1 Mayıs 2017

Ege'nin Pamuk Prensesi: Pamukkale

Heyecanlı, serüven dolu ve tabiatla iç içe bir tatil geçirme hayaliniz varsa Denizli'ye gitmenizi tavsiye ederiz. Yaz aylarında kavurucu sıcaklara maruz kalmamak için biz bu seyahatimizde 1 Mayıs tatilini fırsat bilip Denizli'ye gittik. Denizli, beyaz travertenleriyle dünya üzerinde benzeri bulunmayan Pamukkale ile hem cezbedici Türkiye manzaralarından birini sunuyor hem de tarih meraklıları için Anadolu’nun en eski şehirlerinden olan antik kentleri... Ayrıca Pamukkale ve Karahayıt, sınırları içinde yer alan onlarca termal su kaynağı ile antik dönemden bu yana yalnızca Türkiye'nin değil, dünyanın en ünlü termal sağlık merkezlerinden.

Ankara-Denizli arası yol 466 km, arabayla 5,5 saat sürdü. Önce yol üstündeki Kaklık Mağarası'na uğradık. Honaz ilçesinde, Denizli merkeze 30 km, Pamukkale'ye 45 km mesafede yer alan Kaklık Mağarası, içerisindeki Pamukkale travertenlerine benzeyen oluşumlarıyla ilgi çekiyor. Bu nedenle “Küçük Pamukkale” veya “Mağara Pamukkale” isimleriyle de anılan yer altı oluşumunun duvarlarından damlayan kükürtlü suların cilt hastalıklarına iyi geldiğine inanılıyor.

Kükürt kokusu araçtan iner inmez burnumuza çarpıyor. Bu kokunun, mağara dışında bizi ilk olarak karşılayan, kükürt kokulu alan tabelası ile dikkat çeken termal kaynaktan geldiğini anlıyoruz.

Mağaranın yer seviyesindeki daire şekilli girişine göre en derin noktası -14 m ve toplam uzunluğu 190 m.

Mağara dışındaki jeotermal suyun küçük bir şelale yaparak mağaraya akışı, gün ışığının mağara içinde yaptığı ışık oyunları, mağaranın cazibesini daha da arttırıyor.



Kaklık mağarasındaki tahta korkulukları kaplamış örümcek ağlarının dışında herhangi bir tehlikeyle karşılaşmadan mağarayı gezebilirsiniz :)

Ana galerinin hemen hemen tamamı mağara dışından çıkan ve büyük bölümü şelaleler yaparak mağaraya akan kaynak suların oluşturduğu travertenlerle kaplı.

Basamaklar halinde havuzlarda oluşan ve tavanın çökmesi sonucu meydana gelen bloklar üzerinde gelişen beyaz renkli bu travertenler, Pamukkale'nin küçük bir benzeri.

Kaklık mağarasının doğrudan gün ışığı alan ve sürekli su damlayan veya akan duvarlarında, sık bir yosun ve küçük yapraklı sarmaşık türü bitkiler gelişmiş. Gün içindeki aydınlanmaya bağlı olarak yeşilin değişik tonlarını alan bu bitkiler, mağaraya ayrı bir güzellik katmış.

Mağaranın aydınlatmalı gezinti yollarında yapacağınız yürüyüşün ardından, çıkıştaki köprüden geçerek, yakınındaki kamelyanın altında yer alan, değişik bitkilerle kaplı havuzda yüzen su kaplumbağalarını izleyebilirsiniz.




Otoparkın yanındaki derenin kenarında yürüyen ördek ve kazları seyredebilirsiniz.

Pamukkale’nin mağara içine sığdırılmış prototipi, fantastik Kaklık Mağarası’nı görmeden dönmeyin deriz. Biz yolumuza devam edip yol üstündeki Laodikeia Antik Kentine gittik. Denizli'nin 6 km kuzeyinde, Pamukkale'nin 12 km güneyinde yer alan Laodikeia, Denizli’de kurulan ilk kent olarak sayılıyor. Denizli’de görülmesi gereken yerlerin başında gelen Laodikeia, hala ayakta duran etkileyici bir Batı Frigya kenti. Antik kaynaklara göre, şimdi Denizli'nin olduğu gibi, o zamanlarda da Laodikeia’nın yünlü dokumacılık ürünleri çok ünlüymüş. UNESCO Dünya Miras Geçici Listesinde yer alan Laodikeia’nın girişi 10 TL.

MÖ 261-263 yılları arasında, Seleukos Kralı 2. Antiokhos’un karısı Laodike’ye ithafen kurduğu kent, MS 60 yılındaki büyük depremde yerle bir olmuş. Fakat her ne kadar ayakta kalamamış olsa da, Anadolu’nun en büyük stadyumu dahil birçok yapının kalıntılarını görmek mümkün; 2 tiyatro, 4 hamam, 5 agora, 5 çeşme, 2 anıtsal giriş kapısı, meclis binası, tapınaklar, evler, kiliseler ve caddeler…

Kent merkezinden doğudaki Suriye Kapısı'na kadar uzanan Suriye Caddesi toplam 900 m uzunluğunda, 400 metrelik bölümünün kazısı yapılarak ayağa kaldırılmış. Caddenin iki yanında Doğu Bizans Kapısı ve kare planlı kulelerinin kalıntıları görülüyor. Taş ustalarının özenle kestiği travertenlerin döşendiği dar sokaklarda gezerken derin bir sessizlik hissediliyor. Dünyaya yapılan yatırımın sonunun ne olduğunu yaşadıkları şehrin bugünkü durumu net bir şekilde anlatıyor. Nerede bu sütunlu yolda alımlı alımlı yürüyen zenginler, nerede mücevherlerle bezeli sarayları ve nerede ipekli halıları, atlas perdeli odaları... Dünyanın ne kadar fani olduğunu bir kez daha iliklerimize kadar hissediyoruz...

Suriye Caddesinden ayrılan ve Kuzey Tiyatrosuna ulaşan ara sokak üzerinde, İncil’de adı geçen 7 kiliseden biri olan Laodikeia Kilisesi var. 2010 yılı kazılarında tespit edilen Laodikeia (Hac) Kilisesinin, aynı yıl kazı çalışmaları tamamlanmış. Kazı ekibi kiliseyi restore ettikten sonra, modern bir çatı ile korumaya almış.


Tapınak A, MS 4. yüzyılda Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesiyle birlikte, yanında yer alan Laodikeia Kilisesi’nin dini arşivi olarak kullanılmış, tüm antik kenti etkileyen MS 494 yılı depremiyle birlikte yıkılmış. Tapınağın mimari malzemeleri, taş ve kireç ocağı olarak kullanılarak çok büyük ölçüde tahrip edilmiş. Merdiven basamakları ve iki yanındaki korkuluklar restore edilmiş.

Kuzey Tiyatrosu, MS 2. yüzyılda yapılmış. Yapı, Lykos Ovası’na bakan yamacın oyulmasıyla inşa edilmiş. Tiyatronun mermer oturma basamakları, deprem ve tahribat nedeniyle büyük ölçüde kaymış. Yapı, yaklaşık 12000 kişilik oturma kapasitesine sahip. Tiyatro değişik tamiratlarla MS 7.yüzyıla kadar kullanılmış, bundan sonra da alan taş ocağına dönüştürülmüş. Buradan Pamukkale'nin de içinde olduğu manzara görülmeye değer.

Kuzey Tiyatrosundan Kuzey (Kutsal) Agora'nın görünüşü...

Suriye Caddesi'nin kuzeyinde, Batı ve Kuzey Tiyatrolarının arasında yer alan, etrafı portikler (revaklar) ile çevrili olan dikdörtgen planlı Kuzey (Kutsal) Agora'nın doğu portiği.

Kuzey (Kutsal) Agora'nın güney portiği...

Kuzey ve Batı Tiyatroları arasında kalan ve Lykos Ovası’na bakan düzlükte, Kuzey (Kutsal) Agora’nın kuzey portiği üzerinde yer alan Kuzey Kilisesi, 2002 yılına kadar yapılan tarımsal faaliyetler ve taş ocağı olarak kullanılması nedeniyle, çok büyük ölçüde tahrip olmuş.

Laodikeia Antik Kenti'nde boyu 10 metreyi aşan sütunlar bulunuyor.

İyon düzeninde sütun başlığı oyulmuş ve çok zarif iki kıvrımdan oluşan İyon sütun kaideleri...

Laodikeia Antik Kenti gelincik ve papatyalar ile kaplı... Gelinciğin böyle titrek varlığı, soldu-solacak hayatı ile taşın binlerce yıllık direnişi arasındaki çelişkiyi görebiliyor musunuz? İnsan da gelincikler gibi titrek, ha soldu ha solacak...


Nihayet gezimizin sonuna geliyoruz. Bir hayli yorulmuş olsak da yeni bir antik kenti ibret dolu bakışlarla gezmiş olmanın keyfini yaşıyoruz. Tekrar geleceğimizin sözünü vererek aracımıza biniyor ve bugünkü son durağımız olan Karahayıt'a gitmek üzere yeniden Pamukkale yoluna çıkıyoruz. Denizli’nin 25 km, Pamukkale’nin 7 km kuzeyinde olan şifalı Kırmızı Suyu ve kaplıcalarıyla ünlü termal bölge Karahayıt’a geldiğimizde, bizi giriş kapısı karşılıyor.

Denizli, şifalı sular ve kaplıcalar konusunda çok zengin bir coğrafyaya sahip. Haliyle de burası termal turizmin en gelişmiş olduğu illerden. Karahayıt'ta "kırmızı su" olarak bilinen bir kaynak yer alıyor. Kendine özgü travertenleri olan ve rengi kırmızının tonlarını barındırdığı için bu adla anılan bu kaynak oldukça ünlü. Karahayıt oldukça küçük bir kasaba olsa da, Kırmızı Su şifa aramaya gelenlerle dolu.

Merkeze geldiğinizde, çarşının içinden geçerek Kırmızı Suya ulaşıyorsunuz. Çarşı, küçük dükkanlar ve sokak satışları ile tipik bir Anadolu kasabasında olduğunuzu hissettiriyor. İçerdiği sülfat, bikarbonat, kalsiyum, karbondioksit, magnezyum gibi minerallerden dolayı Kırmızı Su özellikle dolaşım sistemi, kireçlenme ve romatizma hastalıklarına iyi geliyor. Ege bölgesindeki aktif jeolojik faaliyetlerden ötürü 60 derece sıcaklığında olan termal su, içindeki maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz traverten tabakaları oluşturmuş. Suyun şifasının yanında, kayaların rengarenk oluşuyla göze de hitap ediyor. Özellikle de demir iyonunun fazlalığı, kırmızı rengin yoğunlaşmasına sebep oluyor ve adını da buradan alıyor.


Kaynağın çıktığı noktada su içilebiliyor. Gelenlerin çoğunluğu dipteki çamuru vücutlarına sürerek çamur banyosu yapıyorlar. Binlerce yıldır şifa dağıttığı söylenen Karahayıt'ı yerli ve yabancı pek çok turist ziyaret ediyor. İsmini bölgede yetişen hayıt bitkisinden alan Karahayıt'ın tarıma dayalı ekonomik yapısı da, kırmızı suyla gelen turizm sayesinde tamamen değişmiş. Yakın zamana kadar yerel halkın evlerini dönüştürdüğü pansiyonlarla daha çok iç turizme hizmet veren Karahayıt Kaplıcaları, son dönemlerde turizmin artmasıyla yükselen otel sayısı ile önem kazanmış.

Biz de Karahayıt'ta yeni açılan Hierapark Otelde, iki geceliğine 396 TL ödeyip kaldık. Otelimiz yeni olduğu için konfor olarak iyi, temizlik olarak fena değil, bilgilendirme açısından yetersizdi. Ücreti pahalı, yemekleri güzel, tatlıları ise kötüydü.

Otelin bahçesindeki 1.3 m derinliğe sahip yarı açık termal havuz...

2. GÜN

Denizli yolculuğumuzun ikinci gününde, sabah erkenden yaptığımız güzel bir kahvaltının ardından Pamukkale'ye gittik. Elbette Denizli’de gezilecek yerlerin en başında, kaplıcalar ve mineralli kaynak sularınca zengin olan bölgenin en güzel doğal oluşumu, UNESCO Dünya Miras Listesindeki Pamukkale geliyor. Ama biz tüm günü Pamukkale'ye ayırmak istediğimiz için ikinci günde buraya geldik. Burası öyle özel bir yer ki, Pamukkale travertenlerinin hemen arkasına kurulmuş antik kent Hierapolis’in canlı zamanlarından beri turistlerin uğrak yeri. Binlerce yıldır romatizma, deri hastalıkları gibi sorunlara deva olmasıyla biliniyor.

Denizli merkeze 18 km uzaklıkta olan Pamukkale'ye giderken yol boyunca Pamukkale/Hierapolis yönlendirmeleri var. Tüm alanı gezmek için 4-5 saati gözden çıkarmalısınız. Ören yerinin 2 girişi var. Güney kapısı olan alt kapıdan girip, önce travertenlerde yürüyerek yukarı çıkıp sonra Hierapolis Antik Kenti‘ni gezmenizi tavsiye ederiz.

Travertenler, Hierapolis Antik Kenti ve Antik Havuz aynı ören yerinin içinde. Bu komplekse giriş 35 TL, Müzekart’a ise ücretsiz (Bu durumda hala Müzekart'ınız yoksa 40 TL, öğrenciyseniz 20 TL ödeyerek çıkartın deriz. Müzekart bu rotada da sizi ciddi bir masraftan kurtaracak. Müzekart'ı Pamukkale gişesinden çıkartmayı düşünüyorsanız; bizim gibi sabah erkenden gelin, yoksa çok sıra beklersiniz). Bu ücret, tüm Pamukkale’yi ve Hierapolis Antik Kenti’ni gezmeyi ve Antik Havuz’u seyretmeyi kapsıyor. Eğer Antik Havuz’da yüzmek isterseniz, ki turist yoğunluğundan dolayı biz denemedik bile, havuzda yüzmek için ayrıca 32 TL ödemeniz gerekiyor ve Müzekart geçmiyor. Yüzmek isterseniz bilet almak zorundasınız, yoksa sadece görmek ve fotoğraflamak için havuz kenarındaki tesise giriş ücreti yok.

Ören yeri haftanın her günü açık. Sadece müze kısmı Pazartesi günleri kapalı. Hierapolis Antik Kenti ve Pamukkale travertenleri bu mevsimde 08.00’de açılıp 21.00’de kapanıyor. Eğer bizim yaptığımız gibi sabah erkenden giriş yaparsanız, kalabalığa yakalanmadan rahat rahat yürüyüp fotoğraf çekebilirsiniz.

Ayakkabılarınızı çıkartıp yanınıza alacağınız için sırt çantası, torba vb. götürmeniz gerekiyor. İçerideki 2 kafede yemekler vasat ve pahalı olacağı için suyunuzu, yemeğinizi alıp da gitmenizi öneririz.

2300 yıldır şifahane olarak kullanılan Pamukkale, termal su anlamında çok zengin bir bölge. Hatta hemen bitişiğindeki Hierapolis’in zengin ve önemli bir şehir olmasında bunun çok büyük etkisi olmuş. Farklı coğrafyalardan insanlar buraya şifa bulmaya gelirmiş.

Pamukkale’ye bu beyaz görüntüsünü veren, termal sular ve içindeki mineraller. Pamukkale'den çıkan 36 derece sıcaklıktaki termal suda bulunan yüksek miktardaki kalsiyum bikarbonat, oksijenle temas edince reaksiyona giriyor ve çökeliyor. Travertenlerin içinde ayağımızın altında hissettiğimiz o tortu da bu zaten. Zamanla bu jel kıvamındaki tortu sertleşiyor ve travertenleri oluşturuyor. Aynı şekilde üzerinden aktığı yerleri de kaplamaya başlıyor. Termal su, travertenlerde yosunlaşma olmaması için belirli bir sistem dahilinde periyodik olarak dağıtılıyormuş.

Daha bilimsel ifade edecek olursak: Pamukkale çevresindeki sıcak termal suların kaynağı, bölgedeki fay hatları ve jeolojik olaylardır. Kalsiyum bikarbonat açısından zengin termal su, yüzeye çıktığında oksijenle temas ediyor, bu temasla suyun içindeki karbondioksit uçuyor ve geriye sadece kalsiyum karbonat kalıyor. Çökelen kalsiyum karbonat, zamanla üst üste birikerek ve katılaşarak travertenleri oluşturuyor. Bölgede, 35-100 C arası sıcaklıklarda toplam 17 termal su kaynağı var ve bu sular kaynaktan çıktıktan sonra, travertenleri oluşturdukları alana dökülene kadar ortalama 240-300 m yol katediyor ve geçtikleri yerleri zamanla beyaza boyuyor.

Buraya geldiğinizde, bazı travertenlerin teras kısımlarına giremiyorsunuz. Size ayrılan kısımdan ayakkabısız yürüyorsunuz. İsteyen hala travertenlerde yüzebiliyor ya da oturabiliyor. Sıcak su olan birkaç teras açık fakat geneline baktığınızda, her istediğiniz yerde termal su keyfi yapamıyorsunuz. Tabi bu, dünya mirasının yitip gitmemesi için yerinde bir önlem.

Pamukkale'nin bu mevsimde Honaz dağının karlı görüntüsü ile birleşen siluetini görmelisiniz.

Travertenlerden çıkıp Antik Havuzu şöyle bir gördükten sonra, Hierapolis Antik Kenti gezimize başlıyoruz.

Pamukkale travertenlerinin hemen arka tarafındaki, antik bir Frigya kenti olan, 1988 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesindeki Hierapolis Antik Kenti, Anadolu uygarlıklarının en önemli antik kalıntılarına ev sahipliği yapıyor. MÖ 2. yüzyılda Bergama Kralı 2. Eumenes tarafından kurulduğu, ismininse Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar Kraliçesi Hiera’dan geldiği tahmin ediliyor. Bugün buraya geldiğinizde Gymnasium, Nekropol (ölüler şehri-mezar), Antik Tiyatro, Frontinus Caddesi ve Kapısı, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Roma Kapısı, çeşme binası, Apollon Tapınağı, su kanalları, Filipus Martyrion ve Köprüsü, Direkli Kilisesi, katedral ve Roma hamamı gibi yapıların kalıntılarını görebiliyorsunuz. Binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan Hierapolis, düzenli ve modern bir şehir planlamasına sahip. Izgara planlı olarak düzenlenen kent merkezi, modern cadde ve kapıları ile bugün dahi şehir plancılığı açısından örnek teşkil ediyor.

Hierapolis, MS 60 yılında yaşanan büyük depremden ve sonrasındaki depremlerden çok zarar görüp neredeyse tamamen Helenistik özelliklerini kaybetmiş. Bu nedenle de günümüze kadar ayakta kalan yapılar, tamamen Roma Dönemi’nden kalma olanlar. MS 2. yüzyılda inşa edilip 1984 yılından beri “Hierapolis Arkeoloji Müzesi” olarak hizmet veren Roma Hamamı da onlardan biri. Mimari açıdan tipik Roma hamamlarına benzeyen kompleksin girişinde büyük bir avlu bulunuyor.

Hierapolis Müzesinin ana sergileme alanı üç kapalı bölümden oluşuyor: Heykeller ve Lahitler Salonu, Tiyatro Buluntuları Salonu ve Küçük Buluntular Salonu. Hierapolis ve Laodikeia kazılarında bulunmuş heykeller, lahitler, mezar taşları, mimari sütun, paye başlıkları ve yazıtlar; Heykeller ve Lahitler Salonunda sergileniyor. Roma Dönemine ait olmakla birlikte bu eserler, esasen Yunan ve Helenistik Dönemdeki orijinallerine sadık kalınarak yapılmış. Aralarında Demeter, Dionysos, Pan, Tyche, Asklepios, İsis Rahibesi gibi sanat tarihinin çok tanınan heykelleri de bulunuyor. Lahitler ve mezar taşlarına gelince, bunlar daha çok “aile mezarları” olup yöreye ait geleneği simgeliyor. Bu yerleşime özgü bir diğer gelenek olan “pişmiş toprak lahitler” de kendi dönemlerinin en güzel örnekleri.

Burada Hierapolis'ten çıkarılan eserlerin yanı sıra, Laodikeia gibi farklı antik kentlerden çıkarılan eserler de sergileniyor. Müzeyi gezerken dikkatimizi en çok çeken eser, Laodikeia kentinde ortaya çıkan ve müzenin en güzel eserlerinden biri olan “Sidemara” tipi lahit. Bu lahit, Hierapolisli bir kent meclisi üyesine (Arhon) aitmiş. Yatak gibi tasarlanmış kapak, kadın ve erkek figürleri, dört yanındaki zengin kabartmalarla şimdiye kadar gördüğümüz en farklı lahit.

 Laodikeia’da bulunan İsis Rahibesi heykeli...


Hierapolis Müzesinde görmeniz gereken en önemli eserlerden birçoğu, Hierapolis Tiyatrosunun sahne binasını süsleyen buluntular arasında yer alıyor. Hierapolis Tiyatrosu Buluntuları Salonunda, tiyatronun sahne binasını süsleyen, efsaneleri anlatan eserler sergileniyor. Bunlardan biri de Niobe efsanesi...

Roma İmparatoru Septimus Severus'un taç giyme törenine ait kabartmalar...

Salonun orta bölümünde Sfenks, denizler tanrısı Poseidon'nun oğlu Triton, yeraltı tanrısı Hades ile bir tiyatro aktörünün heykeli var.

Açık alanda sergilenen eserler ise daha çok mermer ve taş eserler.

Hierapolis Antik Kenti’nin ihtişamını yansıtan vitrinler, lahitler, büyük heykellerin sergilendiği güzel bahçesiyle Hierapolis Müzesi, bu şifalı toprakların en önemli tarihi ve turistik alanlarından biri. Yolunuz Hierapolis Antik Kenti’ne düşerse, müzeyi de ziyaret etmeyi unutmayın. Pamukkale travertenleriyle komşu olan bu yapıyı gördüğünüz zaman, gezdiğiniz bu antik kentle ilgili gözleminizi tamamlayabilmek için içerideki olağanüstü güzellikte eserleri de görmeniz gerektiğini hatırlamalısınız.


Hierapolis Antik Kenti, toplam 2700 metre uzunluğunda, 600 metre genişliğinde ve 160 metre yüksekliğindeki beyaz "kalenin" üzerine inşa edilmiş. Hierapolis'in en büyük yapısı durumundaki Antik Tiyatro, aynı zamanda Anadolu'nun en sağlam tiyatrolarından biri. Antik Tiyatronun inşasına MS 60 yılındaki büyük depremin ardından başlanmış. Ancak, tiyatronun yapımı aşamasında büyük depremler yaşandığı için MS 206 yılında tamamlanabilmiş. İnşası tam 146 yıl süren antik yapı, Roma Döneminde yapılmasına rağmen Grek tiyatrosu özelliği de gösteriyor. Sahne süslerinden, tiyatronun farklı dönemlerde farklı ustalar tarafından yapıldığı biliniyor. O zaman bir Bergama taş işçiliği ekolü varmış. Tiyatro da bu ekolün çok etkisinde kalarak tasarlanmış.

Tiyatronun tasarımından, burada gladyatör dövüşleri yapıldığı düşünülüyor. Sahne altındaki çukur bölüm ile oturma sıraları arasında, seyircileri vahşi hayvanlardan korumak için yaklaşık bir metrelik yükseklik farkı var. Gladyatör dövüşlerinin olmadığı tiyatrolarda bu fark bulunmamakta, sıralar sahne düzeyinden başlamaktadır.

10 bin kişilik olan Antik Tiyatrodan, şehirde ortalama 100 bin insanın yaşadığı düşünülüyor. Devasa sahnesi ve kusursuz mimari yapısı ile göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip. Oturma basamaklarının tam ortasında Krallık Locası yer alıyor.

Bu loca ve orkestrayı çevreleyen sahnenin ön duvarında 5 kapı ve 6 niş bulunuyor. Nişlerin önünde de 10 adet sütun yer alıyor. Mermer sütunlar, istiridye kabuğu şeklindeki motiflerle süslenmiş. Özenli işçiliği ile göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip olan Antik Tiyatronun sahne binası, tamamen traverten taştan yapılmış mitolojik kabartma ve tasvirlerle süslü. Yapı, geç Roma Dönemine kadar kullanılmış.

Tiyatrodan sonra yönlendirme tabelalarını takip edip bu güzel gelinciklerle dolu patikalardan yürüyerek Aziz Philippe Martyrionuna gittik. Bölgede keşfedilen en eski kalıntılardan birisi olduğu için Pamukkale gezilecek yerler listenize ekleyebileceğiniz Aziz Philippe Martyrionu, Hierapolis’in kuzeyinde yer alıyor. Adını Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan azizden alan dini yapının, MS 4-5. yüzyılda inşa edildiği düşünülüyor.

Bizans dönemindeki surun dışında kalan bu merkeze, geniş ve uzun merdivenlerle çıkılıyor. Yapıya yaklaşan son bölümdeki merdivenlerin sağında, hac ziyaretine gelenlerin kullandığı Ayazma çeşme yapısı var. Ayazma bir dikme biçiminde, suyun aktığı deliğin olduğu yere deniz kabuğu şeklinde mermer bir blok yerleştirilmiş. Burada durup yıkanıyorlar (bir tür abdest) ve büyük Martyrion Kilisesi’nin olduğu alana doğru tırmanmaya devam ediyorlarmış.


Ayazmanın sağ tarafında, Aziz Philippe’nin mezarı ve Mezar Kilisesi’nin girişi yer alıyor. Fotoğraftaki tabelanın sağında görünen yapının içerisinde, Hristiyanlık inancını yaymak için geldiği bu bölgede öldürülen Aziz Philippe’nin mezarının bulunduğuna inanılıyor.

2011 yılındaki kazı çalışmaları sırasında, üç nefli Mezar Kilisesi gün ışığına çıkartılmış.

Hristiyanlık resmi din olduktan sonra Aziz Philippus adına, öldürüldüğü yerde bir Martyrion yapılmış. Dini ve ruhi tedavi merkezi olarak yapılan mekanın sekizgen planı, sonsuzluğun sembolü olan sekiz sayısına gönderme yapmaktadır.

Yapıda, dua edilmesi için küçük şapeller varmış.


Aziz Philippe Martyrionundan Pamukkale manzarası görülmeye değer.

Buradan sonra yönlendirme tabelalarını takip edip bu güzel gelinciklerle dolu patikalardan Frontinus Caddesine doğru yürüdük. Hierapolis'e girişi sağlayan kapılar, Roma ve Bizans Dönemine ait olmak üzere 2 farklı şekilde yapılmış. Roma Döneminde yapılanlar kemerli yapıları ile dikkat çekerken, Bizans Döneminde yapılanlar daha simetrik ve kare. Caddedeki Kuzey Bizans Kapısı, Güney Kapıya simetrik olarak Bizans Döneminde kentin anıtsal girişini oluşturuyormuş.

Fotoğraftaki kapının sağında yer alan Tritonlu çeşme binası, Apollon Tapınağı'nın yakınlarındaki çeşme binasıyla beraber şehirdeki iki büyük anıtsal binadan biri. Apollon Tapınağı'nın yakınlarındaki çeşme binası...

Tritonlu çeşme binasını gördükten sonra Frontinus Caddesinde, Frontinus Kapısına doğru yürüdük.

Fotoğraftaki Frontinus Kapısının sağında yer alan, depremde yıkılmış olan Umumi Tuvalet (Latrina), yıkıntı halinde tüm parçaları ile günümüze ulaşmış. Uzun mekanın tabanında, lağım sularını caddedeki kanalizasyona taşıyan kanal bulunmaktadır. İç duvar boyunca oturmak için yapılmış, üzerinde delikler bulunan bir seki yer alıyor. Pis suları taşıyan kanalın önüne, sıhhi ihtiyaçlar için bir temiz su kanalı yapılmış.

Mimari özelliklerinden dolayı, kapı ile birlikte yapıldığı düşünülen Frontinus Caddesi, kentin ana caddesini oluşturuyor. Caddenin ortasından, üstü yekpare kapak taşları ile örtülü kanalizasyon sistemi geçmektedir. Caddenin her iki kenarında toplam uzunluğu 170 m olan dükkan, depo ve evler bulunmaktadır.

Şehrin kuzey girişinde iyi korunmuş, 3 gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan Frontinus Kapısı, imparator Domitian'a ithaf edilmiş. Üzerinde Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt var. Bu yazıttan dolayı buna Domitian kapısı veya Roma kapısı da deniyormuş. Kapının, MS 82-83 yıllarında yaptırıldığı bilinmektedir.

Batıdaki traverten alanları dışında kalan üç yönde, nekropol alanları bulunmaktadır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmış. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülüyor. Hierapolis Kuzey Nekropolü, geç Helenistik dönemden erken Hristiyanlık dönemine kadar karakteristik lahitleri, mezar tiplerini ve mezar anıtlarını bir arada içeriyor. Kentte görülen mezarlar lahit, höyük tipi tümülüs ve kayaya oyulmuş ev tipi mezarlar.

Konut mimarisini anımsatan mezar yapıları, nekropolün en önemli elemanları.

Hierapolis Kuzey Nekropolü, 2 binden fazla mezara ev sahipliği yapmaktadır.

Bu mezarlar, kentin önde gelen idarecileri ile varlıklı kişilere ve onların ailelerine ait.

Antik Dönemde kurulmuş kentler arasında nekropol (anıt mezar) sayısı ile dikkat çeken Hierapolis, bembeyaz travertenlerin üzerinde inşa edilmiş etkileyici mezar yapıları ile dikkat çekiyor.

Dönüş yolunda uzaktan çektiğimiz Latrina'nın servi ağaçlarının önündeki görünüşü, Necip Fazıl Kısakürek'in mısralarını hatırlatıyor bize: "Tarihin gözleri var, surlarda delik delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik..."

Hierapolis’te antik taşlar, antik kent çevresindeki yollar, ağaçlar ve lahit mezarlar...


Bu küçük orman içerisindeki kuşlar, ahenkli ötüşleri ile bizi büyüledi.


Helenistik yapısı doğal afetlerle yerle bir olduktan sonra, bir Roma kenti olarak yeniden inşa edilip İsa’nın havarilerinden Filipus’un burada öldürülmesiyle de önemli bir dini merkez olan, travertenlerin komşusu Hierapolis’i görmeden buradan ayrılmayın deriz. Sabah giriş yaptığımız Pamukkale'yi ve Hierapolis'i gezdikten yaklaşık 5 saat sonra dönüş yoluna geçtiğimizde, travertenlerin çok kalabalık olduğunu gördük. Yüzen çocuklar, dönüş yolunu kapatan insanlar arasından geçerek, sabahleyin fotoğrafları çekmiş olmanın rahatlığıyla, fazla oyalanmadan indik. Hierapolis'i gezerken ayaklarımıza inen karasuları, travertenlerin beyaz sularına bırakmak için birkaç havuzda mola verdik :)

Yukarıdaki fotoğrafta Pamukkale'nin aşağısında görünen Natural Parkı, keyifli vakit geçirmek için tercih edebilirsiniz. Bölgeyi gezerken mola vermek için kullanabileceğiniz mekânda, travertenlerin muhteşem manzarasını izleyebilirsiniz. Biz de yorgunluğumuzu atmak için burada dondurma yedik. Dondurma çok güzeldi ama bir topunun 2,5 TL olduğunu söylemeden geçmeyelim.

Buradaki gölet içerisinde yüzen ördek ve kazları seyredebilirsiniz. Pamukkale ve çevresinde yaşayan canlılar, bu doğa harikası yerin güzelliğine güzellik katıyor.


3. GÜN

Denizli yolculuğumuzun son gününde, sabah erkenden yaptığımız güzel bir kahvaltının ardından, otelden ve Karahayıt'tan çıkış yaparak Denizli merkeze gittik.

Anadolu'nun güneyinden geçen İpek Yolu üzerindeki hanlardan 2 tanesi Denizli’de. Akhan ve Çardakhan Kervansarayları, UNESCO Dünya Miras Geçici Listesinde yer almaktadır. Bizim gittiğimiz Denizli-Afyon karayolundaki Akhan Kervansarayı, 1254 yılında Vali Seyfettin Karasungur tarafından yaptırılmış. Anadolu Selçuklularının batıdaki son kervansaraylarından. Bu kervansaraya, ön ve sol yan cephedeki beyaz mermerler nedeniyle Akhan adı verilmiş. Otel ve restoran olarak kullanıldığı için sadece dışarıdan görebildik.

Şehir merkezinde bulunan Atatürk ve Etnografya Müzesi binası, 19. yüzyıl sonlarında yapılmış. Bina, Cumhuriyetin ilk yıllarında parti binası olarak kullanılmış ve Atatürk 4 Şubat 1931 tarihinde Denizli’ye gelişinde, burada bir gece konuk edilmiş. Restore edilerek 1984 yılında müze olarak açılmış. Müzenin alt katında etnografik eserlerin, üst katında Atatürk’e ait eserlerin sergilendiği iki odanın dışındaki diğer odalar geleneksel Denizli Evi olarak düzenlenmiş.

Babadağlılar İşhanı’ndan Denizli’nin imzası dokumacılık ürünlerinden hediyelik havlu aldık.


Burası her yerinden bornoz, masa örtüsü ve ev tekstili sarkan bir han. İşhanı 1976 yılında faaliyete geçmiş ve o tarihten bu yana çeyiz, havlu, bornoz ve el dokuması alışverişlerinde Denizlilerin vazgeçilmezi. İsminden de anlaşılacağı üzere, hemen hemen tüm esnaf Babadağlı. Babadağ, tekstilin tam anlamıyla bir kültür olarak benimsendiği, dokuma tezgâhlarının sesiyle özdeşleşmiş bir kasaba. Denizli şivesinin hasını bu handa duyabilirsiniz.


Denizli öyle köklü bir tarihe sahip ki, bunu buradaki antik kentlerin bereketinden de anlayabiliriz. Tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapan Denizli, sınırları içerisinde kurulmuş 19 antik kent ile dünle bugün arasında bir köprü vazifesi görmektedir. Elbette hepsi bir Laodikeia ve Hierapolis gibi görkemli değil. Biz bu antik kentlerin en görkemlilerini gezebildik.

Bir doğa harikası olan Pamukkale'de dolaşırken, sahip olduğu zenginliklerin yanı sıra, birçok canlı türünü de görme imkanı bulduk. Yapımı yüzlerce yıl süren ihtişamlı yapıları ile dünyanın sayılı kentlerinden biri olan Hierapolis, tıpkı Laodikeia gibi tarihin her döneminde kertenkeleleri ile anılmış. Kenti meydana getiren antik kalıntıların arasında ürkek tavırları ile hızlı adımlarla dolaşan kertenkeleler, üzerinde gezindikleri antik yapılarla adeta iç içe geçmiş.

Özellikle bahar mevsiminde rengarenk bir görünüme kavuşan Pamukkale, bu aylarda bir botanik bahçesini andırıyor. Henüz Pamukkale'nin simgesi zakkum çiçekleri açmamış ama açan gelincik, papatya ve adını bile bilmediğim rengarenk çiçeklerin özlerinden beslenmeye gelen arı ve pek çok böcek türü Pamukkale'ye ayrı bir renk katarken, birbirinden farklı desenlere sahip kelebekler burayı adeta bir kelebek vadisine çeviriyor. Bu aylarda Pamukkale'de dolaşmanın verdiği keyif gerçekten bir başkaymış. Anılarımıza, travertenlerde yürürken parmak aramızdan sızan o incecik beyaz tortunun hissi kazınarak ayrılıyoruz Pamukkale'den…

Ankara'ya dönerken yanından geçtiğimiz Acıgöl'den bahsetmeden bitirmeyelim. Acıgöl deyince aklımıza hemen soda gelir (soda ve maden suyu, ikisi de mideyi rahatlatma özelliğine sahiptir, ancak sodanın bundan başka hiçbir işlevi yoktur oysa maden suyu aynı zamanda doğal bir mineral deposudur). Denizli ve Afyon sınırları içerisinde bulunan tektonik oluşumlu Acıgöl de ülkemizin en sodalı gölüymüş. Yani sodyum, magnezyum, kalsiyum ve potasyum gibi alkali tuzların eriyik halde bulunduğu bir göl.

 Yol boyunca dinlediğimiz Özay Gönlüm'ün Denizli'nin Horozları türküsüyle bitirelim...

Tellidir yavrum anam tellidir tellidir amman
Denizli'nin horozları bellidir
Ötüver de gül ibiğim bir yol ötüver
Geniş olan gam zamanı değildir

Asmam çardaktan
Suyu bardaktan
Bir yol öpüver de gocman gız
İliman yanaktan amanın iliman yanaktan

Telli gelin tüllü gelin geliyor geliyor amman
Ganat açmış tüylerini beliyor
Ötüver de gül ibiğim bir yol ötüver
Telli gelin tasasından ölüyor

Asmam çardaktan 
Suyu bardaktan 
Biyol öpüverem çil horozum 
İlimon yanaktan amanın ilimon yanaktan 

Asmam yıkıldı 
Suyu sıkıldı 
Bugün çil horozu duymadım 
Canım sıkıldı amanın canım sıkıldı 

Sabah olur akşam olur ötersin 
Ötersin aman 
Alemi kendine hayran edersin 
Ötme çil horozum ötme bu kadar ötme 
Ellerin de kem gözüne değersin 
Alemin de kem gözüne değersin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder