22 Nisan 2018

Gündüzü Seyranlık Gecesi Gerdanlık: Mardin

Mardin; gündüzü seyranlık gecesi gerdanlık, taşın başkenti, çok kültürlü hoşgörü kenti… Dahası da var ama Mardin kısacık cümlelere, sloganlara indirgenebilecek bir kent değil. Mardin, zenginliğinin keşfetmekle bitmeyeceği derin mi derin bir kültür mirası. Mezopotamya’nın en eski şehirlerinden biri olan Mardin, birçok eski medeniyete ev sahipliği yapmış. Tarihi, turistik, mimari ve görsel değerleriyle dünyanın sayılı sit kentlerinden biri olan Mardin, adeta bir açık hava müzesi durumunda...

Birçok Güneydoğu Anadolu şehri gibi Mardin’e de “Doğunun Paris’i” denildiğine rastlarız genelde. Mardin'e yapılan haksızlıklardan biri. Kendi kendine yetememezlik ve aşağılık komplekslerimiz nedeniyle, ille de Batı ile karşılaştırmamız lazım ya hani. Yazımızın başında bir tavsiye; gönlünüzü de Doğuya, ışığa yöneltip öyle gelin Mardin’e...

Mardin’e gelmek isteyenlerin en başta tedirgin oldukları şey güvenlik meselesi. Biz de seyahatimizin başında bu konuda epey nasihatlar aldık. Fakat en ufak bir kuşku ve korku duymadık. Gördüklerimiz ve orada hissettiklerimiz ise bizi asla yanıltmadı. Sımsıcak renkler içerisinde dar sokaklarda kaybolmanın keyfi ne zaman aklımıza gelse, bir âh çekeriz...

“Duvarların dili olsa da konuşsa” denir ya hani... Bir taşın nasıl dile geldiğini, onu gönül ile dinlerseniz ne hikayeler anlatabileceğini gördük Mardin’de. “Taş kalpli” deriz bir de, nasıl da ayıp edermişiz meğer taşlara...


Rotamız: Şanlıurfa - Harran - Halfeti - Gaziantep - Nemrut - Diyarbakır - Hasankeyf - Mardin
Konaklama: Mardin (Büyük Mardin Oteli)

Hasankeyf'ten Mardin'e akşamüstü vardık. Mardin, çok fazla otel alternatifi olan bir şehir ancak bizim seyahatimiz hem haftasonu hem de 23 Nisan tatiline denk geldiği için bütün otelleri aramamıza rağmen sadece Büyük Mardin Otelinde yer bulabildik. En azından yer bulabildiğimiz için sevinmiştik ama neden sadece bu otelde yer olduğunu sonradan anlayacaktık. Açıkçası biz bu oteli yer bulamadığımız için mecburen tercih ettik ama hiç memnun kalmadık.


Otelin tek iyi yanı manzarasıydı...

Şehre hâkim konumuyla Mardin Kalesinin gecesi ayrı, gündüzü ayrı güzel. Tam bunun için “kartal yuvası” olarak adlandırılıyor, adeta şehri kuşbakışı gözetlemek için kondurulmuş gibi. Şimdilik sadece önceden özel izin alarak çıkabiliyorsunuz. Evliya Çelebi kalenin ambarlarını özellikle överek, erzak ve cephane bolluğunu anlatmış.


Mardinliler, kalelerinin aşılmazlığını bir öyküyle anlatırmış: Burayı kuşatan Timur, diktirdiği fidanlar yetişip meyve verecek çağa geldiği halde kaleyi alamamış. Sonunda, üzüm ve incirlerden yedikten sonra kuşatmayı çözüp Mardin'den uzaklaşmış!

Otelden, Mardin şehir merkezinin güneyinde, şehirden kopuk bir yerde tek başına duran Mar Mihail Kilisesi de görünüyor. Kilise, 5. yüzyılda Kefertut Valisi tarafından yaptırılmış. İçinde Mar Mihail, Yusuf ve Sirasa'ya ait mezarlar bulunduğu için bu isimle anılıyormuş.

Ertesi sabah perdelerimizi araladığımızda pırıl pırıl bir gökyüzüyle ve taştan evleriyle Mardin'le karşı karşıyaydık.

Mardin’in dünyaca ünlü evleri, Kuzey Suriye tarzı olarak nitelenen taş yapılardan oluşuyor. Benzerlerine Niğde ve Kayseri’de rastlamak mümkün... Bölgede ünlü olan sarı kalker taşı kullanılmış. Bu taş evlerin yazın serin, kışın sıcak olmasını sağlıyor. Mardin evlerinin bir özelliği de sıva malzemesi kullanılmaması. Mezopotamya ovasına açılan kapılar, tepenin eğimi üzerinde kuruldukları için en az iki katlı yapılmış. Ve hiçbirinin gölgesi de birbirinin üzerine düşmeyecek şekilde planlanmış.

Oteldeki sözde açık büfe kahvaltıyı içimiz almadı, kahvaltıyı dışarıda yapmak üzere yola çıktık.

Cumhuriyet meydanındaki otoparka aracımızı bırakıp eski Mardin ile başladık şehri gezmeye. Merkezde, birbirine yakın ve fazla vaktinizi almadan görebileceğiniz tarihi mekanlar var. Eski Mardin'in tek caddesi olan Cumhuriyet caddesinde yürüyerek bütün tarihi mekanları görebilirsiniz. Biz de tarihi Mardin evlerini görerek çarşılar ve sokaklar arasında yürümeye başladık. İlk durağımız, Cumhuriyet meydanının biraz ilerisinde, ana caddede bulunan Kasım Tuğmaner Camii.


Bu cami, 1960 yılında Mardin'in en eski ve köklü şirketlerinden birinin sahibi olan Kasım Tuğmaner tarafından eski bir kilisenin temeli üzerine yaptırılmış. Köşelerine 2 yıldız yerleştirilmiş kapısı, salkım ve sarmaşık desenleriyle süslenmiş. Minare helezon motiflerle süslenmiş ve Artuklu kubbeleri gibi bölünmüş. Çok güzel bir eser, gözünüzde tarihi canlandırıyor ve içinize huzur veriyor...

Sıradaki durağımız Zinciriye Medresesi, Sultan İsa Medresesi olarak da anılıyor. Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa tarafından yaptırılan Zinciriye Medresesi, 1385’ten günümüze ulaşmış. Mardin’in en güzel yapılarından biri. Timur ve ordusuyla savaşan Melik İsa, bir süre burada hapsedilmiş. 

Üst katta yer alan odacıklara özellikle dikkat edin, geçmişte medrese öğrencilerinin kaldığı yerlermiş.

Mihrabın etrafı kakma motiflerle işlenmiş. Minber kesme taştan yapılmış.


Mardin'in tarihî zenginliklerinden olan ve mimarî yapısıyla göz dolduran Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi, Mardin Kalesinin önünde yer alıyor.

Zinciriye Medresesi için caddenin biraz yukarısına yürümüştük. Şimdi de, kale eteklerindeki Zinciriye Medresesi'nin alt tarafında görülen Ulu Camiye doğru caddenin biraz aşağısına yürüyoruz. Minaresi ve dilimli kubbesi ile meşhur Ulu Camii, şehrin en dikkat çeken yapılarından biri ve Mardin'in simgesi...


Çarşı içindeki binalar arasında sıkışıp kalan cami, bütün Artuklu yapıları gibi avlulu olarak tasarlanmış.


Avlunun etrafında sıralanan değişik mimarili yapılar farklı zamanlarda inşa edilmiş.


Anadolu’daki en eski camilerden biri olan Ulu Cami, Artuklular döneminden kalma. Camii Kebir olarak da anılan yapı, 1176 yılında iki minareli olarak inşa edilmiş ama 1400'de Timur istilâsında zarar görmüş ve bir minaresi yıkılarak günümüze tek minaresi ulaşmış. Aslında bu minare de orijinal hali değilmiş. 19. yüzyıl sonlarında 2. Abdulhamit döneminde yapılan yenilemelerle şimdiki görüntüsüne kavuşmuş.


Avlunun kuzeydoğu köşesinde bulunan minarenin uzun kare kaidesinin üst bölümü ile silindirik gövdesi sonradan yapılmış. Minare kaidesinin güney cephesinde, Bursa kemeri içinde satrançlı kûfî harflerle yazılmış kabartma kitabe ile üzerinde yapımla ilgili iki ayrı nesih kitabe bulunuyor. Minarenin pabuç kısmının her yüzünde, kemer içlerinde satrançlı kûfî harflerle kabartma olarak yazılmış kelime-i tevhid panoları görülüyor.


Dikdörtgen kesitli kalın taş payelerle mihraba paralel üç nefe ayrılan camiye, avludan dört kapıyla giriliyor.


Niş alınlığı Artuklu süslemelerini barındıran mihrap ve ahşap minber... Mihrabın solunda bir Sakal-ı Şerif bölümü bulunuyor.


Caminin minaresi ve Mezopotamya ovasına masmavi bir gökyüzü eşlik ediyor. Bu uyumu hangi ressamın tablosunda görebilirsiniz ki... İnsan böyle güzellikler görünce nasıl şükredeceğini şaşıyor. Ve bu güzellikler orada sadece dursun diye yaratılmıyor...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare?

Caminin hemen karşısında Seyr-i Merdin Restoran var. Burada soluklanıp hem Mardin’i hem de Mezopotamya ovasının uçsuz bucaksız manzarasını izleyerek menengiç kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Biz kahvaltımızı burada yaptık.

Eski PTT binası, keza görülmesi gereken bir diğer yer Mardin'de. Başta İstanbul’daki büyük postane olmak üzere istisnalar hariç, postane binaları özel ilgiyi hak edecek kadar mimari değer taşımaz. Ama Mardin’deki bir başka… 1890 yılında Mardin’in önde gelen ailelerinden Şatanalar tarafından Ermeni bir mimara yaptırılan bina, Şatana Ailesi Evi olarak da biliniyor. Hayranlık duyulacak bir taş işçiliğinin ürünü. 1950’den itibaren postane olarak kullanıldığı için PTT binası adıyla anılıyor ama bugün Artuklu Üniversitesi’ne devredilmiş durumda...


PTT binasının karşısında bulunan Şehidiye Camii ve Medresesi, 13. yüzyılın başlarında Artuklu Sultanı Melik Mansur Nasreddin Aslan tarafından inşa ettirilmiş. Kendisinin de buraya gömüldüğü söyleniyor ama türbenin sandukaları cami minaresi ile beraber 1925 yılında yıkılmış... Camiye Şehidiye adının verilmesi, caminin temeli atıldığında ortaya çıkan birkaç şehit mezarına bağlanıyor. Medreseye, cadde kotunun altında kalan anıtsal bir giriş kapısından giriliyor. 


Kapıdan tonozlu dar bir geçitle avluya ulaşılıyor.

Eyvanlı, revaklı avlulu medresenin kapısındaki ve minaresindeki taş işçilik, görenleri hayran bırakıyor. Özellikle minaresi ile gece gündüz her yerden fark edilen cami, Mardin'in simge yapılarından biri...


Yapının yıkılmış olan minaresi, 1914 yılında Ermeni mimar Lole Giso tarafından eklektik bir üslupla ve iskelesiz olarak inşa edilmiş. Her iki şerefeye çıkan ayrı iki merdiven, birbirini görmeyecek biçimde sarmal olarak tasarlanmış.


Avlunun güney kısmında iki sahınlı bir mescid, kuzeyinde ise selsebil çeşmeli bir eyvan var.

Civardaki medrese ve camilerin çoğunda olduğu gibi Şehidiye Medresesi’nin avlusunda da doğum, yaşam, ölüm ve ahireti tasvir eden hayat havuzu bulunuyor. Eyvan içindeki çeşme, insan ömrünü simgeliyor. Su, kaynağından doğuyor ve küçük havuzda çocukluk günlerini tamamlayıp daha büyük olan ikinci havuza doluyor. Oradan da mezar şeklindeki üçüncü havuza, kaçınılmaz sona akıyor. Bir başka anlatımla da hayatı simgeleyen büyük havuzdan çıkıp gidiyor. Çeşmenin şekli, suyun geniş ve dar kanallardan (yavaş ve hızlı) akışıyla insan ömrü anlatılmış. Benzetme hoş, felsefe derin. Mardin'deki medreselerin ve avlulu camilerin hepsinde bu filozof çeşmeden var.


Kompleksin güneyinde bulunan iki nefli Şehidiye Camii’nin minberi cevizden yapılmış. Geçmişin izlerini taşıması adına gezilmesi gereken bir yer, tarih kokuyor. Burada namaz kılmak da ayrı bir güzel, manevi havasını içinize çekin...


Bediüzzaman Said Nursî’nin Mardin hayatında önemli bir yere sahip olan Şehidiye Medresesi ve Camii, onun Mardin âlimlerine karşı rüştünü ispat ettiği mekânlardan biri. Burada şiddetli fikir tartışmalarının yaşandığı ifade ediliyor. Bu tartışmalardan biri de, Mardin’de yaşamış bulunan Şeyh Yusuf Efendi (1873-1956) ile Bediüzzaman arasında geçmiş. Bu tartışma neticesinde Şeyh Yusuf’un girişimiyle, Said Nursî’nin Mardin’den sürüldüğü bazı hatıralarda iddia ediliyor. Ancak bu iddianın ne derece doğru olduğunu bilemeyiz. Bilinen bir şey varsa, o da Molla Said’in bu mekânda Mardin âlimlerine üstadlığını kabul ettirmiş olması...

Şehidiye Camii ve Medresesini gördükten sonra, tarihi çarşılar arasında, üzeri kemerlerle kapalı, birbirine açılan dehliz gibi sokakların (abbaralar) içerisinde yürüyerek Latifiye (Erkulu) Camisine gidiyoruz. Mardin'in mistik havasını yoğunlaştıran yapılar arasındaki Latifiye (Erkulu) Camisi, Diyanet İşleri Başkanlığınca 2011 yılında düzenlenen ''En güzel cami yarışması''nda, en güzel cami seçilmiş.


Latifiye Camii, 1371'de Artuklu Sultanlarından Melik Salih ve Melik Muzaffer zamanında hizmet etmiş olan Vezir Abdullatif tarafından yaptırılmış. Bugünkü minare ise 1845'de Musul Valisi Gürcü Mehmed Paşa tarafından yaptırılmış. Yapıya, Ulu Cami plan şemasının özellikleri hakim...


Mardin‘deki son Artuklu eserlerinden olan, enine dikdörtgen planlı ve mihrab önü kubbeli yapının ana giriş kapısı iyi korunmuş. İki renkli taşlardan yapılan üç dilimli kemerli kapıda, geometrik motifler, örgülü ve yıldızlı bezemeler dikkat çekiyor. Eski Mardin sokaklarında kaybolmuşken bir anda bütün heybetiyle karşınıza çıkan bu devasa kapıdan girerken zaman tüneline girmiş gibi hissettiriyor. Bu kapının iç tarafı da muhteşem...


İlk kapıdan şadırvanlı ön avluya giriliyor.


Ön avludaki diğer bir kapıdan caminin avlusuna giriliyor. Avlunun giriş kapısı ve kemer kısmındaki işlemeler muhteşem...


Caminin avlusu, artık Mardin'i gezerken alışkın olduğumuz üzere bir dikdörtgenden oluşuyor, devamlı akan tatlı bir su burada da mevcut. Doğu ve batıdan iki kapıyla girilen avlunun kuzeyinde geleneksel Artuklu çeşmesi bulunuyor.


Sessiz sakin, huzur veren bir avlusu var. Ve Mardin'in siluetini oluşturan minarelerden biri daha...


Taş işçiliğinin özgün örneklerinden olan ve önemli ölçüde yapıldığı dönemin özelliğini koruyan minber ve mihrap görülmeye değer...


Şehrin en güzel, en cezbedici noktalarını keşfederken bir saatinizi Latifiye Camii'ne ayırmanız yeterli olacaktır. Daha ilk kapısından girdiğimizde bizi büyüleyen nakış gibi işlenmiş duvarlarından çok etkilendik. Bu muhteşem eseri, tarihi ve mimari anlamda anlatacak birileri olsaydı, çok daha güzel olurdu. Camiye sabah erken saatlerde, henüz kalabalıklar doldurmadan gelmenizi tavsiye ederiz. Sessiz sakinken oradaki huzuru tatmalı, o manevi atmosferi teneffüs etmelisiniz. Mardin'de mutlaka görülmesi gereken yerlerden...

Caddenin en sonundaki Sakıp Sabancı Kent Müzesi, Mardin'in geçmişine ve kültürüne ışık tutan güzel bir müze. 1 Ekim 2009 tarihinde yapılan açılış töreniyle halkın hizmetine sunulmuş. Giriş çok ucuz, gidilmesi gereken bir yer...

Müze, Mardin’in asırlardır biriktirilmiş tarihi kültürünü tanıtıyor.

Müzenin Mezopotamya ovasına bakan manzarası...

Caddeyi boydan boya gezdikten sonra başladığımız yere dönüp Cumhuriyet Meydanı'nın kuzeyinde, bir grup Süryani evinin arasında bulunan Mardin Müzesine gidiyoruz. Müze, Pazartesi hariç her gün ziyaret edilebiliyor, Müzekart ile de girilebiliyor.

Müze binası, 1895 yılında Antakya Patriği Ignatios Behnam Banni tarafından Süryani Katolik Patrikhanesi olarak yaptırılmış.

Mardin Müzesi, yörenin tarihsel ve kültürel zenginliklerini yansıtan, arkeolojik ve etnografik koleksiyonlara sahip. Ayrıca, Mardin Müze Müdürlüğü tarafından kentin kültürel çeşitliliğinin tanıtılması için Mardin'in Sesleri isimli bir klip hazırlanmış.


Parayı MÖ 7. yüzyılda Lidyalıların icat ettiği kabul edilse de, çivi yazılı kaynaklarda "Kil kalıplar yaptım, hepsinin içine bronz dökerek yarım şekellik parçalar gibi dökümlerini kusursuz yaptım" diyen Asur Kralı Sinnaherib döneminde (MÖ 704-681) ufak bakır paralar Mezopotamya'da kullanılıyormuş.


1942 yılında kurulan Mardin Müzesi, sadece eser varlığıyla değil kütüphanesiyle ve bahçesinde kurulan Arkeopark ile hem farklı hem keyifli bir adres. Çocuklara tarihi ve arkeolojiyi sevdirme çabaları çok güzel. Minikler hem eğleniyor hem de “Mezopotamya neresi? Çivi yazısı nasıl yazılır? İlk yazıyı kim icat etti? İlk ateş nasıl yakıldı? En eski arabalar nasıldı? Eskiden ekmek nasıl yapılırdı? El değirmeninde buğday nasıl ezilir? Toprağın altında neler var? Arkeolog kimdir?” gibi soruların olduğu birçok bilgiyi öğreniyor. 

Müzeyi gezdikten sonra aracımıza binip Mardin’den 4 kilometre uzaklıkta bulunan Dayrul Zaferan (Safran) Manastırına gidiyoruz. 

Deyrul-zafaran Manastırı, görülmesi gereken yerlerden biri. 5. yüzyılda yapılmış ama bugünkü haline daha sonraki dönemlerde yapılan eklemelerle kavuşmuş. 1932’ye kadar -tam 640 yıl boyunca- Süryani Ortodoks patriklerinin ikametgâhı olmuş. Adını, etrafında yetişen safran (zafaran) bitkisinden alan manastırda göreceğiniz yapılar; 4000 yıllık Güneş Tapınağı, Azizler Evi, Mor Hananyo Kilisesi ve Meryem Ana Kilisesi...


Manastırdan sonra Kasımiye Medresesine gidiyoruz. Zinciriye Medresesi’nden sonra yapımına başlanan Kasımiye Medresesi, Timur dönemindeki Moğol saldırıları nedeniyle uzun zaman bitirilememiş. 15. yüzyılın sonlarında, Akkoyunlu Sultanı Kasım ibni Cihangir döneminde tamamlanmış.

700 yıllık bir tarihe sahip mükemmel mimari yapısıyla, nakış nakış süslenmiş, her köşesi ilim ve irfan kokan Kasimiye Medresesi'nde, geçmişte dini ve fenni ilimlerin icra edildiği derslikler bulunuyor. Hangi ders için kullanıldığı, odaların tavanındaki simgelerden anlaşılıyor. 2-3 metrekarelik dersliklerin kapı yüksekliği 1 metreden biraz fazla. Kapıların bu kadar küçük yapılmış olma nedeni, içeriye giren kişinin eğilerek hürmette kusur etmemesi... Eğitim verdiği dönemde bölgenin en önemli merkezleri arasında yer alan Kasimiye Medresesi, şimdi de Mardin'in turizmine katkı sunuyor.

Medresenin eyvanının duvarlarında, su vurulduğunda rahatça görülebilen koyu kırmızı lekeler var. Rivayete göre, medreseyi tamamlatan Kasım Paşa burada katledilmiş. Kız kardeşi elinde ağabeyinin kanlı gömleği, acısından ağıtlar yakarak kendini duvarlara vurmuş. İşte bu kanlı gömleğin duvara sürülen izlerinin, o günden kaldığı anlatılıyor. Kasım Bey ve kız kardeşi Esma Hatun'un türbeleri de burada...

Eyvanda, devamlı akan tatlı bir suyun bulunduğu selsebil çeşmesi mevcut...


Kesme taş ve yumuşak yöresel taştan yapılan medresenin giriş kapısı, çeşitli işlemelerle süslü ama günümüze kadar bir kısmı tahrip olmuş. 


Buraya ziyaretinizi akşamüstü yaparsanız, gün batımının medreseye bıraktığı huzmelere şahit olabilirsiniz. Biz akşama Şanlıurfa'ya gideceğimiz için gün batımını bekleyemedik. Güneyde Mezopotamya ovasına açık bir cepheye sahip olan medresenin manzarası bile bizi mest etti.

Mardin'de yemek için gözünüzün çarptığı herhangi bir yere girebilirsiniz. Biz akşam yemeğini, yeni Mardin'deki Cağ Urfa Sofasında yedik. Her şey çok lezzetli... Mardin'in farklı kültürleri yöre mutfağına da yansıyor. Türk, Arap, Süryani yemeklerinin harmanlandığı Mardin mutfağı, parmak yedirten lezzetlerle dolu. Mardin’e giderken kilo alacağınızı kabullenin ve kalori hesabı yapmayı baştan bırakın… Diyarbakır’da da çok lezzetli yapılan kaburga dolması, Mardinlilerin elinden ayrı bir güzel. Özelliği sabah erken saatlerde çok kısık ateşte pişmeye başlaması ve ancak öğle yemeğine hazır olması. İç pilavıyla birlikte karşı konulmaz bir yemek. Mardin'in ortak yöresel yemekleri arasında lebeniye, un çorbası, kelle paça, çorten, etli ekmek, Mardin çiğ köftesi, fikriye, alluciye (etli erik yemeği), dobo, kinneberli pilavı, şehriyeli bulgur pilavı, ciğer pilavı, cevizli börek, kahiyyat tatlısı var. İrok dedikleri kızartılmış içli köfte, ikbebek dedikleri haşlama içli köfte, kiliçe adı verilen Mardin çöreği, sembusek denen kapalı lahmacun, un ve pekmezin başrolde olduğu harire tatlısı, lokma tatlısına benzeyen zingil ise olmazsa olmaz… Yemeğin eşlikçisi ise bakır kaselerde minik kepçeler eşliğinde servis edilen yöresel ayran...

Mardin'de telkari alışverişi için sıra sıra gümüşçülerin yer aldığı çarşıda biz Nisa Gümüş'ü tercih ettik. Nadide işçiliği ile çok güzel görünen telkâriler aldık. Tamamen el emeğinin ürünü olan telkari sanatı, Mardin'de nesiller boyu Süryani ve Ermeni sanatkarların ellerinde hayat bulmuş. Telkari sanatının kökleri MÖ 3000'lere dayanıyormuş. Mezopotamya topraklarında insanoğlunun altın ve gümüşü tanımasından bu yana var olan bu sanat, sabır ve hayal gücü ile çalışan ustaların, saç teli inceliğindeki altın ve gümüş telleri bir dantel titizliğinde ince ince işlemesiyle yapılıyor. Telkari takıların yapımı; temel olarak tel çekme, tavlama, kesim, şekil verme, ayrıntıların yapımı, birleştirme-kaynak ve ağartma işlemlerine dayanıyor. Kralların tacından günümüz takılarına, kemerlere kadar uzanan serüveninde hiç değişmez telkari işçiliğindeki zarafet. Sabırdır aslında dokunan, aşktır aslında ilhamı katan ve göreni kendine hayran bırakan...

Mardin'de bıttım sabunu alışverişi için biz Nisa Gümüş'ün yanındaki Şahmeran Sabunculuk'u tercih ettik. Buradan bıttım sabunu ve diğer bitki özlerinden üretilmiş doğal sabunlardan alabilirsiniz.

Mardin'in geleneksel yöntemler ile yapılan doğal bıttım sabunu meşhurdur. Bıttım sabunu, yabani fıstık (bıttım) yani bilinen adıyla menengiç yağından elde ediliyor.

Mardin, hem tarihi İpek Yolu'nun üzerinde, hem de bu yola hakim konumda. Ticaret kervanlarının Mardin'de konaklamadan yollarına devam etmeleri olanaksızmış. İbn Battuta, 1327'de İran-Irak gezisi dönüşü, Dicle vadisindeki petrol bataklıklarından geçerek Mardin'e varır ve seyahatnamesinde şöyle der: "Dağın eteklerine kurulmuş bir şehir burası. İslam şehirlerinin en güzellerinden..."

Halep'ten kalkan kervan
Mardin yolunu tutar
Al o yarimi getir
Beni bu dertten kurtar

Mardin'e gidip de hayran kalmamak elde mi? Seyahatin sonunda herhangi bir yorgunluk belirtimizin olmaması, “bir daha ne zaman geliyoruz” planları yapıyor olmamız, nasıl büyülendiğimizin işaretiydi. Mardin’in gülen yüzünü gördükten sonra, yaşanılacak tüm yorgunluklar teferruat olarak kalıyor zaten. Kendinizi kaptırmak için o efsunlu havasını bir kez solumanız yetiyor. Ziyaretiniz uyku ve uyanıklık halindeki o büyülü an gibi geçiyor. Ve Haydar Ergülen’in şiirindeki “bir şehre gitmezdik ki biz, bir hayale giderdik!” cümlesini hatırlatıyor...

Mardin'de kış bitip, bir gün bahar gelecek.
Eriyecek buzdağları, açacaktır mor güller...

Güneydoğuya uzun zamandır isteyip, nihayet gerçekleştirebildiğimiz kısa ziyaretimiz burada bitiyor. Güneydoğu turumuzun son durağı olan Mardin gezisi sonrasında tarihi İpek Yolu, Kızıltepe - Viranşehir üzerinden Şanlıurfa’ya hareket ediyoruz. Güneydoğu önerilerimizi başlangıç olarak alın ve bölgeyi her şeyiyle keşfetmek isterseniz, bu rotadaki noktaları 3-4 katıyla çarpmanız gerektiğini, görülecek yer listesinin uzayıp gittiğini unutmayın… Sizi medeniyetlerin ve kardeşliğin kalbine davet ediyoruz... Doğu, Güneydoğu neden gizemlidir sorusunun cevabını ancak oraları gezip görüp hissedip düşünenler verebilir. Gezin, görün, hissedin, düşünün, yaşayın. Gördükleriniz ve hissettikleriniz ile yetinebilirseniz eğer, sadece bir turist gibi gezmemiş olursunuz. Özümsersiniz, seversiniz, ayrılır ayrılmaz özlersiniz... Biz de şimdiden özlediğimiz Güneydoğunun selamını getirdik size...

Yüzyılların
Tarih kokan, insan kokan
Medeniyete bandırılmış selamın
Başım gözüm üstüne


Güneydoğu Anadolu Seyahatimiz Bölüm 1: Bereketli Hilalin Kalbi: Şanlıurfa, Harran, Halfeti

Güneydoğu Anadolu Seyahatimiz Bölüm 2: Türkiye'nin Mutfağı: Gaziantep

Güneydoğu Anadolu Seyahatimiz Bölüm 3: Kralların Taşlaştığı Yer: Nemrut

Güneydoğu Anadolu Seyahatimiz Bölüm 4: Dicle'nin Şehirleri: Diyarbakır ve Hasankeyf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder