15 Ocak 2023

Bozkırın Esrarlı Güzelliği: Konya

“Konya, bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen esrarlı bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bir serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğumuza uzaktan gülen bir rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuk Sultanlarının şehrinde bulursunuz.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir)

9000 yılı aşan geçmişinde farklı medeniyetlere ev sahipliği eden Konya’nın, Selçuklu Devletine yaptığı başkentliğin şahitleri olan Karatay Çini Eserler Müzesi, İnce Minare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi, Sahip Atâ Külliyesi Müzesi ile Arkeoloji Müzesi, Etnografya Müzesi ve Atatürk Evi’ni görmelisiniz.

Müzelerinin yanında Konya aslında en çok da Mevlana’nın memleketi olduğu için biliniyor. Mevlevi yolunun öncüsü Mevlana Hazretleri, Afganistan'ın Belh şehrinde doğar ama Anadolu'ya yerleşip burada yaşar. İnsanlığı Allah sevgisine ve yoluna davet eder. Bu şehir her ne kadar Mevlana Hazretleri ile bilinse de onun hocası Şems-i Tebrizi'yi de ziyaret edip vefa göstermeden içinden geçmek olmaz. Bu yüzden; gerçek mutluluğu ebedî aşkta arayan Hz. Mevlâna’nın, babası Âlimler Sultanı Bahâeddin Veled’in ve oğlu Sultan Veled’in türbelerinin bulunduğu Mevlâna Müzesini, Hz. Mevlâna’yı hakikatin sırlarıyla tanıştıran Şems-i Tebrizî, yakın dostu, büyük âlim Sadreddin-i Konevî, dergâhın aşçısı Ateşbâz Velî, büyük hayırsever Sahib Atâ Fahreddin Ali ile Selçuklu Sultanlarının türbelerini mutlaka ziyaret etmelisiniz.

1. GÜN: KONYA MERKEZ

Neolitik çağdan itibaren önemli bir yerleşim yeri olan Konya, Selçuklular ile en parlak döneminin yaşamış ve bir cazibe merkezi olmuş. İlmi ve kültürel zenginliği yanında bugün dahi şehrin simgeleri konumunda olan pek çok şaheserle donatılmış. Taç kapıları ile yaklaşık 800 yıldır tarihi başkentliğin kanıtları olan İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi, Sahip Ata Medresesi ve Sırçalı Medreseyi gezeceğiz Konya'daki ilk günümüzde...


Ama Konya ile özdeşleşmiş olan Mevlana Müzesi, muhakkak bu eserlerin en başında gelir. Konya'daki ilk durağımız da Mevlana Müzesi...

Mevlana’nın kenti Konya’da sıradaki durağımız Mevlana Türbesi… 1274 yılında baldaken olarak inşa edilerek 19. yüzyıla kadar genişletilmiş. 1926 yılında müze olarak açılmış. Eskiden Mevlâna’nın dergâhı olan yapı şimdi Mevlana Müzesi olarak yerli ve yabancı turistlerin ziyaretine açık. Yeşil Türbe de denilen Mevlana’nın türbesi dört fil ayağı (kalın sütunlar) üzerine yapılmış. Müzeye giriş ücretsiz...




Önce Konya ile özdeşleşen ve felsefesi ile tüm dünyayı etkilemiş olan Mevlana’nın aşağıdaki öğütlerine kulak verelim:

“Cân konağını aramadaysan, cansın. Bir lokma ekmek istiyorsan, ekmeksin. Şu nükteyi biliyorsan işi biliyorsun demektir: Neyi arıyorsan osun sen.”

“Aşk dediğin ya Allah’tan gelmeli. Ya Allah için olmalı. Ya da Allah’a ulaştırmalı. Yoksa yerle bir olmalı.”

"Aşk vadisinde, hiçbir nişane, hiçbir iz yoksa üzülmemeli; çünkü, Hakk’ın lûtfuyla bazen umutsuzluktan bile umutlar doğar. Ey gönül, sakın umutsuzluğa düşme! Allah’tan umudunu kesme ki, bazen can bahçesinde, söğüt ağacının dalı bile hurma verir..." gibi bir sürü ünlü sözü olup günümüze kadar uzanan Hz. Mevlana'nın türbesi...

Müzenin içinde, dergah yaşamına dair eserler de sergileniyor. Horasan erenlerinin ayağının ucundaki eser, yağmur damlalarının bereket için toplandığı bir Nisan tası...

Mevlana Türbesinin ardından Konya’da gezilecek yerleri incelemeye başlayabiliriz. İlk durağımız, Mevlana Dergâhının doğusunda, vatan için canını feda eden şehitlerimizin anısına 2008 yılında belediye tarafından yaptırılan İstiklal Harbi Şehitleri Abidesi ve Müzesi. Mevlana Türbesi’ni ziyarete geldiğinizde buraya da uğrayabilirsiniz.

Şehitliğe 5000 parçadan oluşan el işçiliği ile tek bir çivi kullanılmadan yapılmış kündekari Selçuklu tarzı kapıdan giriliyor.

Şehitlik avlusundaki el işçiliği oyma ahşap kolonların ve kaplamaların büyük bir bölümü Özbekistan'da yapılarak montajları Özbek ekiplerle gerçekleştirilmiş.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer...

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber...

Sıradaki durağımız, Mevlâna Müzesinin batısında bulunan Selimiye (Sultan Selim) Cami...

2. Selim’in Konya valiliği sırasında 1558 yılında yapımına başlanılan, ardından hükümdarlığı sırasında 1567 yılında bitirilen Selimiye Caminin mimarı tam olarak bilinmemekle beraber, yapılış tarzından dolayı Mimar Sinan’a ait olduğu sanılıyor.

Klasik Osmanlı cami mimarisi şemasının Konya'daki en önemli örneği olan Selimiye Camii, merkezî kubbeli ve kareye yakın dikdörtgen yapıda bir plan şemasına sahip....

Caminin akşam görüntüsü de gündüz olduğu gibi güzel...

Zaten bu meydanı boş bulabilmek için ya akşam geleceksiniz ya da sabahın erken saatlerinde...

Osmanlı mimarilerinin yine en güzel örneklerinden birini yakından incelemek isterseniz Türk baroku üslubu ile inşa edilen Aziziye Cami’ne gitmenizi öneririz. Görkemli mimarisi ile yangınlardan geçen, yine de ayakta kalan bu cami Konya çarşısında sizleri bekliyor.

Aziziye Camii ilk kez 1671-1676 yılları arasında Sultan 4. Mehmed'in muhasibi Damat Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. 1867 yılında yangın geçiren cami, 1874'te Sultan Abdülaziz'in annesi Pertevniyal Valide Sultan'ın yardımıyla tamamlanmış.

Son cemaat mahallinin sağında ve solunda, fener şerefeli iki minaresi bulunan caminin minare kaidelerine bitişik mermerden yapılmış iki şadırvanı  bulunuyor.


Cami barok, ampir ve rokoko üslubunun bir karışımı halinde kesme taştan yapılmış. Caminin kurşunla kaplı merkezi kubbesi köşelerde yarım kubbelerle desteklenmiş. Kuzey, doğu ve batıda birer kapısı bulunan cami, kapılarından büyük pencerelerinden ışık alıyor. 

Caminin mihrap, minber ve pencereleri barok motiflerle süslü...

Aziziye Camii'nden sonra, Ihyaiyye Camii olarak da bilinen Kapu Camiine gidiyoruz. Eski Konya Kalesi’nin kapılarından birinin yakınında yer aldığı için bu adı almış. İlk olarak 1658 yılında yaptırılmış olan cami, başına gelen yangınlardan sonra 1868 senesinde üçüncü defa yeniden yapılmış. Kapu Camii, Konya’da bulunan Osmanlı camileri arasında en büyük olanıymış.

Kapu Camii'nden sonra, Şerafettin Camiine gidiyoruz. Şeyh Şerafettin tarafından 12. yüzyılda yaptırılan cami, Hükümet Konağı’nın güneyinde yer alıyor. 1444 yılında onarılan Şerafettin Camii, 1636 yılında tamamen yıktırılarak Konyalı Çavuşoğlu Mehmet Bey tarafından yeniden inşa ettirilmiş. İçi yazı ve nakışlarla dekore edilmiş olan cami, gövdesi ve kubbesi ile ilgi çekiyor.

Hz. Mevlâna’yı hakikatin sırlarıyla tanıştıran Şems-i Tebrizî türbesini ziyaret etmek için Şemsi Tebrizi Camii'ne gidiyoruz. Cami ve türbe, Şerafettin Camii’nin kuzeyinde eskiden mezarlık olan Şems Parkının içinde bulunuyor. 

Şu anki yapı 1510 yılında Abdürrezakoğlu Emir İshak Bey tarafından mescitle birlikte elden geçirilmiş ve genişletilmiş. Cami bölümüyle bitişik durumda, içten tavanlı dıştan sekizgen tambur üzerine piramidal külahla örtülü. Eyvan şeklinde olan türbe, mescide kalem işi süslenmiş ahşap Bursa kemeriyle açılıyor. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiş.


İshak Beyin türbesi de caminin bahçesinde bulunuyor.

Şems-i Tebrizî türbesinden sonra, İplikçi Camiine gidiyoruz. İplikçi Cami 1202 senesinde, Sultan 2.Kılıçaslan döneminde, Vezir Şemsettin Altınaba tarafından yaptırılmış. Yıllar içinde çeşitli onarımlar geçirerek günümüze ulaşan cami, İplikçiler Çarşısı’nın yakınında olması nedeniyle bu adı almış. Selçuklu dönemine ait mimarisi ile dikkat çeken camideki İplikçi Cami Şadırvanı’nın ilginç bir özelliği bulunuyor. İki kişi, 8 sütundan oluşan şadırvanın karşılıklı sütunlarına sırtlarını dayayarak konuştuğunda birbirlerinin sesini mikrofondan geliyormuş gibi duyuyormuş.

Alaaddin Tepesine doğru giderken Mecmau'l-Bahreyn (İki Denizin Bütünleşmesi) anıtı ile karşılaşıyoruz. Mevlana ile Şems-i Tebrizî, 30 Kasım 1244 günü Konya'da burada görüşmüş. Hz.Mevlana müridleri ile beraber giderken alışılmışın dışında, siyah elbiseleriyle seyahat eden bir dervişle karşılaşmış. Şemsüddin Muhammed Tebrizî isimli bu derviş Şemseddin-i Perende olarak bilinirmiş, şehir şehir dolaşıp sufilerle sohbet ettiği için bu unvanı almış. Hz. Mevlana ve Hz.Şems'in buluşup görüşmeleri, Mecmau'l-Bahreyn olarak adlandırılmış.


Kur'an-ı Kerim'de Kehf suresinde yer alan Mecmau'l-bahreyn ifadesi iki denizin birleşmesi anlamına gelir. Mecmau'l-bahreyn biri Musa'nın temsil ettiği zahir, diğeri Hızır'ın temsil ettiği batın ilminden oluşan iki ilim denizi veya ruhla cisim alemlerinin veya marifet hali ile şeriat ilminin birleşmesi şeklinde yorumlanmış. Hz. Şems’in özel bir vazifeyle gelip, Hz.Mevlâna’nın atının dizginlerini tuttuğu mekânda neler yaşandığını hissetmek için buyurun Konya'ya...


Konya gezilecek ve görülecek yerler açısından öylesine zengin bir şehrimiz ki bir günde tamamını gezmek çok zor. Ama her şehrin kendisine değer kazandırdığı eserler ve yapılar var, biz de özellikle onları ziyaret etmeye çalışıyoruz. Bunlardan birisi de Konya'ya değer kazandıran Alaeddin Keykubad Camii...

Anadolu Selçuklu Devletinin en büyük ve en önemli ulu camilerinden olan Alâeddin Camisi Konya'nın merkezinde yer alan Alâeddin Tepesi adlı höyüğün üstünde inşa ettirilmiş.


Konya’nın en büyük ve en eski camisi...

Caminin kuzeyinde Sultan 2. Kılıçarslan tarafından yaptırılan klasik Selçuklu türbesinin mimarı Abdulgaffar oğlu Yusuf...

Türbe içerisinde, Selçuklu Sultanlarına ait çinilerle süslü 8 sanduka var.


Alaaddin Tepesinin etrafındaki gezilecek yerleri de mutlaka görmelisiniz. Sıradaki durağımız, Alaaddin Tepesinin batısında bulunan İnce Minare Medresesi. Selçuklu veziri Sahib Ata Fahreddin Ali tarafından hadis ilmi okutulmak üzere 1254’de kurulmuş. Mimarı Kelük bin Abdullah olan medresenin iç mekanları avlu, eyvan, dershane ve öğrenci hücrelerinden oluşuyor.


Minare, kesme taşla kaplı tuğla malzeme ile inşa edilmiş; yarı piramit formlu üçgenle ve on iki köşeli, gövde köşeleri turkuaz-mavi sırlı tuğladan yapılmış, çift şerefeli. 1901‘de yıldırım düşmesiyle birinci şerefeye kadar yıkılmış.

Medresenin Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden olan taç kapısı üzerinde kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte Selçuklu sülüsüyle yazılmış “Yasin ve Fetih” sureleri var.

1956 yılında Taş Eserler Müzesi olarak açılan medresede Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemine ait taş ve ahşap eserler sergileniyor. Müzenin tavan işçiliği de çok hoş...

Emir Celaleddin Karatay’ın 1251 yılında inşa ettirdiği Karatay Medresesi, İnce Minare Medresesinin yakınlarında bulunuyor. Mimarı bilinmeyen ve Osmanlı zamanında da kullanılan medrese, 19.yüzyılın sonlarında terk edilmiş.

Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yer tutan Karatay Medresesi, 1955 yılında “Çini Eserler Müzesi” olarak ziyarete açılmış. Karatay Müzesinde, kazı çalışmaları sırasında bulunan duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait çini ve seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergileniyor.


Alaaddin Tepesine sırtımızı verip Sırçalı Medreseye doğru giderken karşımıza tarihi bir cami çıkıyor. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda rolü olan Dursun Fakih’in oğlu tarafından yaptırılan Tursunoğlu Camii’nde 1389 senesinde ilk Osmanlı Hutbesi’nin okunduğu söyleniyor. Cami 1885 senesinde Osmanlı paşalarından Tahir Paşa tarafından restore edilmiş ve adı Tahir Paşa Camii olarak değiştirilmiş.


Selçuklu Devri’nin eski eserlerinden Sırçalı Medrese, 1242 yılında Bedreddin Muslih tarafından inşa ettirilmiş.

1960 yılında müze olarak açılan ve şu anda kullanılmayan Sırçalı Medrese, çinilerle süslü medreselerden...

Sırçalı Medreseden sonraki durağımız Sahip Ata Külliyesi. 1258 – 1283 yılları arasında Anadolu Selçuklu Veziri Sahip Ata tarafından yaptırılan ve mimarı Abdullah Bin Kellük olan Külliye; mescid, türbe, hanigah ve hamamdan meydana geliyormuş. Zamanla eskiyen mescidin yerini bugünkü Sahip Ata Camii almış.

Sahip Ata Külliyesi, görkemli taç kapısı ve göz alıcı güzellikteki çinileri ile dikkat çekiyor.


Ahşap cami, mükemmel bir çini mihrap ve çok güzel bir minbere sahip. Kesinlikle görülmesi gereken bir Selçuklu eseri...

Câminin mihrap duvarına bitişik inşâ edilmiş türbenin içinde Fahreddin Ali, eşi ve çocuklarının kabirleri bulunuyor.

Türbenin güney duvarı bitişiğindeki hânkâh (dergâh) kısmı Sâhib Atâ Vakıf Müzesi olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmış.

Sahip Ata Külliyesinden sonraki durağımız Hz. Mevlâna’nın yakın dostu, büyük âlim Sadreddin-i Konevî. Aslen Malatyalı olduğu ve sonrasında Konya’ya yerleştiği biliniyor. Muhyiddin İbnü’l-Arabi’den eğitim alan ve tanınmış bir bilgin olan Sadrettin Konevi, Mevlana’ya derin bir sevgi ile bağlanmış.


Sadrettin Konevi’nin türbesi, 1274 yılında yaptırılan ve Selçuklu dönemine ait tarihi bir caminin bahçesinde bulunuyor.

Konya'daki ilk günümüzün sonuna gelirken akşam gidebileceğiniz bir etkinlik tavsiyesi verelim. Cumartesi günleri saat 19:00’da Mevlana Kültür Merkezi’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı Mevlevihanları tarafından sema gösterisi yapılıyor. 18.30’da kapıda olursanız bileti oradan alabilirsiniz. Tam 50 TL, öğrenci 30 TL.

Gösteriye katılarak büyülü bir gecede hayatınız boyunca unutamayacağınız bambaşka bir deneyim yaşayabilirsiniz.

Yorucu bir günün sonunda Konya'nın meşhur Fırın Kebabının tadına bakmak için Hacı Şükrü'ye gittik. Fırın kebabı yedik, leziz ayran içtik, yemeğin üstüne de lezzetli çayla birlikte sacarası tatlısından yedik. Porsiyonları çok büyük olmasa da fırın kebabı yağlı olduğu için az miktarda yemek yeterli oluyor.

2. GÜN: MERAM ve SELÇUKLU

İlk gün Konya'da yürüyerek gidilebilecek yerleri gezmiştik. İkinci günümüzde Konya'nın batısına doğru yola çıkıyoruz. Konya'ya yakın ama şehrin biraz dışında olan yerleri gezeceğiz. İlk olarak Meram'a, Mevlana dergâhının aşçısı olan Ateşbâz Velînin türbesine gidiyoruz.


Hz. Mevlana’nın aşçısı İzzetoğlu Şemseddin Yusuf’a ait zaviye, Meram ilçesinde bulunuyor.


Konya'nın meşhur Meram Bağları, şehrin en gezilesi ve dinlenilesi yerlerinden biri. Özellikle yaz aylarında derenin hemen yanındaki mesire alanlarında oturup huzur bulabilirsiniz.

Meram Bağlarında yer alan Hatıpoğlu Tavusbaba Camii, ahşap ve kesme taş ile oluşturulmuş.

Tavandaki ve sütunlardaki devasa çam ağaçları insanı gerçekten çok etkiliyor. Klasik Selçuklu camileri gibi mekanın içi loş, çok aydınlık değil. Bu durum mekanı daha da güzel hale getiriyor. Caminin mihrabı orijinal olup, taştan yapılmış ve bir sülüs kitabesi bulunuyor.

Caminin doğusunda camiye yapışık bir daru'l-huffaz yer alıyor ki günümüzde bayanlar bölümü olarak hizmet veriyor.

Caminin batı kısmında Şeyh Tavusbaba Mehmed el-Hindi (1432) türbesi yer alıyor.

Parkın içinde, Karamanoğlu zamanında yapılan tarihi Meram Hamamı bulunuyor.

Meram'dan sonraki ilk durağımız Sille, Selçuklu ilçesine bağlı, kent merkezine 7 km uzaklıkta bir yerleşim yeri. Son yıllarda restore edilen Sille köyünün tarihi Büyük Selçuklu Devletinden daha da eskilere dayanıyor. Sille'nin tarihini öğrenmek için öncelikle Sille Müzesini gezmenizi tavsiye ederiz.

Sille yaşamını, önemli değerlerinden biri olan çömlek ve toprak işçiliğini, meşhur Sille halılarını anlatan bölümler yer alıyor. Sille’de yapılan restorasyon kazıları sırasında bulunan tarihî eserler, Sille ile ilgili tarihî fotoğraflar ve halk kültürüyle ilgili etnografik eşyalar da sergileniyor.

Sille'nin içine araç girişi yok. Aracımızı köyün girişindeki ücretsiz otoparka bırakıp yürüyerek gezmeye başlıyoruz.

Zaten Sille'nin dar sokaklarında yürüyerek gezmek çok keyifli...

“Şu Sille'nin sokakları sekili, Pencerede gül karanfil ekili” türküsünde belirtildiği gibi sekili sokaklarıyla Sille, Firigyalılardan günümüze kadar iskân gören, Aziz Pavlos’un vaaz verdiği, İstanbul-Kudüs arasındaki hac yolunun önemli konaklama noktalarından biri...

Kiliseleri, camileri, mağaraları, hamamları ve geliştirdiği el sanatlarıyla dikkat çeken bu çok önemli beldenin her köşe başında sizi farklı kültürlerin izleriyle buluşturacağı sokaklarını mutlaka adımlamalısınız.

Sille deresi kenarındaki Çay Camii...

19. yüzyılda inşa edilmiş olan caminin doğu tarafında tek şerefeli bir minaresi bulunuyor.

Selçuklu Belediyesi tarafından ''Tarihe Vefa'' projesi kapsamında restorasyonu yapılarak, tekrar ibadete açılmış.

Sille'de derenin karşı tarafına geçmek için birçok küçük taş köprü var.

Köyde yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar gelen bir kilise var. Hz. İsa’nın doğumundan 327 sene sonra Bizans İmparatoru Konstantin’in annesi Helena, Hac için Kudüs’e giderken Konya’ya uğramış, buradaki ilk Hristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görmüş, Hristiyanlara Sille’de bir mabet yaptırmaya karar vermiş. Mihail Arhankolos adına Aya Eleni Kilisesinin temel atma töreninde bulunmuş.


Kilise asırlar boyu onarımlar görerek günümüze kadar gelmiş. Kilisenin iç kapısının üstünde yer alan 1833 tarihli, Yunan harfleriyle yazılmış Türkçe bir tamir kitabesi kilisenin tarihi hakkında bilgi veriyor. Aynı kitabenin üzerinde ise kilisenin son tamiratını Sultan Abdülmecid döneminde gördüğünü belirten üç satırlık bir kitabe daha bulunuyor. Kilise düzgün kesme Sille taşı ile yapılmış. Avlusunda kayalara oyulmuş odalar bulunuyor. Kilisenin ana kubbesi dört fil ayağı üzerinde olup, kilise üç sahınlı...

Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda Hz. İsa, Hz. Meryem ile havarilere ait resimler bulunuyor.

Kilisenin içerisinde yer alan ahşap alçı süslü vaaz kürsüsü ve apsis ile ana mekanı ayıran ahşap alçılı kafes bir sanat şaheseri...

Bu kilisenin karşısında Türkiye’nin ilk Zaman Müzesi yer alıyor.

Eskiden Süt Şapeli olarak bilinen bu yapı, restorasyon sonunda güzel bir hale gelmiş. İçerisindeki zamanla ilgili tarihi nesneler de görülmeye değer. Zamanla ilgili Arapça ve Türkçe meal ayetler de konsepte uymuş. Ayrıca müzede bir rehber olması ve size müzenin tarihi ve orda bulunan eşyalar ile ilgili  bilgi vermesi de iyi bir şey olmuş. 

Sille'ye gitmişken görmeniz gereken yerlerden biri olmalı. Giriş ücretsiz...

Zaman Müzesi'nden çıktığımızda uzaktan gördüğümüz Şeytan Köprüsü...

Parklarıyla meşhur Konya'nın en büyük parklarından biri olan Sille Baraj Parkı...

Kelebekleri sever misiniz? Konya Tropikal Kelebek Bahçesi, 15 tür kelebeğe doğal yaşam alanı sunuyor. Burada kelebekler kendi doğal alanlarında uçarken gözlemlenebiliyor.


Özellikle çocuklara doğayı sevdirmek veya doğayı korumayı öğretmek amacıyla mutlaka gidilmesi gereken bir yer...


Dünyanın sayılı alanlarından biri ve Avrupa’nın en büyük kelebek uçuş alanına sahip oluşu ile öne çıkıyor.



İçinde, her ne kadar böcek görmeyi tercih etmediğimiz için gezmesek de böcek köyü bulunuyor. İçerisi yaz kış belli sıcaklık ve nemde tutulduğu için biraz havasız ve sıcak ama farklı güzellikteki onlarca kelebek arasında kaybolmak bir harika...



Konya Büyükşehir Belediyesi, temalı parklara çok önem veriyor ve çok güzel parklar yapıyor. Bunlardan biri de, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinden izler taşıyan ve güzel tasarımlarıyla dikkat çeken Kalehan Ecdat Parkı...

Parkın içinde küçük bir gölet ile etrafında kale burçları ve surlar var.

Çok güzel bir park olmuş; kale surları, boğaz yalısı, kahve içebileceğiniz Osmanlı kahvehanesi şeklindeki konaklar, Namazgah Çeşmesi, seyir kulesi, kule kafe, değirmen, Osmanlı otağı amfisi, deniz feneri gibi bir sürü mimari yapı var. Adeta küçük bir İstanbul...


Ecdat Parkı içinde Osmanlı sokağı şeklinde ahşaptan yapılmış bir el sanatları çarşısı da var.


Sıradaki durağımız, Türkiye’nin en büyük Japon Bahçesi olan Kyoto Japon Parkı, yemyeşil doğası ve güzel manzarası ile dikkat çekiyor.

Konya ile Kyoto arasındaki kardeşlik ilişkilerinin geliştirilmesi amacıyla 2010 yılında hizmete açılmış. Giriş ücretsiz, otoparkı mevcut...

Hemen girişte solda Japon mimarisinde bir yapı mevcut. Burada yer alan Japon Parkı Restoran’da da oldukça zengin bir menü sunuluyor. 

Park içerisinde küçük dereler ve göller oluşturularak peyzaj yapılmış.

Yorucu bir günün sonunda Konya'nın meşhur etliekmeğinin tadına bakmak için Meram'daki Cemo'ya gittik. Sadece etliekmek yok zaten etliekmek bildiğimiz kıymalı pide, bıçakarası diye bir şey var onu tavsiye ederiz, bir de tirit. Biz bunları yedik, leziz ayran içtik, yemeğin üstüne de lezzetli çayla birlikte sacarası tatlısından yedik. Hepsi çok lezzetliydi. Meram Şubesine giderseniz daha iyi olur çünkü mekan olarak da çok güzel.

3. GÜN: BEYŞEHİR ve SEYDİŞEHİR

Konya güzelliklerini keşfimize devam ederken merkezden biraz daha uzaklaşıp önce Konya'nın en büyük 5. ilçesi Beyşehir'e gidiyoruz. Burası, Eşrefoğulları'nın hakim olduğu dönemden itibaren kurucusunun adıyla Süleymanşehir olarak bilinir. Beyliğin merkezi olmasından dolayı geçen zamanla beraber beyin şehri olarak anılır. Bundan dolayı da Beyşehir adını alır.

Eşrefoğlu Camii, Beyşehir'in kuzeyinde, İçerişehir mahallesinde yer alıyor. Cami, 1299 yılında türbe, kervansaray ve hamam ile bir külliye şeklinde, Eşrefoğlu Emir Süleyman Bey tarafından yaptırılmış. Genel olarak Selçuklu geleneğini devam ettiren bir yapı...

Caminin anıtsal taç kapısından etkilenmemek mümkün değil...


İlk girişte insanı etkileyen üstün ahşap ve çini işçiliğiyle Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerinden Eşrefoğlu Camii, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağında yer alıyor.

Taç kapıdan firuze ve mor renkli çinilerle kaplı ara mekana, buradan da Türk çini sanatında tek örnek teşkil eden sırlı tuğla ve mozaik çini kaplı abidevi ikinci taç kapı ile camiye giriliyor.

Eşrefoğlu Camii, Beyşehir'de Beylikler dönemine ait, Anadolu'daki ağaç çatı ve ahşap direkli düz tavanlı ulu camilerin en büyüğü ve en görkemlisi...

46 adet ahşap sütun üzerinde yükselen cami, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir ağaç müzesi gibi...

Camiyi, ünlü kılan özelliği ise büyük ölçüde özgün olan ahşap aksamı ve bu yüzeylerin üzerinde örneklerinin en başarılısı ve gösterişlisi olan kalem işleri...

Çini mozaik mihrap ve kündekari tekniğinde yapılmış minber caminin önemli süslemeleri...

Caminin doğusuna bitişik içi kubbe, dışı konik külah örtülü türbe Eşrefoğlu Süleyman Bey ve ailesine ait...

Süleyman Bey, caminin yapımından iki yıl sonra (1301) kendisi için doğu duvarına bitişik bir türbe yaptırmış ve ertesi yıl vefat edince bu türbeye defnedilmiş.


Caminin hemen yanında, Eşrefoğlu Camii ile beraber yaptırılan tarihi Bedestende bez, kumaş vb. satıldığı için Bezariye Hanı ismiyle anılmış. Anadolu'daki ilk ticari yapı ve ayakta kalabilmiş en güzel bedestenlerden biri...

Eşrefoğlu Camiinin hemen arkasında İsmail Ağa Medresesi var, burayı da dışarıdan görebilirsiniz.

Buraya kadar geldiğinizde dış kapısı görmeye değer...

Medresenin kapı işçiliği harikulade...


Eşrefoğlu Camisi ile yan yana; bedesten, medrese ve hamam. Taş duvarlı, ahşap çatılı Eşrefoğlu Hamamı da yaklaşık 800 yıllık...

Beyşehir Gölü, Türkiye'nin en büyük tatlı su gölü olma özelliğine sahip ve gölün üzerinde irili ufaklı 30'a yakın ada var. Beyşehir Gölü Milli Parkı da ülkemizin en büyük milli parkı. Parkın bitki örtüsü ve canlı yapısı oldukça zengin...

Beyşehir Gölünün üstünde yansıması görünen Eşrefoğlu Cami...

Sultan Alaeddin Keykubad'a ait olan 'Cennet ya burasıdır ya da buranın altındadır' sözü, Selçuklu Devleti'nin yazlık başkenti olan Beyşehir'i en iyi şekilde ifade ediyor. Sıradaki durağımız, Beyşehir'in Sadıkhacı mahallesinde bulunan Eflatunpınar Anıtı. Hitit İmparatorluk dönemine tarihlendirilen anıt yatay bir su kaynağının kenarına 19 büyük taş bloğun üst üste konmasıyla yapılmış.


Yüksekliği 7 metre olan anıtın ön tarafında 30×35 m ölçülerinde bir havuz var. Anıtı, 1849’da bilim dünyasına ilk haber veren kişi W.J. Hamilton olmuş. Eflatunpınar, Boğazköy Yazılıkaya'dan sonra ikinci önemli dini merkezmiş.

Anıtta Hurili ve Hititli tanrılar birlikte betimlenmiş. Anıtın ön yüzünde alt sırada dağ tanrıları ile yeraltı kaynaklarının tanrıları, güneş kursunun altında tahtında oturan güneş ve fırtına tanrısı, bunların arasında göğü taşıyan kanatlı cinler, boğa adam figürleri ile anıtın iki yanında pınar tanrıçaları yer alıyor.

Anıtın karşısında havuzun içinde tahtta oturur vaziyette tanrı, tanrıça figürleri ile havuzun dış kısmında üçlü boğa protomu bulunuyor.

O zamanki adı “Süleymanşehir” olan Beyşehir'e ilk defa “Beyşehir” diyen Seyyid Harun Veli'nin kurduğu Seydişehir ilçesine de gidelim. Seydişehir'in Horasanlı Seyit Harun Veli tarafından 1310 yıllarında kurulduğu tahmin ediliyor. Beyşehir'in kurucusu Eşrefoğlu Mehmed Bey de Seyyid Harun'un kurduğu yeni şehre “Seyyid Şehri” Osmanlılar zamanında Medine-i Sani (ilahi emirle kurulan ikinci şehir) (sonradan Seydişehir) adını vermiş. Seydişehir 1871 yılında belediye ve 1915 yılında ise ilçe olmuş. Seydişehir'in manevi sahibi Seyyid Harun Veli Hz. Camii ve türbesini ziyaret etmeyi unutmayın.

Seydişehir'de görülecek yerlerin en başında gelen, Konya-Manavgat karayolunun tam kenarındaki Tınaztepe Mağarasına gidiyoruz. Girişteki tesisten biletlerimizi (50 TL) alıp dağın eteğindeki patika yoldan mağaranın girişine doğru yürüyoruz.

Girişleri çok yakın ve birbirlerine paralel olarak uzanan iki mağaradan oluşuyor, bağlantıları yok. Gidengelmez dağlarının eteğinde yer alan mağaraların ilki 22 km uzunluğunda olup 1580 metrelik bölümü ziyaretçilerin gezebilmesi için düzenlenmiş. Bu özelliğiyle Türkiye’nin en büyük, dünyanın 3. büyük mağarasıymış. İç kısımlarında taban-tavan arası yükseklik farkı 65 metreye kadar çıkan mağaranın 230 milyon yıllık bir süreçte oluştuğu tahmin ediliyor.

Tınaztepe Mağarası ilk olarak 1968 yılında Fransız bilim adamı Michel Bakalowichz tarafından bulunmuş. 1970 yılında Kaptan Cousteau ve ekibi Alman araştırmacı Reinhold Messner ve arkadaşları mağaraların Fasıl boğazı ile irtibatlarını keşfederek, yer altı göllerinin 22 km uzunluğunda olduğunu tespit etmişler.

Kendimizi mağaranın gizemli çekimine kaptırıp, bir yandan derinlere gitmenin verdiği korkuyu yaşayıp, bir yandan bilinmezi keşfetmenin verdiği heyecanı duyarak upuzun yolun sonuna dek yürüyoruz. Geniş galeriler, dar geçitler, derin yarıkların dibinden geçen yollar ile gerçekten çok güzel bir mağara. Mağaranın tavan ve yanlarındaki çatlaklardan sızan kar ve yağmur sularının oluşturduğu travertenleri ile görmeye değer...

Mağaranın içerisinde yürürken iniş çıkışlardan dolayı biraz yorulup sıkılabilirsiniz. 1.5 km yürüme sonucu ulaşılabilir kısmın sonuna geldiğimizde, yolun son kısmında bulunan dikçe bir merdivenden inerek dar bir geçide ulaşıyoruz. Bu dar kısmın sonunda platform son buluyor ve hemen platformun bitiminde aydınlatılmış genişçe bir galeri görünüyor. Dar kısımdan ilerleyip tahta yolun sonuna ulaştığımızda bir balkonda buluyoruz kendimizi...

Hayranlıktan ve şaşkınlıktan öylece izliyoruz, yaklaşık 30 metrelik bir uçurumdan devasa bir mağara göletini. Yukarı baktığınızda tavanı görünmeyen, metrelerce derinlikteki bir çukur ve dibinde turkuaz rengi küçük bir göl. Nerede biteceğini bilmediğimiz derinlik bize bir kez daha insan olarak doğanın hükümdarı değil, onun mütevazı bir parçası olduğumuzu hatırlatıyor, bir kez daha ne kadar küçük olduğumuzu fark ediyoruz...


Yürüdüğümüz yolları yeniden geçerek, büyülenmiş olarak mağaradan çıkıyoruz. Mağaradan çıktığımızda tam karşımızdaki müthiş manzarayı, önümüzde uzanan dağları ve ormanları izliyoruz. Mağarada yaklaşık 1 saat geçirdikten sonra tekrar yollara düşüyoruz...


Yorucu bir günün sonunda Konya'ya dönüp çok beğendiğimiz için yine Meram'daki Cemo'ya gittik.

4. GÜN: KARAPINAR

Konya'daki son günümüzde Konya'nın doğusuna doğru yola çıkıyoruz. Konya'yı doğuya bağlayan çok önemli ve işlek bir karayolunun üzerinde yer alan Karapınar ilçesine gidiyoruz. Karapınar, MÖ 3000 - 200 yıllarında “HYDE” kasabası üzerinde kurulmuş ve Proto Hititler tarafından yerleşme merkezi olarak seçilmiş. Tarih boyunca Osmanlı devletinde önemli ve ayrıcalıklı bir konumda tutulan Karapınar'da 2. Selim'in eserleri yapılınca buraya Sultanlar Şehri anlamına gelen “Sultaniye” ismi verilmiş. Cumhuriyet Dönemi'nde (1934) ilçenin ismi “Karapınar” olarak değiştirilmiş. Şehrin yeni ismi, "Pınarbaşı" denilen yerden çıkan "Karasu" kaynağı ile ilgiliymiş.

Karapınar, Türkiye’nin tek çöl toprağı sayılabilir. Konya kapalı havzasının en kurak alanı olan, Türkiye'nin de en az yağış alan bölgesi konumundaki Karapınar, 1950'li yıllarda kumul hareketleri sebebiyle sürekli gelişen bir çöl haline gelmiş. İlçede birçok obruk mevcut. Meke tuzlası, Acıgöl, Meyil gölü, Çıralı gölü gibi yeraltı gölleri meşhur. Meke Krater Gölü, sönmüş bir volkan kraterinin suyla dolmasıyla oluşan ve ortasında adacıklar bulunan bir göl. Adacıklı gölün ilginç manzarası sizi hayran bırakacak.


Karapınar'da Kanûnî Sultan Süleyman ve 2. Selim tarafından yaptırılan cami ve imaretle iki adet medrese, kütüphane ve muvakkithâneden meydana gelen Selimiye Külliyesi var. Külliyenin inşasına 2. Selim’in Konya valiliği sırasında 14 Mayıs 1560 tarihinde başlanmış, 1563 yılında tamamlanarak hizmete açılmış.

Cami önünde Çarşısı, yanında Hamamı var.

Külliye Mimar Sinan’ın eseri olarak gösteriliyor.

Klasik Osmanlı cami mimarisi şemasının Konya’daki en önemli örneği olan Selimiye Camii merkezî kubbeli bir plan şemasına sahip...

Kareye yakın dikdörtgen harimi ve kuzeyindeki son cemaat revakları, bunların uçlarında yükselen iki minaresi ile dikkati çekiyor.

Mihrap ve minberde zengin bir mermer işçiliği göze çarpıyor.


Mutlulukla, heyecanla, şaşkınlıkla, huzurla geçen gezinin ardından güzel bir yorgunlukla Ankara’ya dönüyoruz. Konya'yı gördüğümüz için çok mutluyuz, inşallah yolunuzun oralara düştüğü bir gün gidip gezme imkanı bulursunuz. Tabi ki Konya'da aç aç da gezmeyin :) Konya ile özdeşleşen etli ekmek, fırın kebabı, bamya çorbası, ekmek salması, tirit, höşmerim ve sacarası tatlısı gibi lezzetleri şehrin otantik dokusuyla bütünleşmiş restoranlarında mutlaka tatmalısınız. Fırın kebabı için Hacı Şükrü'ye, etli ekmek için Cemo'ya, tirit için Tarihi Tiritçi Mithat'a gidebilirsiniz.

Tarihi ve doğal güzellikleri harika bir uyum içerisinde sunan Konya, Mevlana Türbesi'yle, İnce Minareli Medrese'siyle, Beyşehir Gölü'yle en çok ziyaretçi çeken şehirlerden biri. İslâm İşbirliği Teşkilâtı, Konya'yı 2016 yılı için İslâm Dünyası Turizm Başkenti seçmişti. 2015 için Kudüs, 2017 için Medine, 2018 için Tebriz (İran), 2019 için Dakka (Bangladeş), 2020 için Gebele (Azerbaycan), 2021 için Doha (Katar), 2022 için Rabat (Fas), 2023 için Şanlıurfa şehirlerini seçtiğini de hatırlatalım... Yani Konya'dan sonra tekrar Türkiye'den bir şehir, Şanlıurfa seçildi. Şanlıurfa gerek somut gerekse soyut tarihi ve kültürel değerleriyle, İslam Dünyası Turizm Başkenti olmayı fazlasıyla hak ediyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder