12 Nisan 2019

Bir Mezopotamya Masalı: Mardin

Medeniyetler ve kültürler beşiği Mardin, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin en gözde şehirlerinden biri. Taş sokakları, tarihi dokusu ve unutulmaz lezzetleri ile harika bir tatil fırsatı olan Mardin, Anadolu’nun Mezopotamya’ya açılan kapısı ve tarihi İpek Yolunun kilit noktalarından biri… Binlerce yıldır farklı kültür ve dinden insana kapısını açmış Mardin, son yılların turistik açıdan ilgi çeken en önemli şehirlerimizden. Eğer hala bu şehre gelmediyseniz, bir an önce Mardin'i görmelisiniz. Mardin'in kendine has sokaklarında yürümeli, Kasımiye Medresesi'ndeki felsefeyi öğrenmeli, Midyat'ın zanaatlerini keşfetmeli ve tarihi İpek Yolu üzerinde, tam 1500 yıllık bir antik kent olan Dara Antik Kenti ile tanışmalısınız.

Mardin’e kadar gelmişken Dara Antik Kentine uğramadan dönmek olmaz dedik ve yollara düştük. Dara Antik Kenti, Mardin-Nusaybin yolu üzerinde bulunuyor. Yolculuk boyunca, karşılaştığımız sürü çobanlarına, baharın tüm renklerinin kapladığı tarlalara selam verdik. Bir masalın parçası gibi ilerledik yol boyunca...

Dara’yı gezerken bize masmavi bir gökyüzü de eşlik ediyordu. Ve biz bu uyumu hiçbir ressamın tablosunda göremeyeceğimizi biliyorduk...

Mardin’in en görülesi yerlerinden biri olan Dara Mezopotamya Harabeleri, geçmişten bugüne taşıdığı kalıntılarıyla bölgede en fazla ziyaret edilen yerlerden biri. Keşiflerle dolu Dara Harabeleri, Darxis tarafından MÖ 530-570 tarihleri arasında yaptırılmış. Önemli medeniyetlere de ev sahipliği yapmış. Üstelik bu gizemli yerleşim alanı Mezopotamya’nın ilk barajının bulunduğu yer olarak da biliniyor. Buradaki su sarnıçları, su değirmeni, tiyatrosu, kilisesi, köprüsü, çarşısı, tophanesi ve 40 metre derinliğe sahip olan yeraltı şehri etkileneceğiniz ve gezmeniz gereken yerler arasında...


Mardin ve Dara, MÖ 1. yüzyıldan itibaren Roma ve Pers devletleri arasında sürekli el değiştirmiş.



Roma'nın önemli sınır kentlerinden Nisibis'in (Nusaybin) MS 363 yılında Sasanilerin eline geçmesi ve daha sonra diğer önemli kentlerden Amida'nın (Diyarbakır) MS 502 yılında Sasaniler tarafından kuşatılması nedeni ile sınır güvenliğini arttırmak isteyen Doğu Roma İmparatorluğu, topraklarını korumak için Mezopotamya sınırlarında yeni garnizon kentler oluşturulmasına karar vermiş.

Bu dönemde küçük bir yerleşim olan Dara, Doğu Roma İmparatoru Anastasios tarafından garnizon kent olarak seçilmiş ve 503-507 yıllarında inşa faaliyetleri yürütülmüş.

Anastasios kurduğu kente adını vermiş ve Mezopotamya bölgesinin idari ve askeri merkezi haline getirmiş.

Anastasius döneminde küçük bir köy yerleşkesi üzerine kurulan kentin, bu alana kurulmasında, bölgenin stratejik ve korunmaya müsait konumda olması, su kaynaklarına yakın ve ovaya hakim bir noktada bulunması belirleyici olmuş.

Dara, MS 573-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani Devleti hakimiyetine girmiş, bu tarihten 639'a kadar Doğu Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde kalmış. 640'da Dara ile birlikte Kuzey Mezopotamya'nın büyük bir kısmı Arap hakimiyetine girmiş. 10. yüzyılda yeniden Doğu Roma hakimiyetine giren Dara, 11. yüzyılın sonlarına kadar Selçuklu ve Doğu Roma arasında el değiştirmiş.

Dara, MS 1150'de Artuk Beylerinden Timurtaş tarafından kuşatılıp alınmış, Mardin Artuklu Beyliğine bağlı bir kent haline gelmiş. 

1251-1259 yılları arasında İlhanlılar tarafından tahrip edilmiş.

Bu tarihlerden itibaren de yavaş yavaş terk edilmiş...

Döneminde Mezopotamya'nın çok ünlü bir şehri olan Dara, şu anda küçük bir köy olarak görkemli Roma kentinin üzerinde yaşantısını sürdürüyor.

Dara'da Büyük Galeri Mezar denilen bir alan var. Galeri Mezarlık Alanı toplu halde bulunan kemikleri yeniden dirilteceğine inanılan Tevrat'ta Hezekiel, Kuran-ı Kerim'de ise Hızkıl Peygamber olarak bilinen Peygamberin mucizesinin anlatıldığı özel bir alan...

Kuran-ı Kerim Bakara Suresi ayet 243; "Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara 'ölün' dedi de sonra onları diriltti."

Kutsal kitaplarda bahsedilen Ezekiel/Hızkıl Peygamberin ruhlara nefes vermesi ve yeniden diriliş mucizesinin kapı girişinde işlendiği mezar, 573 yılında Sasaniler tarafından savaşta öldürülenlere ithafen, Doğu Romalılar tarafından 591 yılında yaptırılmış.

Büyük galeriye giriş, üzerinde kabartmalar bulunan görkemli bir kapıyla sağlanıyor. Kabartmanın üzerinde ölülerin yeniden diriltilmesi sahnesi işlenmiş. Kabartmanın sol tarafında kanatlı bir figür bulunuyor. Kanatlı figürün sol alt köşesinde insan kafataslarından oluşan ve ölüleri simgeleyen bir kemik yığını yer alıyor. Kanatlı insan tasvirinin üzerinde kanatlı melek tasviri ve bu melek tasvirlerinin hemen sağ köşesinde ise aşağıya doğru bulutların arasından uzanan ve Tanrı'nın elini simgelediği düşünülen bir kabartma yer alıyor. Kapının sağ tarafında, hayat ağacının yanında yer alan Hz. Meryem ve kucağında Hz. İsa olduğu düşünülen tasvirler yer alıyor. Bu tasvirlerin üzerinde ise kiliseyi simgeleyen çatı rölyefi bulunuyor.


2009 yılında Mardin Müze Müdürlüğü tarafından yapılan arkeolojik kazı çalışmalarında yapının alt katında yüzlerce insana ait kemik ile birlikte kandiller ve su kapları açığa çıkarılmış. Mezarda bulunan 3 binin üzerinde bireye ait olan insan kemiklerinin Hızkıl Peygamberin mucizesindeki gibi yeniden dirilecekleri gün için bu mezarda toplandıkları düşünülüyor.

Büyük Galeri Mezar, kireçtaşı anakayanın oyulmasıyla yapılan 3 kattan oluşuyor. Katlar işlevsel olarak birbirinden ayrılmış. Üst kat, ritüel sahnelerinin sergilendiği alan...

Orta kat, dört kenarında bulunan tonozlu mezarlarda çoklu gömülerin yapıldığı alan...

Alt kat ise toplu gömüler için kullanılmış.

Dara köyünün içinde, halk arasında Zindan denilen bir yapı var. Önemli ölçüde yerin altında kalacak şekilde inşa edilen bu yapının mimari tarzı ve ebatları nedeniyle depo/silo amaçlı inşa edildiği düşünülüyor.


40 metre derinliğe sahip yapının tabanına bir merdivenle iniliyor.


Son dönemlerde yapılan kazılar ile taban seviyesine ulaşılmış olan yapı MS 6. yüzyıla tarihlendirilmiş.


Dara'dan sonra şehir merkezine dönüp ilk olarak Kasımiye Medresesi'ne gidiyoruz. Kasımiye Medresesi, Timur dönemindeki Moğol saldırıları nedeniyle uzun zaman bitirilememiş. 15. yüzyılın sonlarında, Akkoyunlu Sultanı Kasım ibni Cihangir döneminde tamamlanmış.

700 yıllık bir tarihe sahip mükemmel mimari yapısıyla, nakış nakış süslenmiş, her köşesi ilim ve irfan kokan Kasimiye Medresesi'nde, geçmişte dini ve fenni ilimlerin icra edildiği derslikler bulunuyor. Hangi ders için kullanıldığı, odaların tavanındaki simgelerden anlaşılıyor. 2-3 metrekarelik dersliklerin kapı yüksekliği 1 metreden biraz fazla. Kapıların bu kadar küçük yapılmış olma nedeni, içeriye giren kişinin eğilerek hürmette kusur etmemesi... Eğitim verdiği dönemde bölgenin en önemli merkezleri arasında yer alan Kasimiye Medresesi, şimdi de Mardin'in turizmine katkı sunuyor.

Medresenin eyvanının duvarlarında, su vurulduğunda rahatça görülebilen koyu kırmızı lekeler var. Rivayete göre, medreseyi tamamlatan Kasım Paşa burada katledilmiş. Kız kardeşi elinde ağabeyinin kanlı gömleği, acısından ağıtlar yakarak kendini duvarlara vurmuş. İşte bu kanlı gömleğin duvara sürülen izlerinin, o günden kaldığı anlatılıyor. Kasım Bey ve kız kardeşi Esma Hatun'un türbeleri de burada...

Civardaki medrese ve camilerin çoğunda olduğu gibi Kasimiye Medresesi’nin avlusunda da doğum, yaşam, ölüm ve ahireti tasvir eden hayat havuzu bulunuyor. Eyvan içindeki çeşme, insan ömrünü simgeliyor. Su, kaynağından doğuyor ve küçük havuzda çocukluk günlerini tamamlayıp daha büyük olan ikinci havuza doluyor. Oradan da mezar şeklindeki üçüncü havuza, kaçınılmaz sona akıyor. Bir başka anlatımla da hayatı simgeleyen büyük havuzdan çıkıp gidiyor. Çeşmenin şekli, suyun geniş ve dar kanallardan (yavaş ve hızlı) akışıyla insan ömrü anlatılmış. Benzetme hoş, felsefe derin. Mardin'deki medreselerin ve avlulu camilerin hepsinde bu filozof çeşmeden var.


Kesme taş ve yumuşak yöresel taştan yapılan medresenin giriş kapısı, çeşitli işlemelerle süslü ama günümüze kadar bir kısmı tahrip olmuş.


Kasimiye Medresesi’nden sonra yola çıkıp eski Mardin'e gidiyoruz. Cumhuriyet meydanındaki otoparka aracımızı bırakıp eski Mardin'i gezmeye başlıyoruz. Merkezde, birbirine yakın ve fazla vaktinizi almadan görebileceğiniz tarihi mekanlar var. Eski Mardin'in tek caddesi olan Cumhuriyet caddesinde yürüyerek bütün tarihi mekanları görebilirsiniz.


Biz de tarihi Mardin evlerini görerek çarşılar ve sokaklar arasında yürümeye başladık. İlk durağımız, Cumhuriyet meydanının kuzeyinde, bir grup Süryani evinin arasında bulunan Mardin Müzesi. Müze, Pazartesi hariç her gün ziyaret edilebiliyor, Müzekart ile de girilebiliyor.

Müze binası, 1895 yılında Antakya Patriği Ignatios Behnam Banni tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılmış.

1942 yılında kurulan Mardin Müzesi, yörenin tarihsel ve kültürel zenginliklerini yansıtan, arkeolojik ve etnografik koleksiyonlara sahip...

MS 4. yüzyıl Doğu Roma (Bizans) dönemine ait kireçtaşından yapılmış karı-koca mezar taşı...


Parayı MÖ 7. yüzyılda Lidyalıların icat ettiği kabul edilse de, çivi yazılı kaynaklarda "Kil kalıplar yaptım, hepsinin içine bronz dökerek yarım şekellik parçalar gibi dökümlerini kusursuz yaptım" diyen Asur Kralı Sinnaherib döneminde (MÖ 704-681) ufak bakır paralar Mezopotamya'da kullanılıyormuş.

Mardin Müzesi, sadece eser varlığıyla değil kütüphanesiyle ve bahçesinde kurulan Arkeopark ile hem farklı hem keyifli bir adres. Çocuklara tarihi ve arkeolojiyi sevdirme çabaları çok güzel. Minikler hem eğleniyor hem de “Mezopotamya neresi? Çivi yazısı nasıl yazılır? İlk yazıyı kim icat etti? İlk ateş nasıl yakıldı? En eski arabalar nasıldı? Eskiden ekmek nasıl yapılırdı? El değirmeninde buğday nasıl ezilir? Toprağın altında neler var? Arkeolog kimdir?” gibi soruların olduğu birçok bilgiyi öğreniyor.

Mardin Müze Müdürlüğü tarafından kentin kültürel çeşitliliğinin tanıtılması için Mardin'in Sesleri isimli bir klip hazırlanmış.


Sıradaki durağımız Zinciriye Medresesi, Sultan İsa Medresesi olarak da anılıyor. Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa tarafından yaptırılan Zinciriye Medresesi, 1385’ten günümüze ulaşmış. Mardin’in en güzel yapılarından biri. Timur ve ordusuyla savaşan Melik İsa, bir süre burada hapsedilmiş.

Üst katta yer alan odacıklar, geçmişte medrese öğrencilerinin kaldığı yerlermiş.

Eyvanda, devamlı akan tatlı bir suyun bulunduğu selsebil çeşmesi mevcut...

Medresede küçük bir cami de var.

Caminin minberi kesme taştan yapılmış. Mihrabın etrafı kakma motiflerle işlenmiş.


Kesme taş ve yumuşak yöresel taştan yapılan medresenin giriş kapısı, çeşitli işlemelerle süslü ama günümüze kadar bir kısmı tahrip olmuş.


Zinciriye Medresesi'nden Mezopotamya'yı seyredebilir ya da gözünüzü kapatıp geçmiş uygarlıkları hayal edebilirsiniz. Şöyle düşünün... Bir eviniz var. Evinizin boydan boya pencereleri var. O pencerelerden görünen manzara, pek çoğumuzun bildiği, ancak çok azımızın gittiği büyülü bölge Mezopotamya. Nasıl, kulağa hoş geliyor değil mi? İşte Mardin, sizin pencereleri Mezopotamya'ya bakan eviniz...


Bu manzarada, Zinciriye Medresesi'nin alt tarafında görülen Ulu Camiye doğru yürüyoruz. Minaresi ve dilimli kubbesi ile meşhur Ulu Camii, şehrin en dikkat çeken yapılarından biri ve Mardin'in simgesi...


Caminin minaresi ve Mezopotamya ovasına masmavi bir gökyüzü eşlik ediyor. Bu uyumu hangi ressamın tablosunda görebilirsiniz ki... İnsan böyle güzellikler görünce nasıl şükredeceğini şaşıyor. Ve bu güzellikler orada sadece dursun diye yaratılmıyor...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?


Çarşı içindeki binalar arasında sıkışıp kalan cami, bütün Artuklu yapıları gibi avlulu olarak tasarlanmış.


Avlunun etrafında sıralanan değişik mimarili yapılar farklı zamanlarda inşa edilmiş.

Anadolu’daki en eski camilerden biri olan Ulu Cami, Artuklular döneminden kalma. Camii Kebir olarak da anılan yapı, 1176 yılında iki minareli olarak inşa edilmiş ama 1400'de Timur istilâsında zarar görmüş ve bir minaresi yıkılarak günümüze tek minaresi ulaşmış. Aslında bu minare de orijinal hali değilmiş. 19. yüzyıl sonlarında 2. Abdulhamit döneminde yapılan yenilemelerle şimdiki görüntüsüne kavuşmuş.


Dikdörtgen kesitli kalın taş payelerle mihraba paralel üç nefe ayrılan camiye, avludan dört kapıyla giriliyor.

Niş alınlığı Artuklu süslemelerini barındıran mihrap ve ahşap minber... 

Mihrabın solunda bir Sakal-ı Şerif bölümü bulunuyor.


Ulu Cami, şehrin en dikkat çeken yapılarından biri. Cami serinliğinde bağdaş kurup uzun uzun oturmanızı tavsiye ediyoruz. Bir süre sonra içinizi tarifsiz bir sevinç ve huzur kaplıyor.


Eski PTT binası, keza görülmesi gereken bir diğer yer Mardin'de. Başta İstanbul’daki büyük postane olmak üzere istisnalar hariç, postane binaları özel ilgiyi hak edecek kadar mimari değer taşımaz. Ama Mardin’deki bir başka… 1890 yılında Mardin’in önde gelen ailelerinden Şatanalar tarafından Ermeni bir mimara yaptırılan bina, Şatana Ailesi Evi olarak da biliniyor. Hayranlık duyulacak bir taş işçiliğinin ürünü. 1950’den itibaren postane olarak kullanıldığı için PTT binası adıyla anılıyor ama bugün Artuklu Üniversitesi’ne devredilmiş durumda...

PTT binasının karşısında bulunan Şehidiye Camii ve Medresesi, 13. yüzyılın başlarında Artuklu Sultanı Melik Mansur Nasreddin Aslan tarafından inşa ettirilmiş. Kendisinin de buraya gömüldüğü söyleniyor ama türbenin sandukaları cami minaresi ile beraber 1925 yılında yıkılmış... Camiye Şehidiye adının verilmesi, caminin temeli atıldığında ortaya çıkan birkaç şehit mezarına bağlanıyor. Medreseye, cadde kotunun altında kalan anıtsal bir giriş kapısından giriliyor.


Kapıdan tonozlu dar bir geçitle avluya ulaşılıyor.


Eyvanlı, revaklı avlulu medresenin kapısındaki ve minaresindeki taş işçilik, görenleri hayran bırakıyor. Özellikle minaresi ile gece gündüz her yerden fark edilen cami, Mardin'in simge yapılarından biri...


Yapının yıkılmış olan minaresi, 1914 yılında Ermeni mimar Lole Giso tarafından eklektik bir üslupla ve iskelesiz olarak inşa edilmiş. Her iki şerefeye çıkan ayrı iki merdiven, birbirini görmeyecek biçimde sarmal olarak tasarlanmış.


Şehidiye Camii ve Medresesi'ni gördükten sonra, tarihi çarşılar arasında, üzeri kemerlerle kapalı, birbirine açılan dehliz gibi sokakların (abbaralar) içerisinde yürüyerek Latifiye (Erkulu) Camisine gidiyoruz. Mardin'in mistik havasını yoğunlaştıran yapılar arasındaki Latifiye (Erkulu) Camisi, Diyanet İşleri Başkanlığınca 2011 yılında düzenlenen ''En güzel cami yarışması''nda, en güzel cami seçilmiş.


Mardin‘deki son Artuklu eserlerinden olan yapının ana giriş kapısı iyi korunmuş. İki renkli taşlardan yapılan üç dilimli kemerli kapıda, geometrik motifler, örgülü ve yıldızlı bezemeler dikkat çekiyor. Eski Mardin sokaklarında kaybolmuşken bir anda bütün heybetiyle karşınıza çıkan bu devasa kapıdan girerken zaman tüneline girmiş gibi hissettiriyor. Bu kapının iç tarafı da muhteşem...


Ön avludaki diğer bir kapıdan caminin avlusuna giriliyor. Avlunun giriş kapısı ve kemer kısmındaki işlemeler muhteşem...


Sessiz sakin, huzur veren bir avlusu var. Latifiye Camii, 1371'de Artuklu Sultanlarından Melik Salih ve Melik Muzaffer zamanında hizmet etmiş olan Vezir Abdullatif tarafından yaptırılmış. Bugünkü minare ise 1845'de Musul Valisi Gürcü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmış. Yapıya, Ulu Cami plan şemasının özellikleri hakim...


Caminin avlusu, artık Mardin'i gezerken alışkın olduğumuz üzere bir dikdörtgenden oluşuyor, devamlı akan tatlı bir su burada da mevcut. Doğu ve batıdan iki kapıyla girilen avlunun kuzeyinde geleneksel Artuklu çeşmesi bulunuyor.


Enine dikdörtgen planlı ve mihrab önü kubbeli caminin, taş işçiliğinin özgün örneklerinden olan ve önemli ölçüde yapıldığı dönemin özelliğini koruyan minber ve mihrabı görülmeye değer...

Şehrin en güzel, en cezbedici noktalarını keşfederken bir saatinizi Latifiye Camii'ne ayırmanız yeterli olacaktır. Daha ilk kapısından girdiğimizde bizi büyüleyen nakış gibi işlenmiş duvarlarından çok etkilendik. Camiye sabah erken saatlerde, henüz kalabalıklar doldurmadan gelmenizi tavsiye ederiz. Sessiz sakinken oradaki huzuru tatmalı, o manevi atmosferi teneffüs etmelisiniz. Mardin'de mutlaka görülmesi gereken yerlerden...

Eski Mardin'de göreceğimiz son yer, Cumhuriyet caddesinin en sonundaki Şeyh Çabuk Camii, 15.yüzyıl Akkoyunlular döneminde Peygamber Efendimize ulaklık eden Şeyh Çabuk adına yaptırılmış. Caminin içinde, Peygamber Efendimizin posta memuru Abdullah bin Enes El Cüheyni’nin kabri yer alıyor.

Son olarak, Timur'un alamadığı tek kale olarak bilinen Mardin Kalesinden bahsedelim. Mardin, ismini Süryanice kaleler kenti demek olan "Marde"den geliyor. Mardinliler, kalelerinin aşılmazlığını bir öyküyle anlatırmış: Burayı kuşatan Timur, diktirdiği fidanlar yetişip meyve verecek çağa geldiği halde kaleyi alamamış. Sonunda, üzüm ve incirlerden yedikten sonra kuşatmayı çözüp Mardin'den uzaklaşmış!

Şehre hâkim konumuyla Mardin Kalesinin gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel. Tam bunun için “kartal yuvası” olarak adlandırılıyor, adeta şehri kuşbakışı gözetlemek için kondurulmuş gibi. Evliya Çelebi kalenin ambarlarını özellikle överek, erzak ve cephane bolluğunu anlatmış.

Mardin, hem tarihi İpek Yolu'nun üzerinde, hem de bu yola hakim konumda. Ticaret kervanlarının Mardin'de konaklamadan yollarına devam etmeleri olanaksızmış. İbn Battuta, 1327'de İran-Irak gezisi dönüşü, Dicle vadisindeki petrol bataklıklarından geçerek Mardin'e varır ve seyahatnamesinde şöyle der: "Dağın eteklerine kurulmuş bir şehir burası. İslam şehirlerinin en güzellerinden..."

Halep'ten kalkan kervan
Mardin yolunu tutar
Al o yarimi getir
Beni bu dertten kurtar

Mardin'e gidip de hayran kalmamak elde mi? Mardin bir gidenin bir kez daha gitmek isteyeceği bağımlılık yapan bir şehir. Seyahatin sonunda herhangi bir yorgunluk belirtimizin olmaması, “bir daha ne zaman geliyoruz” planları yapıyor olmamız, nasıl büyülendiğimizin işaretiydi. Mardin’in gülen yüzünü gördükten sonra, yaşanılacak tüm yorgunluklar teferruat olarak kalıyor zaten. Kendinizi kaptırmak için o efsunlu havasını bir kez solumanız yetiyor. Ziyaretiniz uyku ve uyanıklık halindeki o büyülü an gibi geçiyor. Ve Haydar Ergülen’in şiirindeki “bir şehre gitmezdik ki biz, bir hayale giderdik!” cümlesini hatırlatıyor...

Mardin'de kış bitip, bir gün bahar gelecek.
Eriyecek buzdağları, açacaktır mor güller...

Birçok inanışı kucaklayan kutsal şehir Mardin'in büyüleyici tarihine tanık olmak istiyorsanız, sizi medeniyetlerin ve kardeşliğin kalbine davet ediyoruz... Mardin, Güneydoğu neden gizemlidir sorusunun cevabını ancak oraları gezip görüp hissedip düşünenler verebilir. Gezin, görün, hissedin, düşünün, yaşayın. Gördükleriniz ve hissettikleriniz ile yetinebilirseniz eğer, sadece bir turist gibi gezmemiş olursunuz. Özümsersiniz, seversiniz, ayrılır ayrılmaz özlersiniz... Biz de şimdiden özlediğimiz Mardin'in selamını getirdik size...

Yüzyılların
Tarih kokan, insan kokan
Medeniyete bandırılmış selamın
Başım gözüm üstüne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder