21 Eylül 2021

Burada Dur: Burası Burdur


Bazen tesadüfen görürsünüz yol tabelalarını, bazen de günlerce araştırırsınız gideceğiniz yeri. Şimdiye kadar yaptığımız gezilerden öğrendiğimiz “Burası nasıl bir yer acaba?” deyip rotayı o yöne çevirdiğimiz yerlerin gizli kalmış cennetler olması...

Bazen de gizli kalan tarihimizle karşılaşıyoruz. Tarih kokan mekanlarda bulunmak, bir nebze de olsa o havayı solumak bize hep büyük bir keyif veriyor. Gittiğimiz güzel yerleri tekrar tekrar geziyoruz acaba kaçırdığımız bir şeyler var mı diye. Her defasında farklı sürprizler çıkarmaya devam ediyor büyük bir tarihi mirasa sahip olan antik kentlerimiz...

Bu seferki gezimizin de yoğun bir programı olacağının bilincinde olarak bir gezi planı çıkardık. Aslında bu gezi, Burdur'a bir keşif yolculuğu. Yaptığımız plana göre ilk durağımız Anadolu’nun en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olan Sagalassos Antik Kenti...


Antalya-Burdur anayolunun üzerinde Ağlasun ve Sagalassos Antik Kenti tabelasını görür görmez girdiğimiz güzergâh, yüksek dağlar arasından yaklaşık 26 kilometre sürüyor. Etrafımızı saran çorak, kel ve yüksek dağ silsilesi Ağlasun’a yaklaştıkça arkamızda kalırken yerini yemyeşil bir örtüye bırakıyor. Sık ağaçlar, bağ ve bahçelerin içinden geçen yoldan Ağlasun’a varıyoruz. İlçe merkezinden itibaren 7 kilometrelik virajlı ve dağın zirvesine doğru yükselen ikinci etabın ardından Akdağ’ın yamaçlarında nefes kesen manzarasıyla antik kentin büyüleyici atmosferi karşılıyor bizi. Anadolu’nun en iyi korunmuş antik kentlerinden: Sagalassos... Teraslara kurulmuş, dağların arasında kalan yemyeşil Ağlasun’a tepeden bakıyor.


Göller Bölgesi antik çağlarda Pisidia olarak adlandırılıyor. MÖ 3000’lerde Hititlerle bağlantılı Luviler yerleşiyor ilk olarak. Daha sonra sırasıyla Frig, Lidya hâkimiyetini de gören bölge, Büyük İskender’in istilasına uğrayıp birkaç yüzyıl sonra Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine geçiyor. Sagalassos, İmparator Hadrian ve Augustus dönemlerinde en parlak dönemlerini yaşıyor. İmparator Hadrian, Sagalassos’u bölgenin merkezi ilan ederek, Roma İmparatorluğu’nun imtiyazlı bir şehri hâline getiriyor.

Kentin özelliklerinden biri, Anadolu’nun iç kesimleriyle Akdeniz Bölgesi arasında bir köprü vazifesi görmesi. Kalıntılar bu topraklarda ticaretin geliştiğine, halkın refah içinde yaşadığına ve Sagalassosluların kendi kültürlerini daima geliştirmiş olduklarına işaret ediyor. MS 4. yüzyılda Hıristiyanlığa geçen Sagalassos’ta Roma ve Helenistik döneminin izleri her yerde kendini gösteriyor. Vadiye bakan yüksek ve dik kayalıklara yerleşmelerinin ilk amacı savunma. Antik kenti çevreleyen görkemli surlar ve kuleler bunun işaretleri...

18. yüzyıldan itibaren Batılı seyyahların dikkatini çeken antik kentteki ilk kazılar, Belçikalı Prof. Dr. Marc Waelkens başkanlığında yürütülmüş. 1984 yılında 1. derece arkeolojik sit alanı ilan edilen Sagalassos, 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine alınmış.

Tarihi bundan 12.000 yıl öncesine kadar dayanıyor ama Sagalassos, adını tarihe İskender ve ordusundan geçiş parası istediğinde yazmış. Büyük İskender bile Sagalassos Antik Kentini alabilmek için ne kadar zorlanmış. Roma dönemi mimarisinin en iyi örneklerini yansıtan bir şehir olunca taliplisi de çok oluyormuş demek ki. Yine de tarihe ilk olarak, MÖ 334'te İskender'in şehri işgal etmesiyle geçmiş. (Büyük İskender'in izinden yürümek isterseniz önce Antalya'daki Termessos sonra Sagalassos'a gitmenizi öneririz.) Sonrasında Suriye merkezli Selevkos krallığının yönetiminde olan şehir MÖ 189 yılında Bergama krallığının egemenliğine geçmiş.

MÖ 5. yüzyıldan MS 13. yüzyıla kadar Sagalassos'un insanları, çeşitli büyük imparatorlukların idaresi altına girmiş. Sırasıyla Pers imparatorluğu, çeşitli Helenistik krallıklar, Roma dünyası, Bizans imparatorluğu ve Selçuklu hakimiyeti altında yaşamaya devam etmiş. Isparta'nın 1204'te, Antalya'nın 1207'de Selçuklular tarafından ele geçirildiği yıllarda Sagalassos'taki Bizans kalesi tamamen yıkılmış.

Şehirde Roma İmparatorluk döneminin hemen öncesine ait Kahraman Anıtı (Heroon), Meclis Binası (Bouleuterion), Dor düzeninde bir tapınak ve anıtsal bir çeşme var. Roma döneminde de Pisidya eyaletinin imparatorluk kültür merkezi konumunda olan kentte anıtsal ölçekte pek çok yapı inşa edilmiş.

Arkeolojik araştırmanın yapıldığı devasa alanda hayranlık uyandıracak nitelikte onlarca eser var. İmparatorlar Şehri olarak da tanınan antik kentin en önemli eserleri Meclis Binası (Bouleuterion), Aşağı ve Yukarı Agora, Caligula ve Claudius Kemerleri, Kahraman Anıtı (Heroon), Neon Kütüphanesi, İmparatorluk Hamamı, Alışveriş Merkezi (Macellum), Tiyatro, Hadrian Çeşmesi ve Antoninler Çeşmesi gibi daha nice anıtsal eserlerin arasında dolaşırken kendinizi Roma döneminde hissedeceksiniz. Şimdi bu eserleri yürüme sırasıyla gezerek tarihte bir yolculuk yapalım...

Aşağı Şehirdeki Hadrian Çeşmesi ve önündeki küçük meydan Sagalassos'un aşağı kısımlarına ve vadinin güzel manzarasına bakıyor.

Hemen önünde Aşağı Agora ve Sütunlu Cadde, caddenin sonunda solda Hadrian ve Antoninus Pius Tapınağı ve az daha ileride İskender Tepesi görülüyor.

Sağda zirvesi 1800 metreye varan Zincirli Tepe, onun eteğinde Düzen Tepe platosu...

Önde üstü düz konik tepe olarak tarih sayfalarında geçen İskender Tepesinin başka bir açıdan görünüşü...

Aşağı Şehrin içine girmeden Yukarı Şehre doğru yürümeye devam ediyoruz...

İmparatorluk Hamamı

Alışveriş Merkezi (Macellum)

Yukarı Agoranın giriş kapıları (İmparator Caligula ve Claudius kemerleri)

Yukarı Agora Güneydoğu Kapısı

Güneydoğu kapısından Güneybatı kapısına bakış...

Belki de şimdiye kadar gördüğümüz en ihtişamlı antik kentlerden birinde yürüyoruz. Ve en garibi bulutsuz gökyüzünde bu kapılar parlak güneşi örttüğünde yıkıntılara şaşıp kalıyoruz.

Güneybatı kapısından Güneydoğu kapısına bakış...

Agora Binası ve Gymnasium

Sagalassos'un en görkemli yeri Antoninler Anıt Çeşmesine geldi sıra... Muhteşem bir anıt olan çeşme, farklı renklerde 7 taşın kullanımı ve merkezinden çağlayan suyu ile etkileyici bir mimariye sahip. Anıt çeşme, cephesine heykeller yerleştirilmek üzere tasarlanmış. Ancak özgün heykellerinin çoğu günümüze ulaşmamış.

28 metre uzunluğu, yaklaşık 9 metre yüksekliğiyle görenleri kendine hayran bırakan çeşmenin tam merkezindeki nişte 4-5 metre yükseklikten akan şelale, düştüğü yerdeki havuzu dolduruyor.


Yerdeki sütun başlığının üstüne oturup zamanda yolculuk yapıyoruz. Kemerler arasından süzülen ışık bizi kentin geçmişine döndürüyor...


Antoninler Çeşmesi’nden akan suya uzanan köleler, yıkanan sepetler dolusu meyve ve dev heykeller avluyu seyrediyor. 


Ve bu sefer biz uzanıyoruz iki bin yıldır haykıran çeşmeye...


Dağdan gelen su parmaklarımızı dondurup içimizi titretiyor ama tadı daha önce tattığımız sulardan daha şekerli, dağın şerbeti akan...

Suyun parmaklarımızda bıraktığı soğuklukla yalnızız...

Antik kentler yaşayanların değil, gezginlerin ve ölülerin olmaya mahkum...

Arka duvardaki yarım sütunlarda Dionysos'un asası, ayrıca saçakların kasetlerinde tiyatro maskeleri, üzüm salkımları ve şarap kapları betimlenmiş. Bu özelliklere dayanılarak, antik kentin su kaynaklarının koruyucusu Dionysos'a ithaf edilmiş olduğu söyleniyor. Yani su ile kutsanmış bir kent...

2010’dan itibaren kaynak suyuna bağlanan ve coşkulu şekilde yeniden akmaya başlayan Antoninler Çeşmesi’nin iki başında, asılları Burdur Müzesi’nde sergilenen Nemesis, Apollo, Asklepios ve Koronis’in devasa kopya heykelleri var. Aşağıdaki fotoğrafta sırasıyla; intikam tanrıçası Nemesis ve Dionysos...


Sağlık tanrısı Asklepios ve annesi Koronis'e ait heykellerin üzerinde hastalıktan kurtulmaya şükran belirtmek için tunçtan yapılmış minyatür adaklar konmuş.


Bu heykeller, geç antik dönemde, çok tanrılı inanışın terk ediliş sürecinde, olasılıkla MS 4. yüzyılda Yukarı Agoranın anıtsallığını korumak amacıyla anıt çeşmeye getirilmiş. Bu evrede, heykellerin ait olduğu tapınaklar kapatılmış. İçlerinde saklı olduğuna inanılan ruhları ve güçlerini yok etmek amacıyla, olasılıkla Hristiyanlığı seçenler tarafından heykellerin başları kırılmış. Heykellerin paganizmle ilişkisi kalmadığından, tarihi ve artistik değerleri nedeniyle kent meydanına konulabilmiş.

Çeşmenin sol yukarısındaki Kahraman Anıtı (Heroon)

Sagalassos'un kuzeybatısındaki Heroon anıtının üstünde Dans Eden Kızlar frizi var. MS 1.yüzyılın ortasında, İmparator Augustus döneminde inşa edilmiş.


Şehrin üstünde yükselen kulelerin kaidesinde dans eden mermerden periler...

Heroon'dan Yukarı Agora ve Seçilmişlerin Meclisine bakış...

Seçilmişlerin Meclis Binası (Bouleuterion)

Meclise ait yarım sütunların üzerinde Athena ve bir savaş esirini gösteren kabartma yer alıyor.


Seçilmişlerin Meclisinden Yukarı Agora ve Antoninler Çeşmesine bakış...

Yukarı Agora ve kapıları ile Antoninler Çeşmesi

MS 1. yüzyılın başlarına ait özgün Dor Stili Tapınak, çok tanrılı inanışın MS 4. yüzyılda terk edilmesinden sonra geç dönem sur duvarlarına birleştirilmiş.

Yukarı Agoradan, Dor Stili Çeşme ve kütüphanenin yer aldığı doğu mahallesine doğru yürüyoruz.

MÖ 1. yüzyılın sonunda inşa edilen çeşme, 1990'ların başında kazılan kentteki ilk anıtmış. Yıkılmış olarak açığa çıkmış ve özgün taşları kullanılarak yeniden ayağa kaldırılmış.

Sagalassos'un en sessiz yeri Neon Kütüphanesine geldi sıra... Kütüphane’nin kapısı doğuya açılıyor, ışığı içeri alıp kitapları nemden korumak için. Bir statü kütüphane sahibi olmak, belki de şehrin sadece yüzde ikisi okuma yazma biliyordu. Onlar için tiyatrodan ve gösterişli tapınaktan daha çekici kütüphane. Sayfaların arasına sıkışmış hayatlarla dolu... Parşömenin, derinin kokusu sinen duvarlar... Kütüphaneden taşan sayfa hışırtıları, bir haykırış, anlamadığımız cümleler...


Kütüphane ve yanındaki ev...

Kütüphane ve yanındaki binanın önünden geçen cadde genişletilip bir küçük meydan oluşturulmuş. Tiyatro ile Yukarı Agorayı bağlayan bu yol, kentin kuzey kısmının en önemli caddelerinden...

Tiyatro yolundan Yukarı Agoraya bakış, solda zirvesi 1800 metreye varan Zincirli Tepe...

Bu yoldan yürüyüp Tiyatroya geliyoruz. Muhteşem, tırmanmak zor ama değer. Tiyatrosu ve manzarası oldukça etkileyici. Kentin nüfusunun en fazla 5 bin olmasına rağmen tiyatronun kapasitesinin 9 bin kişilik olması, Sagalassos’un kültürel gelişmişliğinin de bir göstergesi... “Yükselen tepenin yamacında, bugüne dek gördüğüm veya duyduğum tiyatroların en zarifi ve en güzeli yer alır.” İngiliz arkeolog ve gezgin Charles Fellows, 1839’da yayımlanan ‘Küçük Asya’da bir Seyahatin Güncesi’ adlı eserinde Sagalassos Antik Kenti’nden böyle bahseder...

Sahne binası tek katlı yapılmış, mimarisi ve bezemeleriyle bir arka plan oluştururken, aynı zamanda tiyatronun güneye bakan müthiş manzarasından da yararlanılmış.

Tiyatro, yaşadığı depremlerin izleriyle ellenmemiş bir harabenin tüm güzelliğini taşıyor, arkeolojik alanın ve çevre coğrafyanın muhteşem manzarasını izleme fırsatı veriyor. Biz de bu manzara eşliğinde dinlendikten sonra Sagalassos gezimizin sonuna geliyor ve Yukarı Agoraya doğru inmeye başlıyoruz. Tüm şehri gezmek isterseniz yaklaşık 3-4 saat sürüyor. Biz farklı açılardan fotoğraflarını çekebilmek için özellikle ziyaretçilerin pek uğramadığı tiyatroya da ulaşmaya çalıştık. Gezinti çok güzeldi. Mutlaka görülmesi gereken bir yer...

Sagalassos'ta ortaya çıkan tüm buluntular Burdur Müzesinde sergileniyor. Hadi gelin şimdi de Burdur merkeze gidip müzeyi gezelim...


Burdur'da, MÖ 7000'den başlayarak günümüze kadar kesintisiz süren yerleşik hayatı işaret eden birçok yerleşim kalıntısı bulunuyor. Burdur Müzesi, Hacılar Höyükte 1957-1960 yılları arasında yapılan arkeolojik kazılardan gelen buluntular ile 1963 yılında kurulmuş.

Müzenin sergilenen en önemli koleksiyonunu Hacılar, Kuruçay, Höyücek ve Hacılar Büyük Höyükleri ile Sagalassos, Kibyra, Kremna, Boubon ve Milias Antik Kentlerinde yapılan kazılardan gelen buluntu ve eserler oluşturuyor.

Müzenin bahçesindeki Selçuklu dönemine ait Pirkulzade Kütüphanesi çevresinde ise Helenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait mezar stelleri, sunaklar, mimari parçalar, frizler, Zeus büstleri, lahit kapakları, mil taşları, kitabeler, alınlıklar ve ostothekler sergileniyor.

Roma döneminin en önemli imparatorlarından Hadrian ve Marcus Aurelius'un baş ve ayakları ile Sagalassos'taki Dans Eden Kızlar frizi ve Antoninler Çeşmesinin heykelleri müzenin başyapıt eserleri...

Sagalassos'un kuzeybatı Heroon anıtına ait Dans Eden Kızlar frizinin doğu cephesinden bir kısım. Neredeyse gerçek insan boyutundaki kireçtaşı rölyef, İmparator Augustus dönemine ait (MS 1.yüzyıl)...

Müzede Sagalassos Antik Kentinden getirilmiş eserler, spot ışıklar altına sıra sıra dizilmiş.

Nemesis öç almak için hazır...

Asklepios’un kafası kayıp...

Apollo'nun sadece sandaletli ayakları kalmış.

Dionysos yine sarhoş ve ona destek olan Satyr...

Geç Hadrian dönemine (MS 130-138) ait 3 metre yüksekliğindeki Kolosal Apollon Kitharodos heykeli, Afrodisias mermerinden işlenmiş.

MS 2-3. yüzyılda Kremna'da bulunan Herakles heykeli...

Burdur Müzesinin yaptığı kurtarma kazıları sırasında Kibyra'nın ana caddesinde Gladyatör frizleri ortaya çıkarılmış. 

Bu frizlerde, gladyatörlerin mücadeleleri ve eğitimleri, bir film şeridi şeklinde resmedilmiş (MÖ 2-3.yüzyıl). 

Bu panelde, gladyatör mücadelelerinde kullanılan vahşi hayvanların yakalanışı ve taşınmaları betimlenmiş.

Karacaören köyünden bulunan MS 2. yüzyıl Roma dönemi yüksek heykeltıraşlık eseri lahit kapağı...


MS 2. yüzyıla ait Güneş Saati, aslan ayağı formunda bir kaide üzerinde 60 derecelik açıda bir halka şeklinde duruyor. Saatin iç kısmı dilimli, dış kısmını ise bitkisel bir sarmal motif süslüyor.


Vazo biçimli ostotek (küçük boyutlu lahit)...

Burdur Müzesi 2008 yılında Gezilip Görülmeye Değer Müze ödülünü almış. Bizce de görülmeye değer bir müze, özellikle Sagalassos'tan sonra. Herkesi bu müzeyi ve Sagalassos'u görmeye ve tarihin derinliklerinde kaybolmaya davet ediyoruz.

Burdur'u tanımak için merkezdeki yerleri mutlaka gezmenizi tavsiye ederiz. Merkezde bir müze daha var. 11.03.2016 tarihinde açılan Doğa Tarihi Müzesi, sergilediği eserler ile Burdur tarihinin farklı zamanlarını yansıtıyor.

Burdur'da 2006-2010 yılları arasında yapılan kazılarda elde edilen fosiller, Göller Yöresini en verimli fosil yataklarından birisi haline getirmiş.

Fosiller, 2.6 milyon yıl öncesine tarihlendirilmiş.

Jeoloji tarihi boyunca yaşamış en büyük fil türü olan Afrika kökenli Güney Mamutuna ait 3.2 metre uzunluğunda ve yaklaşık 100 kg ağırlığındaki tam savunma dişi ile kürek kemikleri müzenin en gözde eserleri arasında. Savunma dişinin yaşının 5-6 milyon yıl olduğu sanılıyor. Savunma dişi, daha önce Çin'de bulunan 3 milyon yıllık savunma dişinden eski olmasıyla da önem kazanmış.

Müzede başka hayvanlar ait fosiller de sergileniyor.


Müze olarak kullanılan bina ise 19. yüzyılda yapılmış ve döneminde Kavaklı Rum Kilisesi olarak kullanılmış. 1983 yılında kültür varlığı olarak tescil edilmiş.

Üç nefli olan kilisenin tavanı beşik tonozlu. İki sıra halindeki altışar tane taşıyıcı sütunlar, sıva ile kaplanmış. Sütun başlıklarının süslemeleri ise akantus yapraklı...

Müzelerden sonraki durağımız Burdur Ulu Camii. İlk olarak, Hamitoğlu Dündar Bey tarafından 1300 yılında yaptırılmış. 1749 yılında Çelik Mehmet Paşa tarafından restore edilmiş. Daha sonra depremlerde zarar gören cami 1919 yılında ahşap karkas olarak yeniden inşa edilmiş.

1971 depreminde zarar görmüşse de son hali Vakıflar İdaresince tekrar yapılmış.

Beden duvarlarında iki sıra halinde sivri kemerli pencereler yer alıyor.

Selçuklu ve Beylikler dönemi Ulu Camileri’nde görülen mimari karakteristiğe uygun olarak camiinin kuzeyi, doğu ve batısında üç girişi var.

Ahşap tavanlı ve kiremit çatılı...

Caminin kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerinde bulunan iki minaresi kare kaideli silindire yakın çokgen gövdeli. Ulu Camiinin 3. minaresiymiş gibi hemen yanında yükselen Saat Kulesi de onlarla yarışır gibi uzanıyor mavi gökyüzüne...


1830 ya da 1836 yılında dikilen orijinal kule 1914 yılındaki deprem sırasında yıkılmış ve mevcut kule 1937 yılında aynı noktada yeniden inşa edilmiş. Sarı kesme taştan yaptırılan Saat Kulesi, 30-35 metre yüksekliğinde, 4.4 metre boyunda, kare kaide üzerinde, sekizgen gövdeli olarak yükseliyor.


Şimdi Burdur'un biraz dışına çıkarak İnsuyu Mağarasına gidelim. Burdur'un güneydoğusunda deniz seviyesinden 1200 metre yükseklikte, Burdur-Antalya karayolunun 13. kilometresinde yer alıyor.

Mağaranın oluşumu binlerce yıl öncesine dayanıyor. 


Jeolojik olarak kalkerlerden meydana gelmiş. Karstik yapının zamanla erimesi, aşınması ve suyla birleşmesi sonucu sarkıtlar, dikitler ve dehlizler oluşturmuş.

Kalker tortularından türlü şekil ve yapıda meydana gelen sarkıt ve dikitlerin oluşum tarzları dikkate alındığında, mağaranın binlerce yıl önce oluştuğu tahmin ediliyor (1 metre sütun, 10-15.000 yıl)...


Mağarada ilk bilimsel çalışmalara Prof. Dr. Temuçin Aygen tarafından 1952 yılında başlanmış.

1965 yılında Türkiye'nin turizm hizmetine açılan ilk mağarasıymış.


Mağara, 2000 yılında restore edilmiş, ışık sistemi ile çevresi yeniden düzenlenmiş, ses ve müzik düzeni ilave edilmiş.


Mağara içinde temiz ve serin bir hava akımı var.

Mağara içerisinde girintili-çıkıntılı muhtelif istikametlere açılan dehlizlerde, irili ufaklı 9 göl bulunuyormuş. Ancak biz en kurak dönem olan yaz sonunda gittiğimiz için göller kuruydu.

Bir kısım mağara sularının şeker ve mide hastalıklarına şifalı olduğuna inanılıyor.

Yaklaşık 600 metre uzunluğunda yatay bir mağara olan İnsuyu'nun gezilebilen galerilerinin uzunluğu yaklaşık 330 metre. Yapılan araştırmalar neticesinde, mağara galerilerinin daha ilerilere doğru gittiği saptanmış. 

Herkesi bu doğa harikasını görmeye ve bilinmeyen derinliklerinde kaybolmaya davet ediyoruz. Yaptığımız plana göre Burdur'daki son durağımız Türkiye'nin en derin ve temiz göllerinden biri olan Salda Gölü...

İnanılmaz güzellikte bir yer olduğu söylendiği için Salda Gölüne gitmemiz kaçınılmaz bir durum haline gelmişti.

Burdur'un Yeşilova ilçesinde, ormanla kaplı tepeler, kayalık araziler ve küçük alüvyal ovalarla çevrili hafif tuzlu karstik bir göl olan Salda Gölü ve çevresindeki yerleşim yerleri, alternatif turizm yönünden zengin bir bölge...

Deniz gibi dalgalı olan Salda Gölünde, denize alternatif göl turizmi yapılıyor.

Salda, Yeşilova ilçesine yaklaşık 5 km uzaklıkta bulunan tektonik oluşumlu bir göl...

Turkuaz renkli suyu ve beyaz kumuyla dünyada benzerine az rastlanan bir güzelliğe sahip...


Salda Gölünü uzun uzun anlatmayacağız. Her ne kadar fotoğraflarını koymuş olsak da mutlaka kendi gözünüzle görmeniz gerekiyor. Biz de bu güzelliğe şahit olduktan sonra Salda Gölünü arkamızda bırakıyor ve Burdur gezimizi bitiriyoruz.

Burdur şehrini kuran Türkmen boylarından Kınalı aşireti mensupları burayı bulduklarında, bölgenin güzelliği karşısında "Cennet buradadır. Burda dur!" demişler ve "Burda dur!" sözü zamanla halk arasında "Burdur" haline dönüşmüş. Biz de herkesi burada durmaya, bu doğa harikasını görmeye ve Burdur'un bilinmeyen derinliklerinde kaybolmaya davet ediyoruz. BURadaDUR! Çünkü burası BURDUR :)

Burdur turizm haritasının dijital haline buradan ulaşabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder