30 Ağustos 2021

Doğu Akdeniz'in Saklı Cenneti: Mersin


Heyecanlı, serüven dolu ve tabiatla iç içe bir tatil geçirme hayaliniz varsa Mersin'e gitmenizi tavsiye ederiz. Uzun zamandır konuştuğumuz fakat bir türlü aksiyona geçiremediğimiz bu seyahatte, tadı damağımızda kalan bir gezi gerçekleştirdik. Türkiye'nin en güneyinde bulunan ve Anadolu’nun en eski şehirlerinden olan Mersin, hem cezbedici manzaralar sunuyor hem de tarih meraklıları için birebir...

Akdeniz bölgesinde keşfedilmeyi bekleyen sayısız yer var. Bu bölgede bulunan bir deniz kenti olan Mersin'in limanı, Türkiye'nin en büyük limanları arasında yer alıyor. Akdeniz kıyısında huzurlu bir tatili uygun fiyatlarla yapabileceğiniz Mersin, berrak denizi ile muhteşem bir tatil alternatifi. Yakınlığı sebebiyle de İç Anadolunun tercih ettiği sayfiye yerlerinden. Dağların fazla olması mesafelere hiç yardımcı olmuyor, her şeyi görmek mümkün değil. Bu yüzden Mersin'deki favori yerleri gezdik. Bu güzel şehri keşfetmeniz için Mersin yazımızı okumaya devam edin...

Rotamız: Ankara-Konya-Karaman-Mut-Silifke-Mersin-Ankara

1.Gün: Ankara-5 saat-Alahan Manastırı-1 saat-Yerköprü Şelalesi-2 saat-Azize Tekla Yeraltı Kilisesi

Bugün Doğu Akdeniz seyahatimizin ilk günü, yola çıkarken Allah'tan hayırlı bir yolculuk diliyoruz. Yeşilin, mavinin ve güneş sarısının her tonuyla boyanmış manzaralar seyredeceğimiz cennet köşelere gitmek için yola çıkıyoruz. Seyahatimizin ilk günlerinde, asıl turistik güzelliklerin olduğu Erdemli ve Silifke taraflarına gideceğiz. Gezilecek yerlerin büyük çoğunluğu Silifke ve Erdemli tarafında öbekleniyor. Çarpık kentleşmeden Mersin de nasibini almış ama hala Erdemli ve Silifke’den ötesi masum ve güzel...

Konya-Karaman güzergâhından sonra, 1700 m yüksekliğindeki Sertavul Geçidinden geçtik. İlk durak olarak eski Bizans kilisesi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde kervansaray olan Alahan Manastırı'na uğradık. Manastıra ulaşmak için Karaman-Mut ana yolundan saparak birkaç kilometre tırmanıyorsunuz. Alahan Manastırı, Göksu Nehrine karşı dağların arasına 1300 metreye konuşlanmış. Bu dağlara tırmanınca bizi dağ keçileri karşıladı.

Gözlerden uzak 1500 yıllık Alahan Manastırı, bu coğrafyada Hristiyanlığın yayılması için çıkılan yolculuklarda Aziz Paul ve Barnabas gibi önemli din adamlarının uğrak noktalarından biri olmuş. Hristiyanlığın yasak olduğu zamanlarda ilk Hristiyanlar bu şekilde dağ başlarında ve mağaralarda, daha izole ve gözden uzak yerlerde, gizli saklı ibadetlerini yaparmış. Daha sonra Roma ve Bizans döneminde Hristiyanlık resmi olarak kabul edilince de, zamanında Hristiyanlığı yayma misyonu taşıyan azizlerin uğradığına inanılan ve bu nedenle de kutsal sayılan bu gibi noktalara Alahan Manastırı gibi hac merkezleri yapılmış. Buranın da MS 4-6. yüzyıllar arasında oldukça işlek bir hac noktası olduğu düşünülüyor.

İçinde erken dönem Hristiyan ve Bizans mimarisine ait kilisesi, vaftizhanesi, sütunlu yolu, çevredeki kaya mezarları, su kaynakları, hamamı ve konaklama yerleri var. 

Bugün bile içindeki kemerleri, sütunları hala tek parça halinde dimdik ayakta olduğundan, 17.yüzyılda buradan geçen Evliya Çelebi Seyahatnamesinde burası için “Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor” yazmış. 

2000 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesine girmiş.


Alahan'dan sonraki durağımız, Mersin’deki en etkileyici yerlerden biri olan Mut ilçesindeki Yerköprü Milli Parkı içinde bulunan Yerköprü Şelalesi...

Şelaleyi görmek için biraz çaba sarf etmeniz gerekiyor. Çünkü hem Ermenek yolu üzerinde, yani Mersin’de gezmek isteyeceğiniz diğer yerlerden çok daha sapa bir yerde, bu yüzden biz Ankara'dan giderken uğrayalım diye rotamızı buraya çevirdik. Hem de Milli Parka vardıktan sonra, kanyonun içindeki şelaleye ulaşmak için 30-45 dakika yürümeniz gerekiyor. Yazın gelenler mutlaka suyunu getirsin. Yol giderken yokuş, dönerken tırmanış; üstelik bizim gibi yaz mevsiminde giderseniz kavurucu güneş altında. Ama o kadar güzel bir kanyonda yürüyorsunuz, o kadar etkileyici yerlerden geçiyorsunuz ki hiç gocunmuyorsunuz.

 


Belki isim yapmış şelaleler kadar sulak değil ama suyun turkuazlığı, yosunların, bitkilerin fosforlu yeşilimsi hali, çam ağacı boyuna varmış pespembe zambak ağaçları, içinde bulunduğu gizemli kanyon… 

Mersin’in bu güzelliği, doğa anıtı olarak korumaya alınmış. Şelalede tesis yok, ateşli piknik ve içinde yüzmek yasak; buraların korunması adına yerinde kararlar. Şelaleye gitmek için arabanızı park ettikten sonra yürüyerek Ermenek çayının yarıp geçtiği kanyonun üzerine kurulan bir köprüden geçiyorsunuz. Daha şelaleye ulaşmadan harika manzaralar başlıyor.

Şelale 29 metreden dökülüyor. Mersin’in sıcak havası ve su buluşunca burada tropik adaya benzeyen bir fauna oluşmuş. Burada güzel bir izleme platformu var, sıcağın altında yürüdükten sonra buradan şelaleyi izlerken serinlemek çok iyi geliyor, ayrılmak istemiyorsunuz. Ama şelalenin döküldüğü üst kısma da çıkmak için yürümeye devam ediyoruz.

Şelalenin arkasında bir mağara ve göl bulunuyor. Uzun metrelerce devam ediyormuş...

Şelalenin üst kısmı çiçek bahçesi gibi. Suların içine yaptıkları yürüyüş yolundan ilerlerken çiçek kokuları geliyor burnumuza...



Bu yolun sonuna geldiğimizde, normal ziyaretçiler gibi geldiğimiz yoldan geri dönmemiz gerekiyordu. Ama bizim maceracı ruhumuz rahat durmadı ve şelalenin üstündeki kayalara tırmanan bir aileyi takip ettik. Bu sayede çoğu Mersinlinin bile bilmediği bir yol keşfettik: Arabamızı park ettiğimiz yere kestirme bir yol! Ne demiş Muhammed Ali "Risk alacak cesareti olmayan bir kişi hayatta hiçbir şey başaramaz". Şelaleye gelirken yürüdüğümüz uzun ve güneşli yoldan geri dönmektense, biraz dağa tırmanma içeren bu kısa ve ağaçlı yolu biz tercih ederiz, size de tavsiye ederiz :)


Arabamıza kavuştuktan sonra tekrar yola çıktık. Mut-Silifke arası yolda bir kanyondan geçerken, yanımızda akan Göksu Nehrinin hayranlık uyandıran manzarasını izleyerek Silifke’ye ilerledik. Yerköprü Şelalesi de aslında Göksu Nehrinin bir parçası. Göksu Nehri Mersin, Konya, Karaman ve Antalya illerinden geçip en sonunda Akdenize dökülüyor. Silifke'ye girdiğimizde bizi Helenistik döneme ait bölgenin en yüksek tepesine inşa edilen Silifke Kalesi karşıladı.

Mersin’de, Hristiyan inanç turizmi açısından önemli olan iki merkez var. Biri, Tarsus'ta Hz. İsa'nın havarilerinden St. Paul'un Vatikan tarafından hac yeri ilan edilen evi ve kuyusu; diğeri, Silifke'de erken Hristiyan devrinde hac yeri olarak kabul edilen Azize Aya Tekla (Meryemlik) Yeraltı Kilisesi. Silifke'de, Hristiyanlık dönemi azizesi Aya Tekla’nın yaşadığı yerde kendi adına atfen yapılmış olan kiliseyi görüp Taşucu'na geçtik.


Taşucu sahilinde kısa bir yürüyüş yaptık. Burada karşılaştığımız saat kulesi, 1896 yılında Hacı Paşa tarafından yaptırılan un fabrikasından kalan fabrika bacasından dönüştürülmüş.


Kıbrıs'a açılan bu güzel sahil beldemizi gezdikten sonra, konaklayacağımız Mersin'deki Suphi Öner Öğretmenevine doğru yola çıktık. Odamıza yerleştikten sonra, Mersin denilince akla ilk gelen lezzet olan tantuni yemek için hemen Öğretmenevinin yanında sahile bakan Göksel Tantuni'ye gittik. Tantuni gerçek bir Mersin deneyiminin olmazsa olmazlarından. Tantuni, çok küçük kuşbaşı doğranmış etin önce haşlanıp sonra kızgın sacda domates, biber, soğanla yağda kavrulmasıyla hazırlanan ve lavaşa (açık ekmek) sarılarak yenen bir nevi dürüm çeşidi. Önce birer dürüm söyledik ama doymadığımız için birer tane daha yedik :)

2.Gün: Kanlı Divane, Cennet - Cehennem, Astım - 1,5 saat - Aynalı Göl (Gilindire) Mağarası

Ertesi sabah perdelerimizi araladığımızda pırıl pırıl bir deniz manzarasıyla karşı karşıyaydık. Bu manzara bizi heyecanlandırmaya yetti ve kahvaltıdan sonra Erdemli ilçesine doğru yola çıktık. İlk olarak, günümüzde hala akustiğinin çok iyi olması sebebiyle konserlere ev sahipliği yapan Kanlı Divane Antik Kenti’ne gittik.

19. yüzyıl ortalarında Fransız gezgin Victor Langlois tarafından keşfedilen kent, 70`li yıllarda yapılan kazılarla ortaya çıkarılmış. Yöredeki ilk arkeolojik araştırmaları Prof. Dr. Semavi Eyice gerçekleştirmiş ve Kanlı Divan isimli eserinde toplamış.

Kanlı Divane, MÖ 3. yüzyılda kurulmuş Olba krallığının antik şehri ve kutsal yerleşim yeri. Burayı görmeye değer yapan en önemli özellik, şehrin ortasında yer alan 60 metre derinliğindeki Kanlı Divane obruğu... 

Doğal bir çöküntü alanı olan bu çukura, efsaneye göre Roma çağında suçlular atılıp vahşi hayvanlara yem edildiği için kente Kanlı Divane denilmiş.

Obruğun duvarında, divan üzerinde oturan kadın ve erkek kabartmaları yer alıyor. Yağmur sularıyla kırmızı toprak rengine bulanan bu kabartmalar nedeniyle kente Kanlı Divan denildiği ve zamanla Kanlı Divane’ye dönüştüğü de anlatılıyor.

Antik şehre zamanında Romalılar, Bizanslılar sahipmiş. Hatta Bizanslıların burada yaşadığı dönemde buraya bir Hristiyanlık merkezi kurulmuş, kutsal sayılmasının nedeni de obruğun çok büyük olması. Kanlı Divane yarım saatte gezebileceğiniz bir yer, çok büyük değil. Antik şehirde zeytinyağı atölyesi gibi günlük hayata dair yapıları da görebilirsiniz.


Antik kent içindeki nekropolün en yüksek yerinde Aba'nın kocası ve iki oğlu için yaptırdığı anıtsal mezar yer alıyor. Olba’nın kraliçesi Aba’nın, Kleopatra’yı da kapsayan bir hikayesi varmış...


Aba’nın babası, Olba rahiplerinin politikalarına karşı çıkınca şehri bırakıp korsanların lideri olmuş. Olba’nın başrahibi, Aba’nın babasını ispiyonlayıp öldürtmüş ve Aba’yı kendi himayesine almış. Sonralarda Olba kralı Aba’ya aşık olmuş ve evlenmişler, yani Aba Olba’nın kraliçesi olmuş. Daha sonra Olba Mısır kralı tarafından işgal edilince, Olba Kleopatra’ya hediye edilmiş ve Kleopatra Olba’ya gelince başrahip ona bir suikast düzenletmiş. Aba, bu suikastı önleyip Kleopatra’yı kurtarmış ama suikastı düzenleyen kişiler Aba’ya saldırınca, Olba’nın kralı karısını korumak isterken ölmüş. Bu olaydan sonra da Aba kendini Olba’ya ve çocuğuna adamış...

Nekropolü de gezdikten sonra, bölgedeki yer altı su kaynakları ile deniz suyunun birleştiği yer olan Narlıkuyu’daki Zeus Tapınağı ve dünyaca bilinen mitolojik hikayelere konu olmuş bir doğa harikası olan Cennet-Cehennem obruklarına gittik.

Bu çöküntüler, bundan milyonlarca yıl önce, hatta insanlık daha ortada bile yokken, mağaraların tavanının çökmesi sonucu oluşmuş. Cennet, içine merdivenle inilebilen, en dibinde de bir mağara olan; Cehennem ise içine sadece dağcılık ekipmanı ile inilebilen darlıkta ve derinlikteki obruk. Cehennem gerçekten derin, 128 metre yani 30-35 katlı bina kadar derin. İsminin muhtemelen veriliş nedeni de iniş-çıkış şansının olmaması ve seyir terasından aşağıya baktığınızda derinliği nedeniyle ürpermeniz...


Cennet çukuru, ismi gibi bir o kadar ferah, vaha gibi ve inmesi çıkması nispeten kolaysa; Cehennem de adı gibi bir o kadar ürpertici, inmesi çıkması meşakkatli bir yer. Elbette siz de bizim gibi Cehenneme seyir terasından bakmakla yetineceksiniz ama 450 basamaklı Cennet çukuruna inmeden dönmek olmazdı. 450 basamağın 300. basamağına denk gelen mağaranın ağzında bir de kilise var.

Roma döneminde belli bir zamana kadar Hristiyanlık yasak olduğundan, Hristiyanlar Cennet çukuru gibi gizli saklı yerlerde ibadet etmişler. 

Kilisenin 150 basamak aşağısında da mağaranın dibine ulaşıyorsunuz. Mağaranın içine girdikçe yer kayganlaşıyor, uygun ayakkabı giymelisiniz. Cennete inmesi çıkması ile birlikte tüm alan kabaca 1,5-2 saatte gezilebiliyor.

Çıkışta çok yorulacağınız için "Cennete hoşgeldiniz" diye bağıran adamın olduğu mekanda oturup sıkma (yufkaya patates ya da peynir dürülüp, gözleme gibi sacda ısıtılıyor) yanında yörük ayranı içmenizi tavsiye ederiz.

Buraya yakın mesafede bulunan, içerisindeki sarkıt ve dikitleri ile görselliği etkileyici, astım hastalarına ise şifa olma özelliğine sahip Astım Mağarasına da gittik.

Astım Mağarası, Cennet-Cehennem çukurlarının yanında, Cennet çukuru ile arası yaklaşık 300 m. Mağaranın içine uzun bir merdivenle iniliyor.


Mağaranın nem oranı %80’lerin üstünde olduğu için astım hastalarına çok iyi geldiğine dair söylentiler var ve bu yüzden de adı Astım Mağarası olmuş.

Ayrıca Astım Mağarasına gideceklere mutlaka dikkatli olmalarını öneririz çünkü özellikle bazı yerlerde mağara çok kaygan olabiliyor, tabi ki Cennet Mağarası çok daha kaygan...

Astım Mağarasından Kızkalesi manzarası...


Astım Mağarasından sonra Aynalı Göl (Gilindere) Mağarasına doğru yola çıktık. Aynalı Göl’e gitme imkanınız varsa Astım yanında sönük kalır. Çünkü, Aynalı Göl'ün manzarası da çok güzel...


Mağaranın girişi bir falezin ucunda. Mağaranın ağzına, falezin ucuna kurulmuş platformdaki merdivenden inerek ulaşabiliyorsunuz.

İsmini içindeki ayna gibi yansıyan gölden alan Aynalı Göl, oluşumu Buzul Çağına kadar giden, dikit ve sarkıtlarla dolu odalardan oluşan, denizden 46 metre yükseklikte, toplam 555 metre uzunluğunda, bölgenin önemli karstik yapılarından biri. Beyaz damlataş yapısının her bir santimi 20-25 yılda oluşuyormuş...

Beyaz damlataş yapısının kaynağı, mağara içerisindeki %80 oranındaki nem ve yaz kış 25-30 derece arasında seyreden sıcaklık. İşte doğadaki mükemmel dengelere bir örnek daha...

Bundan 20 sene önce, şifalı olduğu sanılan bir kirpi peşindeki bir çoban tarafından tesadüfen keşfedildiğinde, mağaranın rengi daha da beyazmış ama insan etkisi ve artan turizmle o beyaz rengi biraz kırık beyaz renge dönmeye başlamış.


İçindeki cam gibi durgun, ayna gibi yansıma yapan gölün derinliği 47 metreye kadar varıyormuş. Suyu yüzeyde sodalı, derinlere inildiğinde tuzluymuş. Yapılan araştırmalar sonucunda, mağara içinde hiçbir canlı türüne rastlanmamış ama merdiven şeklinde oyulan kayalardan, daha önce burada insanların barınmış olduğu düşünülüyormuş.

Aynalı Göl Mağarasından sonra geri dönüp Öğretmenevine doğru yola çıktık. Yolda gözümüze kestirdiğimiz çok kalabalık olmayan, sakin bir yerde denize girmeyi planladık. 108 kilometrelik bir kesimi tamamen doğal sahillerden oluşan Mersin’de, beklentinizi karşılayacak nitelikte denize girecek alan bulamamak imkansız gibi bir şey. Biz de Yeşilovacık halk plajının güzel ve berrak sularında denize girdik. Geniş kumluk bir sahili var ve denizi çok az dalgalı. Yaz turizmi açısından gelişmiş bir mevki olmadığı için Silifke ve Erdemli'deki gelişmiş plajlar gibi kalabalık değil. Denizde güneşin batışını izledikten sonra tekrar yola çıktık. Silifke yakınlarında, Doğu Akdenizin simgesi haline gelmiş olan, yapılış efsanesi bakımından Kızkulesi ile benzerlik gösteren Kızkalesi’ne uğradık.

Kızkalesi'nden sonra yola devam edip tantuni yemek için yer bakındık. Erdemli'de yol üstündeki Göksel Tantuni'de durduk. Yemekten sonra tekrar yola çıkıp yol üstündeki Cezeryeci Kadir'den havucun en tatlı hali olan cezerye aldıktan sonra Öğretmenevine döndük.



3.Gün: Mersin - 1 saat - Tarsus


Tempoyu biraz düşürmeye karar verdik ve üçüncü günümüzü Tarsus'a ayırdık. Çünkü, Mersin’in Adana il sınırına yakın kısmında bulunan ilçesi Tarsus, başlı başına hakkı verilmesi gereken, tarihi değere sahip bir bölge. Eski bir yerleşim olan Tarsus, tarihi ve kültürel zenginliği ile dikkat çekiyor. Toprağın üstünde binbir çeşit meyve ve sebze göze çarparken, altında ise zengin bir kültür saklanmakta. Roma, Bizans, Osmanlı’dan kalma eserlerin iç içe geçtiği Tarsus, zamanında Kilikya uygarlığının merkezi konumundaymış. Kur’an-ı Kerim'de geçen ve hem Müslümanlarca hem de Hristiyanlarca kutsal sayılan Ashab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası, Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan ve aslen Tarsus doğumlu olduğu düşünülen Aziz Paul’un adına yapılan St. Paul Kilisesi ve kuyusu, dünyanın ilk kanalizasyon sistemli Tarihi Roma Yolu ve Roma Hamamı, Kleopatra Kapısı, Taşkuyu Mağarası, Tarsus Şelalesi ve Roma mezarları, Tarsus Barajı, 1500’lü yıllardan kalma Ulu Cami ve tarihi Kırkkaşık Bedesteni, 6. yüzyıldan kalma Jüstinyen Köprüsü, tarihi Tarsus evleri Tarsus’un tarihi değerlerinin en önemlileri. İlk ziyaret yerimiz, Tarsus‘un kuzeybatısındaki, ilahi dinlerde önemli bir yere sahip olan Ashab-ı Kehf Mağarası...

Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşları) diye adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debernuş ve Kefeştetayuş adındaki 7 genç ve köpekleri Kıtmir’in yüzyıllarca uyuduklarına inanılan mağaranın içine girdik. Mağara dört köşe olarak kayadan oyulmuş ve 15-20 basamak inilerek giriliyor.

Kuran-ı Kerim'de Kehf Suresi'nde sözü edilen mağara Müslüman ve Hristiyanlarca kutsal sayılıyor. Kehf Suresinde bildirilenden biraz farklı olarak, mağaranın önündeki tabelada anlatılan kıssaya göre: 

Putperestlik dönemindeki Rum idareci Dekyanus, sarayında bulunan makam ve mevki sahibi üst düzey altı veziri inançlarını gizli olarak yaşarlarken, birilerinin ihbarı sonucu yakalatıp sorgulamış. "Bütün insanlar beni ilahları olarak kabul ederken, siz kimi ilah ediniyorsunuz?" diye sormuş. O altı genç vezir (Yemliha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Şazenuş, Debernuş) putlara tapmayı reddederek, kral Dekyanus’un önünde ayağa kalkıp: 
“Bizim Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Biz O’ndan başkasına asla ilâh diye yalvarmayız. (Onun sözünü Rabbimiz Allah’ın sözünden üstün tutmayız. Böyle yapmazsak) o zaman haktan uzak, (pek saçma) bir söz söylemiş oluruz.” dediler (Kehf, 14). 
Bu hükümdar, putperestliğe bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek birkaç günlük zaman vermiş. Verilen süreden faydalanarak Encilüs Dağına hicret etmişler. Dağın yakınlarında Kefeştatayuş isimli, o bölgeyi iyi bilen bir koyun çobanına rastlamışlar. Tevhid ehli çobanın rehberliğinde, sadık köpeği Kıtmir ile birlikte bu mağaraya sığınıp: 
“Ey Rabbimiz! Bize tarafından bir rahmet ver ve işimizde bizim için bir kurtuluş yolu (ve başarı) hazırla.” demişler (Kehf, 10). Allah tarafından kendilerine 300 yıl süresince bir uyku verilmiş...

Üç asır sonra uyandıklarında, bir gün veya günün bir parçası kadar uykuda kaldıklarını zannetmişler. Daha sonra kendi aralarında istişare edip yanlarında bulunan Dekyanus dönemine ait gümüş paraları, Yemliha Hazretlerine vererek çarşıdan yakalanmadan haber toplayıp gelmesini ve yiyecek almasını istemişler. Yemliha Hazretleri çarşıdan yiyecekleri alıp, karşılığında eski ve tedavülden kalkmış olan parayı verince, oradaki insanlar paralara bakıp, onun hazine veya define bulmuş olabileceğini sanarak yerini söylemesini istemişler. Yemliha Hazretleri gerçeği söylemesine rağmen onu anlamamışlar. 


Dekyanus'un yerine idareci olan tevhid ehli mümin Aryus'un huzuruna çıkarmışlar. Karşılıklı bilgi alışverişi neticesinde olay tüm halk tarafından duyulmuş. Dönemin idarecileri gençleri şehre davet etmiş ama onlar gitmemiş. Yüce Rabbimiz onları mağarada sırrı ile gizlemiş. Bunlar kula değil, Allah’a kul olarak hürriyete ve bu uğurda ölerek de ölümsüzlüğe ulaştılar ve Allah’ın korumasıyla dokunulmazlık kazandılar. (Bu olay aynı zamanda öldükten sonra âhirette dirilmenin açık bir örneğidir.) Halk ise, mağaranın önüne bir delil ve alamet olsun diye bir mescit yapmış. 


O mescidin yerine, 1873 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan Ashab-ı Kehf Camisine sonradan üç şerefeli bir de minare eklenmiş.

Bu üç şerefeli minare o kadar uzun ki otoyoldan bile kolaylıkla görülebiliyor...


Ashab-ı Kehf Mağarasına çıkarken yol kenarında yöresel ürünler satılan küçük bir pazar var. Buradan nar ekşisi, yolda gelirken gördüğümüz bağların çeşit çeşit üzümünden ve keçiboynuzundan yapılan ürünlerden aldıktan sonra buraya yakın mesafede bulunan, içerisindeki sarkıt ve dikitleri ile görselliği etkileyici olan Taşkuyu Mağarasına gittik.

Mağara, Ashab-ı Kehf'in isimlerinin verildiği birbirine bağlı galerilerden oluşuyor. Bu galerilerde sarkıt, dikit, sütun, duvar ve perde damla taşları, örtü damla taşları ve havuzların etkileyici örneklerini görmek mümkün...

Mağara, deniz seviyesinden 214 metre yükseklikte bulunurken, içerisindeki sıcaklık 20-24 derece arasında değişiyormuş. İsmini aldığı Taşkuyu köyünün içinde, 2006 yılında yol çalışmaları sırasında tesadüfen ortaya çıkarılan Taşkuyu Mağarası, belediye tarafından restorasyonu yapılarak 2014 yılında ücretsiz olarak ziyarete açılmış. Maalesef mağaradaki sarkıtlara zarar verilmiş. İşte bu yüzden, böyle yerlere girişin ücretli olması gerekiyor...


Taşkuyu Mağarasının önünde, çok güzel el yapımı ahşap ürünler satılıyor. Buradan alışveriş yaptıktan sonra Tarsus merkeze geçtik. Tarsus'un merkezinde, bütün tarihi şehirlerde olduğu gibi tarihi yapıların etrafında toplandığı bir meydan var. Bu meydanda yer alan Eski Cami, 11.yüzyılda Ermeni krallığı döneminde kilise olarak inşa edilmiş. 1415 yılında Ramazanoğlu Şahabettin Ahmed’in Tarsus’u Karamanoğulları’ndan alışından sonra, güneybatı köşesine bir minare eklenerek camiye çevrilmiş bir eser. Çift meyilli ahşap çatısında, aslında çan kulesi olan sekizgen aydınlık feneri yer alıyor. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı kesme taş yapı, Cami-i Kilise veya Baytimur Camii olarak da biliniyor. Bu fotoğrafta soldan sağa doğru sırasıyla eski bir Tarsus evi, Roma hamamı kalıntısı ve Eski Cami yan yana. Her biri tarihin bir katmanı; 150 yıllık konak, 2000 yıllık Roma hamamı ve 400 yıl kilise, 600 yıl cami olarak hizmet vermiş 1000 yıllık ibadethane...

Roma tarzındaki kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekici bir yapı...

Türk temizlenme geleneklerinde önemli bir yeri olan hamam kültürünün kökeni, Roma imparatorluğundaki yıkanma alışkanlıklarına dayanıyor. Tarsus'taki Roma Hamamı da kentin merkezinde antik bir yapı kalıntısı olarak göze çarpıyor. Tuğladan örülü, altından motorlu araçların da geçebileceği büyük kemer ve hamam duvarlarının bir kısmı, 19.yüzyıla ait konutların içinde kalmış. Bu kalıntılar, Roma döneminde kente teraziler ve kemerlerle su getirilmesinden sonra inşa edilen hamama aitmiş.

Bahsettiğimiz 150 yıllık konağın yandan görünüşü...

Bu meydanda bir de Şahmeran heykeli var. Anadolu kültüründe önemli yeri olan Şahmeran, Tarsus ve çevresinde bilinen ve halk tarafından değişik yorumlarla anlatılan en eski, en önemli mitolojik efsanelerden biri. Şahmeran kelimesi, Farsça kökenli olup yılanların şahı anlamına geliyor. Başı insan, gövdesi yılan olarak tasvir ediliyor.


Efsanevi yılanlar padişahı Şahmeran'ın öldürüldüğüne ve kanının duvarlarına sıçradığına inanılan Şahmeran Hamamı da bu meydana bakıyor. Bu hamam, Roma döneminden kalma eski bir hamam. Roma hamamının uzantısı, Şahmeran hamamının olduğu yere kadar devam ediyormuş. Kapının yanındaki kitabede, 1873 yılında onarım gördüğü yazıyor. 

Meydanın karşı tarafında, Hz. Danyal Peygamberin kabrinin bulunduğu Makam-ı Şerif Camii yer alıyor.

Makam-ı Şerif Camii, kentin merkezinde 1857 yılında bir hayırsever tarafından yaptırılmış. 2006'da yapılan restorasyon çalışmaları ile mevcut cami ibadet alanı olarak düzenlenmiş olup kazı sonucu ortaya çıkan buluntular da mevcut haliyle korunarak yürüyüş yolları ile birbirine bağlanmış. Caminin doğusunda Danyal Peygamberin kabri yer alıyor. Danyal Peygamber, Babil Kralı Buhtunnasr (MÖ 605-562) zamanında yaşamış, Babil'de tutsak olan Yahudileri ilmi ve kehanetleriyle kurtarmış bir peygamber...

Evliyalar kenti Tarsus'ta Danyal Peygamberin mezarının bulunması, önemli bir kültür ve turizm potansiyeli...

Makam-ı Şerif Camisinin yanında Mustafa Ağa Mescidi ve Kubat Paşa Medresesi yer alıyor.

Medrese, 1557 yılında Kubat Paşa tarafından kesme taştan yaptırılmış. Medreseye, batı yönünden dışa taşkın bir taç kapıdan giriliyor.

Tarsus'un İslam sanatı ve mimarisi yönünden en büyük eseri olan Ulu Cami, 1579 yılında Ramazanoğlu Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından St. Pier Kilisesi kalıntılarının üzerine, erken dönem Osmanlı üslubunda yaptırılmış. Kuzeydoğu köşesinde, 1890 yılında Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılan sekizgen kaideli saat kulesi yer alıyor.


İnşaatında tümüyle kesme taş kullanılan dikdörtgen planlı camiye, kuzey yönünden abidevi taç kapıdan giriliyor. Taç kapı, Memluk mimari özelliklerini taşıyan siyah ve beyaz mermerlerle süslü...


Doğu batı doğrultusunda, baklava dilimli mermer sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeli, revaklı avludan 5 kapı ile ibadet mekânına giriliyor.

Caminin içi, doğu batı doğrultusunda 3 nefe ayrılıyor. Mukarnaslı mermer mihrabı, klasik Osmanlı üslubunda yapılmış. Caminin iç mekanındaki sütunları, İran kemeri denilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmış. Caminin doğu kısmına bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokman Hekim ve Halife Memun'un mezarları var.

Ulu Cami'nin yanında bulunan Kırkkaşık Bedesteni, 1579 yılında Ramazanoğlu İbrahim Bey tarafından Ulu Cami ile birlikte yaptırılmış. İmarethane ve medrese olarak uzun yıllar kullanılmış. 1960 yılında restore edilerek çarşı haline getirilmiş. Dış cephesinde bulunan kaşık süslemeleri nedeniyle Kırkkaşık Bedesteni adı verilen mekana, kubbelerinin renginden dolayı Beyaz Çarşı da denilmiş bir zamanlar. Kesme taştan inşa edilen binaya, batı ve doğu yönündeki kapılardan girilebiliyor. 

İçerisinde 21 oda bulunan yapı, 5 kubbe ile örtülü. Orta kubbesinde aydınlık feneri bulunuyor. Kubbeyi taşıyan kemerler sivri, giriş kapılarının kemerleri ise yayvan. Dükkanlar da yayvan kemerlerle orta mekana açılıyor.


Bedestenden sonra Bilal-i Habeşi Mescidine gittik.

İslam ordusunun Tarsus'u fethi sırasında Peygamberimizin müezzini olan Bilal-i Habeşi, şimdiki mescidin bulunduğu yerde ezan okuyup namaz kıldırmış. Daha sonra buraya mescit ve kuyu yaptırılmış.


Bilal-i Habeşi Mescidinden St. Paul Kilisesine giden sokakta karşılaştığımız Elif Hatun Konağı, eski askerlik şubesiymiş.

Tarsus, Hristiyanlığın Anadoluda yayılmasında büyük pay sahibi olan St. Paul’un doğduğu kenttir. St.Paulus MS 3 yılında Tarsus'ta doğmuş ve babasının mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmış. Musevi Roma vatandaşı olan Aziz, ilk öğrenimini Tarsus'ta, yüksek öğrenimini Kudüs'te tamamlamış, daha sonra Hz. İsa'nın havarisi olmuş. Bu nedenle Hristiyanlarca önemli bir ziyaret merkezi olan Tarsus’taki St. Paul Kilisesi, Kudüs’teki Kıyamet (Kutsal Kabir) Kilisesinden sonra en kutsal kilise olarak kabul ediliyormuş. 1850 yılında Rum cemaati tarafından yaptırılan kilise, duvarları kesme taşla kaplı kagir bir yapı. Batısındaki 3 sivri kemerli bölümden binaya giriliyor. Binanın kuzeydoğu köşesinde, çatı boyunu aşmayan 4 yuvarlak sütunlu çan kulesi var.

Doğudaki apsis ve yanlardaki iki bölmeli çatılar kısmen tahrip olmuş. Girişin tam karşısında, kemerli mermer bir kapı ve iki yanında ikişer penceresi bulunan apsis kapı yer alıyor.

Apsis üzerindeki tavanda meleklerin tasvir edildiği freskler sağlam vaziyette ama orta bölümdeki havarilerin işlendiği freskler kısmen bozulmuş.


Kilisenin bahçesindeki taşların içinde gölgelenen kedi yavruları...

Hıristiyanlığın en önemli azizlerinden birisi olarak kabul edilen St. Paul’un evinden geriye kalan, Hıristiyanların da ziyaret noktası olan St. Paul Kuyusu’na gidiyoruz. Kuyuya giderken şehrin merkezinde tellerle çevrili uzaktan bakılan tarihi bir yol görüyoruz.

Tarihi MÖ 2. yüzyıla kadar giden dünyanın ilk kanalizasyon sistemli antik Roma yolunun kenarlarında sütunları görebilirsiniz. Oldukça iyi durumda ortaya çıkan yol Tarsus’un tam merkezinde bulunuyor.

Aziz Paulus Kuyusu inanç turizmi açısından sahip olduğu ziyaretçi potansiyeli ile Tarsus'ta önemli bir mekan...

Kuyu çevresinde yapılan kazılar sonucunda Roma dönemine ait döşeme kalıntıları ve temel duvarları sağlamlaştırılarak çelik yapı üzerine kurulan cam döşeme ile koruma altına alınmış. Arkeoloji parkı olarak düzenlenen alanda Aziz Paulus Kuyusu ile birlikte ziyaretçilerin izlenimine sunulmuş.

Tarsus'un tam merkezinde bulunan Tarsus Müzesini gezmeden Tarsus'tan ayrılmayın. 2020 yılında Adliye binasına taşınmış olan müzenin içi gerçekten çok güzel. Tarsus'un tarihi, burada olan olaylarla birlikte kültürü de tanıtılıyor. Sizi en eski devirlerden alıyor günümüze kadar getiriyor.


Yapı içerisinde Prehistorik dönemden Helenistik döneme, Tunç Evi canlandırma odasından Ashab-ı Kehf canlandırmasına, Roma ve Doğu Roma karma salonundan İslami Dönem anlatımına, Tarsus Mutfak kültüründen, Yörük ve Giyim kültürüne kadar uzanan, dönemsel özellikleri, yaşamları, tarihi ve kültürleri yansıtan bölümler ve canlandırmalar var. Görsel ve işitsel sistemler ile desteklenen, görerek, hissederek, öğrenerek gerçekleşecek bir kültür ve tarih yolculuğu sizi bekliyor.

Gerçekten son yıllarda gördüğümüz en güzel müze, herkese tavsiye ediyoruz. Bazı balmumu heykeller çok gerçekçi yapılmış. Örneğin; biraz önce ziyaret ettiğimiz St. Paulus Kilisesinin maketi ile birlikte Aziz Paulus heykeli...

Ashabı Kehf'in olduğu oda tamamen mağara gibi yapılmış. Gerçekten özen gösterilmiş, hatta biraz korkutucu...


Evliya Çelebi (seyahatname), Piri Reis (kaptan), İbn Battuta (insanbilimci), İbn Havkal (coğrafyacı) gibi seyyahların; İbn-i Sina (tıp), İbn-i Rüşd (felsefe), İbn-i Haytam (optik), El Harezmi (algoritma) gibi bilim adamlarının eserleriyle birlikte tanıtıldığı odalar var. Sinema odalarında gösterilen filmlerde Kleopatra ve Büyük İskender hakkında bilgiler anlatılıyor.


Tarsus'ta gezdiğimiz tarihi yapıların maketleri de var.

Tek eleştiri bazı eserlerin altında açıklama yetersizdi ya da yoktu. Örneğin; yukarı katta, parmağında bir yüzük bulunan kesik bir el vardı ama kime ait olduğuna dair bir açıklama yoktu.

Tarsus merkezde yürüyerek yaptığımız turu bitirdiğimiz için aracımıza binip Nusret Mayın Gemisi Kültür Parkına doğru yola çıktık. Geçtiğimiz yolun ortasında Kleopatra Kapısını gördük. Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ Kapısı, Adana Kapısı ve Deniz Kapısı bulunuyormuş. İç içe iki surdan oluşan kentte, savaş anında kapılar kapanmaktaymış. Mısır'ın ünlü kraliçesi Kleopatra'nın Romalı General Antonius ile Tarsus'ta buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlükule'de büyük bir törenle karşılanarak, Deniz Kapısından kente geldikleri söyleniyor. Bu nedenle Deniz Kapısına, Kleopatra Kapısı da deniyor. Tarsus'un 18. yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam kalan üç kapılı surları, 1835 yılında Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli Deniz Kapısı kalmış. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken, bu kapı için İskele Kapısı diye yazmış. Yapımında kesme taşlar ve Horasan harcı kullanılmış. Kemeri at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 8.50 m. Deniz Kapısı daha sonraki yıllarda yıkılmış, yerine devşirme taşlardan bugünkü kapı yapılmış. Son yıllarda yapılan restorasyonla kapının orijinal özelliği kalmamış.

Çanakkale Deniz Savaşlarında vermiş olduğu hizmetle çok önemli bir yeri olan Nusret Mayın Gemisi, görev süresini tamamlayıp bir köşede bekler halde iken gezilmeye uygun hale getirilmiş.

Tarsus Belediyesi tarafından orijinali korunarak onarılıp restore edilmiş.

2003 tarihinden itibaren Tarsus'un Mersin girişinde geniş bir kültür parkında sergilenmeye başlanmış.

Tarsus sadece tarihiyle değil, doğasıyla da insanı şaşırtan bir yer. Şehrin hemen hemen merkezinde yer alan Tarsus Şelalesi de bunlardan biri. İlçesinin kuzeyindeki şelale, Tarsus çayının 4-5 m yükseklikten dökülmesi ile meydana gelmiş. Romalılar döneminde çay kentin ortasından geçmekte, şelalenin bulunduğu alan ise nekropol (mezarlık) olarak kullanılmaktaymış. Tarsus Şelalesinin güzelliği, çevresindeki oteller, restoranlar ve piknik alanları nedeniyle gölgede kalmış. Şelaleyi bu restoranlardan birinin bahçesine girerek görebiliyorsunuz.

Tarsus Şelalesinden sonra Mersin merkeze dönüp sahilde biraz yürüyüş yaptık.

Turistik anlamda Mersin merkezde çok da bir şey yok. Yemek için yer ararken Kushimoto Sokağının önünden geçtik. İsmini, 1994 yılında Mersin ile kardeş şehir olan Japon şehrinden alıyormuş. Bu kardeş şehir olma olayı ise Ertuğrul Firkateyninin 1890'da Kushimoto kenti yakınında kayalıklara çarpıp batması sonrasında gelişen Türk-Japon dostluğu sayesinde olmuş. Bu olay anısına sokaktaki bir parka da bir nişan taşı dikilmiş. Pozcu'da bulunan Kushimoto Sokağı Japon tarzı dekoru, Japon feneri şeklindeki direkleri, Japon bahçesi şeklinde tasarlanmış parkı, duvar resimleriyle değişik bir yer...

Son olarak Mersin ile ilgili mekan ve yemek tavsiyelerini verelim:
Ciğer yemek için Ciğerci Apo'ya, tantuni yemek için Göksel Tantuni'ye gidebilirsiniz.
Has Künefe'de kerebiç (görünüşü içli köftenin tatlı versiyonuna benzeyen ve çöven otundan yapılan köpüğün içinde servis edilen bir çeşit fıstık veya ceviz dolgulu irmikten yapılmış kurabiye) veya künefe ile ağzınızı tatlandırabilirsiniz.
Tarsus merkezdeki tarihi meydanda bulunan Görallar Ziya Efendi'nin üst katında kahve eşliğinde yorgunluğunuzu atabilirsiniz. Giriş katındaki alışveriş bölümünden cezerye, menengiç kahvesi, meyan kökü şerbeti, bomba (atom) çayı, kaynar (bir çeşit şerbet, 7 baharat şekerle kaynatılıyor, üzerine çekilmiş ceviz ve tarçınla sıcak servis ediliyor) gibi yöresel ürünler alabilirsiniz.

2 yorum:

  1. Bayıldımmm. Tam da mersine turistik amaçlı gezi için gidecektim. Nereleri gezsem derken bi sürü gezilecek görülecek yer olduğunu öğrendim.Hadi bakalim tavsiyelerle bi Mersin gezisi bizi bekliyor. Teşekkür ederim��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederiz. Çok güzel bir Mersin gezisi olmasını dileriz 😊

      Sil