29 Ağustos 2021

Kapadokya'nın Giriş Kapısı: Niğde



Niğde, ülkemizin gerçekten görülmeye değer, kültür bakımından son derece zengin olan bölgelerinden biri. Hititler, Romalılar, Selçuklu, Karamanoğlu Beyliği, Osmanlı gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapan Niğde, kiliseleri, ören yerleri, camileri, dağları, gölleri ve doğal güzellikleriyle ziyaretçilerini bekliyor. Kent genelinde 80 civarında tarihi cami, şu anda ayakta duran 30'a yakın kilise, kervansaraylar ve çeşmeler, tarihi yer altı şehirleri bulunuyor. Niğde’de gezilecek yerler oldukça fazla, fakat biz size kısaca gezilecek yerler hakkında bir yazı hazırladık. Böylece bu bölgeyi ziyaret ettiğiniz zaman ufak bir gezi rehberiniz olabilir ve bölgeye gitmeden önce Niğde’de gezilecek yerler hakkında fikir edinebilirsiniz. Haydi Kapadokya'nın kapısından girelim...


İlk durağımız, oldukça büyük ve geniş bir kaya kütlesinin içine oyulan Gümüşler Manastırı, Kapadokya bölgesindeki en büyük manastırlardan biri ve günümüze iyi korunarak gelmiş.

Merkeze bağlı Gümüşler beldesinde yer alan, 8-12. yüzyıl arasındaki dönemde yapıldığı tahmin edilen Gümüşler Manastırı'nda, Kapadokya bölgesinin en iyi duvar resimleri olarak nitelendirilen iç süslemeler, kayadan oyma rahip odaları, mutfak, saklama küpleri, iki katlı yer altı şehri ile acil durumlarda saklanmak üzere yapılmış gizli bölmeler ziyaretçilerini bekliyor.

Bir orta avlu ve bu avluya bağlanan kilise, yeraltı mekanları vb. eklentilerden oluşuyor. Avlunun dik duvarlarının yüksekliği 14 metre...

Kilisenin duvar resimlerinde en az 3 farklı ustanın çalıştığı düşünülüyor. 

Ana apsisteki 3 şerit halindeki resimlerin en üstündeki yakarış sahnesinde günahkarlar için af dileyen Hz.Meryem ve havariler, ortada tahtta oturan Hz.İsa, sağında iki melek ile İncil yazarlarının sembolleri, en alttaki şeritte ise Kayserili Basileios, Nevşehirli Gregorios, Aksaraylı Gregorios gibi kilise babalarının resimleri yer alıyor.


Yaklaşık 1,5 kilometrelik alanda uzanan kayadan oyma yerleşim yerindeki Manastır içinde yer alan Yunan haçı planlı kilisedeki bazı duvar resimleri bozulsa da "Gülen Meryem Ana" freski gizemini koruyor. Manastır, ören yeri, kilise ve yerleşim alanlarıyla ön plana çıkan yapı içerisinde en çok, Anadolu'da tek örnek olduğu bilinen "Gülen Meryem Ana" freski ilgi çekiyor.


Kuzey haç kolundaki Hz.Meryem’e müjde, Hz.İsa’nın doğumu ve tapınağa takdimi sahneleri ile Vaftizci Yahya ve Aziz Stephanos figürleri ikinci bir sanatçının elinden çıkmış.

İç narteksten naosa giriş kapısının güneyindeki Meryem ve çocuk İsa ile iki yanlarındaki baş melekler Gabriel ve Mikael figürleri üçüncü sanatçıya aitmiş.

Narteksin üstündeki bir odanın duvarlarında Kapadokya’da örneği görülmeyen av sahneleri, çeşitli hayvanlardan oluşan bir kompozisyon dikkat çekiyor.

Gümüşler Manastırından sonra kent merkezindeki bir höyük olan Alaaddin Tepesi'ne doğru yola çıkıyoruz. Niğde’nin eski çekirdeğini oluşturan Alaaddin Tepesi’nde kale, Alaaddin Camii, Rahmaniye Camii, Hatıroğlu Çeşmesi, Sungur Bey Camii, Sokullu Mehmet Paşa Bedesteni, Nalbantlar Çeşmesi, Ermeni ve Rum Kiliseleri gibi şehrin tarihsel geçmişini yansıtan birçok anıtsal yapı yer alıyor.

Niğde’nin Ulu Cami olan Alaaddin Cami, Niğde sancak beyi Zeynettin Beşare tarafından 1223 yılında yaptırılmış. Bazı onarımlarla günümüze gelen cami, klasik Selçuklu Camii mimarisinin tüm unsurlarının orijinal özelliğini büyük ölçüde koruyarak bünyesinde taşıyor.

Yapı, harım ile kuzeydoğu köşesine yerleştirilen tek şerefeli minareden oluşuyor.

Tamamen geometrik süsleme programına sahip Alaaddin Camii, Anadolu’ya özgü taş süslemelerin ilk örneklerini vermesi açısından önemli. Doğu taç kapısında, yıldızlı geometrik örgü şeması Selçuklu mimari süslemesinin ilk örneklerini yansıtıyor.



Alaaddin Cami'nin doğuya bakan kapısının üst kısmındaki taş işlemeye yaz aylarında 09.00-11.00 saatlerinde güneş ışınlarının yansımasıyla oluşan, "taçlı kadın başı" silueti ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Halk arasında, camiyi inşa eden ustalarından birisinin, Niğde Sancak Beyi'nin kızına aşık olduğuna ve bu "imkansız" aşkını ölümsüzleştirmek için caminin kapısına beyin kızını tasvir eden silueti yaptığına inanılıyor.


Oldukça sade inşa edilen caminin giriş kapısında ve mihrabındaki süslemeler de ilgi odağı oluyor.




Niğde’nin en güzel camisi hangi camidir diye sorsanız hiç düşünmeden Alaaddin Cami (Ulu Cami) deriz. Bunda Ulu Camilere olan düşkünlüğümüzün de payı var.

Niğde Kalesi ve Sungurbey Cami gibi yapılar ile birlikte 2012 yılında UNESCO'nun Dünya Kültür Geçici Miras Listesi'ne alınan Alaaddin Camisi aradan geçen 800 yıla rağmen orijinalliğini koruyor. Sungurbey Cami ise şimdilerde restorasyona alınmış durumda...


1335 yılında kurulan Sungur Bey Camiinin özellikle kapılarında kullanılan kündekari ve kakma teknikleri ile kapı kanatlarında kullanılan kakma tekniği ilk örneklerden...


Eski Niğde şehrinin bulunduğu Alaaddin Tepesini çevreleyen Niğde Kalesi 3 surla çevrilmiş. Fakat birçok yeri yıkılmış olan kalenin bedenlerinin bir kısmı evlerin duvarı olmuş. Bugün tepenin kuzeydoğusunda bir hisarı içine alan kısım ayakta kalabilmiş. Bu sur muhtemelen Sungurbey Cami'nin yanına kadar uzanıyormuş. Sungurbey Camisi'nin karşısındaki surlardan ayakta kalan az bir kısım restore edilmiş. Batı taraftaki sur ve burçlar tamamen kaybolmuş.


Kalenin ayakta kalan tek burçtan ibaret ana kulesi tepenin en yüksek noktasına yapılmış. Nispeten daha iyi korunmuş olan bu ana kule, dikdörtgen burçlara yaslanan surlardan çok daha yüksek. Ana kulenin duvarları yıkılmamış ise de iç kısmında bulunan birçok oda ve hücre tamamen harap olmuş.


Güney kısmında yapılan onarımlara rağmen surun ana hatları zorlukla seçilebiliyor. Kalenin tarihi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değil. Alt duvarlarında Arap Bizans çeşnisi var ise de MÖ 8. asırda yapılmış olma ihtimali var. Kale 1740 yıllarında Sadrazam İshak Paşa tarafından onarılmış. Bugün ise Belediye tarafından Alaaddin Tepesinin etrafı duvarla çevrilerek park haline getirilmiş.


Kalenin eski burçlarından birinin üzerine yapılmış bulunan meşhur Saat Kulesi fevkalade güzel bir eser ve adeta Niğde’nin sembolü...


İç kalenin güneybatı köşesindeki burcun yarısı yıkılıp içi doldurularak üzerine 1901 yılında yapılmış. Dıştan minare görünümünde olan Saat Kulesi, 4 bölümden oluşuyor. Kaide ve gövde ongen planlı...


Kale girişindeki Rahmaniye Cami, dikdörtgen planlı düz damlı camiler grubuna giriyor. Abdurrahman Paşa tarafından 1747 yılında yaptırılmış.

Orijinal özelliği büyük ölçüde korunan camii, harim ile kuzey tarafına yerleştirilen 3 gözlü son cemaat yeri ve kuzeydoğu köşesinde tek şerefeli minareden oluşuyor. Duvar ve minarede sarımtırak renkte ince trakit taşı, son cemaat yerinin sütun ve cümle kapısının kemer ve sövelerinde bazalt, mihrapta alçı, örtü sisteminde ahşap ve kiremit malzeme kullanılmış.

Camii duvarlarında tek sıra basık kemerli büyük pencereler açılarak cephe masifleri giderilmiş. Son cemaat yerinin sütunları, ion nizamının özelliklerini yansıtacak şekilde iki kıvrımlı başlıklara sahip. Cephe duvarları, pencerenin üst kısmından itibaren kornişle kuşatılmış.

Merkezdeki diğer inanç noktalarından olan Rum Kilisesi, bazilika planlı olup bazalt cinsi düzgün kesme taştan yapılmış.

Narteks 4 sütunlu yanlarda birer paye üzerine oturuyor. Ortada büyükçe kemerler, iki yanda iki küçük kemer var. Kilisenin içine girilemiyor ama dışı harap halde, gerekli olan restorasyonu yapılırsa mimari olarak güzel bir yapı...

Rum Kilisesinin biraz alt kısmındaki Eski Saray Parkında yer alan bazilika planlı Ermeni Kilisesi kesme taştan yapılmış. Kapısı önünde bulunan iki tane sütun, halihazırda araları taşlarla örülü revaklı avlunun ana unsurlarını teşkil ediyor. Esas giriş batı cephede olup kitabe yeri boş ve etrafı kabartma haç şeklinde. Dar yüzlerde birer, uzun yüzlerde 4 adet pencere var. Freskler tamamen tahrip olmuş izleri ancak kemer içlerinde görülüyor. Sütun başlıkları da yaprak motifleriyle süslü. Kırma çatısı da bazalt taş plakalar ile kaplı. Kitabesi yok, biraz üst kısımda bulunan Rum Kilisesine mimari yönden benzemesi nedeni ile 19.yüzyıla tarihlenmiş. Kilisenin içine girilemiyor ama restorasyonu yapılmış.

Niğde'deki son durağımız olan Ak Medrese Müzesinin banisi Murat Hüdavendigar’ın torunu Ali Bey imiş. İki katlı, açık avlulu, 3 yönden revaklı medresenin üst katında revaklı galerili bir düzen var. Kapısı üzerindeki inşa kitabesine göre, 1410 yılında yapılmış. Bazı onarımlarla günümüze gelen medrese orijinal durumunu muhafaza ediyor. Muhteşem bir tarihî eser ancak ne yazık ki restorasyon sebebiyle ziyarete kapalı...

Niğde'deki çoğu yapıyı restorasyon nedeniyle ziyaret edemedik. Böyle muhteşem yapıların bir an evvel turizme kazandırılması gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder