasında. Düzce’nin Gölyaka sınırları içinde bulunan Efteni Gölü, ilçe merkezine 5 km, Düzce merkeze 25 km mesafede...

Efteni Gölü ve çevresi sahip olduğu zengin bitki örtüsü ve su kaynakları ile göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan önemli ve ender merkezlerden biri...

Gölde çok fazla sazlık ve bitkiler var. Sessizliği, birbirine karışan kurbağa ile kuş seslerinin bozduğu, güzel ve sessiz bir yer. Seyir kulesine çıkarsanız manzarası çok hoş...

İskelesinde dinginliğin tadını çıkarttıktan sonra Güzeldere Şelalesine doğru yola devam ediyoruz. Güzeldere Şelalesi Düzce’ye 28 km, Gölyaka ilçesine ise 16 km mesafedeki 630 metre rakımlı Güzeldere Köyü’nden geçen Bıçkı Deresi üzerinde bulunuyor.

Altında Efteni Gölü ve Kuş Cenneti, üstünde Pürenli Yayla bütünlüğü, doğal alabalıkları, mesire ve piknik alanları, doğa yürüyüşü parkurları, orman içi dinlenme yerleriyle muhteşem bir doğa güzelliğine sahip...

Güzeldere Şelalesi, 130 metre yükseklikten dökülen suyun doğal coşkusunun değişik ağaç türleri ile renk cümbüşü oluşturduğu, güneş ışınları ile gökkuşağını içinde barındıran Türkiye'nin en büyük şelalelerinden...


Güzeldere Şelalesinden sonraki durağımız Aydınpınar Şelalesi...

Düzce-Merkez Aydınpınar Köyü sınırları içerisinde bulunan Aydınpınar Şelaleleri, şehir merkezine 10 km mesafede. Güzeldere ve Samandere Şelaleleri arasında ve yol güzergahı üzerinde bulunan şelale, arka arkaya dökülen 5 ayrı şelale kümesinden oluşuyor.

Aydınpınar Şelaleleri, Düzce’nin önemli yürüyüş parkurlarından birine sahip. Sağlıklı her insanın yürüyebileceği orta zorluk ve orta zorluğu aşan parkurları var. Gürgen, meşe, kestane gibi karışık yapraklı orman ağaçları arasında trekking, foto-safari, çadır kampı yapabilirsiniz.

Bölgede bulunan 1. Şelale, kaya tırmanışı için uygunmuş. Özellikle Mayıs ayında dağ çileği, Ağustos ve Eylül aylarında böğürtlenlerle renklenen vadi, tamamen Düzce’ye hakim bir konumda. Bölgede bulunan bungalov evlerde konaklayabilir, alabalık üretim ve tüketim tesislerinde yemek yemenin tadını çıkartabilirsiniz.


Düzce'de son olarak Aydınpınar Şelalesine yaklaşık 25 km uzaklıkta bulunan Samandere Şelalesine gidiyoruz. Şelale, doğal oluşum özellikleriyle ‘Tabiat Anıtı’ olarak tescil edilmiş.


Koruma altına alınan şelalenin zengin bitki örtüsüyle buluştuğu yerde piknik alanları, doğa yürüyüş parkurları, kamp alanları, orman içi dinlenme yerleriyle güzel bir gün geçireceğiniz yerler arasında...



BOLU

Batı Karadeniz bölgesinin sonuncu ili de Bolu. Doğal bir zemine kurulu Bolu, Türkiye’deki en güzel şehirlerden biri. Yeşilin kucakladığı Bolu, Marmara üzerinden İstanbul’a açılan bir kavşak üzerinde olmasına rağmen doğallığını bu denli koruyabilmiş bir şehir. Kış turizmine de ev sahipliği yapan Bolu, İstanbul ve Ankara’ya yaklaşık 2 saat uzaklıkta, ulaşımı oldukça kolay bir yerde. O zaman "Benden selam olsun Bolu beyine"

Bolu doğal ortamıyla olduğu kadar tarihiyle de güzel bir şehir. Doğal güzelliklerinin, kültürel değerlerinin yanında geçmişin izlerini günümüze taşıyan tarihi eserleri ile de dikkat çeker güzeller güzeli Bolu. Bolu'da tarihi bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız tarihi yapılarını da görmenizi öneriyoruz. İlk olarak Bolu Müzesini gezelim...

Konuralp'te bulunan Roma imparatoru Antoninus Pius zırhlı büstü...

Hermes ve Tanrıça Artemis büstü...


Tuğla mezar ve mezar hediyeleri...


Bolu'da yüzyıllara meydan okuyan birçok cami var.

Bolu'nun merkezinde, çarşıda yer alan Beyazıt Camii, Osmanlı döneminden kalma tarihi yapılardan biri...

Yıldırım Bayezid tarafından 1382 yılında yaptırılan medrese ve kütüphaneden oluşan külliyenin ortasında kalan cami imiş.

Kütüphane ve medrese yıllara yenik düşmüş ve tarih olmuş.


Ahşap yapılı cami de 1891 yılında yandığı için 1899 yılında yani 8 yıl sonra kesme taşlardan tekrar inşa edilmiş.

1944'de depremde hasar alan cami restore edilip bugünkü halini almış.

Mihrabı güzel, tarihi müthiş bir camii...


Beyazıt Camii'nin hemen yanındaki Osmanlı döneminden kalma Taşhan, kesme taş ile inşa edilmiş.

İki katlı açık avlulu bir yapı. Yukarı ve Aşağı Taşhan olarak iki parça...


Aşağı Taşhan özel bir işletme tarafından kafe olarak kullanılmakta...

Küçük dükkanların olduğu Yukarı Taşhana göre daha bakımlı olduğu söylenilebilir.

Tarihi yapılardan biri de, Beyazıt Camii'nin kardeşi denilebilecek Saraçhane Camii...

Demokrasi meydanı üzerinde yer alan tarihi Saraçhane Cami, küçük olmasına rağmen dönemin tarihini hissettiren bir yapıya sahip...

Dikdörtgen mimarili Cami, 1750 yılında Silahtar Mustafa Ağa tarafından yaptırılmış.

Yine Bolu'nun meydanında bulunan Orta Hamam...

Aynı cadde üzerinde bulunan Kadı Camii, 16.yüzyılda Demirtaş Paşazade Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. Bir süre kütüphane olarak kullanılan yapı, bitişiğinde kadılık bulunmasından dolayı Kadı Cami ismini almış. Osmanlı kündekari işçiliğinin güzel örnekleri mevcut...


Aşçılarıyla meşhur Bolu'dan, çorbalarıyla meşhur Hanzade Restoranda yemek yemeden ayrılmayın. Bolu, gerek birbiriyle güzellik alanında yarışan gölleri olsun, gerekse tabiat parkı ve ormanlarıyla olsun, bozulmamış en doğal yerlerin başında geliyor. Yeşilin ve sarının her tonunu bulacağınız Yedigöller, tertemiz havayı içinize çekeceğiniz Gölcük ile Bolu insanın gerçekten içini açan güzellikte bir ilimiz...

Orman Denizi: Yedigöller



Biz Bolu'ya o kadar çok gittik ki doğal güzelliklerini buraya sıkıştırmak istemedik. Birkaç fotoğraf verip yazımızı sonlandırıyoruz. Bolu ile ilgili diğer yazılarımızı aşağıdaki bağlantılardan okuyabilirsiniz:





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder