31 Ağustos 2023

Yedi Tepe İstanbul 3: Süleymaniye Tepesi


"Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler! Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…" diye yazmış Necip Fazıl "Canım İstanbul" şiirinde. Nazım Hikmet hasretini "Yedi tepeli şehrimde bıraktım gonca gülümü." dizesinde dile getirmiş. Yahya Kemal de "Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!" dizeleriyle anlatmış. Daha nice şair ve yazara ilham vermiş yedi tepeli İstanbul...

Rivayete göre Roma İmparatoru Konstantin, o dönemde gökyüzünde güneş, ay ve 5 gezegenin olduğu gerçeğinden hareketle kenti 7 tepe üzerine kurmuş. Roma gibi Bizans ve Osmanlı da 7 tepeli kentin sınırlarını korumuş ve üzerine görkemli yapılarını dikmiş. İstanbul’un üzerinde kurulduğu yedi tepe, sur içi ya da Tarihi Yarımada da dediğimiz bölgede, yani fethedilen İstanbul’un tam merkezinde kalan bölümde yer alıyor. Edirnekapı’dan Sarayburnu’na uzanan üçgeni kapsıyor…

Aslında İstanbul'un yedi tepesi yok, Edirnekapı'dan biraz yükselerek giden yerler var. Yedi Tepe İstanbul tanımı, sur içinde kalan ve eski İstanbul'da belirgin olarak görülen hakim yedi tepeyi anlatıyor. Birinci tepede Topkapı Sarayı, ikinci tepede Nuruosmaniye Camisi, üçüncü tepede Süleymaniye Camisi, dördüncü tepede Fatih Camisi, beşinci tepede Yavuz Sultan Selim Camisi, altıncı tepede Mihrimah Sultan Camisi, yedinci tepede Haseki Külliyesi yer alıyor.

İstanbul’u “İstanbul” yapan Tarihi Yarımada’daki bu meşhur tepeleri ve burada bulunan en önemli eserleri gelin hep beraber keşfedelim. Bu yazımızda üçüncü tepeyi keşfedeceğiz.

"Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü.
Ne ölümden korkmak ayıp,
Ne de düşünmek ölümü."

İstanbul’un üçüncü tepesinde Beyazıt Camii, İstanbul Üniversitesi ve Süleymaniye Camii gibi eserler bulunuyor. Beyazıt meydanında yükselen ve tarihe meydan okuyan İstanbul Üniversitesi, 18 Kasım 1933'te Türkiye'nin ilk ve tek üniversitesi olarak öğrenim hayatına başlamış. Osmanlı'daki ilk Avrupa tarzı üniversite olarak kabul edilen Darülfünun'un doğrudan devamı olduğu için tarihi bir yapısı var.

İstanbul Üniversitesinin görkemli kapısının önünden geçerek Süleymaniye Camii'ne doğru yürümeye başlıyoruz... Siz de bizimle Süleymaniye semtinin dar sokaklarına düşün. Bırakın heybetli Süleymaniye Camii sizi karşılasın, bu bin kubbeli külliye sizi sarsın sarmalasın. Ah o Süleymaniye Camii… Her devir kusursuz dengenin, zarafetle heybetin, büyüklüğün ve sükûnetin sembolü. Mimar Sinan imzalı Süleymaniye Camii görünüşüyle nefes kesse de, asıl bu eseri özel kılan şey, mütevazı bir şekilde ibadet edenleri ağırlamaya devam etmesi...

Süleymaniye Camii, İstanbul'un simgesel olarak en önemli yapılarından, Ayasofya'dan daha büyük boyutlu ve etrafında koca bir külliye var. Tasarım olarak da çok güzel bir yapı. Bütün İstanbul siluetini hâlâ etkileyen bir tasarımı var.

“Açılan öğle güneşinin altında Sinan’ın Süleymaniye’si bulutlara yaslanmış bir dağ gibi...”

Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş.

Mimarbaşı şaheserinin planını biri avlu, diğeri asıl camiyi ihtiva etmek üzere iki plan üzerine çizmiş, avlunun 4 köşesinde birer minare bulunuyor. Bunlardan camiye yakın olanlar diğerlerinden daha büyük ve üçer şerefeli. Camideki 4 minare, Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki 4.padişah oluşunu, minarelerdeki toplam 10 şerefe ise Osmanlı tarihinin 10. padişahı oluşunu simgeliyor.

Süleymaniye Camii'nin mimarisindeki bir diğer özellik de avlunun hemen solunda bulunan ve daha küçük boyutta olan "Cevahir Minaresi". Evliya Çelebi'den rivayetle caminin yapımının uzaması karşısında mali açıdan sıkıntı çekildiğini düşünen İran Şahı Tahmasb Han, Kanuni Sultan Süleyman'a inşaatın devamı için elmas ve değerli taşlar göndermiş. Kanuni Sultan Süleyman ise kendisini öfkelendiren bu hediyelere cevaben, caminin her taşının bu taşlardan çok daha değerli olduğunu söyleyerek taşları mimarbaşına vermiş. Mimarbaşı Sinan da bu taşları, inşa ettiği cami minaresinin taşlarının içine yerleştirmiş. Bu minare, bu değerli taşları içinde barındırdığı için "Cevahir Minaresi" diye biliniyor.

Süleymaniye Camii, klasik Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerinden biri. Süleymaniye Camisinin batı yönünde bir Anadolu mimari geleneği olan cami taç kapısı bulunuyor. Taç kapı üzerindeki en üst kısıma "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah" ibaresi yazılmış.

Taç kapı üzerindeki alt kısıma Nisa suresinin 103. ayeti olan "İnne’s-salate kanet ale’l-müminine kitaben mevkuta" (Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır) yazılmış.


Cami bir iç avlu ve bir dış avlunun içinde bulunuyor. Taç kapı ile iç avlu olan şadırvan avlusuna giriliyor.

Şadırvan avlusundaki ana kapı, geleneksel cami mimarisinde görüldüğü üzere tam mihrabın karşı yönünde bulunuyor.


Bu kapıda da birçok kitabe bulunuyor...

İhtişamlı bir devre haşmetli eserlerle mühür basan Mimar Sinan'ın ustalığı, kalfalık dönemi eseri olan Süleymaniye Camii'nde uyguladığı mimari inceliklerle de dikkat çekiyor. Mimar Sinan, camide verilen vaazın duyulması için akustik sistemi üzerinde çalışmış, sesin bir noktadan çıkarak caminin her köşesine eşit şekilde dağılması için çaba göstermiş. Usta mimar, bu gayeyle Anadolu'da kullanılan turşu küplerinden içi boş 65 tanesini ağızları aşağıya bakar vaziyette ana kubbenin etrafındaki duvarlara yerleştirmiş ve küplerin aralarını da yumurtanın akıyla sıvamış.

Bir rivayete göre Mimar Sinan, akustiğin temini için camide nargile içmiş. Durum Kanuni Sultan Süleyman'a şikâyet edilince padişah hışımla gelip bakmış ve Mimar Sinan'a bunun sebebini sormuş. Mimar Sinan da "Sultanım, bakınız bunun içerisinde tömbeki yoktur, sadece su vardır. Bu, çektiğim zaman fokurdayan suyun sesinin kubbeye nasıl ulaştığı ve caminin her noktasına eşit vaziyette nasıl dağıldığını temin için yaptığım bir çalışmadır" diyerek çalışmasıyla ilgili bilgi vermiş.

Süleymaniye Camii'nin diğer bir özelliği de Mimar Sinan'ın ilk olarak buraya is odası yapması. Yapıldığı dönemde elektrik olmadığı için cami 275 adet kandil ve bunlara ek olarak mihrabın iki yanına yerleştirilen dev mumlar ile aydınlatılıyormuş. Mimar Sinan yanan mumlardan çıkan isin camiye zarar vermemesi için orta kapının üstünde bir oda tasarlamış. Buradaki hava akımı sayesinde kandillerde toplanan is, mürekkep yapımında kullanılmış; o mürekkepler ile pek çok el yazması kaleme alınmış.

Bunlara ek olarak is odasından caminin içine açılan 2 adet menfezden bakıldığında birinden sadece cami içindeki "Allah" yazılı levha, diğerinden de "Muhammed" yazılı levha görülüyormuş. Bu durum da yine ince bir hesapla ayarlanmış.

Süleymaniye Camisi'nin 53 metre yüksekliğinde, 26,5 metre çapındaki merkezi kubbesini taşıyan yaklaşık 30’ar tonluk fil ayaklarından 2'sinin Mısır veya şu anda Lübnan sınırları içinde kalan Baalbek'ten, 2'sinin ise Afyonkarahisar'ın İscehisar ilçesinden getirildiği rivayet ediliyor. Osmanlı döneminde bu fil ayaklarında kürsülerin olduğu, ilim adamlarının buradan halka tefsir, İslâm hukuku, hadis ve tasavvuf dersleri verdiği söyleniyor. Mimar Sinan bu dört ayağı dört halifeye; Hz.Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’ye adamış. Camideki granit sütunlardan biri Topkapı Sarayı’ndan, biri Fatih Kıztaşı’ndan, biri İskenderiye’den, diğeri de Lübnan’ın Baalbek şehrindeki Jüpiter Tapınağı’ndan getirilmiş.

Mimar Sinan, Süleymaniye Camii’ni yaparken, avizelerde bulunan kandil çanaklarının aralarına devekuşu yumurtaları koydurtmuş. Bunun sebebi yüzyıllar sonra ortaya çıkmış. Kurumuş devekuşu yumurtası akrep, örümcek gibi haşaratı uzak tutan, insanın duyamadığı bir koku yayıyormuş. Aradan 400 yıl geçtiği için o yumurtaların çoğu kırılmış ya da çalınmış. Sayıları 300’den 30’a düşmüş.

Arif Nihat Asya'nın:
"Seni oya oya işlemek için
Çizgileri, noktaları tartarak
Yıllarca çalışmış yüzlerce kişi,
Göz nûruna îman gücü katarak."

dediği muhteşem Sü­ley­mâ­ni­ye Camii, hem hendese, hem de mânâ derinliği bakımından bir eşsizlik arz ediyor.

Ağırbaşlı duruşu ile dikkat çeken Süleymaniye’nin süslemeleri de epey görkemli... Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslü...

Mihrabın iki yanındaki pencerelerde çini madalyonlarda Fetih Suresi yazılı...

Ana kubbesinde "Allah, göklerin ve yerin nurudur" mealindeki Nur Suresi'nin yer aldığı camide, bazı ayetlerin anlamları ile bağdaşan yerlere yerleştirildiği söyleniyor.

Süleymaniye Camii içindeki ölçülerin de ebcet hesabına göre hesaplandığı ifade ediliyor. Cami içindeki mesafeler ölçüldüğünde, bütün mesafelerin ebcet hesabı ile "Allah" isminin katları olduğu, minare yüksekliği, kubbe çapı gibi bazı uzunluk ve açılar birbirine orantılandığında "Pi" sayısı ya da dünya ekseninin eğim açısı olan 23 gibi rakamları verdiği söyleniyor.


Kanuni'nin çok bilinen beyitiyle Süleymaniye Camii'nin yanındaki türbelere geçelim:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi 
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi."


Süleymaniye Camii'nin bahçesinde, Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın türbeleri yer alıyor.

Mimar Sinan yapısı olan ve kesme taştan inşa edilen Sultan Süleyman Türbesi, sekizgen bir gövde planı gösteriyor. 

Gövdenin üst kesiminde yer alan üçlü pencere grupları, renkli kilit taşlarıyla her cephede tekrarlanan kemerler ve ağır çatı kornişi dönemin taş işçiliğindeki en özenli ve renkli ayrıntıları sunuyor. Çift çeperli ve üzeri kurşun kaplı kubbenin iç yüzündeki zengin kalem işleri yanında, dönemin klasik çinileri ve renkli taş işçiliği tezyinat yoğunluğunu arttırıyor.

Türbe girişinin üstünde Mevlevi sikkesi şeklinde Hacerülesved'den bir parça bulunuyor. Hacer'ül- Esved taşının muhafazası yenilenirken kopan parçalardan biri Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin giriş kapısındaki saçak kısmına yerleştirilmiş. 5 cm'lik bir uzunluğa sahip olan bu parça İstanbul'daki en büyük parçayı oluşturuyor. Hacer-ül Esved taşının 4 parçası Sokullu Mehmet Paşa Camii'nde, bir parçası da Edirne’deki Eski Camii'de...

Türbenin içindeki abanoz ağacından yapılmış fildişi kakmalı iki dolap ile sedef ve fildişi kakmalı kapısı devrinin ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden. Türbede 7 sanduka var.

Ortada Kanuni Sultan Süleyman'ın sandukası yer alıyor.


Diğer sandukalar ise Sultan 2. Süleyman, 2. Ahmed, Kanuni'nin kızı Mihrimah Sultan, 2. Süleyman'ın annesi Saliha Dilaşub Sultan, 2. Ahmed'in hasekisi Rabia Sultan ve kızı Asiye Sultan'a ait...


Kanuninin türbesi yanında Hürrem Sultan’ın türbesi var. Kendisinden önce vefat eden eşi Hürrem Sultan'ın mezarı üzerine Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a büyük bir türbe yaptırılmış. Hürrem Sultan Türbesi de dıştan sekizgen, içten onaltıgen planlı ve yuvarlak kasnaklı bir kubbe ile örtülü. İnsana bir bahar bahçesi hissi veren iç duvarları çinilerle döşenmiş.

Türbede 3 sanduka var. Ortada Hürrem Sultan'ın sandukası yer alıyor. Diğer sandukalar ise Sultan 2.Selim'in oğlu, Kanuni Sultan Süleyman'ın torunu Şehzade Mehmed ile Kanuni'nin kız kardeşi Hatice Sultan'ın kızı Hanım Sultan'a ait...

Kıble yönünde avluda zamanla bir hazire oluşmuş. Buradaki mezar taşları neler söylüyor kim bilir...

Mimar Sinan'ın türbesi de Süleymaniye Camii'nin alt sokağında...

Türbenin dört tarafı açık, üstü kapalı... Mezarın üzerindeki burma kavuk mermerden yapılmış.

Koca Mimar'ın (1490-1588) türbesi üzerinde şair-i meşhur Sâî Çelebi’nin üç satır halinde, 15 mısralık kitabesi okunuyor. Günümüz Türkçesiyle:

“Ey, bir iki gün için dünya sarayında oturan
Cihan mülkü kimseye huzur yeri değildir
Bu seçkin insan Süleyman Han’ın mimarı idi
Ona yaptığı cami cennetten bir nişanedir
Padişahın emri ile suyollarında özenle çalıştı
Hızır gibi hayatın kaynağı olan suyu akıttı
Dört yüzden fazla mescit ve yüksek bina inşa etti
Bu mahir ve değerli kişi seksen yerde cami yaptı
Yüzden fazla ömür sürüp sonunda vefat etti
Allah, onun yattığı yeri cennet bahçesi etsin
Duacısı Sai vefat tarihini söyler
Göçtü bu demde cihandan mimarların piri Sinan
Ruhu için Fatiha bağışlasın bütün genç ve yaşlılar”


Süleymaniye Camii'nin alt tarafındaki Süleymaniye Hamamı, daha çok yabancı turistlerin ilgisini çekse de görülmesi gereken tarihi mekanlardan...

"Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halic’inde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniye’nde güneş
Ey sen güzelsin kavgamızın şehri…
Boşuna çekilmedi bunca acılar 
Büyük ve sakin Süleymaniye'nle bekle 
Parklarınla, köprülerinle, meydanlarınla 
Bekle bizi İstanbul"

Dilimizde Vedat Türkali'nin sözlerini yazdığı "Bekle bizi İstanbul" şarkısıyla Süleymaniye'den Haliç'e doğru inen sokaklarda ilerlerken Hilye-i Şerif ve Tespih Müzesi ile karşılaştık.

Siyavuşpaşa Medresesi olarak anılan yapı, 3. Murad döneminde sadrazamlık görevinde bulunan Siyavuş Paşa tarafından Süleymaniye Camii'nin denize bakan kısmında yaptırılmış. Yapım tarihini belirleyen bir kitabesi yok. Odunkapı Yokuşu üzerinde yer alan avlu kapısı üzerindeki kitabe yeri işlenmeden bırakılmış.

Muhtemelen Davud Ağa'nın eseri olan yapının özenli tasarımı, malzemesi ve ayrıntıları ile estetik seviyesi son derece yüksek. Odunkapı Yokuşuna set çekercesine dik olarak yerleştirilen medrese, arazinin eğimi nedeniyle batıya doğru yüksekliği artan bir bodrum üzerinde yükseliyor. Arsanın düzensiz geometrisi nedeniyle medresenin planı herhangi bir şemaya bağlı değil, özel bir çözüm sergiliyor. 

Medrese, 15'e yakın hücre odasını ve büyük bir dershane binasını bünyesinde barındırıyor. Dershane doğuda, hücre dizilerinin ucunda; hücreler yamuk planlı avlunun 3 yönü boyunca dizilmiş. Genel yerleşme düzeninde dershane ve ona bitişen 6 hücre kıbleye yöneltilmiş, batıya doğru kıvrılan duvarın bu kesimine medreseye ait 2 hücre yerleştirilmiş. 

Haliç'e inen yamacın eğimi nedeniyle bu dizideki 5 hücre kısmen zemine gömülü. Dışarıya pencere açılamadığından güney duvarı sağır bırakılmış. İstanbul Sanat ve Medeniyet Vakfı tarafından Hilye-i Şerif ve Tespih Müzesi olarak kullanılıyor. Müzeyi gezdikten sonra yola çıkıyoruz...

"İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor…"

İlhan Berk'in dediği gibi "kurşun kubbeler şehri İstanbul’da" Haliç'e doğru yürümeye devam ediyoruz. Yeni Camii restorasyonda olduğu için camiyi değil ama külliyesini geziyoruz. Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi, Yeni Camii Külliyesi içerisinde 1663 yılında Mimar Mustafa Ağa tarafından inşa edilmiş. Türbede Hatice Turhan Valide Sultanın yanı sıra Osmanlı padişahlarından Sultan 4. Mehmet, 2. Mustafa, 3. Ahmed, 1. Mahmud, 3. Osman ve bunların çocukları şehzade ve hanım sultanlar metfun...

Türbenin planı Sultan 1. Ahmed Han Türbesi ile benzerlikler gösteriyor. Dıştan mermer kaplı olan yapı kare planlı olup üstü kubbe ile örtülü. Türbe önünde üç birimli bir revak bulunuyor. Revağın sağına Sultan 3. Ahmed tarafından 1724-1725 yıllarında bir kütüphane yaptırılmış. Türbenin batı cephesi üzeri ayna tonozlarla örtülü bir eyvanla batıya doğru genişletilmiş. Yapı içeride mavi beyaz çini ve malakari tekniğinde yapılmış kalem işiyle süslenmiş.

Türbenin eyvanına bitişik olarak kesme küfeki taşından kare planlı ve üzeri kubbe ile örtülü olan yapı Darülkurra olarak inşa edilmiş. Yapı 17. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı hanedanına mensup hanım sultanların defnedilmesiyle fonksiyonunu kaybederek Havatin Türbesi adıyla anılmış. Yapının kuzeyine 19. yüzyılda kare planlı Cedid Havatin Türbesi eklenmiş olup Sultan Abdülmecid, Abdülaziz ve 2. Abdülhamid'in hanımları, kızları ve şehzadeleri ile birlikte Sultan 5. Murad buraya defnedilmiş.

Türbe yapıları müstakil girişlere sahip ve içeriden birbirleriyle bağlantılı. Osmanlı türbe mimarisinde büyük bir yere sahip olan bu 3 türbede, Osmanlı hanedanına mensup 82 kişi metfun. Kıble yönünde avluda zamanla bir hazire oluşmuş.

Hatice Turhan Valide Sultan Türbesinin karşısında yine Yeni Camii Külliyesi içerisinde olan Hünkar Kasrı yer alıyor. 

Hünkar Kasrı, 17. yüzyıl İznik çinileriyle Osmanlı ihtişamının izlerini taşıyor.


Klasik Osmanlı mimarisinin en önemli eserlerinden biri olan Hünkar Kasrı'nın içinde nadide çiniler, sedefkari, tunç alçı ve edirnekari işlemeler yer alıyor.

Hünkar Kasrının karşısında Türkiye İş Bankası Müzesi var. Burada, İş Bankasının kuruluşundan bugüne önemli belgeleri inceleyebilirsiniz. Pazartesi hariç haftanın her günü müzeyi ücretsiz ziyaret edebilirsiniz. İş Bankası Müzesinde, bankanın kuruluşundan itibaren gerek kendi geçmişine, gerekse Türkiye'nin ekonomik gelişimine tanıklık eden bankacılık ve kurumsal yapı ile ilgili belgeler, bankacılık gereçleri, iletişim araçları, fotoğraflar, resimler, reklam ve promosyon malzemeleri bir araya getirilmiş.

İsterseniz burada satılan İş Bankası Kültür Yayınları klasiklerinden alıp müzeden ayrılabilirsiniz. İstanbul'un üçüncü tepesini gezdik ama gün bitmediği için Haliç'in karşı tarafına da geçmeye karar verdik. Sıradaki durağımız, Eminönü'nden tramvaya binerek gittiğimiz Dolmabahçe CamiiKabataş’tan Beşiktaş’a uzanan Dolmabahçe Caddesi ile İstanbul Boğazı arasında bulunuyor. Marmara Denizi’nden Boğaziçi’ne deniz yoluyla girişte sol kıyıda, Üsküdar’ın karşısında yer alıyor. Cami 2 minareli, taş ve mermerden inşa edilmiş görkemli bir yapı. Avrupa mimari üsluplarının bir karışımı olarak, Ermeni Garabet Balyan tarafından inşa edilmiş. Sultan Abdülmecid’in annesinin ismini de taşıyan caminin yapımını, Bezmialem Valide Sultan başlatmış. Valide Sultan’ın 1853 yılında ölümü üzerine oğlu Sultan Abdülmecid tarafından tamamlanmış, 1855’te bir Cuma töreniyle ibadete açılmış.

Cami barok, rokoko, ampir gibi üslupların yerleşik sanat birikimi ve zevkiyle kaynaştırılması sonucunda ilginç bir yorumlama anlayışıyla inşa edilmiş. Kubbe, klasik mimaride görülmeyen bir özellikle doğrudan doğruya duvarlar üzerine oturtulmuş, yüklenen ağırlıktan duvarların yanlara doğru açılmaması için de köşelere dikdörtgen biçimli yüksek ağırlık kuleleri yerleştirilmiş. Taş ve mermerden inşa edilmiş olan caminin ön cephesini boylu boyunca iki yandan dışa taşan, iki katlı Hünkar Kasrı kaplıyor. Kasır, iki yanda dışa çıkma yapan "L" biçimi kanat ile daha içeride kalan bir orta hacimden oluşuyor.

Caminin bünyesinden ayrı tutulan minareler kasrın iki köşesinde yükseliyor. İnce uzun formları ve yivli gövdeleriyle dikkat çeken minarelerde şerefe altları akant yaprakları ile süslenmiş. 

Camiye Hünkar Kasrının antresinden giriliyor, burada da Hünkar Kasrında olduğu gibi duvarlara açılan çok sayıdaki pencereyle gayet aydınlık bir iç mekana ulaşılmış. 


Zemini iri kırmızı tuğlalarla döşenmiş olan harimin kubbe içi ve pandantifleri yaldız ve yağlı boya kalem işleriyle tamamen batı tarzında süslenmiş. Renkli mermer işçiliği gösteren mihrap ve minberde de yine klasik çizgiden uzaklaşılarak birtakım barok bezemelere yer verilmiş. 

1948-1961 yılları arasında Hünkar Kasrı ile birlikte Deniz Müzesi olarak kullanılan cami, müzenin yeni binasına taşınması üzerine tekrar ibadete açılmış. Bu kadar tarihi dokuyu bir arada bulunduran Dolmabahçe Camii ve yanındaki Dolmabahçe Sarayı, mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Sıradaki durağımız, Dolmabahçe'den otobüse binerek gittiğimiz Ortaköy. Sahilde bulunan neo-barok tarzındaki Büyük Mecidiye Camii, halk arasında Ortaköy Camii, Dolmabahçe Sarayının yapıldığı ve kentin anıtsal dokusunun Boğaziçine doğru uzandığı 1853 yılında, bu açılışı simgeleyen yapılardan biri olarak Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmış.


Denize nazır, zarif görünümlü Ortaköy Camii, Ortaköy'ün en önemli sembolü ve İstanbul'da bizi en çok etkileyen camilerden biri. Caminin tek şerefeli iki minaresi var.


Giriş kapısı üzerindeki kitabede Abdülmecid'in tuğrası ile birlikte caminin bitirilişini belirten tarih yer alıyor. Cami 1894 depreminde önemli ölçüde zarar görmüş, minarelerinin petek ve külah bölümleri yeniden yapılmış. Ortaköy Camii, statik açıdan oldukça narin yapılardan. 1862, 1866 ve 1909 onarımlarından sonra Ortaköy Deresi yatağı üzerindeki temellerinin sağlam olmadığı ve yapının göçmek üzere olduğu anlaşıldığından 1960'larda önemli bir onarımdan geçmiş. Ortaköy Camii bu büyük restorasyondan sonra 1984 yılında büyük bir yangın geçirmiş ve yeniden onarılmış.


Cami, 19. yüzyıl sultan camilerinin tümünde olduğu gibi iki bölümden, asıl ibadet mekanı olan harim bölümü ile girişin önünde yer alan hünkar kasrından oluşuyor. İki ayrı bölümün birlikte yer aldığı doğu ve batı cephelerinde de harim ve hünkar bölümleri ölçü olarak birbirine eşit. Harim bölümü, yüksek beden duvarları üzerinde kubbeyle örtülü...

Burada da Dolmabahçe Camisinde olduğu gibi duvarlara açılan çok sayıdaki pencereyle gayet aydınlık bir iç mekana ulaşılmış.

Bunlardan kıble cephesinin alt orta penceresi sağır olup buraya mihrap yerleştirilmiş.

Barok üsluptaki yapının duvarları ak kesme taştan, mihrabı mozaik ve mermerden, ince bir işçiliğin ürünü olan minberi ise somaki kaplı mermerden yapılmış.

Denize nazır, zarif görünümlü Ortaköy Camii, buranın en önemli sembolü ve meydan çok kalabalık. Boğaziçi Köprüsünün dibindeki konumu, şirin taşlı meydanı ile bunun sebebini anlamak zor değil. Önce buradaki meşhur kumpirlerle bir güzel kendinizi doyurup daha sonra da bizim yaptığımız gibi boğaz turuna çıkabilirsiniz.

“Boğaz Gezintisi” şiirinde "Bugün biz değiliz bakan yalılara; Yalılar boynu eğik bize bakıyor." derken Özdemir Asaf, acaba bizim gibi vapurdan mı bakmıştı yalılara?

''Ne günlermiş, ne günlermiş 
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında. 
Yıldızlar, mehtap, çamlar altında 
Ne günlermiş, ne günlermiş 
Gelip geçmiş! 

Vapurlar değil, Boğaz'dan geçen: 
Boğaz'dan yalılar geçiyor. 
Toplamış sulardan eteklerini, 
Odasına çekilen bir saraylı gibi 
Yalılar gelmeyen âlemlerine gidiyor 
Bırakıp bu sessiz gecelerini. 

Çekip almış kuşların kanatlarından rüzgârını 
Asırlık rüyalarında yalılar. 
Uykuların mahmurluğu saçaklarını sarmış. 
Saz sesleri gelmiyor kıyılarından. 
Ne geçen yazlardan haber var, 
Ne gelecek baharlardan. 
Kimbilir kaç deniz geçmiş uykularından... 

Başbaşa kalmış iki Hisar 
Beklemekte sönük sahilleri. 
Artık eski harpleri anlatır taş duvarlar 
Kıyılarından geçen balıklara. 
O balıklar ki, dedeleri 
Şarkılarla beslenmişti geceleri. 
Şimdi sulara düşen çürümüş tahtalar 
Dalgalarda son oltanın yemleri.. 

Bir zamanlar şen yaşamış yalılar 
Işıklı bir ziyafet sofrasında. 
Renklerini deniz almış götürmüş, 
Küllerini alev alıp savurmuş. 
Deniz kenarında denizsiz kalmışlar. 
Ortaklığı ayrılmış kıt'aların. 
Anadolu günden güne Rumeliye küsmüş 

Bugün biz değiliz bakan yalılara; 
Yalılar boynu eğik bize bakıyor. 
Biz değiliz sarkan hatıralara 
Göğüs gererek dalgalara. 
Yalılar bir hayâl için denize sarkıyor 
Yalılar bize bakıyor, denize bakıyor. 

Ne günlermiş, ne günlermiş 
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında. 
Yıldızlar, mehtab, çamlar altında 
Ne günlermiş, ne günlermiş 
Geçip gitmiş.''



İstanbul'un 4. Tepesi: Yedi Tepe İstanbul 4: Fatih Tepesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder