1 Ocak 2016

Doğa ve Tarihin Buluştuğu Şehir: Antalya

Heyecanlı, serüven dolu ve tabiatla iç içe bir tatil geçirme hayaliniz varsa Antalya'ya gitmenizi tavsiye ederiz. Yaz aylarında kavurucu sıcaklara maruz kalmamak için biz bu seyahatimizde 1 Ocak 2016 tatilini fırsat bilip Antalya'ya gittik. Antalya'nın bu mevsimde Toros dağlarının karlı görüntüsü ile birleşen siluetini görmelisiniz.

Ankara'dan gittiğimiz için yol üstünde Türkiye'nin ikinci en büyük tatlı su gölü olan Isparta'daki Eğirdir Gölüne uğradık. Doğal içme suyu havzası olmasının yanı sıra biyolojik çeşitlilik değerleri bakımından uluslararası öneme sahip Eğirdir Gölü ve çevresindeki yerleşim yerleri, alternatif turizm yönünden son derece zengin bir bölge diyebiliriz. Kışları soğuktan üzerinde yürünebilecek kadar donduğu söylenen göl biz gittiğimizde deniz gibi dalgalıydı. Eğirdir'in batısında bulunan Barla Dağı, Eğirdir Gölü'ne hakim görüntüsü ile harika manzaralar sunuyor. Eğirdir'den Antalya'ya giden yol kenarı elma bahçeleri ile dolu, elma zamanı kim bilir ne kadar güzel olur...

Antalya-Isparta karayolunun 24. kilometresinde bulunan Kurşunlu Şelalesi 18 metre yükseklikten dökülmekte ve küçük şelaleciklerle 7 adet küçük gölet birbirine bağlanmaktadır. Kurşunlu Şelalesi 2 kilometrelik bir kanyonun içinde yer alıyor. Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile baş başa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları var.





Dünyanın dört bir yanından turistleri çeken Düden Şelalesi Antalya şehir merkezine 8 km uzaklıkta.


Şelalede bir de mağara var.


Bu mağaradan şelale ayrı bir güzellikte görünüyor.

Düden Şelalesi, buradan 10 km sonra Lara'dan Akdeniz'e Düden Kıyı Şelalesi olarak dökülerek bir kez daha insanlara güzelliğini gösteriyor.

Düden Şelalesi ve Kurşunlu Şelalesi gezimizin ardından, Antalya merkeze doğru yola çıktık. Keyifli bir yolculuğun ardından konaklayacağımız Öğretmenevine yerleşip günün yorgunluğunu çıkardık. Büyük binası, havuzlu bahçesiyle çok güzel nezih bir ortam sunan Antalya Öğretmenevini tavsiye ediyoruz.

2. GÜN

İkinci günün sabahı Antalya merkezde kale içi mevkindeki Saat Kulesini görüp Yivli Minare Külliyesine gittik.


Dış surlar üzerinde yer alan Saat Kulesinin dört tarafında da birer saat var. Seyredenlere kale burcunun devamı izlenimi veren Antalya Saat Kulesi'nin zeminden tepe noktasına olan yüksekliği 14 metre.

Yivli Minare Külliyesi, Kalekapısı semtinde bulunan ve çok sayıda Selçuklu yapıtından oluşan eserler topluluğu. Yarım küre şeklinde 6 adet kubbeyle örtülü Yivli Minare Cami, çok ayaklı ve kubbeli camilerin Anadolu'daki en eskilerinden...

Antalya'daki ilk İslam yapılarından olan Yivli Minare, 13. yüzyıla ait bir Selçuklu eseri. Şehre mührünü vuran abidevi minare günümüzde Antalya kentinin sembolü durumuna gelmiş. Kare planlı kesme taştan kaide üzerinde sekiz yivli bir gövdeyle yükselen minarenin yüksekliği 39 metre olup 90 basamaklı merdiven ile çıkılıyor. Tuğla örgülü kalın gövdesi yivler ile zarif bir hale dönüştürülmüş, kürsü ve pabuç kısmı da firuze renkli çinilerle süslenmiş. Minare kürsüsünün güneydoğu kısmında kare niş içinde firuze çinilerle kufi yazılı bir pano varmış. Zamanında dışı mavi mavi çinilerle kaplı olan minarenin çok az maviliği kalmış. 


Aydınlık caminin içeriden görünüşü ve caminin enine dikdörtgen planlı ibadet mekanı. Tuğla örgülü kemerleri taş sütunlar taşıyor.

1972 yılına kadar Arkeoloji Müzesi olarak kullanılan yapı 2010 yılında restore edilmiş ve asli işlevine döndürülmüş. 2010 yılındaki restorasyon çalışmaları sırasında zeminden çıkan Selçuklu dönemine ait pişmiş topraktan yapılmış kalın su borularının (künk) üzeri bir camekanla örtülerek cami içinde bırakılmış ve caminin kuzey girişinde teşhire sunulmuş.

Yivli Minare'nin karşısında bulunan ve Yivli Minare Külliyesinin bir bölümü olarak nitelenen Atabey Armağan ya da Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu Medresesi'nden (1239) geriye kalan kapı.


Antalya'da bolca bulunan, arkaya doğru kıvrık boynuzlu dağ keçileriyle dolu bir park, inatlaşmadan yolumuza devam ediyoruz :)

Üç Kapılar ya da tarihi adıyla Hadrian Kale Kapısı, Antalya'da kenti çevreleyen sur üzerindeki anıtsal mermer kapılardan biri. Roma İmparatoru Hadrianus'un Antalya'yı ziyareti sırasında, ona hitaben yapılmış.

Hadrian kapısının hemen karşısında bulunan, Antalya'nın tarihi bütünlüğünü yansıtan Karakaş Camii, 90'lı yıllarda harap halde iken Antalyalı 'Bilge Mimar' Turgut Cansever tarafından tekrar aslına uygun olarak yapılmış. Anlatılana göre inşası da çok uzun sürmüş.


Antalya merkezdeki gezimizin ardından, Anadolu’da ve tüm Akdeniz dünyasında günümüze kadar en iyi korunmuş antik Roma tiyatrolarından birine sahip olan Aspendosa doğru yola çıktık. Antik kentleri ile meşhur olan Antalya, bölgedeki birçok tarihi yapı ile ziyaretçilerin dikkatini çekiyor. Aspendos, Serik ilçesinin 8 kilometre doğusunda, Köprüçayı'nın dağlık bölgesinden düzlüğe ulaştığı yerde yapılmış tiyatrosuyla meşhur bir antik kent. Aspendos Antik Tiyatro hem görkemli hem de işlevsel açıdan iyi tasarlanmış eksiksiz bir Roma tiyatrosu.




Aspendos'tan sonra, Alanya'da Toroslardan doğan Dim çayına gidiyoruz. Yaz kış soğuk olan suyu özellikle yazın Akdeniz’in bunaltıcı sıcağından kaçmak isteyenler için ideal bir mekan. Alanya bildiğiniz üzere Antalya’nın en popüler ilçelerinden biri. Ama kumların, denizin ötesinde mutlaka keşfedilmesi gereken, mağaralarda gizlenmiş bir yanı daha var. Dim Mağarası binlerce dikit ve sarkıtı ile yeraltının her türlü güzelliğinin ve tarih öncesindeki yaşamın izlerinin görülebileceği sayılı yerlerden.





Dim Mağarası gezimizin ardından tekrar yeryüzüne çıktığımızda güneş batmaya hazırlanırken biz de Öğretmenevine dönüyoruz.

3. GÜN

Antalya'daki son günümüzde Ankara'ya doğru yola çıkıp yol üstünde Türkiye’nin en iyi korunmuş antik şehirlerinden biri olan Termessosa uğradık. Antalya’nın 30 kilometre kuzeybatısında, Korkuteli yolu üzerinde yer alıyor. Deniz seviyesinden ortalama 1150 metre yükseklikte, Güllük dağının güneybatısında doğal bir platform üzerine kurulmuş. Birçok vahşi bitkinin arasında saklanmış ve sık çam ormanlarıyla sınırlanmış. Termessos’un, huzur veren ve el değmemiş görünümüyle diğer antik şehirlerden daha farklı ve etkileyici bir havası var. Talha Uğurluel'in Büyük İskender’e Dur Diyen Şehir: Termessos yazısından alıntılarla bu muhteşem tarihi size aktarmaya çalıştık.

Antik kentin kapısına geldiğimizde, bizim gibi kazara buraya uğrayan zavallı turistlerle birlikte başlıyoruz tırmanmaya. Burası o kadar el değmemiş ki dağların zirvelerinde dağ keçilerini görebilirsiniz, biz çıkarken her çıtırtı duyduğumuzda biraz korktuk ama karşılaşmadık. Yol bir hayli dik ve yorucu. Dar bir kesme taş döşeli yoldan tırmanıyoruz. Termessos’da ciddi bir kazı yapılmamış, birçok şey otların arasında. Roma şehirlerinde de insanlar tabakalar halinde yaşıyorlarmış. Yolumuzun devamında sütunlu cadde denilen bir yere geliyoruz. Burası tamamen zengin kesimin alışverişine has bir kapalı çarşı imiş. Zamanında son derece modern olan bu yere ancak imkanı olanlar girebilir ve alışverişlerini buradan yaparlarmış.

Şehrin en zirve yerlerinden birine geliyoruz. Burada karşımıza hemen her şehirde gördüğümüz tiyatrolardan biri çıkıyor. Gayet sağlam olarak günümüze kadar gelmiş olan kesme taştan muhteşem bir yapı. İnsan aklına sığdıramıyor. Dağın başında o kadar otun çöpün içinde yaban keçileri ile yaban domuzlarının cirit attığı bir yerde devasa bir tiyatro binası göreceksiniz. Tiyatroyu en etkileyici kılan ise hemen uçurumun kenarında olması.

Uçurumun öteki yakasında ise keçilerin dolaştığı dağ zirvesi var. Uzaktan bakınca sanki sırtını bu dağa yaslamış gibi duruyor. Önümüzde ucu bulutlarda dağlar yükseliyor.

Termessos Antik Şehrinin ilginç yanlarından birisi de Nekropolü, yani mezarlık bölümleri. Dağların bağrına yığınla lahitli mezar yapmışlar. Kimi lahitli mezarlar, direk olarak doğal kayaların bağrına oyulmuş. 

Kimileri de kayalardan ustalıkla kesilerek bağımsız olarak işlenmiş. Önümüze diğerlerinden farklı bir lahitli mezar çıkıyor. Diğerlerinden daha yükseğe, gösterişli bir kaidenin üzerine konmuş. Bu mezar, şehirde yaşayan bir kahramana aitmiş. Kaidenin üzerine üç ayrı sahne halinde bu kişinin kahramanlıklarını kabartma olarak resmetmişler ama günümüzde bu kabartmaların yerinde ne yazık ki yeller esiyor. Günümüzden yüzyıllar öncesinin mezar soyguncuları tarafından parçalanmış ve içleri yağmalanmış bu anıt mezarların kırık yada yuvasından çıkarılmış kapılarını, koruyamadıkları mezar odalarının içlerinde yatıyor görmek yüreğimizi sızlatıyor. Dünyanın ne kadar fani olduğunu bir kez daha iliklerimize kadar hissediyoruz. Bizi en çok etkileyen şey de gördüğümüz lahit mezarların hiçbirinde yatanların kemiklerinin bile kalmamış olması. Soyguncular o kadar insafsız davranmışlar ki, buralar yağmalanırken mezar sahiplerinin ceset kalıntılarına bile saygı göstermemişler... Halbuki kendileri kerpiç evlerde oturan bu insanlar, asıl hayatlarını mamur etmek ve ölümsüz kılmak için ellerindeki bütün imkanları seferber ederek bu kesme taş lahit mezarlardan birer tane edinmişler. Öldükten sonraki hayatın daha önemli ve kalıcı olduğunu onlar da biliyorlarmış. Lahitlerinin bu süslü püslü hallerinin yanında, yıkılmış, kırılmış içleri bomboş halleri gayet hazin bir manzara oluşturuyor... Dünyaya yapılan yatırımın sonunun ne olduğunu yaşadıkları şehrin bugünkü durumu net bir şekilde anlatıyor. Nerede o zenginlerin alımlı alımlı yürüdükleri sütunlu yol, nerede mücevherlerle bezeli sarayları ve nerede ipekli halıları, atlas perdeli odaları. Kemikleri bile kalmamış bu zavallı insanların...

Nihayet gezimizin sonuna geliyoruz. Bir hayli yorulmuş olsak da yeni bir antik kenti ibret dolu bakışlarla gezmiş olmanın keyfini yaşıyoruz. Yeniden aracımıza biniyor ve bugünkü son durağımız olan Karain Mağarası’na gitmek üzere yeniden Antalya Korkuteli yoluna çıkıyoruz.

Öğrendiğimiz kadarı ile mağara ilk çağ dönemlerinin hemen hepsinde insanlar tarafından bir yerleşim merkezi olarak kullanılmış. Yani insanların sadece taşları yonttukları yontma taş devrinden cilalı taşa ve maden devirlerine kadar. 1946'da mağaranın keşfinden sonra günümüze kadar yapılan kazılarda her toprak katmanında, farklı bir zaman dilimine ait insan kalıntıları bulunmuş. Buluntular, insanoğlunun hep bir arayış içinde olduğunu, kendisini her zaman daha bir mükemmelleştirmeye çalıştığını gösteriyor. Az önce Termessos’a tırmandığımız yetmiyormuş gibi şimdi de Karain Mağarasına tırmanmaya başlıyoruz. 

Açıkçası burasının da öyle yukarılarda olacağını sanmıyorduk ama epey bir tırmandıktan sonra mağaranın ağzına geliyoruz.

Burası ilk çağdan beri insanların yaşadıkları bir ev konumunda. Mağarayı görünce insanların burayı neden tercih ettiklerini daha iyi anlıyoruz. Çünkü dışarının soğukluğuna rağmen içerisi gayet sıcak ve ferah. İç içe odalar, yüksek tavanlı ve kullanışlı. Yırtıcı canlılardan korunmak için kim bilir buralarda nasıl yaşamışlardı. Tam bir tefekkür yeri...


Bir hayli yorulmuş olsak da yeni yerleri ibret dolu bakışlarla gezmiş olmanın keyfini yaşıyoruz ve evimize dönüyoruz.

2 yorum:

  1. Çok güzel, akıcı, yormayan, sakin bir dili var metinlerin.

    YanıtlaSil