1 Mayıs 2018

Bursa'nın İzleri: İznik ve Uludağ

1 Mayıs 2018 tatilini fırsat bilip gerçekleştirdiğimiz tadı damağımızda kalan Bursa ziyaretimizi üç bölüme ayırdık: İlk gün Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi birçok medeniyetin izlerini taşıyan İznik; ikinci gün Uludağ; üçüncü gün termal keyfi...

Türkiye’nin dördüncü büyük kenti olan ve Osmanlı’nın ilk başkenti unvanına sahip, Osmanlı kültürünün oluşum ve gelişim sürecinde öncü kent kimliğinin sembolü olan Bursa, eşine az rastlanır bir kültür ve tarih mirasına ev sahipliği yapıyor. Evliyalar diyarı, tarihi abideler şehri, tabii güzellikleri ve binlerce senedir bilinen şifalı kaplıcaları ile dünyaca isim yapmış.

Bursa’da insanı bir hafta oyalayacak kadar çok gezilecek yer var. Her ziyaretimizde yeni yerler keşfettik ve keşfetmeye devam ediyoruz. Tüm yazılarımız gibi bu yazıyı da, keşif yolculuğuna çıkacaklara vesile olmak ümidiyle yazıyoruz.


1.Gün: İznik’te Osmanlı’nın İlklerine Tanık Olun

Bursa’ya gelmişken, İznik Gölü kıyısında Bizans ve Anadolu Selçukluları’na başkentlik yapmış; Osmanlı’nın ilk camisi (1333-34 yıllarında inşa edilen Hacı Özbek Camii), ilk medresesi (1330-31 yılında kurulmuş olan Orhan Gazi Medresesi) ve o zamanın hayır kurumları olan ilk imaretinin inşa edildiği; Osmanlı’nın sanat, ticaret ve kültür merkezi, taşı toprağı tarih olan Bursa’nın çinili güzeli İznik’i görmeden dönmek olmaz. Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin kol kola verdiği bu şirin ilçe, Bursa'ya 1 saatlik mesafede...

İznik'e gönülden bağlanmak için onlarca sebep var. Var Eşrefoğlu Rumi'nin yanına, bir vakit namaz kıl, Davud el Kayseri'ye Fatiha oku, çınarlı yoldan yürü, Gazi Süleyman Paşa Medresesi'nde Osmanlı medeniyetini tefekkür et, gölün kenarında yeşil mavi arası demli bir çay iç... Özeti bu olan İznik şehrini ayrıntılı olarak tanıyalım...

Roma İmparatorluğu doğu ve batı olarak ikiye ayrıldığında İznik, yani eski adı ile Nicaea, Doğu Roma tarafında kalmış. Selçuklular’a kadar Bizans hakimiyetinde kalan Nicaea, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın şehri fethetmesi üzerine Selçuklu Devleti’nin başkenti olmuş. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, şehrin ismini de “Nicaea’nın İzi” anlamına gelen “İznik” yapmış. Her ne kadar 1097’de 1. Haçlı Seferi sırasında Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın oğlu 1. Kılıçarslan şehri tekrar Bizans’a kaptırmış olsa da, 1331’de Orhan Bey ile yeniden Türk hakimiyetine girmiş.

Osmanlı’nın ilk medresesi ve imarethanesine (aşevi) ev sahipliği yapan İznik, 14-16. yüzyılda birçok bilim adamı ve sanatçının yetiştiği önemli bir eğitim, kültür, sanat, ticaret merkezi haline gelmiş. İmparatorluğun en ünlü eğitimcileri buradaki medreselerde dersler vermiş. Özellikle 2. Murat ve Çandarlılar döneminde altın çağını yaşayan şehir, İstanbul’dan Anadolu’ya geçişteki kervan yolu üzerinde olduğundan önemli bir konaklama merkezi olmuş. İstanbul’un fethi sonrasında İstanbul’un git gide önem kazanmaya başlaması ve devamında İznik’in ileri gelen ailelerinin de batıya göçleri ile İznik’in önemi de azalmaya başlamış.

Şu an gözlerden uzak, sakin, ufak bir kasaba olan İznik, taşıdığı dev tarih karşısında çok mütevazi kalıyor. İznik hem Anadolu’daki ilk Türk başkenti, hem de Vatikan’ın kutsal kabul ettiği şehirlerden biri. İznik yüzyıllarca 5 kilometre uzanan şehir surlarının içinde korunmuş. Şehrin formu dikdörtgen olmamakla birlikte, bir kenarını 1.2 km, diğer kenarını da 1.4 km gibi düşünebilirsiniz. Yani aşağıda bahsettiğimiz tarihi yapılar birbirine çok yakın ve yürüyerek gezmesi çok kolay. 2 saat içinde gezersiniz.

Osmanlı şehrinin belirgin öğeleri: Camiler, medreseler, türbeler, hamamlar, birbirine saygısı olan az katlı bahçeli evler, asmalı kahvehane ve çınarların süslediği yol. Sokak aralarında kabirler, tarihi yapılar kadim bir şehirde olduğumuzu her an hatırlatıyor.

Helenistik çağ, Roma, Bizans ve Osmanlı yerleşimi olan İznik için bir açık hava müzesi diyebiliriz. Çünkü başta şehir surları ve kapıları olmak üzere tüm bu medeniyetlerden izler taşıyan anıtsal yapılar hala ayakta...

Lefke Kapı ve İstanbul Kapı, İznik surlarının dört kapısından en önemli iki tanesi. Sırasıyla Bithynia, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi birçok dönemden izler taşıyan şehir surlarının, şehre doğu yakasından giriş yaptığımız kapısı Lefke. Adından da anlaşıldığı gibi bu kapı, şehrin Lefke’ye (şimdiki Osmaneli) açılan kapısı...

Aslında bu kapıları tek bir kapı olarak değil, iç içe 3 geçiş olarak düşünmek daha doğru olur. Bunun nedeni elbette ki daha güçlü bir kale savunması...



Kapılardaki eski Yunanca yazılar, Yunan mitolojisinden çeşitli sahneler ve Roma zafer takı formu göze çarpıyor.

Çünkü zamanında savaşlarda zarar gören surları onarmak için malzeme gereksiniminden, antik tiyatrodan sökülen taşlar surların yapımında kullanılmış.

Şehrin surlarının bir bölümünün üzerine çıkabiliyorsunuz.

İznik’in biraz dışındaki Elmalıdağ eteklerindeki mağaradan çıkan doğal kaynak suyu, Roma İmparatoru Hadrianus zamanından beri bir kanal ve o gün bugündür ayakta olan su kemeri aracılığı ile şehre taşınmış. Lefke Kapı’nın güneyindeki çeşmeye kadar ulaşan su, kemerler aracılığı ile şehirdeki diğer çeşmelere dağılıyor, en sonunda da göle dökülüyormuş. Su kemerleriyle ilgili bir anekdota göre, İznik surlarının fethedilmez olduğunun düşünüldüğü dönemde, düşman askerleri bu su kemeri vasıtasıyla şehre sızmayı başarmışlar.

Lefke Kapısının karşısında, Çandarlı İbrahim Paşa Türbesi bulunuyor. Bu türbede, yazıtlı dört gömüt var. Bunlardan büyük olanı Çandarlı Halil Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'ya ait olduğu için bu isimle anılıyor.

Şehrin sokakları, büyük önem taşıyan birkaç yapıya daha ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri de, İznik Müzesi (Nilüfer Hatun İmareti)1388 yılında, Sultan 1. Murad’ın annesi Nilüfer Hatun’un adına bir imarethane olarak inşa edilen yapı, 1960’dan beri İznik Müzesi olarak kullanılıyor. Müzede İznik ve çevresindeki arkeolojik kazılardan çıkan buluntular, bahçesinde ise Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait lahitler, kabartmalar, amforalar, mezar taşları sergileniyor.

Ne yazık ki 2014’ten beri tadilat nedeniyle kapalı ve ne tadilatın içeriği, ne de ne zaman ziyarete açılacağı biliniyor. Umarız müze en kısa zamanda halka açılır.

Nilüfer Hatun İmaretinin hemen yanındaki Çandarlı imzası taşıyan, İznik’in çinili güzeli Yeşil Cami için İznik’in sembolü diyebiliriz.


1. Murat’ın sadrazamı Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılan cami, Osmanlı’daki ilk örnek olan mermer mihrabındaki taş işçiliği ve en önemlisi turkuaz, yeşil ve mor renkli çinilerle bezeli minaresi ile dikkat çekiyor.

Aslında bu cami tek başına değil, içinde hamamı ve medresesi ile bir külliye şeklindeymiş. Fakat ne yazık ki külliyenin diğer yapıları bugüne ulaşamamış. Zamanında Yunan işgalinde zarar gören cami, cumhuriyetin ilk yıllarında onarılıp daha sonra da 1956-69 yılları arasında restore edilmiş. En son 2015 yılında yeniden restorasyona alınmış.


Aynı meydanda Şeyh Kudbettin Cami ve bitişiğinde türbe yer alıyor. İznik'in önemli müderris, alim ve sufilerinden olan Şeyh Kutbuddin, Ekberiye Mektebinin baş mümessili Molla Fenarinin en mümtaz talebeleri arasına girmiş, ondan dini ve akli ilimleri tahsil etmiş. İlk Türkçe ilmihal çalışmasını yapan Şeyh Kutbuddinzade Mehmet İzniki, 1418 tarihinde İznik'te vefat etmiş.

Fıkıh ve tasavvuf alimlerinden Şeyh Kutbuddin ve oğlunun türbesi, Sultan 2. Bayezid'in vezirlerinden Çandarlı İbrahim Paşa tarafından 15. yüzyılda yaptırılmış.


İznik gezimize Orhan Gazi'nin hatırası Ayasofya ile devam ediyoruz. Ayasofya Cami, İznik’in en ünlü yapısı. Burası aslında, 787 yılında 7. Hristiyanlık Konsili’nin toplandığı kilise ama Orhan Gazi 1331’den sonra çan kulesini minareye çevirerek onu bir fetih camisine dönüştürmüş.


Sonra da Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan’dan camiye bir mihrap ilave etmesini ve yan neflerde değişikliklere gidilmesini istemiş. 

Bu sırada, dışarıdan baktığımızda üstü kubbe ile örtülü olan yerin köşesine mihrap yerleştirilmiş, içindeki kemerler ve bunların dayandığı sütunlar kaldırılarak geniş açıklıklı büyük kemerler yapılmış, böylece namaz saflarının mihrabı görebilmesi sağlanmış.


Esas mihrabın malakari tekniğiyle yapılmış kabartma bir süslemeye sahip olduğu, az kalan izlerden anlaşılıyor.

1920 yılında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılarak harap edilmiş olan Ayasofya Caminin, 2007 yılında üstü çatıyla kapatılarak, yıkık vaziyetteki minaresi tamir edilmiş. Kısa bir süre müze olarak kullanılmış. Cami en son 6 Kasım 2011 tarihinde Kurban Bayramı namazında tekrardan ibadete açılmış.


Bu yapının girişindeki geometrik desenli, renkli mermer döşeme mozaiği de oldukça ilgi çekici...

Bu seferki İznik gezimizde şehri temsil eden bir büyük seçtik; Eşrefoğlu Rumi. Şehirler insan ile güzelleşir, insan şehir ile güzelleşir. Yani çift taraflı imar söz konusudur. İznik'in manevi mimarı, 15. yüzyılın tanınmış velilerinden Eşrefoğlu Abdullah Rûmi, Bursa'da Emir Sultan, Ankara'da Hacı Bayram ve Hama'da Şeyh Hüseyin Hamevi'nin yanında yetişir...

İlk önce Emir Sultan, Hacı Bayram Veli Hazretleri'ne gönderir. Yaşları yakın olmasına, Eşrefoğlu'nun itibar beklemesine karşın Bayram-ı Veli onun nefsini ezerek terbiye eder. Hacı Bayram Veli’nin dergahına üye iken önce onun öğrencisi, sonra damadı olur. İznik'e dönen Eşrefoğlu hâlâ tatmin olmaz, içindeki aşk ateşi dinmek bilmez. Şeyhine sorar; "Yol bu kadar mıdır?" Hacı Bayram Veli: “Bir velinin bin sene ömrü olsa ve her çeşit mücâhede ve riyâzeti yapsa bile enbiyanın vardığı yere varması mümkün değildir.” Hacı Bayram Veli hepimizin kulağına küpe olması gereken bu konuşmadan sonra Eşrefoğlu'nu Hama'da oturan Kadiri şeyhi Hüseyin Hamevi'ye gönderir.

Eğitim açısından o kadar çok incelik var ki hepsi ayrı incelemesi gereken konular... İstanbul'un manevi fatihleri Akşemseddin, Akbıyık Sultan gibi nicelerini yetiştiren Bayram-ı Veli damadını yetiştiremiyor mu? İşte bu noktada incelik şu: Eğitim kişiseldir, fıtrata göre olmalıdır. Bugün bu işler böyle yürümüyor, tefekkür edenlere bu kadar söz yeter... Hamevi Hazretleri, Eşrefoğlu’nun arkasından “neyim varsa aldı götürdü” der... En sonunda da İznik'e dönen Eşrefoğlu kendi dergahını kurar. Ünü İznik'i aşan bir mutasavvıf ve Kadiriye'nin bir kolu olan Eşreffiye tarikatının kurucusu olur.

Eşrefoğlu 1469'da ölünce, İznik'teki türbesine gömülmüş. Türbesinin bulunduğu Eşrefzade veya Eşref-i Rumi Camii, Yunan işgali sırasında yakılıp yıkıldığı için ciddi hasar görmüş. Bu nedenle, sadece minaresi ve duvar kalıntıları kalmış. Kitabesi de yıkıntılar arasında kaldığından, ne zaman yapıldığı tam bilinmiyor. Yine de 1518 yılında, 2. Beyazıt’ın gelini tarafından yaptırıldığı düşünülüyor... Bugün görülen cami, koruma altına alınan minaresi dışında, orijinal cami üzerine 1950’de inşa edilmiş modern versiyonu...


Eşrefoğlu Abdullah Rûmi, şiirlerini bir divanda toplamış. Tasavvuf açısına uygun olarak İslam duygu ve düşüncelerini derleyen bir kitap meydana getirmiş. Fâtih Sultan Mehmed Han'ın İstanbul'u fethinden önce, Müzekkin Nüfûs (Nefisleri Temizleyen) isimli eserini yazmış. Talip olanları Eşrefoğlu Rumi Hazretleri'nin Adı Aşk isimli şiiri ile baş başa bırakıp İznik Gölüne doğru yola çıkalım...

Cihânı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elinden şekkeri ayrığa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk

Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Başını ona tutmaktır adı aşk

Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Ona kendini atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakîkat
Vücûdu fâni etmektir adı aşk

Çınarlı yoldan göl kenarına kadar tarihi şehre selam vererek yürüdük. Marmara Bölgesi’nin en büyük, Türkiye’nin ise 5. büyük gölü olan İznik Gölü, tektonik yani depremden kaynaklanan bir çöküntünün içinin dolması ile oluşmuş tatlı su göllerimizden biri. Toplamda 310 kilometrekarelik bir alana yayılan elips şeklindeki gölün uzunluğu 33 kilometre, genişliği 12 kilometre, çevresi ise 95 kilometre. Gölün en derin yeri 30 metreyi buluyor ama öyle bir nokta var ki burada bulunan çukurun derinliği 65 metre. Yaz aylarında bazı kesimlerinde yüzmeye de elverişli olan İznik Gölü, bölge ekonomisi için hayati önem taşıyor. Çünkü zeytin bahçeleri, bağlar, sebze bahçeleri su ihtiyacını gölden karşılıyor. Ayrıca gölde yaşayan sazan, alabalık, yayın gibi tatlı su balıkları, göl çevresindeki ticari işletmeler ve turizm, bölge ekonomisi için artı değer sağlıyor. Son yıllarda yapılan arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkan bazilika ile gölün altında batık bir şehrin olabileceği tezleri gündemde. Bir taraftan tarihi İznik, diğer yandan gökyüzünün durumuna göre şekillenen tertemiz İznik Gölü, Türkiye’nin her yerinden binlerce yerli turisti kendisine çekiyor.

Göl kenarında soluklanıp başka bir güzergahtan tekrar merkeze doğru yürüyerek kadim şehri iyice tanıdık. Aracımıza bindikten sonra, şehrin İstanbul’a açılan yol ayrımı yönündeki kapısı olan İstanbul Kapısından geçerek Bursa merkeze doğru yola çıktık. Yolculuk boyunca göl manzaralı bir çok köyün içinden geçtik. Zeytinlikler ve diğer tarım ürünleri, bu verimli toprakların bizlere hediyesi; değerini ve şükretmesini bilirsek. Böyle tatlı su gölü kaç tane var? İznik'i koruyan, ana yoldan içeride olması mı, göl yatağından korku mu, Bizans eserlerinin varlığı mı? Belki hepsinden bir parça var; iyi ki korunmuş, az katlı bahçeli evler insanı yormuyor. Diğer betona gömülen kadim şehirlerimiz düşünülürse İznik onlara göre biraz daha nasipli. Sadece bu neden bile İznik'i sevmek için yeterli olur.

2.Gün: Uludağ’a Çıkıp Bursa’ya bir de Bakacak’tan Bakın


Yolunuz Bursa'ya düştüyse Uludağ'a mutlaka çıkmalısınız. Uludağ'ın, Anadolu’da Olympos adıyla anılan dağlardan (Antalya, Köyceğiz...) biri olduğu söyleniyor. 2.543 metre yükseklikte olan Uludağ, Marmara Bölgesi’nin en yüksek noktası. Osmanlı İmparatorluğu zamanında Keşiş Dağı olarak anılan dağ, 1925 yılında “Uludağ” adını almış.


Uludağ'da, Bursa’nın en güzel manzara tepelerinden Bakacak Seyir Terası var. Uludağ'a çıkıp Bursa’nın ve Gemlik Körfezi’nin panaromik görüntüsünün en iyi seyredilebileceği yer olan Bakacak'tan Bursa'ya bakmamak olmaz. Kışın eğer hava açık olursa Bursa’nın Bakacak’tan görünüşü muhteşem bizden söylemesi! Bir de bahar aylarında hiç kar yokken ve dağda doğa coşmaya başlamışken de Uludağ’ın keyfi bir başka oluyor, onu da belirtmeden geçmeyelim.

Biz de aracımızla Uludağ eteklerinde yükselerek ilk durağımız olan Bakacak'a varıyoruz.

Bursa’nın kuşbakışı görünümü için en güzel noktalardan biri...


İnsanların bazen kendilerini bilinmedik bölgelere atıp kafa dinlemesi gerekiyor.

Uludağ, kafa dinlemek için birebir...


Uludağ’ın bizim henüz keşfedemediğimiz, gizli kalmış pek çok yöresi var.

Oteller Bölgesinin en sonunda olan bu dere de bu gezimizde keşfettiğimiz bir yer...

Derenin aktığı yerde küçük bir göl oluşmuş.

Karların erimesiyle bu dere iyice coşmuş.

Bu derenin başında kamp sandalyelerimiz ile oturup su sesi eşliğinde çay içtikten sonra yola çıkıp Sarıalan'da bulunan Çoban Çeşmesinden su doldurduk.

Uludağ gezimizi Çoban Çeşmesinde yazan dörtlükle bitirelim...

Mermeri oyardı taşları deldi
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi
Susayan herkese boyun eğerdi
Bir sağa bir sola çoban çeşmesi

3.Gün: Sultanlar Şehrinde Sultanlara Layık Bir Hamam Keyfi Yapın

1640 yılında Bursa’ya gelen Evliya Çelebi Seyahatname'sinde Bursa çeşmelerini anlattıktan sonra, sözünü "Velhasıl Bursa sudan ibarettir" diye bitirmiş. Bursa, doğal mineralli yeraltı kaynak suları zengini olunca, hamam keyfi de onun yüzyıllardır süregelen olmazsa olmaz ritüellerinden biri olmuş. Her ne kadar şimdilerde bir sürü modern hamam türese de, 500-600 yıllık hamamlara gidip eski adetleri yad etmenin zevki bir başka. Dediğimiz gibi Bursa’nın yeraltı kaynak suları değerli olunca, zaten aşağı yukarı bütün hamamlar eşit derecede faydalı. Ama işin içine atmosferi, dekorasyonu, tarihi katılınca birkaç örnek verebiliriz: Çekirge Hamamı, Tarihi Keçeli Kadın Hamamı, Mahkeme Hamamı, Gönlüferah Oteli Hamamı... Kimisi tarihi olan, kimisi termal otel olan hamamlardan biz Kervansaray Termal Otelin hamamını tercih ettik. Ailelere özel aile hamamının fiyatı 70 TL.

Aile hamamı odalarına hanım sultanların isimlerini vermişler: Hüma Hatun (Fatih Sultan Mehmed'in annesi), Hafsa Hatun (Yavuz Sultan Selim'in eşi, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesi), Hürrem Sultan (Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi, 2. Selim'in annesi), Kösem Sultan (1. Ahmed'in eşi).

Bunlar bizim önerilerimiz ama siz zevkinize ve zamanınıza göre programda oynama yapmak isterseniz, Bursa’da gezilecek yerleri anlattığımız aşağıdaki yazılarımızı okuyabilirsiniz. Bursa önerilerimizi başlangıç olarak alın ve burayı her şeyiyle keşfetmek isterseniz, bizim gidebildiğimiz noktaları 3-4 katıyla çarpmanız gerektiğini, görülecek yer listesinin uzayıp gittiğini unutmayın…







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder