30 Ağustos 2023

Yedi Tepe İstanbul 2: Nuruosmaniye Tepesi


"Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…" diye yazmış Necip Fazıl "Canım İstanbul" şiirinde. Nazım Hikmet hasretini "Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü." dizesinde dile getirmiş. Yahya Kemal de "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!" dizeleriyle anlatmış. Daha nice şair ve yazara ilham vermiş yedi tepeli İstanbul...

Rivayete göre Roma İmparatoru Konstantin, o dönemde gökyüzünde güneş, ay ve 5 gezegenin olduğu gerçeğinden hareketle kenti 7 tepe üzerine kurmuş. Roma gibi Bizans ve Osmanlı da 7 tepeli kentin sınırlarını korumuş ve üzerine görkemli yapılarını dikmiş. İstanbul’un üzerinde kurulduğu yedi tepe, sur içi ya da Tarihi Yarımada da dediğimiz bölgede, yani fethedilen İstanbul’un tam merkezinde kalan bölümde yer alıyor. Edirnekapı’dan Sarayburnu’na uzanan üçgeni kapsıyor…

Aslında İstanbul'un yedi tepesi yok, Edirnekapı'dan biraz yükselerek giden yerler var. Yedi Tepe İstanbul tanımı, sur içinde kalan ve eski İstanbul'da belirgin olarak görülen hakim yedi tepeyi anlatıyor. Birinci tepede Topkapı Sarayı, ikinci tepede Nuruosmaniye Camisi, üçüncü tepede Süleymaniye Camisi, dördüncü tepede Fatih Camisi, beşinci tepede Yavuz Sultan Selim Camisi, altıncı tepede Mihrimah Sultan Camisi, yedinci tepede Haseki Külliyesi yer alıyor.

İstanbul’u “İstanbul” yapan Tarihi Yarımada’daki bu meşhur tepeleri ve burada bulunan en önemli eserleri gelin hep beraber keşfedelim. Bu yazımızda ikinci tepeyi keşfedeceğiz.

"Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
Ne de düşünmek ölümü."

İstanbul’un ikinci tepesi Nuruosmaniye Camii’nin bulunduğu tepedir. İkinci tepede çok fazla mimari yapı bulunuyor. Fatih Sultan Mehmet zamanında inşa edilen Kapalıçarşı, Yeni Camii külliyesine bağlı Mısır Çarşısı, Çinili Han, Çemberlitaş Hamamı, Çorlulu Ali Paşa Medresesi de bu tepede bulunuyor.

İstanbul'un merkezinde yer alan Kapalıçarşı, dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biri. Tarihi dokusu ve alışveriş yapılacak birçok mekanı içerisinde barındırması nedeniyle turistlerin yoğun ilgisiyle karşılaşıyor. Özellikle yabancı turistlerin uğramadan ülkelerine dönmedikleri bir yer olan Kapalıçarşı, bütün ihtiyaçları karşılayacak dükkanlarıyla gözde mekanlardan biri. Gün içerisindeki en yoğun zamanlarında yarım milyona yakın insanın uğradığı söyleniyor.


Adeta bir şehri andıran Kapalıçarşı, Fatih Sultan Mehmet tarafından insanların yaptıklarını sergileyip satmaları için 1461 yılında yaptırılmış. Bütünü ile örtülü bu çarşı zaman içerisinde gelişip büyümüş. İçinde son zamanlara kadar 5 cami, 1 mektep, 7 çeşme, 10 kuyu, 1 sebil, 1 şadırvan, 24 kapı, 17 han varmış. 15. yüzyıldan kalan kalın duvarlı, bir seri kubbe ile örtülü eski iki yapının etrafı sonraki yüzyıllarda, gelişen sokakların üzeri örtülerek, ekler yapılarak bir alışveriş merkezi haline gelmiş.


"İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular,
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı."

Orhan Veli'nin dediği gibi serin serin Kapalıçarşı'nın Nuruosmaniye kapısından çıktığınızda, Nuruosmaniye Camisinin girişi ile karşılaşıyorsunuz. Giriş kapısının sağ tarafındaki Nuruosmaniye sebili, dairesel bir ana mekan ve yanındaki dikdörtgen bir alandan oluşan mermer bir yapı...

Nuruosmaniye Camisi, İstanbul'da inşa edilmiş ilk barok özellikli camiymiş. 1. Mahmut'un ölümünden sonra kardeşi 3. Osman zamanında "Nur-u Osmani" adıyla tamamlanmış. Cami, Mimar Mustafa Ağa ve yardımcısı Simeon Kalfa (Mimar Simeon) tarafından 1748-1755 yıllarında inşa edilmiş. Hassa mimarı olan Simeon Kalfaya inşaat tamamlandıktan sonra padişah tarafından hilat giydirilmiş. Hatta Sultan 1. Mahmut’un Simeon Kalfaya Kandilli’de bir yalı verdiği bile rivayet ediliyor.

Batılılaşmanın mimaride görüldüğü bir dönemde ortaya çıkan cami ve külliyesi, Osmanlı mimarisinde bir dönüm noktası sayılıyor. Cami ile birlikte medrese, imarethane, kütüphane, türbe, çeşme ve sebilden oluşan bir külliye inşa edilmiş. Çevresindeki birkaç dükkan da külliyeye dahil. Barok sanatının etkisi kütüphane, türbe, çeşme ve sebilde de görülüyor.


Yüksek merdivenlerle iki yönden camiye çıkılıyor. İki yanda revaklı birer koridor bulunuyor ve bu koridorlardan harim kısmına birer giriş var.

Sütun başlıklarında iyon ve korint başlıklarını anımsatan yaprak kıvrımlı sütun başlıklarına geçilmiş. Kemerler içe ve dışa doğru kıvrımlı halde yapılmış. Kare plan üzerine inşa edilmiş olan caminin harim kısmı 26 metre çapındaki tek bir ana kubbe ile örtülmüş. Osmanlı camilerinde kullanılan en büyük kubbelerden biri, İstanbul'un 3. büyük kubbesine sahip. Bundan sonra bu kadar büyüklükte bir cami yapılmamış. Cümle kapısı üzerinde “Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır” anlamındaki Nisa Suresinin 103. ayeti yazılmış.

Yapıya bitişik iki şerefeli, yivli minarelerinin taş külahları bulunuyor. Caminin minaresinin külahları kurşun kaplı iken 19. yüzyıl sonlarında taş külahlar yapılmış. Kurşun yerine taş alemler ilk defa bu camide kullanılmış.

Cami avlusunun iki tarafta girişi var. 


Revaklı ve çok köşeli bir avluya sahip. Bu özelliği ile Osmanlı mimarisinde türünün tek örneği...


Şadırvanı olmayan, çevresi 14 küçük kubbeyle çevrilmiş "U" şeklindeki avlusuyla farklı bir hava yakalanmış.

Cami, 5 sıra halindeki 174 penceresi ile Osmanlı'daki en aydınlık camiler arasında sayılabilir.

Nuruosmaniye Camii adını da cami içindeki ışıktan ve nurdan dolayı aldığı söyleniyor. Adının anlamını 3. Osman’a atfedenler, Osmanlı’nın nuru anlamına geldiğini rivayet edenler de var.

Renkli vitray pencereler ve mihrap duvarında yarım daire şekli ve kiliselere benzeyen mihrap çıkıntısı ile klasik Osmanlı camilerinden farklı olarak çok köşeli ve bir yarım kubbe ile kapanmış. 

Mihrap ve minberi barok üsluba uygun... Caminin mihrabı, minberi ve sol duvara yaslanmış hünkar mahfilinin yanındaki vaaz kürsüsü mermerden oluşuyor.


Hünkar mahfili, doğu koridorunun sonunda bulunuyor.



Caminin mükemmel hat örnekleri var. İnce işlenerek yapılmış bu hat örnekleri cami takımından tutun da kapı tokmaklarına kadar her yerde kendini göstermiş. Camiye girerken sağ ve sol kapıların kollarında "Bize hayırlı kapıları aç" anlamına gelen dua yer alıyor.

suleymaniye-camii-kapisi

Yazılar tek bir hattata ait değil, 6 farklı hattatın çalıştığı biliniyor. Caminin hatlarında eğitici ve öğretici mesajlar vermek istenmiş. Kur’an’dan özel olarak seçilmiş belirli surelerin ayetleri özenli bir şekilde işlenmiş. Caminin kubbesine Kur’an’da gecen Nur Suresinin 35. ayeti olan “Allah göklerin ve yerin nurudur” yazılmış.

suleymaniye-camii-ic-mekan-detay

Cami, kuşağının kesintisiz olarak yazılması bakımından ilk ve tek örnekmiş. 11 metre yükseklikte olan kuşak yazısı 115 metre uzunluğundaymış. Hattat Mumcuzade Mehmet Efendi tarafından yazılan kuşak yazısına 29 ayetten oluşan Fetih Suresi’nin tamamı sığdırılmış. Kuşak yazısının arkasında, caminin içini dolaşan yürüme yolu da bulunuyor.

Caminin içinde alt pencerelerin üzerinde yer alan oval şekiller içinde Besmele ile birlikte başlayan Allah’ın 99 ismi yani Esma’ül Hüsna yer alıyor. Esma-ül Hüsna'nın yanında Peygamber Efendimize atfedilen El-Emin, Et-Tahir gibi güzel isimlere yer verilmiş.


Nuruosmaniye Camisi'nin doğu tarafında yan cepheleri pencereli, Hünkar Kasrına çıkışı sağlayan büyük bir rampa bulunuyor. 

Yuvarlak kemerli kapıdan sonra başlayan rampalı üst yol, sola dönüp camiye bağlanarak hünkar mahfiline ulaşıyor.

Caminin güneyinde medrese ve imaret yapıları yan yana bulunuyor. Medrese, Osmanlı'daki sultani medreselerin sonuncusuymuş.

İki katlı bir yapı olan kütüphanesi ise barok tasarımın en özgün örneklerinden birisi kabul ediliyor. Üst katı kütüphane, alt katı dükkan olarak kullanılıyor. Türbede ise Sultan 3. Osman'ın annesi Şehsuvar Valide Sultan'ın sandukası bulunuyor.

Nuruosmaniye Camii çevresini minarelerle yarışan serviler çeviriyor. Servi ağacı Osmanlı döneminde ölümün, faniliğin, birliğin sembolüdür. Bu yüzden camilerin etrafında ve mezarlıklarda bolca servi ağacı görülür. Kışın, yaprak dökmemesi ile gücü, dirayeti, yaşamı simgeler. Dik durmasıyla doğruluğu ve dürüstlüğü temsil eder. Kur’an alfabesinin ilk harfi Elif’e benzetilir. Rüzgarın esmesiyle hışırdayan yaprakların “Hu” çekip zikrettiğine inanılır. Servi ağacının alt dalları düzdür. Dua için açılan elleri andırdığı düşünülür. Üst dalları ise yere dönüktür, bu da acziyet sembolü olarak görülür...


2016 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınan külliye, 2010-2017 yılları arasında Vakıflar Müdürlüğü tarafından kapsamlı bir restorasyondan geçirilmiş. Külliyenin restorasyonu sırasında 2013 yılında Nuruosmaniye Camisi'nin altından 420 kamyon balçık çıkarılarak, 8,5 metre derine inilmesiyle tarihi caminin altında, varlığı bilinen ama yıllarca atık ve çöplerle dolmuş ve gözden kaybolmuş büyük bir mahzene ulaşılmış.


Yapılan çalışmalar sonucu bugün yeni bir çehreye kavuşmuş olan Nuruosmaniye Camisini ziyaret etmenizi, en azından gidip merdivenlerinde bir soluklanmanızı tavsiye ederiz. Şimdi Nuruosmaniye tepesindeki gezimize devam edelim.

İkinci tepede yer alan anıt eserler, Divanyolu üzerinde ardışık olarak sıralanmış. Divanyolu, eski İstanbul'un en meşhur yoluymuş. Bizans İmparatoru 1. Konstantin (306-337) zamanında yaptırılmış. Osmanlı Devletinde Fatih Sultan Mehmet (1451-1481) zamanında Divan-ı Hümayun'a gelen devlet adamları, toplantı dağıldıktan sonra gösterişli bir alay ile bu yolu kullanarak ikametgahlarına gittiklerinden dolayı "Divan Yolu" adını almış. Ayasofya önünden Beyazıt Meydanına kadar uzanan bu cadde, 1865 yılındaki büyük Hoca Paşa yangınından sonra genişletilerek günümüzdeki halini almış. İki büyük devletin ana caddesi olan bu yol, çevresindeki birçok tarihi eser ile adeta bir açık hava müzesi; Milion Taşı, Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi, Firuzağa Cami, 2. Mahmud Türbesi, Köprülü Külliyesi ve Kütüphanesi, Çemberlitaş, Atik Ali Paşa Cami, Koca Sinan Paşa Külliyesi, Çorlulu Ali Paşa Külliyesi...

İlk durağımız olan Çemberlitaş sütunu, MS 330'da 1. Konstantin şerefine Roma'daki Apollon Tapınağından söktürülerek eskiden Forum Konstantin adı verilen şimdi ise İstanbul'un yedi tepesinden biri olan günümüzdeki yerine diktirilmiş. Uzunluğu 57 metre olan bu sütun, 3 metre çapında olan bileziklerle birbirine bağlanmış, her biri 3 ton ağırlığındaki toplam 8 adet sütun ve bir kaidenin üst üste konulmasıyla oluşturulmuş.


Sütun ilk yapıldığında üzerinde doğan güneşi selamlayan bir Apollon heykeli var iken, İstanbul'a dikildiğinde İmparator Konstantin bunun yerine kendi heykelini sütunun üstüne koydurmuş. Daha sonra da yine Doğu Roma imparatoru olan Julyanus ve Teodos'un heykelleri konmuş. Sütun, 1081 yılında yıldırım isabet etmesi nedeniyle yanmış ve üzerindeki heykel devrilmiş. Bundan sonra 1.Aleksios Komnenos sütunu onarmış ve üzerine kaidesi olan bir başlık ile büyük bir haç koydurmuş. 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet, üzerindeki haçı indirtmiş ve Çemberlitaş ilk kez 1470'li yıllardan sonra Yavuz Sultan Selim döneminde yenilenmiş. Daha sonra Osmanlı döneminde büyük bir yangın geçirip mermerleri zedelenen sütun, Sultan 2.Mustafa (1695-1704) tarafından altına yapılan duvarla takviye edilmiş, demir çemberlerle sardırarak sağlamlaştırmış. Bu nedenle o günden sonra adı Çemberlitaş olarak anılmış. Sütunun alt kısmında, Hz. İsa Peygamberin Kudüs'te olduğu varsayılan mezarından alınarak buraya getirilip gömülen bazı eşyaların olduğu rivayeti yapının gizemini arttırmış.


Çemberlitaş sütununun yanındaki Atik Ali Paşa Külliyesi; 1509 tarihli vakfiyesindeki kayıtlarına göre cami, medrese, imaret, tekke, kervansaraydan oluşuyormuş. Bugün bu eserlerden cami ve önü kesilmiş olarak medrese mevcut. Cami, külliyenin ayakta kalan en büyük parçası...

"Sedefciler Camii" adıyla da anılan cami, 2. Bayezit dönemi devlet adamlarından aslen Boşnak olan Atik Ali Paşa tarafından 1496 yılında yaptırılmış. Bursa ekolü ile klasik üslup arasında bir geçit teşkil etmesi açısından önemli olan cami, çeşitli tarihlerde geçirdiği zelzele ve yangınlar dolayısıyla tamir görmüş.

Sağda bulunan minaresi, kare bir kaide üzerinde yükseliyor.


Cami, plan olarak 5 kubbeli bir son cemaat yeri ile, aynı eksen üzerinde bir tam, mihrap üstünde bir yarım kubbe ile örtülü iç kısımdan ve tam kubbenin iki yanında ikişer küçük kubbeden meydana geliyor. 


Cami tamamen kesme küfeki taşından (deniz kabuklarının oluşturduğu istiridye kalkeri) yapılmış.


Caminin haziresi yol ve kıble tarafında. Burada altı ayak üzerinde kubbeli, yanları açık bir türbe ve bir hayli de kabir mevcut. Türbenin kime ait olduğu bilinmiyor. 

İmaret, hazirenin devamındaymış. Vakfiyede imarete yakın olduğu ifade edilen kervansaray ise şimdi yok. Bu han 1865 Hocapaşa yangınında harap olmuş ve 1880'e doğru tamamen ortadan kalkmış. Hankahın, avlu giriş kapısı yanında bulunan ve üzerinde bir muvakkithane kitabesi bulunan yapı olduğu sanılıyor. 

Ayrıca caminin cümle kapısı sağındaki iki pencere yanında barok üslubunda Hekimoğlu Ali Paşa'nın bir çeşmesi bulunuyor.


Atik Ali Paşa Külliyesinin biraz ilerisinde bulunan Koca Sinan Paşa Külliyesi, Yemen ve Tunus fatihi Sadrazam Koca Sinan Paşa (1520-1596) tarafından 1594'te Mimar Sinan'ın halefi ve talebesi Mimar Davud Ağa'ya yaptırılmış. İtinalı bir işçilikle kesme taştan inşa edilmiş olan yapılar topluluğu, klasik Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri. Külliye binaları, asimetrik planlı bir avlu içinde muntazam olarak yer alan medrese, türbe ve sebilden oluşuyor. Tüm yapıları güney ve batı yönünden çevreleyen dövme demir şebekeli kesme taş duvarlar itinalı işçilik gösteriyor.

Başoda denilen dershane, alışılmışın dışında olarak, yatık vaziyette medreseyle bitiştirilmiş. Dershane revağı hem medreseye, hem de dershaneye girişi sağlıyor. Medresenin batısında bulunan dershane, erken devir Osmanlı mimarisinde çok görülen ters "T" planını andırıyor. İki sütun ve bir payeye oturan dilimli kemerleriyle üç gözlü revağa sahip. Bu revakların iki bölümü kubbe, diğeri de tonozlu örtülü. Klasik Osmanlı tarzında yapılmış olan medrese dikdörtgen planlı. Revaklı avluyu üç yönden çevreleyen 16 adet öğrenci hücresi ise kare planlı. Medresenin dikdörtgen iç avlusunun ortasında sekizgen planlı bir şadırvan bulunuyor. Şadırvanın çatısı klasik Osmanlı üslubunda baklavalı başlıklı 8 sütun ile taşınıyor. 

Külliyenin en gösterişli birimini teşkil eden Sinan Paşa Türbesi, klasik Osmanlı türbeleri içinde en güzel örneklerden biri. Çevre duvarına yakın olarak inşa edilen türbe külliyeye hakim unsur durumunda. Onaltıgen form gösteren bina kesme taştan yapılmış. Yapının dışını, saçak kısmının altında yapıyı çepeçevre dolanan sarkıtlı bir kuşak süslüyor. Onun üstünde, palmetlerin yan yana gelmeleriyle oluşmuş bir friz bulunuyor. Türbenin basık kemerli kapısının önünde 5 adet kare sütunun taşıdığı bir sundurma yer alıyor.

Giriş cephesinin dışındaki cepheler, alttakiler dikdörtgen biçimli ve sivri kemerli, üsttekiler almaşık kırmızı-beyaz taşlarla örülmüş yuvarlak kemerli olan çift sıra pencerelerle hareketlendirilmiş.


Türbenin etrafı ve medrese ile ihata duvarı arasında kalan bahçe, 18. yüzyılda hazire haline getirilmiş.

Külliyenin tam köşesinde yer alan sebil, çevre duvarının dışına taşıyor. Sekizgen planlı sebil, yerden yarım metre yükseklikteki mermer bir kaide üzerinde yükseliyor. 

Mukarnaslı başlıklara sahip olan gömme sütunlar sivri kemerleri taşıyor.

Medrese, halen Kur'an-ı Kerim ve hakikatlerinin neşrine çalışan bir vakıf tarafından sosyal ve kültürel faaliyetler için kullanılıyor. Koca Sinan Paşa Külliyesinin karşısında bulunan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Külliyesi, Sultan 4. Mehmet Han döneminde Kaptan-ı Deryalık ve Sadrazamlık görevlerinde bulunmuş olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmaya başlanmış. Fakat 2. Viyana Kuşatmasında uğranılan yenilgi, 1663 yılında sadrazamın idamıyla sonuçlanınca inşaat yarım kalmış. Daha sonra oğlu Ali Bey tarafından Mimar Hamdi’ye 1690 yılında tamamlattırılmış. Hatta Kara Mustafa Paşa’nın ölümünün ardından medresenin ve külliyenin tamamlanması için borç alınmış.

20. yüzyıl başında Divanyolu’nun genişletilmesi sırasında külliyeye ait dükkânlar yıkılırken, 1960 yılında medrese ve sıbyan mektebi onarılmış. Yapılan imar ve restorasyon sonrası külliyenin medresesi ünlü şair Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) adına kurulan araştırma enstitüsü ve İstanbul Fetih Cemiyetine tahsis edilmiş. Günümüzde de bu işlevini sürdürüyor. 

Çok ender görülen sekizgen planlı cami, küfeki taşından. Girişteki kitabe talik hat ile yazılmış olup tarih beyiti olan son mısra ebced hesabıyla hicri 1095 yani 1684 yılını gösteriyor:

Kazâ-yı mübremi tedbîr ile tağyîr mümkün mü?
O tîrin def'i kâbil mi râmîdir kazâ kavsi
Ziyaret eden ahbâbı desin fevtüçün tarîh
Vedûdâ Mustafâ Paşa'ya ihsan eyle firdevsi

Günümüz Türkçesiyle: Allah'ın kaçınılmaz olan takdirinin yerine gelmesini önlem alarak değiştirmek, yaydan çıkan oku def etmek mümkün mü? Burayı ziyaret eden dostları ölüm tarihi için desinler ki: "Ey kullarını çok seven ve gerçekten sevilmeye layık olan Allah! Mustafa Paşa'ya Firdevs cennetlerini ihsan et."

İstanbul'un ikinci tepesini gezdik, diğer tepelerde yaptığımız gezilerin yazısını aşağıdaki bağlantılardan okuyabilirsiniz. “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” derken Yahya Kemâl Beyatlı, acaba bu tepeden mi bakmıştı?

"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

 Nice revnaklı şehirler görünür dünyada
Lâkin efsunlu güzellikleri sensin yaratan
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan"



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder