26 Kasım 2020

'Anadolu' isminin doğduğu köy: Kızılcahamam Taşlıca

Yol çağırdı önce, sonra yeşil ve sonra sarı… Güzel bir sonbahar gününde, Ankara'nın doğa ve tarih kokan ilçelerinden olan Çubuk'taki Karagöl'den, Kızılcahamam'daki Soğuksu'ya aralarındaki köy yollarından geçip mis gibi havasını teneffüs etmek istedik. Sonbaharın rengarenk boyadığı yollar boyunca ilerledik; kırmızı, kahverengi, altın sarısı yaprakları, ağaçları seyretmeye doyamadık.

Aslında size Karagöl ve Soğuksu'yu anlatacaktık ama yolda karşımıza öyle bir yer çıktı ki orayı anlatmaya karar verdik. Karagöl ve Soğuksu'yu daha önce yazdığımız yazılardan okuyabilirsiniz. Şimdi anlatacağımız yer ise Ankaralı olduğumuz halde daha önce duymadığımız ve bu köy yollarından geçmeyi planlamasak belki de hiç görmeyeceğimiz bir yer: Kızılcahamam ilçesine bağlı Taşlıca Köyü... Yolda ilerlerken bir türbe görüyoruz; Kırmızı Ebe Türbesi. Türbeleri ziyaret etme alışkanlığımızdan dolayı durup birer Fatiha okuyalım diyoruz ve hikaye de orada başlıyor. Hadi gelin birlikte gezelim...



Anadolu isminin ilk doğduğu yer olarak adlandırılan Taşlıca Köyünün en önemli özelliklerinden biri, burada bulunan her kaya ve taşın bin yılları aşan bir hikâyesinin olması. Biz de öğrendiğimiz kadarıyla sizlere aktaralım... Buradaki Oruç Gazi ve Kırmızı Ebe türbeleri, Ayran Taşı ve Gelin Kayası ile ilgili menkıbe ve rivayetler, yöreye manevi anlamlar yüklüyor. Bunlardan en önemlisi, "Anadolu" isminin bu köydeki Ayran Taşı'ndan geldiğini anlatan hikaye. Bu yüzden, köye ziyarete gelirseniz, türbeler ve Gelin Kayası ile beraber Ayran Taşı'nı da görmeden köyden ayrılmayın.

Her ne kadar biz Çubuk tarafından gelip köy yollarından buraya ulaşmış olsak da aslında daha kolay bir ulaşımı var. Taşlıca Köyüne, Ankara-Kızılcahamam yolundaki Akdoğan’dan ayrılan 5 km. lik bir yol ile gidiliyor. Taşlıca Köyü, tarihi 1100’lü yıllara dayanan bir geçmişe sahip. Köyün adı önceden Taşlı Şeyhler iken daha sonra Taşlı Şıhlar’a dönüşmüş, Cumhuriyet ile birlikte de Taşlıca şeklini almış. Köyde bulunan iki türbeden biri olan Kırmızı Ebe Türbesinde medfun bulunan kişinin, Bacıyan-ı Rum erenlerinden olduğu ve Selçuklu Sultanı Alaadin Keykubat tarafından kendisine bu köyün yurtluk olarak verildiği tarih kayıtlarında mevcut. Gelin bu tarihe daha yakından bakalım...

Köyün ilk ziyaret merkezi Kırmızı Ebe Türbesi. Taşlıca köyünün kurucularından olduğu söylenen Kırmızı Ebe (Kırgız Ebe diye de geçer), rivayete göre yanaklarının ve geleneksel Türk kıyafetindeki başına bağladığı örtünün kırmızı olmasından dolayı bu isimle anıldığı sanılıyor.

Üzerinde yaşadığımız toprakların Müslüman Türk yurdu haline gelmesi, Oğuzların Orta Asya'dan göçü sırasında "Horasan Erenleri" denilen Derviş Gaziler tarafından gerçekleştirilmiş. Bugün Anadolu'da hemen her yörede kabirleri bulunan ve halk tarafından aynı hürmetle ziyaret edilen Derviş Gaziler, o dönem Selçuklu Anadolusunun iskan ve imarında çok önemli rol oynamış. Zamanın genel bir uygulaması olarak da, Müslüman Türk toprağı haline getirdikleri yerler (buraların fatihi olmaları sebebiyle) kendilerine vakfedilmiş.

İlk Türk mutasavvıflardan Hacı Ahmet Yesevi'nin müritlerinden olan Kırmızı Ebe ve ailesi 12.asır sonlarında Horasan'dan Anadolu'ya göç ederek, Taşlıca köyünün olduğu topraklara yerleşir. Anadolu’nun Müslüman Türk yurdu haline gelmesinde büyük emeği geçen Horasan erenlerinden Kırmızı Ebe, kocasının Bizanslılar ile yapılan bir savaşta şehit olması ile küçük yavrusu Oruç ile yalnız kalır.

Anadolu’nun Müslüman Türk yurdu haline gelmesi için, kendisinden önce başlatılan “gaza” seferlerine devam eden Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı Alâaddin Keykubat (1192-1237), Başköy Rum kalesini fethetmek üzere sıcak bir yaz günü ordusuyla Yabanabad (Kızılcahamam) kazasına bağlı Taşlı Şeyhler Köyü’nde konaklar. Köy, Horasan Erenleri veya Gaziyan-ı Rum’un merkezlerinden biridir. Ancak onlar gazaya çıktıklarından köyde Bacıyan-ı Rum (Rum Bacıları) temsilcilerinden “Kırmızı Ebe”  adında bir kadın eren vardır.

Koca Sultan’ın ordusunu ağırlamak, zaten uzun yıllardır Bizans Hıristiyanları ile savaştıklarından fakr-u zaruret içinde bulunan köylüler için kolay değildir. Onları “nasıl ağırlayacakları telaşı” almışken, sırtında yetim yavrusu Oruç sarılı olduğu halde Kırmızı Ebe elinde bir helke (bakraç) ayranla çıkagelir. Kırmızı Ebe, Türk askerlerini karşılar ve kendilerine ayran ikram etmek ister. Kocası gazalarda şehit olan bu cefakar nur yüzlü ananın içinden, “hem yetim yavrusuna babasının gaza arkadaşlarını göstermek hem de onların içlerini soğuk bir ayranla da olsa serinletmek” gibi karışık duygular geçmiştir.

“Çam sakızı çoban armağanı” kabilinden, meşelerin arasındaki konaklama yerinde bulunan küçük bir taş oluğa elindeki bir bakraç ayranı döker ve başına oturur. Ordunun bütün neferleri sırayla gelip hem içerler hem de mataralarını doldururlar. Fakat bir bakraç ayran koca orduya yeter de artar bile. Herkes ayran içip kabını doldurduğu halde, taş yalaktaki ayran hiç tükenmez. Dedik ya bu ana sıradan birisi değildir. Bacıyan-ı Rum’dan, gönül ehlinden, tasavvuf ehlindendir. Bu olayda, Allah ona “keramet” dediğimiz olağanüstü durumu ihsan eder.

 Bu arada, ayran içip kaplarını dolduran askerlerle Kırmızı Ebe arasında şu ikili konuşma geçer:
-Doldurun Gazilerim!
-Doldur Ana
-Doldurun yavrularım!
-Ana dolu

İhtiyar ananın oluğunu daima dolu gören askerler “ANA DOLU” diyerek buz gibi ayranla Ağustos’un kavurucu sıcağında serinler. Bu esnada askerlerin içini bir de şu duygu ve düşünce kaplamıştır: “Bu ülke, askerine sahip çıkacak, onu her yerde bir bakraç ayranıyla da olsa serinletecek ve Allah yolunda gazaya hazırlayacak “ANALARLA DOLU”.

Buradan Anadolu isminin doğduğu rivayet ediliyor. Derler ki, İslamiyetten önce Rum diyarı olan bu topraklar işte o günden sonra “ANADOLU” olarak anılmaya başlar. Ülkede sürekli askerlere bakacak anaların olması anlayışından ortaya çıkan Anadolu kavramı artık coğrafyanın yeni ismi olur...

Bütün bir orduyu bir bakraç ayran ile doyurduğu Sultan’ın kulağına gider, kadının manevî yönünün farkına vararak Kırmızı Ebe’yi hürmetle huzuruna davet eder. Kadının yüzündeki nur, taşıdığı vakar karşısındakini etkileyecek kadar muhteşemdir. Sultan sıradan bir durumla karşı karşıya olmadığının farkındadır. Kırmızı Ebe ile arasında şu konuşma geçer:

-Ana, dile benden ne dilersen!
-Sağlığını dilerim Sultanım, Allah sizi başımızdan eksik etmesin!

Bu asil cevap karşısında irkilen, saygısı artan, iyice duygulanan Alaaddin Keykubat ısrarla teklifini tekrarlar. Bu ısrar karşısında Kırmızı Ebe, uyuyan yavrusunu işaret ederek:

-Sultanım! Şu kucağımdaki yetim yavrum Oruç için biraz yiyecek ve büyüdüğünde babası gibi kafire karşı gaza yapması için ona hayır duanızı dilerim.

Bir de 'Benim köyüme nallı atlı girmesin.' der. Bunun anlamı, vergi alınmasın demektir.

Bunun üzerine Sultan;
-Bu topraklar sana ve oğluna yurtluk ve ocaklık ola; buraya atlılar (vergi tahsildarları) uğramaya, diye ferman buyurup Kırmızı Ebe’ye bir berat verir.

Bu fermana uygun olarak Taşlı Şeyhler köyü Oruç Gazi’ye vakfedilmiş olur. Oruç Gazi de 13.yüzyılda bölgenin İslamlaşması ve Türkleşmesi için 90 yaşına kadar gaza yapar ve sonunda şehit düşer. Vasiyeti üzerine cenazesi köye getirilip köyün batı ucundaki mezarlığa defnedilir. Klasik Selçuklu tarzındaki türbede Oruç Gazi’den başka onun ailesine ait olduğu sanılan üç mezar daha var.

Kırmızı Ebe’nin türbesi de köyün doğu çıkışında bir tepe üzerinde. Eski ve virane haldeki türbeler, 2001 yılında hayırsever bir vatandaş tarafından restore edilmiş.

Şimdi ebedi istirahatgahlarında yatan bu ana-oğul Anadolu erenleri sanki iki taraftan köylerini korur gibi...

Tarihi eskilere dayanan Taşlıca Köyü, Oruç Gazi ve ahfadı tarafından yüzyıllarca yurtluk olarak iskan edilmiş. Köyde, Yıldırım Beyazıt ile Timur arasındaki Ankara Muharebesi (1402) dönemine ait izler de bulunuyormuş.

Köyün sosyo-ekonomik ve kültürel statüsü Osmanlı Devleti zamanında da değişmemiş. Celali isyanlarının Anadolu’nun sosyo-ekonomik yapısını tehdit ettiği 17. ve 18. yüzyıllarda Taşlı Şeyhler Köyü’ne saldırılmış ve çevreden toprak talebinde bulunulmuş. Bu durumu köylüler mahkeme huzurunda 15 Ekim 1729’da “Ecdadımız Oruç Gazi Sultan’a, Sultan Alaaddin Rahmetullah Hazretleri bir çiftlik yer vakf edip o zamandan beri tasarruf eylediğimiz topraklar” diye savunmuş, dava lehlerine sonuçlanmış.

Taşlı Şeyhler Köyü’nden Cumhuriyet dönemine kadar vergi alınmamış. Ancak Cumhuriyetin siyasi, sosyal ve ekonomik düzenlemeleri çerçevesinde vergi muafiyeti kaldırılmış.

1991'de, köy halkından Bahattin Özdemir’in müracaatı üzerine, köyün tarihî önemini göz önünde bulunduran Kültür Bakanlığı, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 12.11.1991 tarihli ve 2056 sayılı kararı ile Taşlıca köyünü koruma altına almış. Kararın metni şöyle: ”Ankara ili Kızılcahamam Taşlıca Köyü’nde bulunan Oruç Gazi Sultan Türbesi, Kırmızı Ebe Türbesi, Ayrantaşı ve Gelin Kayası’nın 2863 ve 3386 sayılı yasalar kapsamına giren taşınmaz kültür varlığı özelliği gösterdiğinden tesciline karar verildi.”

Askerlerin ayran içtiği taş yalak (Ayran Taşı), köyün üst başındaki, Koru’nun Önü denilen bir mezarlık içinde bulunuyor. 2001'de türbelerin restoresi sırasında bu Ayran Taşı kafes içine alınmış, yanına da yukarıdaki olayla Anadolu isminin nasıl ortaya çıktığını anlatan bir kitabe dikilmiş. 

Köye ziyarete gelirseniz, türbeler ile beraber bu hikayenin bir parçası olan Ayran Taşı'nı da görmeden köyden ayrılmayın.

Türbeler ve Ayran Taşı'ndan sonra, köyün manzarasını tepeden izleyebileceğimiz Gelin Kayası'nı da görelim.


Gelin kayası, köyün güneyinde bir tepede. Uzaktan bakınca gerçekten at üzerindeki bir gelin görünümünde. Yanında gelinin sacayağı, odası, merdiveni ve vurulduğunda davul gibi ses çıkardığından, taş olan davulcunun davulu olduğu söylenen taşlar var.

Düğünlerde davul çalmama adetinin, geçmiş ûlemanın eğlencede aşırıya kaçılmaması için koyduğu bir müeyyide veya Bizans devrinden kalma bir efsane olması muhtemel. Taşlıca köylüleri, bu “davul çalmama” adetine asırlarca uymuş. Geçmişte, civar köylerden bazılarının, buna inanmayıp davul çaldıkları, ancak felç olup yatağa düştükleri anlatılıyor.

Gelelim Taşlıca köyü civarındaki çeşitli cisimleri andıran andezit kayalarının nasıl oluştuğuna... Aslında bu kayalar, volkanik lavların oluşturduğu farklı kimyasal ve mineralojik yapılarından dolayı ilginç aşınma yapıları sunuyor. Lavların çıktığı alanlardaki topoğrafik yapılar diğerlerinden belirgin olarak farklı olduğu için kayaçların mekanik aşınmaları sonucunda çeşitli cisimleri andıran yapılar ortaya çıkmış.

Gelinkaya denilen 2 metre yüksekliğindeki aşınma yapısı, uzaktan yöresel kıyafetler içindeki bir gelini andırıyor. Bundan dolayı bu figüre Gelinkaya denilmiş ve hakkında bahsettiğimiz halk hikayeleri anlatılıyor. Yine köyün girişinde belli bir görüş açısından bakıldığında kaplumbağa figürleri ile de karşılaşılıyor.


Biraz daha ayrıntılı yaklaşacak olursak, Gelin Kayasının oluştuğu andezitler akışkanlığı az ve asit bileşimli bir magmanın ürünleridir. Bu özelliğinden dolayı civarındaki diğer volkanik kayaçlardan farklılık gösterir. Volkanik bir kayaç olmasına rağmen camsı hamuru içerisinde oldukça bol koyu renkli mineraller ihtiva etmektedir. Bu özelliğinden dolayı kayaç taneli ve kristalli kayaçlarda olduğu gibi kolayca ufalanma özelliğine sahiptir.

Andezitlerde gerek lavın soğuması esnasında gerekse sonraki tektonik hareketler sonucunda çatlaklar oluşmuştur. Bu çatlaklar boyunca sızan suların donma ve çözülmelerine, mevsimsel ve günlük sıcaklık değişimlerine bağlı olarak çözünme, ufalanma, parçalanma oluşmaktadır. Çözünmenin ilerlemesi ile kayaç bloklarının köşeleri ufalanarak yuvarlaklaşmaktadır.

Ayrıca kimyasal çözünmeler ile kayaçtaki mineraller bozunarak kile dönüşmektedir. Böylece kayacın yumuşak ve kolay aşınabilir kesimleri erozyona uğrayarak uzaklaşırken sert ve dayanımlı kesimleri ilginç yeryüzü şekilleri meydana getirmektedir. Bu aşınım yapıları bu tür kayaçlara özgü bir oluşumdur.

Yolumuz buralara tekrar düşsün niyetiyle bu yazımızı burada bitirelim. Yazımızı okuduğunuz için teşekkür ederiz. Biliyoruz, bu evde kalma sürecinde bir de baktınız ki günler geçmiş. Peki evde çok mu sıkıldınız? Hepimiz sıkıldık lakin bizler sağlıklı ve mutlu bireyler olmazsak inanın o çok önemli dediğiniz işlerinizin hiçbir değeri olmaz gözünüzde. Bu sürecin stres ve kargaşasından günübirlik de olsa uzaklaşmak ve doğayla baş başa kalıp kafanızı dinlemek istemez misiniz? O zaman size tavsiyemiz; kendinize bir gün ayırın ve yaşadığınız şehrin güzelliklerini keşfetmek için kalabalıklardan uzak bir seyahate çıkın…


Kızılcahamam'daki Soğuksu için Bozkırdaki Orman: Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı yazımızı okuyabilirsiniz.

Çubuk'taki Karagöl için Ankara'nın Saklı Cenneti: Karagöl yazımızı okuyabilirsiniz.

2 yorum:

  1. Memleketin her yeri tarih kokuyor. Kızılcahamam'ın bir köyünde bile ne efsaneler hikayeler var...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısınız, gezilecek, görülecek, öğrenilecek çok güzel yerler var. Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederiz...

      Sil